Etiket arşivi: ibrahim yardım

Kör ve Nankör

Varlıklar içerisinde en fazla ikrama layık görülen varlık, insandır. Kâinat ve içindeki her şey insan için yaratılmıştır. Bütün varlıklar ve canlılar, Allah’ın emriyle insana hizmetkâr olarak yaratılmıştır.

Her şey insan için çalışıyor, insanın yardımına koşuyor ve ona hizmet ediyor. Bütün varlıklar içinde Cenab-ı Hak, insanı kendisine muhatap seçmiştir. İnsan en şerefli varlık olarak yaratılmıştır. İnsan, görünen ve görünmeyen ( maddi – manevi ) sayısız nimetlere sahiptir.

Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerimdeki, “Allah’ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz” mealindeki ayet de bu konuya ışık tutmaktadır. İnsan şu kâinatın sultanıdır.

Örneğin; Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle;

Şu dünya insanın evi, Hayvanlar hizmetçisi, Güneş soba ve lambası, Bahar bir deste gül, Yaz bir nimet sofrası, Ay gece lambası, Yıldızlar karanlık gökyüzünü süsleyen mumlar, Dağlar ise dünya evimizin su depolarıdır…

İşte bir insanın bu dünyada hiçbir şeyi olmazsa bile böyle mükemmel bir zenginliğe – her insan- sahiptir. Ayrıca; akıl nimeti, var olma nimeti, sağlık nimeti, İslamiyet nimeti, insan olma nimeti, hayat nimeti gibi daha birçok asıl zenginlikler ve nimetler…

İşte bir insanın bunca nimetleri görmemesi ve bilmemesi körlüktür. Bu nimetlere imanıyla, ibadetiyle, ahlakıyla ve kulluğuyla layık olmaya çalışmaması ise nankörlüktür…
Rabbim bizi kör ve nankörlerden eylemesin. Sahip olduğu nimetlerin farkında olan ve bu nimetlere layık olmaya çalışanlardan eylesin. Âmin…

İbrahim Yardım / İlahiyatçı – Yazar

Kurt ve Nefis

Bir gün bir çoban annesi ölmüş bir yavru kurtu görür. Onu evcilleştirmek için alır ve ahıra götürür. Sütlü bir koyun, ona süt vermeye ve annelik yapmaya başlar. Kurt zamanla büyür ve bu kurt bir gün ahırdan ağzı kanlı çıkar. Çoban onu görünce “ inşaallah anneni yemedin” der. Çoban ahıra girer ve anne koyunu parçalanmış bir halde görür. Çoban da kurdu öldürür.

Hikâye burada bitti ancak “her kıssadan alınacak bir hisse vardır” derler. İşte insanın nefsi bir kurt gibidir. Ne kadar ihtiyacını karşılaşan da en sonunda o yapacağını yapar. Yani senin ebedi hayatını öldürmeye çalışır. Dolayısıyla hiç kimse hiçbir zaman nefsine güvenmemelidir.

Bilindiği gibi Hz. Yusuf, zindanı zinaya tercih eden iffet abidesi bir peygamberdir. O bile nefsine güvenmemiştir. Bediüzzaman bu konuda ne güzel söylemiş : “Düşman istersen nefis yeter. Evet, nefsine güvenen belayı bulur, zahmete düşer. Nefsine güvenmeyen safayı bulur; rahmete gider.”

Ayrıca mümkün oldukça nefis ile baş başa kalmamaya çalışmak lazımdır. Çünkü nefis bir kurt gibi güçlü ve kurnazdır. Seni mağlup etmenin bir yolunu bulur. Nitekim Peygamberimiz (sav) “Ey Allah’ım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma ” diye dua ve niyazda bulunmuştur.

Cenabı Hak, bizi nefis ve şeytanın şerrinden muhafaza eylesin.  Âmin…
Yazımızı Peygamber Efendimizin konu ile ilgili bir hadisi şerifi ile bitiriyorum: “En büyük cihat, nefis ile yapılan mücadeledir.”

İbrahim Yardım
İlahiyatçı-Yazar

Tüketim Ahlakı Nedir?

İslam dini, hayatın birçok alanında olduğu gibi tüketim konusunda da – birçok hikmetlere bağlı olarak- belirli bir sınırlandırma yapmıştır. Helal-haram ölçüsü, israf etmemek ve gösterişten kaçınmak gibi manalar bu sınırlandırmayı ifade eder.

Sınırsız-kayıtsız bir hayat ve sonsuz özgürlük gibi kavramlar, ne dinsel anlayışla ve de insani yaşayışla bağdaşmayan kavramlardır.

İnsan, ne kadar özgür olursa olsun sonuçta Abdullah’tır yani Allah’ın kulu ve kölesidir. Dolayısıyla O’nun çizmiş olduğu dairenin dışına çıkamaz. Çıkarsa nefsin esiri olup şeytanın tuzağına düşer. Zaten “Helal dairesi geniştir. Keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”(Bediüzzaman)

Tüketim konusunda da insan, sonsuz bir hürriyet sahibi değildir. Meşru olmayan yiyecek ve içecekleri tüketemez. Savurgan davranamaz. İhtiyaç fazlası harcama yapamaz. Yaparsa israf etmiş olur. Ve israfın dinimizdeki hükmü ise haramdır.

Kısacası tüketim ahlakı; tasarrufu, paylaşmayı ve yardımlaşmayı gerektirir. Özellikle de milyonlarca insanın sefil ve aç yaşadığı bu yüzyılda…

Diğer bir yandan ideal bir İslam toplumunda, ihtiyaç sahiplerine yardım,-imkânı olanlara- bir mecburiyettir. Gerçek bir İslam hayatında zengin ile fakir arasında -ekonomik ve insani anlamda- derin bir uçurum olmaz. Çünkü inançlı bir insan, sosyal sorumluluk sahibidir.

Örneğin; zekât ve sadaka gibi mali ibadetlerle zenginin fakire şefkat ve merhamet; fakirin zengine ise saygı ve hürmet duyguları gelişir. Ayrıca zengin, Allah’ın rızasını kazanmakla beraber fakirin kin ve öfkesinden kurtulup tam aksine dua ve dostluğunu kazanır. Bu örnek, İslam denizinin güzelliklerinden sadece bir damla…

Kısacası İslam dini, günümüz insanın aradığı ideal bir mutlu yaşam biçiminin tek adresidir. Cenab-ı Hak, doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e yakışır doğruluğu yaşayan, bilinçli, ölçülü ve faziletli Müslümanlardan eylesin… Âmin…

İbrahim Yardım / İlahiyatçı – Yazar

Kaynak: www.NurNet.Org

Âdem(as)’in Çocukları..

İçinde yaşadığımız şu günlerde, ülkemizin bazı etnik problemleri aşamamış olması, hamiyet sahibi her insanı düşündürmeli ve çözüm için gayrete getirmeli.

İslâmi açıdan etnik problemi – diğer adıyla ırkçılığı – ele alacak olursak bu anlayışın ne dinde ve ne de insanlıkta yeri olmadığını göreceğiz.

Hiçbir insan, doğduğunda ırkını seçmemiştir. Çünkü farklı ırkların olması, ilahi bir tercihtir. İnsanların farklı ırklarda yaratılmalarının hikmeti ise Yüce Yaratıcı’nın Kelamı olan Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir:

Biz sizi taife taife ve millet millet olarak yarattık ki tanışıp kaynaşasınız diye. Yoksa birbirinizi inkâr edesiniz diye değil”( Hucurat suresi – 13. ayet )

Irklar, insanlık kilimindeki farklı renk ve desenlerdir. Renk ve desenler farklı olsa da ancak dokuyanı ve boyayanı birdir ve bir elden çıkmıştır.

Mesela: Bir otomobil fabrikası, farklı model ve renklerde otomobil üretir. Sadece model ve renk farkından dolayı onlar için farklı fabrikalar aramayız.

Aynen öyle de Cenab-ı Hak, Hz. Âdem ve Havva’yı çeşitli ırkları netice verecek bir özellikte yaratmış ve zamanla da farklı ırklar meydana gelmiştir. Ayrıca aynı topraktan rengârenk çiçekleri yaratan Allah, Hz. Âdem ve Havva’dan da farklı ırk ve renkteki insanları yaratması O’nun kudretine zor gelmez.

İslamiyet; ırkı değil; ırkçılığı reddeder. Kimin ırkı neyse bunu ifade etmesinde bir sakınca yoktur. Ancak ırkını üstün görüp bunu dava haline getirmeyi İslamiyet ve insaniyet kabul etmez.

İnsanlık âleminde örneğimiz olan Peygamber Efendimiz de bir insandı ve ırkı vardı. Fakat O, “ üstünlük ancak takva iledir” diye buyurmuştur. Takva ise Allah’tan korkmak ve O’na yakın olmak demektir.

Üstün olmak istiyorsak maddi ve manevi anlamda fazilet sahibi insanlar olmalıyız. Zaten en büyük dava da budur. Yani “insanın geride güzel bir iz bırakıp kabre de imanla girmesidir.” Böyle bir hayat, insana iki dünya saadetini kazandırır.

Irk cesetle ilgilidir. Çünkü ruhun ırkı yoktur. Cesedin de kabirdeki akıbeti mâlumdur. Önemli olan ruhu; imanla, ibadetle, marifetle, muhabbetle ve ilimle zenginleştirmek ve terakki ettirmektir.

İnsanlık âleminde önemli olan, faydalı ve iyi birer insan olabilmektir. Faziletli ve faydalı bir insan, hangi ırktan olursa olsun sevilir ve sayılır. Kötü ve zararlı bir insan, öz kardeşimiz bile olsa kabul görmez ve sevilip sayılmaz. Örnekte de görüldüğü gibi ırkçılık anlayışı, insanlığa da yakışmayan bir fikirdir.

Bediüzzaman Hazretleri, ırkçılık için “frenk illeti” tabirini kullanır. Yani ırkçılık, Avrupa’nın içimize soktuğu bir hastalıktır.Tarih buna şahittir. Gerçekten de tarihe ibretli bir nazarla baktığımızda göreceğiz ki 1789 Fransız İhtilali ile bu fikir, ecdadımız olan Osmanlı’ya ve coğrafyasına yayılmış ve bu muhteşem medeniyet imparatorluğunun yıkılmasında en önemli etkenlerden birisi olmuştur.

Mesela Emevilerin ırkçı politikası yine aynı olumsuz neticeleri doğurmuştur. Örneğin; Kerbela olayı gibi… Zaten aynı hatalar aynı sonucu verir. Tarihteki hatalardan ders almalı. Dolayısıyla da ülkemizin ve birbirimizin değerini bilmeli.

Biz Anadolu milletini birbirine bağlayan o kadar ortak noktalarımız var ki…

Dinimiz, bizi iman bağıyla birbirimize bağlamış ve “İslam kardeşi” yapmış. Nitekim şu ayet de bu manayı vurgulamaktadır: “Muhakkak ki inananlar kardeştir”.

Bir kimse Müslüman olduktan sonra hangi ırktan ve milletten olursa olsun onunla bir nevi kardeşliğimiz var. Din, iman ve Kur’an kardeşliği…

  • Çünkü Allah’ımız bir,
  • Dinimiz bir,
  • Peygamberimiz bir,
  • Kıblemiz bir
  • Kitabımız bir ve hakeza…

Bütün bu bir birler, bizi birbirimize bağlamalıdır. İnşallah… Demek oluyor ki bir insan, Müslüman olsun yeterli. Hatta insan olması bile yeterli. Gönül dostu Yunus, ne güzel ifade etmiştir bu manayı. “Yaratılanı severiz; Yaratandan ötürü”. Biz de insan olan bütün insanları sevmeliyiz. Zaten biz bütün insanlar; Allah’ın kulları ve Âdem’in çocukları değil miyiz?

İbrahim Yardım / İlahiyatçı – Yazar

Kaynak: www.NurNet.Org