Etiket arşivi: ihlas

Hedefimiz ve Amelimizin Kıblesi

Hedefimiz ve Amelimizin Kıblesi

Kur’anî, imanî, İslamî her türlü manalar ve hallerle meşgul olanlar ve bu kulvarda yer edinmek isteyenler şu hakikate kulak vermeli ve her işinin başına bunu koymalıdır ki böyle olursa her nefes ve nüfus hedefine ulaşsın.

İşte o serlevha öğüt;

“Amelinizde rıza-yı İlahî olmalı.”[1]

Hedefimiz ve amelimizin kıblesi ihlas olursa hayata tatbiki çok kolay olur yoksa amel de iman da insana bar olur, yük olur. İnsan isteksiz suhre gibi hareket eder.

Okunan şeyler mana-yı ismiden, harfiye geçmezse yandı gülüm keten helvamız. Hayata tatbik etmeliyiz her şeyimizi. Tekrar tekrar, dikkatle, tefekkürle okumalarımıza devam etmeliyiz. En evvel nefsimizi ikna etmeliyiz okuduğumuz hakikatlere ki Risale-i Nur’un üslubuna ne kadar aşina olursak o nisbetle istifade edeceğimiz de aşikârdır.

Her bir kitabı tekrar tekrar değil yeniden yeniye okuma heyecanıyla kapağını açmalıyız. Bu heyecanla nefsimiz ve üstadı olan şeytan mağlubiyetinden ve hırsından çatırdayacaktır.

Namazlarını cemaatle ve vaktinde kılamayan, arkasından tesbihatları yapamayan, şahsi okuması ve dersleri ihmal edenler; hem nefsi, hem ailesi, çoluk çocuğu, hem akrabaları ve dostları, hem de ehl-i iman için ne haldedir bir murakabe yapması elzemdir.

Ahirzamanın ahirindeyiz. Ahiri de iyice bulanacak, karışacak ve hiçbir şeyin tam manasıyla safi olamayacağı gariplikler demindeyiz. Faydalının da faydasızın da en ileri derecede tecelli edeceği bir hayat içerisindeyiz yani. Herkes imanî, Kur’anî, İslamî tedbirlere göre hayatına nizam vermekle mükellefitir.

Bu ahir demin ahirinde hak ve hakikatle meşguliyette eğreti, suhre söz konusu olmamalıdır. Zaten ahirleri soluyoruz. Bulduğumuz her anı fırsata çevirmek için uyanık davranmalıyız. Damlaları toplayıp havuz yapmayı bilmeliyiz yani.

Hasıl-ı kelam, ahirzamanın küfrüne, dalâletine, sefahetine, ifsadına, bozgunculuğuna, ihtilaf ve iftiraklarına karşı çok dikkatli olmalıyız.

Çare ise; ihlâsla, uhuvvetle, sadakatle, tesanüdle, ümit ve aşkla iman, Kur’an hizmetlerine odaklanmaktır.

Bu gücü, kuvveti ve bilgiyi elde edebilmek uğrunda daima gereken bir hareket ve faaliyet için Kur’an tefsirlerini, Risale-i Nur’u ihlasla, itminanla, istikrarla, daimi olarak, hiçbir şeye alet ve vesile yapmayarak okumak, okumak, okumak lazım ve elzemdir.

Selam ve dua ile..

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (160)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Amellerimizde Neyi Esas Almalıyız?

Amellerimizde Neyi Esas Almalıyız?
Bediüzzaman Hazretleri, İhlâs Risalesi’nin birinci düsturunda “Amelinizde rıza-i İlahi olmalı” der. İşlenen bütün amellerin özü, esası, ruhu, mâyesi, hedefi rıza-i İlahi olmalıdır ki ameller makbul olsun demektedir.
Kaliteyi ifade eden keyfiyet ve sayısal çoğunluğu ifade eden kemiyet/kesret daima mevzubahis olmaktadır. Bazen de züğürt tesellisi olarak sayısal olarak azınlığı keyfiyet olarak kabul etmek de başka bir garabettir.
Keyfiyetli insanlar çok olur veya mihmandarlığı olursa kesret de keyfiyetten nasibi alır. Unutulmamalıdır ki, keyfiyetin ruhu, esası da ihlastır.
Tebliğlerde hedefimiz hizmetimizi yaymak, çoğaltmak olmamalı, Rıza-yı ilahi yani ihlas olmalıdır. Bunu Rasulü’s-Sakaleyn (asv)’dan ders alıyoruz. Nitekim “Ey Muhammed! Artık sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir.[1] buyurulmaktadır. Her tebliğ ve temsille mükellef olanın insanın da kulaklarında çınlaması gereken bir serlevhadır bu ayet-i celile. Temsil ettiğimiz İslam davasını net, açık, dürüst ve doğru bir şekilde anlatmaktır. Yoksa aman bizim hizmetimize gelsin sayımız artsın gibi ikinci bir niyet olursa burada ihlas eksik olduğu için tam tesir etmeyecektir.
Bediüzzaman Hazretleri bu ayetten iktibasen aldığı dersi şu şekilde ifade etmektedir.
“Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.”[2]
Biz Kur’an Şakirtleri olan Nur Talebeleri [3] siyasi bir cemiyet olmadığımız için biz vizyon ve misyonumuzu şu şekilde sayabiliriz.
“Proğramımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün i’dam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.” [4]
“Gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün i’dam-ı ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat’î ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden kurtulmağa çalışıyoruz.” [5]
“Vatanı ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve vatandaşlarını ölümün i’dam-ı ebedîsinden kurtarma[k]..”[6]
“Evet, eğer eski hayatım gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydı ve vazife-i hakikiyesi, sırf âhiret ve ölümün i’dam-ı ebedîsinden müslümanları kurtarmak vazifesi…”[7]
Risale-i Nur Talebeleri bir cemiyet şeklinde hareket etmemiş daima iman, amel, insan ve kainat perspektifinde hareket etmeyi esas almıştır. Bu metodu izlerken de sofistik tarzda el etek çekmek manasında değil sosyal/içtimai hayatın her safhasında temsilcisi olduğu İslam davasının ruhuna uygun temsil rolünü tercih etmiştir. ne yaparsa yaptığı işi doğru, dürüst, etik olarak yaparlar. Arada istisnalar çıkabilir ki bunlar mevzubahis değildir.
Risale-i Nur bize öğretiyor ve isbat ediyor ki: Bu dünya, bir misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nisbette memnun edilirler. Demek ki şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.”[8]
Risale-i Nur’dan ders alanlarda bu hasletler var ve olması gerekmektedir.
“Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Madem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüzer amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.”[9]
Ey ehl-i iman! Bu müdhiş [ahretinizi berbad etmek isteyen] düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.”[10]
Ne mutlu temsil ettiği davanın ruhuna uygun hareket etmek gayretinde olana..
Selam ve dua ile..
Muhammed Numan ÖZEL
[1] Nahl s. 82. ayet meali
[2] Lem’alar (152)
[3] Hizmet Rehberi ve genişletilmiş halleri olan Hizmet Düsturları, Esasat-ı Nuriye eserlerini okumanızı tavsiye ederim.
[4] Emirdağ Lahikası-1 ( 28 )/Tarihçe-i Hayat (474)
[5] Şualar (340)
[6] Şualar (376)
[7] Tarihçe-i Hayat (531)
[8] Tarihçe-i Hayat (623)
[9] Tarihçe-i Hayat (303)
[10] Lem’alar (72)

Nasıl beraber hizmet edebiliriz?

Nasıl beraber hizmet edebiliriz?

İnsanın maddi ve manevi hayatı olarak iki hayatı vardır. Bir taraftan diğer tarafa veya birini diğerine hizmetkâr olarak kullanabilir. Bu bir tercih meselesidir.

Maddi hayatı manevi hayata hizmetkâr olarak ve ahiret saadetine hizmet eden metodlar temelde tasavvuf ve ilim olarak iki hizmet tarzı vardır.

Risale-i Nur hizmeti de hakikat mesleği olan ilim ve tasavvufu cem eden zülcenaheyn bir hizmet metodudur.

İçtimai hayatın safhalarında muhtelif kademelerde hizmet eden çeşitli metodolojilerin bulunduğu bir realitedir. Herkesin çevreninde bu hizmet erbabı mevcuttur.

Hizmet erbabı ve metodları için Üstad Bediüzzaman hazretleri şunu tavsiye etmektedir.

“Ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mabeyinlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve salabet-i diniye ile olur.”[1]

Buranın üzerinde mülahaza ve mütalaalar yapılması gerekir. Bakın karşımıza neler çıkıyor.

* Hizmette dünya menfaati için hırs edilmemeli.

* Hizmette hangi sahalarda branşlaşacağı belirlenmeli ve bu sayede herkes aynı yerlere yarım yamalak el atıp birbirinin mukallidi olan neticesi de yarım yamalak elde etmenin önüne geçilmeli.

* Farklı metodlar/hizmetler arasında aynı şeye el atmaktan çıkabilecek gerginlikleri branşlaşmayla ortadan kaldırılmalı.

* Mesailerrin tanzimi maddesiyle İslamiyet’in çeşitli hizmet dallarında ihtisaslaşmanın da önemi vurgulanmalı. Hadis, kelam, fıkıh, tefsir, hıfz, akaid… gibi

* Mabeynlerindeki emniyetin tesisiyle ortak istişareler ve beraber hareket etmenin gerekliliği.

* Birbirinin ihtisas sahasına giren meselelerde, istişare heyetlerinin ivedilikle irtibata geçerek birbirine muavenetin lüzumuna…

* Bu vb. maddelerin tahakkuku ise, ihlas, iktisad, takva ve salabetle mümkün olacağı…

* “Vasıta-i halas ve vesile-i necat olan “ihlas”[2] olduğu unutulmamalı ve tüm hedefler ihlasa müteveccih olmalıdır.

* Meşreb taassubu ve nakli, akla tercih edip tahkik mesleği bırakılıp mukallitliğe tevessül edilmemelidir.

Bu vb. çıkarımları çoğaltabiliriz.

“…Şu zamanda, heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için ittihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.”[3]

Bu metinden hissemize düşenlerse şöyle:

* İçtimai hayat ve içtimai hayatın manevi merkezi kalb ve ruh dairesi birbiri içinde sistematik işleyen bir çark, bir fabrikadır ama bir çok sistemin beraber işlediği bir fabrika.

Malumdur ki, birbiri içinde sistematik olarak işleyen sistemler birbirine bağlıdır. Mesela bir saat düşünelim. Çalışması için enerji, saat kadranı ve kadranın arka planında çalışan çarkları sistemleri bulunur. Bu sistemlerden birisinde hâsıl olacak olan bir sekte bütün sistemin inkıtaına, durmasına sebep olacaktır. Yani makinenin mihanikiyeti bozulacaktır. İnsanın şevki de bu sistemlerin enerjisi gibidir. Şevki kırılan insanı da hizmetleri atıl kalır. Bu sebepledir ki insanın şevkini kırmak onu manen öldürmekle eş değerdir. Bunu bilen hasımlar çeşitli yollarla hasmının veya hased ettiği kişinin maneviyatını kırmak için çeşitli yollara tevessül ederler. Gayretli bir dava adamının yolunda ki en büyük müşevvik şevkidir.

* İttihad-ı İslamın tahakkukunun bir manası da kişi âleminin bütünlüğünü teşkil edebilmesidir. Yani kalbini, aklını, ruhunu, hayalini, kuvvalarını, tasavvurunu, taakkulunu, tasdikini, iz’anını, iltizamını, itikadını gayelerine tevcih ederek her şeyiyle gayesine yürümelidir. Bunlar içinde vuku bulacak olan bir sekte esna-i tarikten dönmeye, döndürmeye, aldanmaya ve aldatmaya, sırat-ı müstakimi görememenin neticesi olan ifrat ile tefrit vartalarına yuvarlanmaya sebep olacaktır. Bu sebeple gaye insanı, dava adamı, idealist insanların hedef sapmasının önüne ancak bu bütünlüğü dengeli olarak sağlayabilmesiyle mümkündür. (İttihad-ı gaye.)

* Aynı gayeye müteveccih hareket eden farklı hizmet metodları/hareketlerinin kendi meşrebimize farklı gelen hareketlerini tenkid etmeyip ve hem şahsi hem de umumi manalarda eksikleri, hata ve kusurları kapatarak umumi gayeye müteveccih hareketlerde/hizmetlerde safları sıklaştırmalıdır.

“Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika herc ü merc olur.”[4]hakikatinin nice canlı nümuneleri unutulmamalıdır.

Elhasıl: “Şuurlu farzettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünki vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatın, Kur’an ve imanın hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarında taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnetdar olur, şükreder.”[5]

Rabbim, bu hakikatlerle gayelerimize müteveccihen hareket etmeyi ve hizmetlerimizde sünnet-i seniyye dairesinde sırat-ı müstakim hareket edebilmeyi nasip eylesin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar ( 123 )

[2] Mektubat ( 270 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 99 )

[4] Tarihçe-i Hayat ( 69 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 208 )

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

İngilizce İhlas ve Uhuvvet Risalesi . .

1953 tarihinde Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretleri tarafından 1200 lira para verilerek bir yayın evi kurulmasına teşvik ettiği ve Bunun neticesinde M. Said ÖZDEMİR, Mustafa Cahit TÜRKMENOĞLU gibi ağabeylerin kuruluşunda isimleri bulunan ve üstadımız hayatta iken kurulan tek yayınevi olması gibi hususiyetler arz eden İhlasNur Neşriyat, Kurucusu olan M. Said ÖZDEMİR Ağabeyden sonra neşriyata kesintisiz bir şekilde devam etmektedir.

Lahika ve Şualar kitapları hariç, diğer kitapları Eski Tanzim Envar Neşriyat ile sayfa ve paragraf uyumlu şekilde baskısını yapmaktadır.

Risale-i Nur Külliyatının yabancı dil sesi, tercüme eserlerle artmaktadır.

İhlasNur Neşriyat tarafından İngilizce İhlas ve Uhuvvet Risalesi baskısı yenilenerek, Risale-i Nur Tercüme eserler ailesine kazandırıldı.

www.ihlasNurNesriyat.com  www.Nur.Gen.Tr

 

www.NurNet.org

İhlas ve Uhuvvet Ezanı Okunuyor !

    “Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” [1]

Bu müfritane irtibat meselesi çok zaman insanın karşısında çıkıyor. Külliyatta üstadımız ifrat ve terfritten bizleri uzak tutmak için telkinleri varken sadece bu irtibat meselesinde tavsiyede ve teşvikte bulunuyor. Demek ki bunda farklı bir sır var. Sanki o sır cemaatin  vahdetini, ittihadını, tesanüdünü ve hareket tarzını bir tutmak olarak düşünüyorum. Her meşrebimiz kendi arasında irtibat kurmuş haldedir zaten. Hatta ders grupları vs. de bu irtibatı sağlamak için bu irtibat meselesini devam ettiriyorlar. İstişare, birkaç kişi arasında, meşveret daha geniş katılımla, şûra ise, meşveret heyetlerinin bir araya gelmesiyle teşkil ediyor zaten.

Bir ev dersinde düşünün ki on on beş kişi olsun. Düzenli olarak devam eden derse birisi gelmediği zaman bu grup müdavimlerince falan derse gelmedi denilip aranılıp sorulması belki sonradan tamiri mümkün olmayan meseleleri önleyecektir. İnsanın olduğu her yerde potansiyel olarak sıkıntı olması muhtemeldir ki, realitede de öyledir. Nerede insan varsa mizaç ve anlayış farkı gibi sebepler tahtında ister istemez aynı ders halkasında da sıkıntılar çıkıyor. Belki biri birisini yanlış anlaması veya istemediği beğenmediği bir durum karşısında uzaklaşmayı tercih edebiliyor. Böyle olunca takip edilen dersler yavaştan aksamaya başlayıp sonra da tamamen kesilebiliyor. Neticede tesanüd bozuluyor ve  hizmette aksamalar oluyor. Bunun altını eşelediğimizde ise karşımıza çok sebepler çıkıyor.

Az önce yazdığım gibi mizaç ve anlayış farkı temel sebebi oluştururken, üstadımızın tesis ettiği hizmette hizmetin metodunu üstaddan almamak da başka bir sebeptir. Belki de ilk sebep budur. Üstadımızın sarih emirlerine  muhalif kararlar alarak hizmet edilmesi halinde bu daire dışına çıkmaya sebep olmaktadır. Buna bir misal vereyim, anlamadığım ilgi alanıma girmeyen bir şeydir futbol. Ama misal vermek için kullanacağım.

Düşünün ki, futbolun belli kuralları vardır. Gol, korner, tac . . . gibi. Belirli bir sınırı var yani. Şimdi bir oyuncu sahada istediği gibi hareket edemez. Çizilmiş olan kurallar dairesinde oynamasına izin verilir, Aksi taktirde saha dışına alınarak oyuna devam etmesine izin verilmez. Dünyada olan her şeyin kuralı kaidesi olduğu nettir. Bunun aksini kimse iddia edemez.

Küçük geçici bir mesele de bile belirli kaideler olduğunu görüpte islamiyette veya özel nurculukta kaide olmadığını kendi indi anlayışına göre hareket edilebileceğini ileri sürmek maskaralıktan maada bir şey değildir. Sadece bir eğlence bir zaman geçirme, oyalanmak gibidir. Ahirette pişmanlık verecek olan.

Buradan çıkarılabilecek çok şey olduğu bedihidir. Bu kadar sarih bir şeyi kimse inkar etmiyor zaten. Sadece yeni tarzlar yeni anlayışlar ve dünyaya uyarlanmış versiyonlar karşımıza çıkıyor. Malumdur ki yeni bir şeyler ihdas etmek yolunda yürüyen birisi bu yolunu esasatı tahkim etmek gayesinde yaparsa ve ruh-u aliyi rencide etmeden kimse buna itiraz etmez. Taktir ve tebrik de edebilir. Ama yeni ihdas edilen şeyler esasattan uzak düşerse o insan ve yaptıkları da esasattan uzak düşecek ve kırmızı kartla daire haricine çıkacaktır. Futbolda kırmızı kart cezalısı birisi birkaç maç ceza alıp sahadan uzak kalırken, manevi meselelerde kırmızı kart alan birisi/meşrebin de manevi olarak yaptığı tahribi bu dünyada ölçecek bir bir sistem bulunmuyor. Manevi bir ihtar olmazsa tabiki.

Üstadımızın ahirzaman ümmetine çok kısa bir formülle bizzat kendisi de iş üzerinde bizlere eğitim veriyor.  Peki nedir bu formül dersek bakın ne diyor: “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyükbir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır.”[2] Demek ki ahirzamanda en kısa yol, ihlasmış. Yani yapılan işte Allah’ın rızasını gözetmek. Bu olmayınca, yani ihlassızlık olunca karşımıza Allaha aşık(!) peygambere ve ashabına düşman abur cubur insanlar çıkıyor. Veya meslek başka meşreb başka insanlar. .

Bütün bunlara mani olmak için müfritane irtibat levhasını üstadımız karşımıza dikiyor. Müfritane irtibat olunca vahdet, tesanüd, muhabbet, uhuvvet hasıl oluyor ki bunların temelinde de ihlas vardır. Şayet müfritane irtibat yoksa tam bir ihlas olmadığından alarm çalıyor ama kimseler işitmiyor demektir. Cemaatte vahdeti sağlamak için çalan alarmları duyanlardan üstadımızın, hayatta kalan son varisi/vekili olan Hüsnü BAYRAMOĞLU Ağabeyimiz de bir müddettir istanbul’da medresesinin kapılarını herkese açarak “Ey Nurcular! Gelin bir olalım, vahdeti bulalım.” Nevinden ilanatla dersler yapıyor.

Ve bu derslerde ihlas ve uhuvvet risaleleri okunuyor. Dikkat edersek tam temel mevzular. Birisi hislerimizi birisi de aramızdaki muamelelerin dersi. Katılımcısı sürekli artan bu dersler nur talebeleri arasında da vahdeti sağlamaya ortak bir program nevinden hoş manalara vesile oluyor. Bence bu dersler nurculukta ifrat ve tefritten de muhafaza ediyor. Müstakim nur meşrebini tesis ve teşkil ediyor.

Evvelce hemen her meşreb kendi arasında bir nam ile okuma yaparken son varis/vekil bu okumaları ihlas ve uhuvvet dersleriyle taçlandırıyor. Bu sebeple vakti saati müsaid olan abilerimi, kardeşlerimi bu okumalara mümkün olduğu kadar katılmasını tavsiye ediyorum. Tabiki oraya gidip, hiç kimseyle tanışmadan, kaynaşmadan gelmek büyük bir kabahat olarak addediyorum. Çünkü müfritane irtibat kendi meşrebimizle sınırlı değil.

Mazide yaşanan hadiseleri devam ettirmek ise manevi bir kan davasıdır ve bunları devam ettirmek nurlardan istifadeye set çekmektedir. Her ay düzenli olarak yapılan ihlas ve uhuvvet derslerine katılan kimseleri tebrik edip ediyorum. Gidemeyen ama gönlü o derste olanlar da taktire şayandır. Ortak bir his ve duygu atmosferi teşkil edilmesi de belki semanın sakinlerince de tebrik ediliyordur.

Bu yazım ile son varis/vekil ağabeyimizin okuduğu tesanüd ezanında saflarda yer alabilmek ümidiyle herkesi davet ediyorum.

Bahtiyardır ki, sırat-ı müstakimde kalır,

Bedbahttır ki, sırat-ı müstakimde kalmayıp ifrat ve tefrite sapar.

Bahtiyarlardan olabilmek duasıyla

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak Linki : NurdanHaber