Etiket arşivi: ihlas

Cemaati Terk Etmek

HADİSLERİN, İSLÂMÎ hayatın her zaman ve zeminde yeniden inşasında oynadıkları tartışmasız rol ortada. Bir mü’min şaire “İşte yeni bir dünya, peygamber sözlerinden” dedirten bu gerçeği İslâm’ın düşmanları da görüyor olmalı ki, İslâm ile Müslümanların arasını açmaya adanmış oryantalist teşebbüslerin ana saldırı noktalarından birini ‘hadis’in oluşturduğunu görüyoruz. Schacht ve Goldziher gibi isimlerden başlayarak bugünlere gelen bir çizgide, ‘hadis’ler konusunda mü’minleri şüpheye düşürmeye adanmış çalışmaların ardı arkası kesilmiyor.

Ve ne yazık ki, İslâm toprakları içinde, bu çalışmalardan etkilenmiş insanların, özellikle de ‘ilahiyat’ camiasında hatırı sayılır bir yekûn teşkil ettiği görülüyor.

Bugün ‘mütevatir’ hadislere dahi ilişen böylesi bir yaklaşıma karşılık, dünün âlimlerinin ince ve kademeli bir süzgeçle hadis rivayetlerini elemeye tâbi tutarken, fıkhî bir hüküm verirken çok daha ince bir elek kullanırken, siyere ve ahlâka dair konuşurken daha esnek davrandıklarını görüyoruz. Ebu Talib el-Mekkî’den İmam Gazalî’ye, Mevlânâ’dan İmam-ı Rabbanî’ye, İslâmî düşünce ve yaşayışın yeniden inşasında kritik bir görev üstlenmiş bütün mürşidlerde bu ayrımı görebiliyoruz.

Zaten işte bu yüzden, oryantalistlerin baktığı yerden hadislere yaklaşan zamane isimler, meselâ İhyâu Ulûmi’d-dîn’in siyaset, İsrailiyat, Yunan felsefesi ve Bâtınîliğin İslâmî düşünce ve hayata darbe vurduğu bir zeminde sünnet-merkezli bir ihyayı nasıl mümkün kıldığına odaklanacak yerde, ilm-i hadis kriterlerine göre ‘zayıf’ hadislerin de varlığına atıfla bu büyük eseri gözden düşürmeye teşebbüs edebiliyorlar.

Aynı isimler için, dünün Gazalî’si de, bugünün Bediüzzaman’ı da bu açıdan ‘sorunlu.’ Habuki, bu âlimlerin, bir hadis rivayeti Kur’ân’ın ve mütevatir hadislerin sahih çizgisine muvafık olduktan sonra ‘isnad’ zincirindeki zayıflığı—fıkhî bir hüküm sözkonusu değil ise eğer—‘gözardı edilebilir’ görmekle İslâmî edeb, ahlâk ve yaşayışa nebevî bir soluk verdiklerini görüyoruz.

Bunca sözü niye söyledik?

Yakınlarda, sünnet-merkezli bir tasavvufun öncü isimlerinden Ebu Talib el-Mekkî’nin Kûtu’l-Kulûb’unu okurken, böyle bir hadisle karşılaştım da, ondan.

Ebu Talib el-Mekkî’nin aktardığı rivayet, özetle şöyle:

Bir gün, bir adam, Mescid-i Nebevî’ye gelir ve cemaati yara yara en ön safa geçer. Mâlûm, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın mescide en ön safta namaz kılınan namazın faziletine dair sözleri vardır. Namazdan sonra, Peygamber aleyhissalâtu vesselam bu kişiye neden cemaati terk ettiğini sorar. Adam şaşkın haldedir. “Yâ Rasûlallah!” der. “Ben namazda sizinle beraberdim. En ön saftaydım.” Bunun üzerine, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam kendisine şunu der: “Cemaate eziyet vere vere en ön safa geçen sen değil miydin?”

Kûtu’l-Kulûb’da okuduğum bu rivayet, ‘cemaati terketme’nin, bildiğimiz yollardan farklı, hatta bildiğimiz yolların tam zıddı bir yolunun da pekâlâ vâki olduğunu göstermesi bakımından çok öğretici gözüküyor bana.

Görüldüğü üzere, sadece alıp başını giderek, dağ başında veya çöllerde yapayalnız kalarak değil, mü’minler topluluğunun arasında ‘en önde’ olma gayretiyle de ‘cemaati terketmek’ mümkün. Sadece cemaati bırakarak yalnız başına kalanlar değil, cemaati ‘aşarak’ en önde olmaya çalışanlar da, cemaati terk etmiş oluyor!

Hele ki, bu çaba içinde abanarak, iterek, çekerek sair mü’minlere eziyet veriyorsa…

Bediüzzaman’ın İhlas Risalesi’nde ‘sevab hırsı’nı dahi ihlasın kalbde yerleşmesi için bir problem olarak kaydetmesi, bir hakikati anlatmaya en lâyık kişi olarak ‘istemeyen bir arkadaş’a işaret etmesi, dahası ‘mürşid vaziyetini takınma’ya karşı uyarısı da bu sırdan olsa gerek…

Dikkat etmeli. Cemaatin içinde ve en önündeyim derken de, gerçekte ‘cemaati terketmiş’ olma riski var çünkü…

Metin Karabaşoğlu

(Kaynak: www.karakalem.net)

Bediüzzaman Günümüz İlâhiyatçılarına Ne Söyler?

Yaşadığı dönemlerin ilmî, siyasî, içtimaî hadiseleri, İslâm dünyasının yüz yüze geldiği sorunlar, bu sorunları okuma biçimi ve önerdiği çözüm yolları açısından baktığımızda; Said Nursi, yirminci yüzyılın gerçekten ‘bediüzzamanı‘dır. İslâm âlemine son dönemlerde Rabbimizin lutfettiği en büyük nimetlerden olan Bediüzzaman Hazretleri, hayatı, görüşleri ve eserleri çerçevesinde farklı yönleriyle değerlendirilmekte; özellikle 1990’lı yıllardan itibaren hem ülkemizde hem de uluslararası boyutta ilmi çevreleri de kuşatarak büyüyen ve genişleyen bir ilgi halesine mazhar olmaktadır.

Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur Külliyatı’nı en çok ele alması gerektiğini düşündüğümüz ilahiyat camiası ise, birkaç istisnası olmakla birlikte, maalesef bahsedilen ilgi halesinin dışında kalmıştır. Günümüz ilahiyatçılarında Mısır’ın, Fas’ın eski tüfek solcularına gösterilen ilgi Bediüzzaman’dan esirgenmiştir. Bunun sebeplerini ayrı bir çalışmaya havale ederek burada Bediüzzaman’ın ilahiyatçılara ‘zımnen’ ve ‘sarahaten’ neler söylediğini değerlendirmek istiyoruz. Bu değerlendirmeye geçmeden önce de ilahiyat camiasında Bediüzzaman’a ve Risale-i Nurlara bakışta ‘sorunlu alanlar’ diyebileceğimiz bazı hususlara atıfta bulunmak gerekmektedir.

İlahiyatçılar, risaleleri ‘yazdırılma’ kavramına hapsetmekte; ‘ebced ve cifir’ meselesi çok önemli bir perde olabilmekte; risaleler en nihayetinde ‘çiçek böcek edebiyatı’ yapan basit bir bakış açısına sahip olmakla itham edilebilmektedir. En öncelikli mesele olarak ortaya koyduğu iman meselesi de ‘zaten herkes yaratıcıyı kabul ediyor’ gibi mülahazalarla basite indirgenmektedir. Şimdiye kadar ciddi anlamda okunup anlaşılmadığı halde kolaycı değerlendirmelerle ‘önemli olsa bile artık aşılması gerekir’ söylemine kurban edilmektedir.

Öte yandan Bediüzzaman’ın görüşlerinin ilmi çalışmalarda araştırmaya konu edilmesi de siyasi mülahazalarla yapılamamaktadır. İlahiyatçıların ilgilendiği hemen her meselede hem de çok özgün bakış açıları ortaya koymuş olmasına rağmen, birkaç istisna dışında Bediüzzaman akademik çalışmalarda referans olarak kullanılmamaktadır. Mesela onun tasavvuf alanında ‘vahdet-i vücut’ ve ‘vahdet-i şuhud’ felsefelerinin ötesine geçmesi; kelam ilminde geçmişteki pek çok müşkil meseleyi halledip, yeni ve özgün bakış açıları sunması; fıkıh ve usul alanında örneğin içtihat risalesi maalesef değerlendirilememektedir. Görüşlerinin toplamında günümüz İslâm düşüncesinin en önemli siması olmasına rağmen İslâm felsefecilerinin ilgisi ondan ziyade belki de düşünür bile diyemeyeceğimiz isimlere kaymaktadır.

Oysa Bediüzzaman, kullandığı üslup, kavramlar, yöntemler, meseleleri ele alış tarzı, ehemm mühim sıralaması gibi hususlarda engelleri aşabilen ve ona kaynak değeri atfeden ilahiyatçılara çok şeyler söyleyen bir âlimdir. Ve günümüz şartlarında bize en yakın ve en kolay modellenebilecek bir ‘örneklik’ sunmaktadır. Ele aldığı meseleler ve önerdiği çözüm yolları açısından da hâlâ güncel ve hayatın içindedir. Kanaatimizce bu konuda atılması gereken en önemli adım, ‘zihinsel ve siyasî engellere’ takılmadan hiç olmazsa İslâm âlimlerinden bir âlim olarak Bediüzzaman’dan ve eserlerinden istifade cihetine gidilmesidir.

En azından son dönemlerin en çok tartışılan başlıklarına dair ‘Acaba Bediüzzaman bu konuda bir şeyler söylemiş mi veya ne söylemiş?’ sorusu sorulmalı, Risale-i Nur Külliyatı, kendisine müracaat edilmediğinde yapılan çalışmanın eksik kalacağı bir başvuru kaynağı olarak görülmelidir. Bunu böyle görmeyenler, eğer müracaat ederlerse, bunun böyle olduğunu göreceklerdir. Doğrudan Risale-i Nur Külliyatına başvuramayanlar için ilk etapta anlama ve değerlendirme çalışmaları diyebileceğimiz ‘sempozyum tebliğleriyle’ işe başlanabileceğini, Bediüzzaman ve risaleleri ele alan çalışmalara müracaat edilebileceğini hatırlatarak risalelerin ve Bediüzzaman’ın bigâne kalınamayacak yönlerine işaret etmeye çalışalım. Bir ilahiyatçı olarak kanaatimce aşağıdaki başlıklarda Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı bizlere çok şeyler söylemektedir:

Bediüzzaman Şahıs Olarak:

1. Günümüz şartlarında bir âlimin nasıl olması gerektiğini bilfiil yaşayarak ortaya koyması.

2. Hasbilik, ücret talep etmeme, ihlas, istiğna, kanaat, iktisat vb. kavramlar etrafında örgülenmiş örnek bir şahsiyet olması.

3. Hamiyet-i diniyesinin büyüklüğü.

4. Zorluklar karşısında sergilediği azim ve sabır. Mücadelesinde yılgınlık göstermemesi.

5. Ümidini kaybetmemesi ve çevresine ümitvar olmayı aşılaması.

6. Zamana ve zemine uygun metotlar geliştirebilmesi.

7. Kendisini iman hizmetine vakfetmesi ve tüm insanlığı kuşatabilecek bir rahmet ve şefkat anlayışıyla insanların ebedi saadetini arzulaması.

Risale-i Nur Külliyatı Eser Olarak:

1. Tartışmaların ve kavram kargaşasının bol olduğu bir zaman diliminde dinin nasıl anlaşılması gerektiği.

2. Asıl kaynakların belirlenmesi ve bunların esas alınması.

3. Kur’an ve sünnetin nasıl ele alınması gerektiği.

4. Hz. Peygamber, sünnet tartışmaları ve hadis usulü.

5. Miraç mucizesi, şakk-ı kamer mucizesi, mehdi ve deccal gibi tartışmalı hadiseler.

6. İçtihat meselesi.

7. Ehemm mühim sıralaması ve önceliklerin belirlenmesi.

8. İlimlerin usulleri ve meselelere metodolojik yaklaşımlar.

9. Hayata yön veren külli kaideler ve prensipler.

10. İnsanları ve toplumları değerlendirmede istifade edebileceğimiz orijinal tespitler.

11. İslam dünyasının asıl sorunlarının tespiti ve önerilen kurtuluş yolları.

12. Akla, felsefeye, bilime, inkarcılığa, şer problemine, şeytana, materyalizme, pozitivizme, tabiatçılığa nasıl bakılması gerektiği.

13. Avrupa’ya, teknolojiye, terakkiye, medeniyete nasıl yaklaşılması gerektiği ve Müslümanlar olarak bunlarla nasıl bir ilişki geliştirilmesi gerektiği.

14. Ölüm, ahiret, gayb, ruh, kader, ubudiyet, haşir ve benzeri konuların nasıl anlaşılması gerektiği.

15. Bazı temel ibadetlerin illet ve hikmet yönlerinin değerlendirilmesi.

16. İslam tarihini, İslam dünyasını, farklılıkları, insanı, kainatı, dünyayı, ahireti nasıl okumamız gerektiği.

17. İmanın sırlarının keşfedilmesi, dinin yaşanılır kılınması, kainata ve olaylara nasıl ve hangi nazarlarla bakılması gerektiği.

18. Felsefe, kelam ve tasavvuf gibi disiplinleri ve bunların temel kavramlarını ve meselelerini nasıl ele almamız gerektiği.

19. İmam-ı Mübin-Kitab-ı Mübin, Kurbiyet-Akrebiyet, Adalet-i Mahza-Adalet-i İzafi, Mana-i Harfi-Mana-i İsmi gibi orijinal kavramsallaştırmalar üzerinden dini anlamaya getirdiği özgün bakış açıları.

20. Müslümanlara önerdiği hareket fıkhı. (Müspet hareket, ikna prensibi, iman nuruyla hareket etmek, siyaset topuzunu kullanmamak vb.)

Veli Karataş / Zafer Dergisi

Sırr-ı ihlasla üç talebe bir araya gelse …

Risale-i Nur hizmeti sohbet üzerine kurulmuştur.

Bir Nur Talebesinin asıl vazifesi, Risale-i Nur’u okumak, anlamak, anlatmak, tezekkür ve tefekkür etmek ve yaşamaktır. Nur Talebesi bu mihverden çıkarsa, daha önce elli sene hizmet etmiş de olsa, derhal kabuk bağlamaya başlar.

Bir Nur Talebesi manen hidayetin matiyyesi, taşıyıcısıdır ve zerrat-ı kâinat kadar mes’uldür. Çünkü bu hakikatleri biliyor. Madem talebedir, alâ külli hal imtihan olacak. Hz. Ömer cennetle müjdelendiği halde endişeli. Hiç kimse sigortalı değil. Elek eliyor, evet belki Nur Talebesi olduk ama ona layık olmak bunu devam ettirmek çok daha önemli.

Allah (cc) bize vereceğini vermiş. Bize düşen, Risale-i Nur’a sahip çıkmak ve layık olmaktır. Bir Nur Talebesi şahsi taharetini muhafaza edecek, bulandırmayacak ve Allah’ın (cc) huzuruna pâk bir şekilde çıkacak. Bu matluptur. Amma illâ günah işliyoruz. Tevbe ve istiğfar o bulanıklığı ve günahları temizliyor. Bir Nur Talebesi ahlakî taharetini ne derece muhafaza ederse, Risale-i Nura o nisbette ayine olur.

Sırr-ı ihlasla üç talebe bir araya gelse Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi orada tezahür eder. Bizim hizmetimizde kemiyetin ehemmiyeti yoktur; keyfiyet önemlidir. Öyle Nur Talebesi var ki; kendisi bile kendini bilmez, fakat Risale-i Nur’un manevî kayyûmudur.

Şirinevler’in İhlaslı Pazar Sabahları

Üstad Bediüzzaman 21.Lema olan İhlas Risalesinde  “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı“, diye tavsiyede bulunuyor. Böylece mutat aralıklarla bu lemayı okumanın ehemmiyetini anlıyoruz. Zira ihlası kıracak esbab çok ve biz daima ihlası kıracak esbab içerisinde yaşıyoruz. Bu çalışmayı alışkanlık haline getirmek için çeşitli yollar mevcut. Bunlardan bir tanesi, Nur dersanelerinde en az haftada bir defa okunan ihlas dersine iştirak etmek.

İstanbul-Şirinevler’de her Pazar, Sabah Namazından sonra beraber dönerli bir şekilde İhlas Risalesi okunup, ardından güzel bir kahvaltı yapılıyor. 3 mahalle sırayla nöbetçi oluyor ve sırası gelen kahvaltı malzemelerini getirip kahvaltıyı hazırlıyor, böylece katılım bereketli oluyor.

Eğer O razı olsa…

Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.
O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.