Bir söz de ben söylemek isterim. Hep adı yabancı olanlar mı böyle garip sözler söyleyecekler. Söylesem ne olur? Belki beni de kimse anlamayacaktır. Himmet bey boşuna gamlanmasın bizi anlamıyorlar, anlamayacaklar diye. Çünkü biz yerliyiz aslanım yerli.
Hey gidi Himmet bey hey! Biz kim oluyoruz ki anlaşılmamaktan ah vah edelim? Adamlar, şarkı-garbı velveleye veren, bir asır önce bu günü gören, sanki bu gün kaleme alınmış gibi eserler, tesbitler, çözümler, çareler, reçeteler ortaya koyan, bu milletin saadeti için seksen küsur senelik hayatında dünya zevkı adına bir şey tatmayan, tanımayan bir Bediüzzaman’ı bile anlamadılar.
Anlasaydılar Bediüzzaman:
“Risale-i Nur’u anlamıyorlar, yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat, ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği Tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.[1] der miydi? Bu sözleri ve bu sözlerin sahibini anlaması gerekenler anlasa ve gereğini yapabilselerdi, yıllarca biz anarşi ve terörle boğuşmayacaktık. Türkiye’de ihtilaller, darbeler yaşanmayacak, Filistin, Irak, Suriye, Mısır, Afganistan kan ağlamayacaktı. İslam âlemi derbeder ve sefil olmayacaktı.
Bütün anlaşılmamazlıklara rağmen, Türkiye bu gün Mısır olmaktan kurtuldu ise, Irak ve Suriye benzeri ülkelerden biri olmadıysa bunda Bediüzzaman’ın payı yüzde doksan-doksan beş civarlarındadır.
Yukarda bir sözde ben söyleyeyim, demiştim. Araya işte böyle başka sözler girdi. Şimdi sıra benim filozofça söyleyeceğim söze geldi. Arz ediyorum:
Felsefe, hikmetin nefs-i emmaresidir. Onsuz olunmaz ama, sadece onunla da olunmaz. Her insanda nefs-i emmare vardır. Nefs-i emmare bize kâmil insan olmamız için verilmiştir. Nefs-i emmare idam edilmemeli, ıslah edilmelidir. Kur’an’la ve Nebevî öğütlerle ıslah edilirse insan, kâmil insan olur, meleklerden daha üstün bir varlık haline gelir. Islah edilmezse hayvandan ve şeytandan aşağı düşer.
İlahiyatlarda ise felsefe idam edilmemeli, ıslah edilmelidir. Kur’an’la barışık hale getirilmelidir. Tabiî felsefeyi okutanlar da.
FELSEFE VE HİKMET
Arapçada felsefeye en yakın kelime hikmettir. Bize göre felsefe, insan düşüncesi, hikmet de Allah düşüncesidir. İnsan, yanılabilir. Allah yanılmaz. Öyleyse felsefe, hikmete tabi olmalıdır. Olursa, dizginlerini hikmetin eline verirse huzur olur, huzur verir. Vermezse, zarar olur, zarar verir.
Felsefeye “hikmet ilmi”, filozofa da hakîm denmiştir. Hamdi Yazır, “Hikmet, ilim ve onunla ameldir. Hakîm ise her ikisini toplayan adamdır. Bilgisi olup ameli olmayana hakîm denmez.”demiştir.
EVVELKİLERİN VE SONRAKİLERİN İLMİ KUR’AN’DA
İlahiyat fakültesinde birçok dersin hocası oldum. Halkla İlişkiler dersine girdim. Din ve iletişimdersine girdim, Dini Danışmalık ve Rehberlik dersine girdim, Çevre ve Din dersine girdim, Meslekî Uygulama ve Hitabet dersine girdim… Bu derslerin hepsi Fakültemizde Felsefe ve Din Bilimleri bölümünün dersleridir.
Baktım ki bu adını saydığım derslerin hepsi en muhteşem ve mükemmel şekliyle Kur’an’da var. Bu sefer halkla ilişkiler dersi olarak Kur’an’ı, Çevre dersi olarak Kur’an’ı, bir iletişim dersi olarak Kur’an’ı talebenin dikkatine vermeye başladım. Felsefe dersine girseydim, felsefenin yanında Kur’an’ın hikmetini takdim edecektim. Çünkü -Felsefeyi düşünce bazında ele alırsak- en güzel felsefe Kur’an’da. Kur’an düşüncelerin en güzelidir. Sözlerin en güzeli[2] olduğu gibi. Çünkü Kur’an, Allah’cadır. Çünkü o Allah düşüncesidir.
KUR’AN FİKİRLERİ DONDURMAMIŞ
Kur’an fikirleri dondurmamıştır. Tam tersi düşünmeye, araştırmaya teşvik etmiştir. Aykırı fikirlere de hayat hakkı tanımıştır. “Dileyen inkâr etsin, dileyen küfretsin.”[3] der Kur’an. Bunu der ama,insanın da başıboş olmadığını,[4] herkese, gerek imanının ve gerekse küfrünün karşılığını bulacağı bir âleme, ahirete doğru gittiğini,[5] sözlerinden[6] ve amellerinden[7] sorguya çekileceğini söyler.
Yeni yeni ilim dallarının çıkması eskiden o ilimlerin olmadığı anlamına gelmez. İletişim dersi yeni çıktı. Halkla ilişkiler dersi yeni çıktı. Bu dersler yokken iletişim dersi yok muydu? Halkla ilişkiler yok muydu?Felsefe dersi yokken, felsefe yok muydu? Vardı. Hem de Kur’anî felsefe vardı. İnsanların felsefesi Kur’an’dı. Onunla oturur, onunla kalkarlardı. Huzur tamdı, adalet kaimdi, emniyet ve barış hâkimdi. Sevgi-saygı, şefkat-fazilet, güzel ahlak doruk noktadaydı. İlimler dallandıkça dertler, problemler de arttı.
NE DEMEK İSTİYORUM?
Öyleyse ne demek istiyorsun? Demek istiyorum ki Kur’an, her türlü iyiliği ve güzelliği müminlerine veriyor. Öyleyse herkes otursun, zaman kaybetmeden Kur’an’ı anlamaya koyulsun.
Pekiyi. Kur’an varken bu derslerin hiç biri olmasın mı? Olsun. Ama Kur’an’ın yerine geçmesin. Kur’an’a dayalı iletişim dersi, Kur’an’a dayalı halkla ilişkiler dersi, Kur’an’a dayalı rehberlik dersi, Kur’an’a dayalı felsefe dersi, Kur’an’a dayalı psikoloji, sosyoloji dersi olsun. Dikkat edilirse zaten bunların hepsi Kur’an’da var. Her dersin uzmanına düşen bunları sistematize etmek olacaktır.
İnsanın dünyaya geliş gayesi biri birini inkâr eden tutarsız fikirlerle dolu kitapları okumak, okutmak değildir. İnsanın dünyaya geliş gayesi, Âlemlerin Rabbinin mesajı olan Kur’an’ı okumak, anlamak ve gereğince amel etmektir.
Bu gün yeni yeni adla ortaya çıkan ilim dalları buna hizmet etmelidir. Her ilim dalı, Kur’an’ın bir başka yönünün tefsiri olmalı, Kur’an’a alternatif dersler olmamalı, Kur’an’dan bağımsız işlenmemelidirler.
Diyorlar ki, ilahiyat öğrencisi bilimselliğe alışması ve cesur olabilmesi için felsefî dersler alması lazım. Buna katılıyorum. Ben de buna bir şey eklemek istiyorum: İlahiyat öğrencisi ve hocası aynı zamanda Kur’an’ın orijinaline yabancı olmamalı, Kur’anî ilimleri çok iyi hazmetmiş biri olmalı, Kur’an’ın ayetlerini okumaktan aciz olmamalı, korkmamalı ve utanmamalıdır.
İlahiyatlarda Felsefe derslerinin kaldırılmasına Himmet bey, karşı çıkmış. Aslında Himmet bey, Kur’an’la barışık olan felsefe derslerinin kaldırılmasına karşı çıkmıştır. Çünkü o felsefe derslerinin böyle verildiğini bilmektedir. Çünkü kendisi de bu dersleri böyle veriyordur kanaatindeyim. Ne de olsa kendisi de Kur’an’la barışık bir edip ve filozoftur. Eğer böyle olmasaydı, Himmet’e de yazık olur, devlete de yazık olur, millete de yazık olurdu.
Himmet beyin böyle bir edip ve filozof olmasının başlıca sebebi Bediüzzaman’ın Risalelerini tanımış biri olmasıdır. Himmet bey, felsefe deryasında batmadan ve öğrencilerini batırmadan yüzebiliyorsa bunu Allah’ın lütfu inayetiyle okuduğu Risale-i Nur’a borçludur. Âferin Himmet’in himmet-i merdanesine ki, kabına sığmazlığını, ifrat ve tefritlerini Risale-i Nur’la zabt u rabt altına almıştır. Darısı diğer diğer ilim erbabının başına!
Bu gün bir kısım medyatik simaların milletin aklını ve midesini bulandıran yamuk duruşlarına ve yamuk fetvalarına, dengesiz konuşmalarına ve ölçüsüz davranışlarına rastlıyorsak bunun sebebi bu medyatiklerin elinde ve önünde Bediüzzaman gibi bir kıstasın, bir pişdarın olmamasındandır.
İster kabul etsinler, ister etmesinler, şurası bir gerçek ki Türkiye bu gün ılımlı ve olumlu bir noktada ise, huzuru ve istikrarı yakalamışsa bunda Bediüzzaman’ın açtığı çığırın, ılımlı ve olumlu iman ve ıslah hareketinin önemi büyüktür. Aklı başında olan insanlar bunun farkındadır.
Öyleyse Risale-i Nur, İlahiyatlarda ve bütün okullarda, diyanet teşkilatında okunmalı ve okutulmalıdır. Ta ki Kur’an’la barışık, devletiyle barışık, milletiyle barışık ahlaklı nesiller, filozoflar, bilim adamları, amirler, memurlar yetişsin. Bediüzzaman’ın bu millet ve bu devlet üzerinde en büyük hakkı budur.
İLAHİYAT ÖĞRENCİSİ NEYİ BİLMELİ?
Yeri gelmişken bir düşüncemi de arz etmek isterim. Bir ilahiyat öğrencisinin felsefe ve din bilimlerini iyi bilmenin yanında Arapça ve Kur’an’ı ve ulumü’l-Kur’an’ı da çok iyi öğrenmiş bir şekilde mezun olmasından yanayım. Şu an derslerin çokluğundan mıdır, imam-hatip liseleri ve Kur’an kurslarından kaliteli öğrenci gelmeyişinden midir bilmem, bu mükemmel sonucu ilahiyatlar henüz yakalamış değil.Arkasında namaz kılamayacağımız kadar Kur’an’ı yanlış okuyan, ilmi donanımı yeterli olmayan görevlilerimiz var. Bunları da unutmamamız ve buna da bir çare bulmamız lazım. Felsefe derslerini azaltmak isteyenlerin de hedefi her halde bu olsa gerek. Tam bilemiyorum. Bu meseleyi otoriteler tartışa dursun. Biz isteriz ki her caminin imam ve hatibi, hem kurra, hem alim, hem filozof, ve hem de mütteki ve muhlis bir zat olsun.
SÖZÜN ÖZÜ
Sözün özü: İlahiyat öğrencilerini mükemmelleştirmenin yolu, imam-hatip liselerini mükemmelleştirmekten, ondan önce de Kur’an kurslarını mükemmelleştirmekten geçiyor. İlahiyatın temeli Kur’an kurslarıdır. İkinci basamağı İmam-Hatip Liseleridir. Son basamağı da ilahiyatlardır.
Kur’an kurslarının albenisi artırılmalıdır. Tatil yörelerindeki faydalı aktiviteler, Kur’an’ın edebi çerçevesinde Kur’an kurslarına taşınmalıdır. Gerekirse Kur’an kurslarının isimleri değiştirilmeli, bu kurumlar yeniden ele alınmalı, daha makul, daha modern bir şekilde yeniden dizayn edilmelidir. İlahiyatlar, bu eğitim silsilesinin kemali, cemali, kubbesi ve tacı olmalıdır.
Vehbi Karakaş
[1] Nursî, Saîd, Tarihçe-i Hayat, 543
[2] Bkz. Zümer, 39/23
[3] Kehf, 18/29
[4] Bkz. Tevbe, 9/16; Kıyame, 75/36
[5] Bkz. Zilzal, 99/6-8
[6] Bkz. Kâf, 50/18
[7] Bkz. Cuma, 62/8