Etiket arşivi: ilgi

İmansız Müslümanlık Olmaz

iman.Esaslarina.inanmanin.FaydalariEvet, sevaplı işlerin herhangi birisini yapmak için iman lazım. Bu zamanda o iman çok sağlam olması lazım ki, insan şahsi ve maddi menfaatlerini bir tarafta bırakarak, başkasının faydası için koşabilsin.  bu hizmetlerde başarılı olmak için bu mani’lere (engellere) karşı  gelebilmek lazım ki Allah’a karşı samimi olduğumuz kendini göstersin. Bize ders olması için, Allah c.c. Yusuf aleyhisselam nefsine itimat etmekten nasıl kaçtığını Ayet’i Kerime ile bize bildiriyor, mealen,

“Nefsimi temize çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmeti korur (bağışlar)”(Yusuf  53).

İşte Yusuf  Aleyhisselam Peygamber olduğu halde, nefsin şerrinden Allah’a sığınması, çok dikkatli olmamız için mühim bir sebeptir.

Manen kurtuluş çaresi bekleyen gençlerin boyunlarına sarılmak için, kollarımızı açık tutacağız. Evimizin kapılarını onlara her zaman sonuna kadar açık tutacağız. Yanımıza gelmelerine engel teşkil edecek sebeplerden uzak duracağız. Bu genç kardeşlere, imanın kıymetini ve Allah’ın emirlerine uymanın ehemmiyetinden bahsedeceğiz. Konuşurken karşımızda kimler var olduğunu düşünerek, onlara göre mevzu seçip onların seviyesine göre konuşacağız. Muhatabın seviyesine göre konuşmak, belagat’in ta kendisidir. Hele materyalist felsefesinin  teknesinde yoğrulup, karşımızda duran pırıl pırıl gençlere karşı, çok dikkatli olacağız. Her zaman hakkı ve doğruyu konuşacağız. Fakat her doğruyu her yerde konuşmak bizim hakkımız olmadığını bilerek konuşacağız.

Herkes için, faydaların  en faydalısı olan iman hakikatlerini anlatma hususunda doktor gibi olacağız. Doktor hastayı tedavi etmek için, affedersiniz, hiç çekinmeden hastanın nahoş kokulu yaralarına ve iltihaplarına kadar eğilir, tedavi etmeye uğraşıp netice almaya nasıl çalışırsa, bizde aynen onun gibi, her tarafımızı saran manen yaralı vatandaşlara, bilhassa tabiat fikri ile sırf dünya bilgileri ile yetişen gençlerimize kendimizi sevdirerek daha fazla onlarla uğraşacağız. Uğraşırken de   muhatabımızın kusuruna bakmadan, kardeşimize bir şeyler verebilmek ümidiyle çalışacağız.

Bakın Zübeyir Gündüzalp ağabeyin veciz ifadesine: “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında, o kalbin atom zerratı adedince param parça olması lazım gelir.” Biz bu manzara karşısında   Kendimize, Allah’ın yardımı ile bana düşen bu görevi hakkıyla yapmayı başarabilirsem, belki kardeşimi  ebedi azaptan kurtulmasına sebep olabilirim deyip, bu düşünce ve gayret ile yaşayacağız. İşte bu inançla yaşamak insanı sevinçlere boğar. Çünkü karşımızdakini cehennem gibi bir azaptan kurtarıp, cennet gibi ebedi bir mutluluğu kazandırma ümidi, bizim için büyük bir şans ve mutlu olmaya sebeptir.

Bunu da bilmemiz lazım ki, Ehl-i sünnet vel-cemaat dairesinde, kim olursa olsun, onunla samimi olacağız. Bizimle görüşen kardeş, doğru yolda giden  başkaları ile de bağlı olabilir. Bu yüzden o kardeşin onları daha fazla sevmesi normaldir. Çünkü onu tercih etmeseydi onlara bağlanmazdı. Bunun için sünnetin ana yolu olan Risale-i Nurun geniş caddesi hiç kimseye küsmeye müsaade etmiyor. Bizim onlara küsme hakkımız yoktur. Onları değil kötülemek, belki onlarla övünmek suretiyle, bize, doğru bildiğimiz düşünce ile vazife yapmak düşer. “Zaman cemaat zamanıdır, şahsi dehalar, cemaatle gelen dalalet karşısında erir gider.” Hatta biz önderliği, kendimize değil başkasına verebilsek, bu davranış mükemmelliğin ta kendisidir. Mademki dinimiz bize ihlaslı (Allah’a karşı samimi) olmayı emrediyor. Öyle ise, Allah yolundaki hizmet düşüncemizde samimi olduğumuzu göstermek için, Hak yolda gidenleri kendimize kardeş kabul edeceyiz.  Enaniyetten  (benlikten) vazgeçip, Allah’ımızın rızasını kazanma yolunda vazife yapabilmek bizim için çok mühimdir. Bediüzzaman hazretlerinin “Ey ehli hak! Ey hakperest ehli şeriat ve ehli hakikat ve ehli tarikat , bu müthiş marazı ihtilafa karşı (Bölünme hastalığına karşı) birbirinizin  kusurunu görmemek için gözünüzü yumunuz.” sözü, bizim için değişmez bir prensip olduğunu kabul edeceğiz.

Evet! Başkasını iyi kendimizi kusurlu görmek bizim prensibimiz olacak. Hatta bu halimizi yapmacık bir halden kurtarıp, kendimizi ciddi kötülemeye çalışacağız. Herhangi dini meseleleri arkadaşımızla tartışırken bile, hakperestlik ve insaf düsturu olan, İnşallah arkadaşım haklı çıkar, temennisinde bulunacağız. Çünkü o haklı çıkarsa, biz bir şey öğrenmiş oluyoruz. Eğer biz haklı çıksak, hem hiçbir şey öğrenemiyoruz, hem de o hâl nefsimizin hoşuna gideceği için, gururlanmamız için kuvvetli bir sebeptir ki, bu meselede  biz zarar etmiş oluruz.

Kısacası, biz muhabbet (sevgi) fedaileriyiz. Allaha karşı âcizliğimizi, fakirliğimizi kabul ederek, bu iki hasleti, maneviyatta ilerlemek için, iki kuvvetli sebep bileceğiz. Bu güzel hasletlerde bulunan tükenmez zenginlikle, bütün canlılara karşı merhametli olmaya çalışacağız. Bütün insanlara ve bilhassa  Müslümanlara karşı, imanımızdan aldığımız kuvvetle, elimizden gelen her şeyle yardıma koşacağız. Evet! Mü’min imanının, gelişmesinin derecesine göre, sahibinde onun pratiği apaçık görünecek. Biz madem ki Müslümanız, uyuşuk duramayacağız; belki çok düşünüp tefekkür edeceğiz. Hizmet esnasında, siyaset ve menfaatten uzak duran biri olacağız, Zaten Risale-i Nur üç temel üzere kaimdir: SEVGİ, İLGİ, BİLGİ, Yeni gelen arkadaşa, önce sevdiğimizi kabul ettireceğiz, Sonra kendisi ile ilgileneceğiz, sık sık telefonla hal hatırını sormak için veya derse çağırmak için kaidesini arayacağız. Ondan sonra kafasında biriken şüpheleri silmek için, bizde mevcut bilgilerden kendisine vermeye çalışma gayreti ile hareket edeceğiz.  Kusuru başkasında değil, kendinde arayan, fedakâr ve herkesçe makbul olan bu metodu elimizden bırakmayacağız. Çünkü bu bütün insaf  dünyasınca kabul edilen bir metottur. Bu dünyayı ahiretin tarlası olduğunu kabul edeceğiz.Biz dünya için de ötekilerden fazla çalışacağız İster dünya ister ahiretle ilgili bütün hal ve hareketlerimizde Allah rızasından başka hiçbir şeyi düşünmeyeceğiz Kazandığımız paraları kalbimize değil cebimize koyacağız ki lazım olduğu zaman daha kolay çıkarırız, ahirete fazla sevapla gitmek için çalışacağız. Bu güzel hasletlere sahip olabilirsek, bize kim düşmanlık edebilir ki, sizden soruyorum? Selam ve dua ile Kardeşiniz

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

“İhtiyaca göre Kur’an kursları”na büyük ilgi!

Diyanet İşleri Başkanlığı Yaygın Din Eğitimi Daire Başkanı Belgin Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2 yıldır pilot uygulaması yapılan “İhtiyaç Odaklı Kur’an Kursları Öğretim Programı“nın 2012-2013 öğretim yılında, yurt genelinde uygulanmaya başlandığını söyledi.

Yeni sistemle Kur’an kursu öğretimin 4 dönemde, sürekli kayıt alan bir yapıya kavuşturulduğunu anlatan Aydın, “Öğrenci sayımız iki katına çıktı. Geçen yıl 430 bin iken bu yıl kursa katılanların sayısı 947 bin oldu. 4 dönem halinde kayıtlarımız devam ediyor. ‘Kayıtlar bitti, doldu. Artık yeni kayıt yapamıyoruz’ gibi bir şey söz konusu değil” diye konuştu.

İhtiyaç Odaklı Öğretim Programı dahilinde “temel ve ek öğretim programları” ve “hafızlık temel eğitim programları” başlıklarında eğitim verildiğini anlatan Aydın, temel ve ek öğretim programı içerisinde kişilerin ihtiyaçlarına göre hem Kur’an-ı Kerim öğrenme, geliştirme hem de dini bilgiler konularında istedikleri kurları seçebildiklerini anlattı.

Aydın, “Bazı vatandaşlarımız 8 ay boyunca kursa gelmek istemiyor. Kur’an-ı Kerim’i belli bir parça öğrenip gitmek istiyor. Diğeri de ‘ben zaten geçen yıl biliyordum, tecvit kurunu almak istiyorum’ diyor ona geliyor. Tecvidi bilen bir başkası da Kur’anı anlamak için mealli hatim yapmak isteyebiliyor. Çok değişik ek öğretim programlarımız var. Bu ek öğretim programları çerçevesinde öğrenciler sürekli bir hocayla muhatap olarak derslerini alabiliyorlar” ifadelerini kullandı.

4 AYRI GRUP

Yeni yönetmelikle Kur’an kurslarının A, B, C ve D olarak kategoriye ayrıldığını edildiğini anlatan Aydın, A grubu kursların büyük illerde çok sayıda öğrenciyi barındıran yatılı kurslardan oluştuğunu ve sayısının da 123 olduğunu kaydetti. B sınıfı kursların 481 adet olduğunu ve bunların da yatılı veya gündüzlü öğrenci sayısının daha az olduğu kurslardan oluştuğunu belirten Aydın, C grubu kursların sayısının ise 14 bin 128 olduğunu tek sınıflı ya da iki sınıflı öğrencisi az olan kurslar olduğunu bildirdi.

Aydın, bu yıl ilk defa D grubu Kur’an kursları açıldığını, bunların müftünün teklifi ve mülki amirin onayıyla açılabilen kurslar olduğunu kaydetti. D grubu kursların fiziki imkanın yeterli olmadığı yerlerde ihtiyaç gerektiğinde açıldığını söyleyen Aydın, “Uygun olabilen her türlü yerde bazen bir dairenin bir odasında, bazen köy odasında, bazen de cami içerisinde bir odacıkta yani sınıf ortamı olan her yerde Kur’an eğitimi yapılabilecek. Bu da yine müftülüğün onayladığı öğreticilerimiz tarafından yapılabilecektir. D grubu Kur’an kursumuzdan 3 bin 274 tane var. Bunlar bu sene var, seneye olmayabilir” dedi.

Kur’an kursu öğreticilerinin performanslarının da yeni uygulamayla artacağına dikkat çeken Aydın, önceki eğitim programlarında bir öğreticinin 15-30 öğrenciyle eğitimi tamamladığını yeni dönemde ise 80-90 öğrenci ile eğitimi tamamlayabileceğini dile getirdi. Aydın, “Hocalarımız hizmetlerini yapmak istedikleri takdirde fiili olarak 30 saat derse giriyor. Bunun haricinde 10 saat daha müftünün görevlendirebileceği vaaz, irşat veya sosyal hizmetler gibi konularda da görev yapabiliyor. Biz yeni yönetmeliğimizde hocalarımıza ‘haftada 40 saate kadar fiili görev yapacak’ diye bir uygulama başlattık. Hocalarımızın mümkün mertebe en az 40 saat çalışmaları gerekiyor” diye konuştu.

Camilerde Kur’an-ı Kerim öğretiminde öğrenci sayısı 63 bin 658

Belgin Aydın, camilerde de Kur’an öğretimi programı olduğunu ve cami imam hatibi ve müezzinlerinin eğitim verdiğini belirterek, “Temel ve ek öğretim programlarımız gece 23.00’e kadar devam edebildiği ve bizim personelimiz tarafından verildiği için çalışan erkeklerimize çok güzel bir kapı açtı. Şu anda öğrenci sayımız oldukça fazla. Camilerde Kur’an öğretiminde 63 bin 658 öğrencimiz var” dedi.

Eğitim öğretim programlarında gün ve saat konusunda esneklik olduğunu dile getiren Aydın, “Kur’an kurslarımızda çalışan kadınlarımız, çiftçilerimiz, memurlarımız, işçilerimiz için cumartesi-pazar ya da akşam mesai sonrasında gece 23.00’e kadar açık kalmak kaydıyla eğitim programlarımız hazırdır. Sadece şu saatler arasında ders yapılacak, şu günler ders yapılacak diye bir kaidemiz yok” diye konuştu.

“İsteyen herkesi Kur’an-ı Kerim’le tanıştırmak istiyoruz”

Aydın, 2012-2013 eğitim öğretim yılının Kur’an kursları açısından çok önemli bir yıl olacağını belirterek, “İsteyen herkesi Kur’an-ı Kerim’le tanıştırmak istiyoruz. Ulaşamadığımız hiç kimse kalmasın istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Aydın, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullardaki öğrencilerin öğleden sonra ya da cumartesi-pazar günleri ilgili müftülüklere gelerek, Kur’an ve dini bilgiler eğitimlerini Kur’an kurslarında alabileceklerini söyledi.

18 bin 6 Kur’an kursunda 947 bin öğrenci

Yeni sistemle kategorize edilen Kur’an kurslarının sayısı 18 bin 6’ya ulaştı. Öğrenci sayısının 947 bin’e ulaştığı kurslarda öğrencilerin 497 bin 819’u temel öğretim, 354 bin 496’sı ek öğretim, 19 bin 204’ü hafızlık, 63 bin 658’i camilerde Kur’an öğretimi ve 11 bin 823’ü ise hafızlık temel öğretim programına katılanlardan oluşuyor.

Kaynak: AA

Çocuklarımıza Nasıl Yaklaşmalıyız ?

 Çocuğun aile yaşantısı ile ahlaki yaşantısı arasında çok önemli bir bağ vardır.Çocuklar ilk önceleri ailelerini örnek alırlar.Erkek çocukları için baba, kız çocukları için anne  en büyük idoldür.Onların her yaptığını yapmaya çalışırlar.Bu örnek olma olayını anne ve babalar pek  fark edemez.

    Erkek çocukları babalarının oturuşunu bile örnek alıp babaları gibi oturmaya çalışırlar.Özellikle törelerin baskın bir şekilde etkisini gösterdiği bizim toplumumuzda çok büyük yanlışlıklar yapılmaktadır.Babalar -yanlış ta olsa- kendi doğrularını çocuklarına empoze ettirmeye çalışırlar. Özellikle de kırsalda kesimde erkek çocuklarından beklentiler yaşlarından daha üst düzeyde olmaktadır.Bu durum çocuklar üzerinde çok büyük bir baskı oluşturmaktadır.Şehirde yaşayanlarda da pek farklı değildir.Bu beklentiler belli zamandan sonra çocuğun psikolojisinde çok büyük sıkıntıların yaşanmasına sebep olmaktadır.Çocuklar bu baskılardan dolayı bazen şiddete yönelmektedir.Okul önlerinde çıkan kavgaların çoğu bu yanlış beklentilerin gençler tarafından karşılanma çabasıdır.

       Kız çocuklarında ise durum daha ağırdır.Kız çocuklarında en büyük sıkıntı yine töre baskısıdır.Biraz dozu hesaplanmamış bir şekilde olunca çok olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.Konuyu biraz açmak gerekirse Kız çocukları televizyon dizileri,internet vb. araçlar tarafından empoze edilmeye çalışılan  fakat toplumumuzda olumsuz karşılanan davranışları okulda ve çevrede uygulamaya çalışınca başta en yakın çevresi olmak üzere toplum tarafından büyük tepki görmektedir.Bazen bu tepkiler genç kızları intihara bile sürükleyen sonuçlar doğurmuştur.Yakın zamanda okullarımızda yaşanan intihar olayları aslında bu bahsettiğimiz kültürel baskının sonucudur.

     Biz anne, baba ve eğitimciler olarak çocuklarımızla çok iyi ilişkiler kurmalıyız.Çünkü çocuklarımız bizi örnek alır.Onlara karşı yaklaşımız onlar için önemli bir göstergedir.

Unutmayalım:

Eğer bir çocuk kınanarak yaşarsa suçlamayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanca davranışlar

içinde yaşarsa kavga etmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk alay edilerek yaşarsa sıkılganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk utanç içinde yaşarsa

suçluluk duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk hoşgörüyle yaşarsa

sabırlı olmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk teşvik edilerek yaşarsa

güvenmeyi öğrenir.

Eğer bir çocuk değer verilerek yaşarsa

saygı duymayı öğrenir.

Eğer bir çocuk eşitlik ortamında

yaşarsa adaleti öğrenir.

Eğer bir çocuk güven duygusu içinde

yaşarsa inanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk beğenilerek yaşarsa

kendisinden hoşlanmayı öğrenir.

Eğer bir çocuk kabul ve dostluk içinde yaşarsa dünyada sevgi aramayı öğrenir.

Eğer bir çocuk düşmanlıklar içinde büyürse

saldırganlığı öğrenir.

Eğer bir çocuk sevgi içinde büyürse güvenmeyi öğrenir.

Çocuk ailenin, aile de toplumun ürünüdür;

çocuk yaşadığını öğrenir.

Sonuç olarak biz ebeveynler çocuklarımıza değer vermeliyiz.Onlardan beklentilerimiz yaşlarına uygun beklentiler olmalıdır.Eğer biz değer vermezsek bu değeri ailenin dışında başka kişilerde  ve başka mekanlarda aramaya başlarlar.Çok geç olmadan çocuklarımıza hak ettikleri değeri verelim ve büyümüşte olsalar onlardan sevgimizi eksik etmeyelim.

Hamit DERMAN

Hanımlar Nasıl Mutlu Olacak?

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı Lâzımdır tâ dayansın.

Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları! Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri. {(**): Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.}

Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. ( Sözler, 727 )

Hanımların rahat edip hürmetle anıldıkları ortam, evleri ve aile hayatlarıdır. Fıtraten hassas ve nazik olarak yaratılmış hanımlar ailedeki manevî, hissî paylaşımları yönlendiren, geliştiren, ferdler arasındaki akışı sağlayan birer nazenin şefkat aynalarıdır. Bu aynalar aile hayatları dışında “ekmek kavgası”nın kıyasıya yaşandığı ortamlara girdiklerinde yapılarındaki ince hisler ve duyarlılık bozulur. Kendi ruh dünyasında çatışmalar yaşadığı gibi aile ferdlerini birbirine bağlama, problemleri çözme, çocukların terbiyesi, manevî alışverişlere zemin oluşturma gibi ailenin temelini oluşturan görevleri atıl kalır. Bunun neticesinde anne, baba, çocuklar arasında kopukluklar olur. Aynı sofrayı paylaşsalar bile fikir ve his olarak birbirlerine aks edecek sıcak bir ortam yakalanamaz. Birbirini anlama, destek olma, alakalanma gibi pek çok ruhî ve insanî ihtiyaç karşılanmamış olur.

Neden? Çünkü evin annesi sabahtan akşama kadar dışarıda bir sürü insanla uğraşmış, sinirleri yıpranmış, kendisi dolmuş ve deşarj olacak bir ortam ararken bir de ev işlerinin üstüne ailenin diğer ferdlerinin problemlerine yönelmesini beklemek insafsızlık olur.

Peki ne olacak? Evin annesi geçim derdini üstüne aldıysa, fizikî olarak anne olsa da mana olarak “babalaşmıştır”; yani artık evin 2 babası vardır.

Peki anne nerde? Anne yok; anne misyonunu yüklenecek kimse yok çünkü.

Peki annesiz aile devam eder mi? Sırf maddeyi paylaşmaya aile hayatı diyorsak, annenin muazzam terbiye misyonu olmadan da aile o kadar devam eder; yani etmez. Çocuklar ve eş ilgiye, şefkate, uyarılmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, konuşmaya muhtaç bir şekilde maddî hayatlarına devam ederler; ama mana hayatlarında doldurulması müşkül kocaman gedikler açılmıştır. Güven, aidiyet hisleri tam tatmin olamamıştır. İhtiyacı olduğunda yanında olan bir annesi, eşi yoktur çünkü. Anne de yoğunluktan -kendi dahil- ailede kime ne olup bittiğini fark edemiyordur. Dış alemde mesul olduğu vazifesi ve onunla ilgili bir sürü sıkıntılar üstüne ailedeki karmaşık insanî sorunlar hanımı da zaman içinde çok yıpratır. Saçını süpürge etse de: “çocuğuma laf geçiremiyorum, onu anlamıyorum, o da beni anlamıyor” gibi yakınmaları duyarız. Halbuki çocuğunu veya eşini dinleyecek vakit, kendinde istek dahi bulamamıştır. Bu yüzden:

“Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” Demiştir.

Üstad Hz.(RA)’ın dediği gibi:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (24.Lema)

Hanımların ailedeki en esaslı görevi çocuklarına manevî ders vermesi, sağlam bir ahlak üzere yetiştirmesi, hayata istikametli bir bakış açısı kazanmalarına gayret etmesidir. Bu çok zaman ve emek, ilgi isteyen manevî terbiyeyi ailede şefkatli bir otorite olan anneden başkasının vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla toplumun geleceğini oluşturan çocukların en ehemmiyetli muallimi olan annelerin vazifesi çok büyüktür. Hanımı dışarı çıkarıp çalıştırmak suretiyle evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmak akıllıca bir iş değildir. Ailesinden kopuk, ahlakı kötü, manevî değerlere duyarsız bir evladın açtığı zararı annenin kazandığı binler maaşla dahi kapatmak mümkün değildir. Çünkü kaybedilen bir “insan”dır. Ergenlik yaşına gelmiş, karakteri oturmuş bir çocuk için “uzman desteği” de alsak ne kadar onun ruh dünyasında düzeltmeler yapabiliriz?

“Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı.”

Hanımın takvası yani manevi temizliği zînetidir; hanımı güzel gösteren suretten ziyade sîret yani ahlakıdır. Ahlakının güzelliği haşmet verdiği gibi, günahtan muhafaza olunmuşluğu da hanımın cemalidir. Fıtratındaki şefkat kendindeki kemalat olmakla beraber, evladı ile geçirdiği vakitler eğlencesidir.

Halbuki hanımlar evlerinden dış hayata çıktığında, dahil olduğu ortamda hevesleri uyandıracak, nazarları kendiyle meşgul edecektir. Böylece pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına sebep olur. Aile hayatında bunca vazifeyi atıl bırakıp, dış alemde de verimi düşürecek durumların ortaya çıkmasına sebep olacak bir karar, hiçbir ehli aklın karı değildir ve olamaz. Bu yüzden rızık için -hakikaten mecbur kalmadıkça- dışarı çıkma vazifesini İslam hanımlara yüklememiştir.

Nabi

www.NurNet.org