Etiket arşivi: iman hizmeti

Her Kışın Ardında Baharın Tebessümünü Görebilmek

Bir zamanlar, camı kırık, penceresi açık, kışın soğuk günlerinde hücresinde ölüme terk edilen pîr-i fâni bir İslâm mütefekkirinin, bir peygamber vârisinin arkasında saf tutmuş, dâvâsına gönül bağlamış milyonları, o günün şartları ve ortamı dahilinde, “ben acele ettim kışta geldim, siz cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz” hakikatına vâkıf O bahtiyar insandan başka kim tahmin edebilirdi?

Evet, bir zorluğun arkasında iki kolaylığı müjdeleyen Zât-ı Akdes’in va’di elbette gerçekleşecekti.

Rahmet-i İlâhiyyenin izi, tozu ve yüzü görülecekti.

Kışın şiddetli soğuğu altında, bahar ve yaz mevsiminin bitki ve çiçeklerinin tebessümü saklıdır.

Atmacanın serçe kuşuna musallat edilmesi, o küçük ve zayıf kuşun kabiliyet ve reflekslerinin gelişmesi adına pek çok maslahata ve güzel sonuçlara vesiledir.

Bedîüzzaman Hazretleri “savletli bid’alar”dan bahsetmiş.

İslâm toplumu arasında yaygınlaştırılmak istenen ve ecnebî gizli zındıka komitesi tarafından ortaya atılan ve bir takım ulemâi’s-sû’ tarafından destek gören mânevî marazlar, hastalıklar, bid’at ve hurâfeler, bünyede derin yaralar açmış, ta’mir ve islâhına çalışan İslâm âlimleri ve hasseten asrın müceddidi Bedîüzzaman Said Nursî (r.a) büyük sıkıntı, sürgün, hapis, baskı ve işkencelere ma’rûz bırakılmıştır.

Kahhâr-ı Zülcelâl, âlemi çalkalandırırken, imân ehlinin sıkıntılara, eza ve cefalara mârûz kalması da imtihan sırrının bir gereği olsa gerek… Bu cüz’î arızalarla birlikte hıfz-ı İlâhî, istikamet dairesinde dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmet eden ehl-i imân hakkında devam eder.

Kur’ânı indiren Allah Teâlâ olduğu gibi, O’nu ve O’nun talebelerini muhâfaza edecek olan da O’dur.

Hiçbir güç Kur’ân hizmetine mâni olamaz. Geçici bir kısım arızalar olabilir, ama İlâhî nûr asla sönmez ve söndürülemez.

Üstad Nursî şöyle bir müjde vermektedir: ” Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihâd-ı ma’nevînizden vaz geçirmek için size hücûm etseler; onlara deyiniz: ‘Biz hizbü’l-Kur’ânız. (İnnâ nahnu nezzelnezzikre ve innâ lehû lehâfizûn= Kur’ânı biz indirdik, Onu koruyacak olan da biziz-Hicr sûresi, 9) sırrıyla Kur’ânın kal’asındayız…”(1)

Bu müjdeye layık ve mazhar olabilmek için; Kitap ve Sünnete sarılmak, Sünnet-i Nebeviyyeyi ihyâ edip bid’alardan uzak durmak gerek.

Hak ve hakîkatı kabul edip ona göre davranalım. Hak ve hakîkatın ölçüsü, edile-i şer’iyyedir. O da; Kur’ân, Hadîs, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukahâdır.

İçi bid’atla doldurulmuş, hevâ ve hevesi kamçılayan, şirk ve sanemperestlik üzerine müzikal enstürümanlarla bezenmiş papaların uydurdukları muharref bir dinin kokuşmuş görüntüsüne insanımızı feda etmeden, müçtehid imamların, asfiyânın, evliyanın istikametli yolundan tâviz vermeden yolumuza devam edelim.

Bid’atlardan, günahlardan, şerirlerin şerrinden, Kur’ân, Hadîs ve onların mânevî tefsiri olan Risale-i Nurları tahrif etmek isteyen, hevâ ve hevesine göre değerlendiren, yorumlayan, anlayan, anlata, gösteren, tanıtan bir takım gafil ve art niyetli odakların şerrinden rahmet-i İlâhiyyeye sığınalım.

İstikametimizi ve siperimizi terk etmeyelim. Celâl ve kahhâr bir el, bütün âlemi ve özellikle İslâm coğrafyasını çalkalandırırken, en fazla tokatı, istikametsiz, değerlerini koruyamamış, dinin aslına ve özüne sahip çıkamamış, Kur’ân ve Hadîs haricinde bir kısım arayışlara girmesi konusunda aldatılmış olan ehl-i imâna vuruyor. Sezilen bu celalli ele karşı tevbe, istiğfar ve istikametle yeniden Kur’ân etrafında birleşerek tefrikaya düşmeden, düşürmeden, düşürülmeden özürle mukabele edelim.

Mülkün sahibi Allah’dır (c.c). O Mâlikü’l-Mülk, Ebû Hanifeyi, Seyyid Kutub’u, Bedîüzzaman’ı, İskilipli Atıf hocayı ve daha nice iman erlerini,mücahidlerini hapse ve zindana atar, zâlimleri tahta oturtur. Bu işlerin, hikmetlerin aklen açıklanması mümkün mü?

Ehl-i imânın imtihanı zorlu ve meşakkatlidir. Ehl-i dalâletin ehl-i hidâyete üstün gelmesi geçici, muvakkattır. Eninde sonunda galebe, başarı ve zafer ehl-i hidâyetin olacaktır.(2)

Gerçi son asırda yaşanan kırılmalar, yozlaşma ve dejenerasyonlar, hiçbir devirde yaşanmadı.

Müslümanların kafası karıştırıldı. Dinin tamamen tağyîr ve tahrîbe mârûz kalması adına yapılan sinsi çalışmalar, alınan sonuçlar, İslâm toplumlarını tereddüt ve şüpheye düşürdü. Kafalar karıştı. Melek’le Şeytan birbirine karıştırıldı. Süfyanizmin dehşetli eli her tarafa, her yaştan ve meslekten zihinlere kadar ulaştı. İlmî, amelî, edebî sâhâlar bu kara propagandanın tesiri altına girdi. İmân ve Kur’ân nuruyla bakamayanlar kör oldu, sağır oldu, dilsiz oldu.

Ama şükürler olsun ki, sisler dağılmaya başlamış, kara bulutlar semâmızı terk etmeye yüz tutmuş, akıllar ferâseti yakalamış, iz’an ve idraklar yeniden rotasına oturmaya başlamıştır biiznillah…

Suskunluğun, sinmişliğin, sindirilmişliğin, baskının hâkim olduğu İslâm coğrafyasının her karesinde, sayıca az da olsa Kur’ânî sadâ ile ses verenler çıkmış, âlem-i İslâm’ın umudu, sesi, soluğu ve tercümanı olmuşlardır. Kur’âna dellallık yapmış, Hak ve hakîkatı haykırmaktan asla geri durmamışlardır.

Kırılan ümitler yeniden yeşermiş, eğilen başlar vakarla doğrulmuş, gönüller ümit, şevk ve cesâretle yoğrulmuştur.

Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, Rahmet-i İlâhiyeden bekliyebilirsiniz.”(3)

Allah’ım! Va’dettiğin fütûhât-ı İslâmiyyeyi, neşr-i envârı Kur’âniyeyi ve şeâir-i İslâmiyyenin dalga dalga ihyâsını tez zamanda müşâhedâtla bizlere müjdeni müyesser kıl ve göster. Âmîn…

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org

Dipnotlar:
1. Mektûbât, 29. Mektup, 6. Kısım, 2. Desise
2. bkz. A’râf, 182-183; Kalem, 44,45
3. Hutbe-i Şâmiye)

Sierra Leone’den Bayram Tebriği

Bismihi Sübhanehu

Aziz sıddık ağabeylerimiz ve kardeşlerimiz Merzifon Cemaati olarak ilgilendiğimiz Sierra Leone % 65 i Müslüman % 35’i Hristiyan olan fakir ül hal bir İslam ülkesidir. Sierra Leone Batı Afrika’da olup, Dünya elmasının %70 i bu ülkede bulunmaktadır.  

Ramazan dolayısıyla gittiğimiz bu ülkeye, 200 kg Kuran-ı Kerim, Elif cüzü, İngilizce  ve Arapça Risale-i Nur  yükümüzle  gittik.

MÜSLÜMAN OLANLARIN YENİ İSİMLERİ

Yükümüzü dersaneye bıraktıktan sonra  Mile 91  şehrine  gittik. Burada Ramazan paketi ve iftar programından sonra sayıları 40 civarında nur talebeleri ile ders yapıldı. Dersleri erkekler Perşembe günü ve bayanlar Cuma günü  düzenli ders yapıyorlar. Bayanlar Risale-i Nur okumaya başladıktan sonra tesettürlerine çok dikkat ediyorlar. Bayanlardan Elizabeth ve Suzan, erkeklerden Fransis  Risale-i Nur okuduktan sonra Müslüman olmuşlar. Elizabeth Hatice ismini , Fransis ise Cibril ismini almış.  

Bu şehirdeki talebeler kendilerine Risale-i Nur talebeleri yazılı tişörtler yaptırmışlar. Burada radyo Bafit’ten düzenli dersler yapıyorlar.  Risale-i Nur derslerini çevre köy ve kasabalardan dinleyen insanlar telefon açarak bu kardeşlerle tanışmak istemişler ve telefonda bu dersleri nereden yaptıklarını hangi kitaptan okuduklarını, Üstad ve Türkiye hakkında bilgiler edindikten sonra çevre kasabalardan derslere katılmak için gelmişler ve gelemeyenler köy ve kasabalarına davet edip buralarda da  dersler yapalım diye rica etmişlerdir.

Bu kasabalardan Mayamba’dan gelen Muhammet derslere katılıyor Risale-i Nurlar ve Bediüzzaman hakkında  ve bu kitapların buraya nasıl geldiği hakkında geniş bilgi aldıktan sonra ellerinde zaten yetersiz bulunan kitapların iki üçünü bu kardeşe veriyorlar.  Hizmetlerin Anadolu’da ilk yayılması gibi bu kardeş verilen birkaç kitapla Mayamba’da Risale-i Nur derslerini başlatıyor.

ELMAS GİBİ İMAN SAHİBİ OLMAK İÇİN

Biz buraya gittiğimizde derslere başlayalı 2 ay olmamış  yirmi otuz kişi ile ders yapıyorlardı. Bu kasabada  23. Söz’den mütalaalı ders yapıldı. Dersten sonra kendileri  “hakiki elmas değerinde olmak için risalelerle imanımızı güçlendirip kömür seviyesine düşmekten kurtulup elmas seviyesinde imana sahip olmalıyız” dediler. Başkente döndüğümüzde getirdiğimiz kitaplardan bu köye bir koli gönderdik.

Mayamba’da düzenli her perşembe dersler yapıyorlar.  Tropikal  bitki örtüsüne sahip bu ülkede uzak dağlar arkasında köylere kadar Kur’an-ı Kerimler ve Risale-i Nurlar ulaşmış ve okunmakta. Bu köylerden bir tanesi olan Ruçin köyüne de radyo vasıtasıyla iki üç kitap ulaşmış, düzenli bir şekilde kitaplardan ders yapıyorlar. Yeni derse katılanlardan bazıları “ben bu dersleri radyodan dinledim” diye söylüyorlar. Yani bu da gösteriyor ki İman Hakikatleri inayet-i İlahiye ile intişar ediyor ve kendini okutturuyor, muhtaç ellere ulaşıyor.

Radyo vasıtası ile bu şekilde beş altı köyde dersler başlamış ve derslerin başladığı bazı köylerde cami bile yok. Bazen de bir ağacın gölgesinde derslerini yapıyorlar ve imanlarını güçlendiriyorlar. Allah’ın izni ile Risale-i Nur dersini bir kez dinlesin inşallah imanı mahfuz kalır ve yanlış yerlere meyl etmez.

KURBAN BAYRAMINA HAZIRLIKLAR BAŞLADI

İnşallah kurban Bayramı dolayısıyla ilgilendiğimiz Gine ve Sierra Leone’de kurban faaliyeti yapacağız ve giderken yine Kuran-ı Kerim, Risale-i Nur ve Elif Cüzleri götüreceğiz.      

Tekrar geçmiş Ramazan bayramınızı tebrik eder  Alem i islama hayırlara vesile olmasını Cenab ı Allah’tan dileriz. Binler selam…                                                                                                      

Merzifon Nur Talebeleri

NurNet.Org

Kanada İman Hizmetleri Mektubu

Esselamu Aleyküm Ve rahmetullahi Ve berekatuhu Ebeden Daima

Kanada’nın Alberta Eyaletine Bağlı Edmonton Şehrinden Binler Selam Eder, buradaki Nur hizmetlerinden bir kısım bahsetmek isteriz.

Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki buralarda ne kadar ihtiyaç olduğunu gerek Nur Medreseleri gerek hizmet-i imaniyenin ve İslamiyenin fedakâr gönüllü insanları ve nur talebelerin burda olmalarının ne kadar ihtiyaç olduğunu ifade etmek isteriz.

Edmonton Risale-i Nur Medresesi

Yaklaşık 3 ay evvel Nur Medresemizi Allah’ın inayeti ile Edmonton şehrine de açmış bulunmaktayız. Medrese-i Nuriyemiz Kanada’nın dünyaca meşhur Alberta Üniversitesine 15 dakika mesafede olması Üniversite hizmetleri için çok iyi bir zemin teşkil ediyor. Medresemizi açar açmaz Üniversitede okuyan yabancı bir kardeşimizin de medresemizde kalmak istemesi böyle Nur medreselerinin buralarda ne kadar ihtiyaç olduğunu bir kez daha bize gösterdi. Kalan kardeşimizin Risaleleri okumaya başlaması ile Risalelerle alakalı söylediği şu cümle çok manidardı: “Bediüzzaman diğer ulemaya benzemiyor çünkü Bediüzzaman kırık bir bacağı tekrar kırmıyor Kırık bacağı tamir ediyor.”

Alberta Üniversitesindeki Kuran ve Risale-i Nur Dersleri

Dünyanın sayılı Üniversitelerinden olan ALBERTA Üniversitesi’nde zaman zaman ordaki yerli-yabancı kardeşlerle yaptığımız dersler ve ayrıca Risale-i Nurun Üniversite gençliğine ne kadar lazım ve elzem olduğunu Türkiyeden akademik çalışma yapmak isteyen abiler ve kardeşlerimizi can-ı gönülden buralara bekler buralardaki hizmet zemininede gayretleri şevkleri ile hizmetlere sahip çıkmalarını temenni ediyoruz.

Haftalık Mu’tad Derslerimiz

Elhamdulillah Cenab-ı Hak günlerimizi bereketlendiriyor. Haftanın bir günü Türkçe bir diğer günü İngilizce derslerimizi var, takib edenler var, devam ediyoruz.

İngilizce derse gelen kendisi sonradan İslamiyet’i ciddi araştırmalar neticesinde kabul etmiş ve babası da Papaz olan abimizin derse katılımları ve Risale-i Nuru okuması ile beraber gittiğimiz bir çok yerde Üstad’ı Türkiyedeki müceddid diye tanıtması ayriyeten Üstadımıza ve Risale-i Nur’a duyduğu muhabbet görmeğe değerdi. Ve bazı tanıştıklarımız arasındaki bulunan aslen Çinli birinin Risale-i Nuru okuduktan sonra artık ben “inanıyorum” demesi ve ağaçlardan ve çiçeklerden bahsederek örnek göstermesiyle bu asır insanının Risale-i Nur’a ne kadar muhtaç olduğunu gösteren yaşadığımız bir çok örneklerden birkaç tanesini burda göstermek istedik.

Fakat kendileri aslen Somalili fakat Kanada vatandaşı olan bir aileye takdim ettiğimiz Risale-i Nur vasıtasıyla annelerinin bize gelip çocuklarımı artık uyutamıyorum Risaleleri bitirmeden yatmak istemiyorlar demesi bizleri gülümsetti.

Ayrıca bir abimizin hapishanelere gitmesi, haftada bir gün orada Cuma kıldırması ve hutbede Risale-i Nurlardan okuyup diğer mahkumlarada Risale-i Nurları devletin eliyle takdim edilmesi gerçekten hapishanedeki mahkumların Risale-i Nurlara ne kadar muhtaç olduklarını ve mahkumların arasında Risale-i Nurların peynir ekmek gibi gittiğini telaffuz etmeleri Üstadı buralarda ayakta alkışlamamıza vesile oluyordu. Bazı mahkumların Risale-i Nur külliyatı istemeleri ve bazı mahkumlarında Risale-i Nuru okuyup Kur’ana iman etmeleri ve iman tazelemeleri gibi hadiselerden bir kaçını sizinle paylaşmak istedik.

Elbaki hüvel baki

Risale-i Nur Talebeleri /Kanada- Edmonton

www.NurNet.Org

İnanan İnsanın Hedefi Nedir? (Ne Yapmalı -3)

İla-yı Kelimetullah’ın hedefi nedir? İlk anda bu sorunun cevabı çok basit gibi görünür. Denilebilir ki, ALLAH rızası… Doğru fakat çok genel ve soyut bir cevaptır bu. Kıldığımız namazdan, fakire verdiğimiz sadakaya kadar hemen her şey zaten O’nun rızası için değil midir? Sözü uzatmadan cevabın kapsamını daraltalım.

Günümüzde İ’la-yı Kelimetullah’ın hedefi, İslam’ın hakimiyeti olmalıdır. Belki bazıları bu cevabı da fazla soyut ve genel bulabilir. Haklıdırlar. Daha da netleştirelim: Günümüz Müslümanının hedefi, İslam’ın birey ve toplum yaşamının her safhasında tam olarak yaşanması ve kesin olarak hakim olmasıdır. Dünya ölçeğinde ise, Ümmet-i Muhammed’in yeniden “en aziz ümmet” haline gelmesi, İslam’ın dünyanın hakim gücü pozisyonunu almasıdır. Yani insanlık tarihinin son beş yüzyılında Batı’nın sahip olduğu konumu ele geçirmesidir. Ama bir satır arası yaparak belirtelim ki, bu, Batı örneğinde olduğu gibi emperyalist ve zalim bir proje olmayacaktır. Öyle bir şey olursa da zaten bu proje İslami olamayacaktır.

Nasıl bir şey olacağını merak edenlere şimdilik, Dört Halife ve Osmanlı tecrübelerini işaret etmekle yetinelim. Ve öncelikli meselemizi oluşturan asıl konuya geri dönelim: İslam’ın toplumsal ve bireysel yaşamın her noktasında ve bütünüyle yaşanması konusuna…

Bediüzzaman’ın yaklaşımına uyarak, ALLAH Davası’nın hedefini, üç kategoride değerlendiriyoruz: İman, hayat, şeriat…

İman hizmeti bütün İ’la-yı Kelimetullah faaliyetinin özüdür. Hiçbir zaman bitmeyecek, eskimeyecek, ikinci dereceye inmeyecek boyutudur. Arkada bıraktığımız son yüz senenin en “ağır” döneminde, başta Türkiye olmak üzere hemen hemen bütün İslam ülkelerinde, Batı işbirlikçisi yerli elitlerin ve devletin, amansız bir İslam/ALLAH düşmanı kesildiği senelerde, sadece bu hizmet biçimi devam etmiştir. Zaten bu dönemde doğru, gerekli ve mümkün olan da sadece “İman Hizmeti” olmuştur.

Havanın yumuşamaya başlaması ile birlikte geride bıraktığımız on yıllarda ise İ’la-yı Kelimetullah’ın “Hayat” safhasına da geçişini hep birlikte yaşadık. Seküler toplum içinde Müslümanlar, kendi toplumsal alternatiflerini yavaş yavaş oluşturmaya başladılar. Hastanelerden, tatil köylerine, moda dergilerinden !, televizyon kanallarına kadar “hayat İslam’laşmaya” başladı. Bir satır arası daha yapıp hemen belirtelim ki, bu yapılanların hepsinin İslam’ın takva ölçüsüne uygun olduğunu düşünüyor değiliz. Arada, Batılılaşmış elitler karşısında bazı ham Müslümanların içlerinde taşıdıkları aşağılık kompleksinin ifadesi olan adımlar da atıldı. Örneğin İslami! moda dergilerini bu cümleden sayabiliriz. Ama bir taraftan da unutmamak gerekir ki, insan eliyle gerçekleştirilen hiçbir şey bir anda ve mükemmel şekliyle olmuyor. Bu gibi “çocukluk hastalıkları”nın da zaman içinde aşılacağını ümit edebiliriz.

Ve sıra şeriat aşamasına geldi. Yani İslam’ın eksiksiz, tavizsiz yaşanmasına. Toplumsal hayatın içinde seküler/Batılı kurumlara alternatifler üretir olmaktan, hayatın bütününün hakimi olmasına. Bu ifadeler, Batılılaşmış bir Müslüman için tüyler ürpertici, hatta az-çok bilinçli diyebileceğimiz bir kısım Müslümanlar için de “şimdi nerden çıktı bunlar, ne gereği vardı” gibi düşünceleri ilham edecek cinsten ve en azından rahatsız edicidir. Hiç dert değil… Düşünce ve davranışlarımızla, hoşnutluğunu arayacağımız tek varlık, ALLAH’tır. İnsanlara gelince, onlar karşısında biricik hassasiyetimiz; kaba, hakaret edici olmamak, Muhammedi nezaketin sınırları içinde kalmaktır. Bunun gereğini yaptıktan sonra, sadece Batılılaşmışların duymak istediklerine ayarlı bir İslami söylem biçimi “hizmet” değil, ihanettir. Dinimize ve Rabbimize karşı… Bu üçüncü ve zorunlu satır arasını da İbn Arabi’nin bir sözüyle noktalayalım: “Bizim mescidimizden yüksek duvarların hepsi haramdır.” Ve söze kaldığımız yerden devam edelim.

Evet, “Şeriat”… Başta siyaset olmak üzere toplumsal ve bireysel yaşamın, bütün kurum ve boyutlarının İslamileştirilmesi. Hukuk, kültür, ekonomi… Topluma ve bireye ait ne varsa, hepsi. Bu, “İman” ile başlayıp, “Hayat” ile devam eden, hedeflerin sonuncusu olduğu için de ahir zamanda Ümmet-i Muhammed’i ihya etme projesinin tamamlanması demektir.

Şeriat aşaması, senelerden beri maruz bırakıldığımız düşünce bombardımanının ki buna beyin yıkama da diyebiliriz, sorgulanmasıyla başlamalıdır. Örneğin laik siyasi sistemin yüceltilmesini ele alalım. Bu konuda öyle amansız bir düşünce baskısı vardır ki, birçok Müslüman bile rejimin laik olmasını çok doğal hatta ideal bir durum olarak görür hale gelmiştir. Ama niçin? Yüzde doksan sekizi Müslüman olan bir halkın devleti niçin laik olmak zorundadır?  Niçin Kur’an siyasetten, dünyadan, yönetimden… kısaca hayattan uzak, mezarlıklarda okunan bir ölüler kitabı olmak zorundadır? Bu durumu ideal kabul edenlere göre de Kur’an, ALLAH’ın Kitabı, dolayısıyla her çeşit eksik, kusur ve “eskilik”ten uzak değil midir? “Evet, ALLAH’ın Kitabı’dır.” diyorlarsa, itirazın anlamı nedir? Yok, eğer “Kur’an’ı dünya işlerinden uzak tutuyoruz, çünkü o ALLAH sözü değil, on dört asır önce çölde yaşamış bir Arap’ın kitabıdır, dolayısıyla modern çağa cevap veremez, zaten ALLAH diye bir varlık da yoktur ve din de yalandır.” diyorlarsa ki, her bilinçli ve tutarlı laik böyle düşünmek zorundadır, neden riyakârlık yapıp, bütün bunlara rağmen Müslüman olduklarını iddia ederler? Niçin bu halkın karşısına çıkıp, dinsiz olduklarını açıkça itiraf etmezler? Bu insanların, laiklik ve çağdaşlık denen şeylerden anladıkları; adilik, yalancılık ve riyakârlık mıdır?

İşte üçüncü aşamanın başlangıç noktası burasıdır. Temelden bir sorgulama… En hassas konu o olduğu için siyaset/rejim meselesinden başlanarak, içinde bulunduğumuz seküler/modern yaşam biçimi atomlarına kadar sorgulanmalı, eleştirilmeli ve değiştirilerek İslamileştirilmelidir. Müslümanlar bunları yaparken bütün kapris ve komplekslerinden sıyrılmalı, özellikle “birilerine kendini beğendirme” şirkine karşı son derece uyanık ve gerilim içinde bulunmalıdır. Söz Hz. Ömer’indir: “Şeref olarak bize İslam yeter!

Ve miladi 2012 senesi itibarıyla, bu süreç başlamış bulunmaktadır. Başlamış olan aslında bir devrimdir: İslam Devrimi…

Mübarek olsun.

Ve sözün bu noktasında, merhum Necip Fazıl’ı hatırlıyoruz:

Bekleyin, görecektir duranlar yürüyeni,

Sabredin, gelecektir sönmez pörsümez yeni.”

Bediüzzaman’ ı hatırlıyoruz:

Şu istikbal inkılabatı (gelecek devrimleri) içinde en yüksek ve gür seda, İslam’ın sedası olacaktır.”

Ve Kur’an…

Kim ALLAH’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri dost edinirse; şüphesiz ki ALLAH’ın taraftarları galip geleceklerdir.” (5/Maide:56)

Said Alpsoy

www.saidalpsoy.com

Gaye Adamı Olmak ve Nur Davası – Balkan Hizmetleri Mektubu

Okuyuculardan herhangi kimseye belki faydası dokunur diye Balkanlardaki 2012 nin son aylarındaki hizmetlerden bahsedeceğim. Bunun devamında bazı hakikatleri ortaya sereceğim. Çünkü Cennet ucuz olmadığı için onu kazanmak için fedakârlıkla mükellef olduğumuzu bilmek bizim için zaruri bir hal hükmündedir .

Evet bu davada istihdam var.

1995 senesinde Rahmetli Sungur Ağabeyin emri ile dükkanımı kapatıp Nusret ve İsmail kardeşleri de bana vererek iki aylığına Makedonya’nın Gostivar şehrine hizmete gittik.

Gostivar’ın ve tüm Balkanlarda yaşayan Müslümanların çoğu Arnavut olduğu için oradan döndükten sonra Risale-i Nurları Arnavutçaya tercümeye başladım. Küçüklerden İman ve Küfür Muvazeneleri, 400 sahifelik RAMAZAN HOCA TARAFINDAN DERLENMİŞ BİR TARİHÇE-İ HAYAT ve Risale-i Nurlardan bir VECİZELER kitabı dahil 16 sini tercüme ettik. Ben orada 33 sene yaşadığım için ve onların hastalıklarını bildiğim için, bazısını ağabeylerin kitaplarından derleyip bazısını de 53 seneden beri Risale-i Nurlardan istifade ettiğim manaları dile getirerek 7 kitap dahi yazmışımdır. Çünkü midesi hasta olana ağır yemek verilmediği gibi, kafa midesi hasta olan bu insanların çoğuna da doğrudan doğruya tefsir veremiyoruz. Risale-i Nurların dışında yazdığım kitapların adları şöyle: MATERYALİST FELSEFECİLERE CEVAP, VECİZELER KİTABI, İNSAN NEDİR?, Avrupa Profesörlerinden 34’nün 10-12 sahifede fikirlerini yazdıkları: NE İÇİN ALLAHA İNANIYORUZ ve İşaratül i’cazdan da 16 Prof ün İSLAMİYETİ VE PEYGAMBERİMİZİ a.s.m. NE İÇİN SEVİYORLAR fikirleri, MEHMET AKİF ERSOYUN HAYATI, GENÇLERE İNCİLER ve bir tane de ŞİİR kitabım var. Bunları de o millet için faydalı bulduğum için yazdım.

Balkanlar Nur Hizmeti 2012Risale-i Nurlardan çok azını Sözler yayınevi sattı diğerlerini ben parasız pulsuz dağıttım. Ne kadar Allah’ıma şükretsem azdır. 1995 ten beri bazen hanımla birlikte gider oralarda iki aylığına bir ev kiralayıp kalırdık, Çoğu zaman yalnız. Yani 1995 ten beri her sene 1-1,5 aylığına Balkanlardaki 4 devleti gezerim. Gitmeden önce kargoyla kitaplarımı gönderirim. Yaşım ilerleyip 76’ya bastığım için Üniversite talebeleri kız ve erkekler ile toplantı yapar onlara uzun bir ders yaptıktan sonra onlara kitap veririm. Erkekleri dershaneye davet eder, kızlara ders yapmalarını tavsiye ederim. Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır. Bu sayede bugüne kadar Balkanlarda 75.000 adet kitabımız dağıtıldı.

Evet sırf Nur hizmeti için gittiğim Balkanların Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistan devletlerinde bu sefer 1 ay kalarak 6 Aralık Perşembe günü geldim.

Gidişimin ilk durağı Arnavutluk’un başkenti Tirana idi. Tirana Arnavutluk’un başkenti olduğundan ve orada Üniversiteler de bulunduğu için Üniversite talebelerinin imanlarını kurtarmak maksadıyla, Ağabeyler orada yeni bir dershane kiraladılar. O dershanede çok ihlaslı Adanalı, Hafız Necip adında bir kardeş kalıyor. O kardeş Kosova’da Türk Edebiyatı masteri ile beraber tahsil ettiği için Arnavut lisanını da iyi biliyor. Tirana’da Türkiye den ticaret için giden çok Türkler de bulunduğundan orada umumi derslerden haftada bir gün Türkçe bir gün Arnavutça ders oluyor.

Ben daha önceden Arnavutluk’un İşkodra kentine daha fazla gittiğim için, orada genç tahsillilerden otuza yakın kardeşler mevcut. Orada onlar kendileri bir dershane ayarladıkları için, Tirana’dan Necip kardeş arkadaşları ile her hafta İşkodra’ya derse gidiyor. Bu sefer ben İşkodra’da üç gün kaldım. Bir gün Arnavutluk’un Elbesan şehrine de derse gittik.

Evet, Arnavutluk’ta 12 günümü tamamladıktan sonra, Arnavutluk devleti ile Kosova arasında ki yol otoban olduğu için Tirana’dan Kosova’nın Prizren şehrine rahatlıkla vardım. Oranın milletinin sadece % 7 si Türk olduğu halde halkta menfi milliyetçilik olmadığı için hemen bütün halk Türkçe konuşmasını biliyor. Bu durum Risale-i Nurları daha rahat yaymaya bir fırsat. Onunla beraber oranın cami imamlarından Adnan isimli ihlaslı bir Hoca Efendi bazen Arnavutça da ders yapıyor. Hatta Cuma günü onun camisine gitmiştim, kendisi kürsüde iken beni görür görmez hemen Kürsüye davet edip Vaazı bana bıraktı.

Bunu da anlatayım ben Prizeren’de iken araba ile 3,5 saat uzak olan Arnavutluk’un İşkodra kentinden 14 genç minibüsle Prizren’e derse geldiler. Ben orada iki gün kaldıktan sonra Kosova’nın başkenti Priştine’ye gittim. Orada vakıflık yapan Konyalı ilahiyat mezunu Ahmet kardeş o esnada okuma programına Türkiye gelmiş, ben 5 gün ona vekalet ettim. Oradan sonra Makedonya’nın Gostivar şehrine geldim. Orada Hatay’lı Çok faal ve çok ihlaslı bir kardeş var. Orada hemen her gün ders var. Esnaf dersi, Arnavutça ders, esnafların dükkânlarına beraber gidip ders yaptık.

Bir gün Türkçe bilen Vrapçişte köyüne taziyeye ve ders yapmaya gittik. Ondan sonra Makedonya’nın başkenti Üsküp’e gittim. Burada Üniversiteye girmek için puan kazanamayan çok öğrenciler Üsküp’e gidip puansız bir miktar para ile Üniversiteye kaydoluyorlar. Orada benim hizmet saham geniş. Bazen camilerde vaaz ederim bazen toplantılara giderim. Her gittiğimde oradaki Üniversite okuyan hanım kızlara ders yapmaya giderim, kendilerine arkadaşlarına vermek üzere de bol bol kitap veririm.

Son olarak Kosovaya dahil olamayıp 3 kasabası bulunan, yani 300.000 nüfus Sırbistanda kalıp benim doğum yerim olan Bilaç kasabasına yakın Preşova kasabasına gittim. Oradan bir imam daha önce beni Cuma vaazına davet etmişti. Ben kendisine gidemeyeceğimi bildirdim. Yalınız Cuma günü, Pazar günü hanımlara konuşacağımı cemaata söylemesini dedim. Nitekim öyle oldu 70 küsur genç hanıma bir saat ders yaptıktan sonra kendilerine bol bol kitap verdim. Böylece seyahatımızı tamamladık.

ŞİMDİ NE OLUR BU YAZIYI DA OKUMAYI İHMAL ETMEYİN

Evet, Türkiye’de dine karşı yapılan inkılaplardan sonra, Hocalar Türkiye’ye gelmeyi müsaade etmiyorlardı. Yani Müslümanlar için kanunların en müthişi Müslüman Türkün kafasına kâfirin taşıdığı şapkayı takma gibi olumsuz kanunlardır. Evet şapka hakkında Şeyhül İslam, Zembilli Ali Efendi demiş ki ” Şapkayı şakayla da başına koyan Kâfir olur. Çünkü Peygamberimiz a.s.m “Men teşebbehe bi kavmin fehüve mihüm” demiş Yani: (Bir kimse başka bir kavimden birine benzese o onlardandır) buyurmuş. Zaten İskilipli Atıf Hocanın idam edilmeye sebep olan kitabı yazması bundan başka değildir. Ağabeyler diyor ki, Üstad demiş: “Bütün çektiklerim Şapkayı zorla başına koyan kâfir olmaz dediğimden ötürüdür.”

Evet, bu sebepten ötürü 1952 den sonra Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç edenlere Hocalar müsaade etmiyorlardı. Fakat zavallı halk Yugoslavya’nın eski lideri Tito’nun Sosyalist idaresi ile Hocaları susturmasıyla ve okullardaki gençleri Natüralist ve Materyalist felsefe ile imansız bıraktığı için, yaşlıları da taklidi iman kurtaramayacağı için, Yugoslavya’da bulunan Türklerin, Türkiye ye göç etmeleri için, müracaatları sonucu, oranın lideri Mareşal Tito ile Merhum Adnan Menderesin anlaşmaları neticesinde 1952-1960 arasında iki buçuk milyon Müslüman Türkiye’ye göç etti. Değil yalınız Türkler, belki orada bulunan Arnavut, Boşnak ve Pomaklar da nüfus dairesinde ki memurlara rüşvet vererek kendilerini Türk yapıp Türkiye’ye göç etmiştiler. Türkiye’ye gelenlerde her ne kadar Türkiye’nin durumunu biliyorlardı. Ama onların İslam dinine sahip olmaları ve Türkiye’den ümitlerini kesmediklerinden ötürü Türkiye’ye göç etmiştiler.

Fakat bu fakir; evlad-ı fâtihandan olduğum halde, Türkiye de mevcut olumsuz kanunlardan ötürü o zaman gelmedim. Vaktaki burada bulunan akrabalar tarafından bize Risale-i Nur eserleri geldi karar değişti. Ağır şartlarları göze alarak, Risale-i Nur talebelerini görmeğe ve Risale-i Nurlardan biraz daha fazla eser alıp okuyup Nur davasını daha iyi tanımak için, iki defa Türkiye’ye geldikten sonra, ancak 1970 te çok az parayla, benden başka çalışanım olmadığı halde, ufak tefek eşya ile beraber sekiz nüfusu bir minibüse atarak Türkiye ye geldim. Yerleşme umuduyla, gidip iki ay Bursa da kaldım. Nasip olmadıği için orada iş bulamadığımdan ötürü İstanbul’a döndüm. İstanbul’un Küçükçekmece’nin Tepe üstü semtinde suyu yok, yolu yok, elektriği yok olan bir yerde bir gecekondu yapıp yerleştim.

O zaman Türkiye de yeteri kadar diplomalı Hoca olmadığı için, Ölen imam veya müezzin yerine başkasını tayin etmek için, müsabaka imtihanı açarlardı. Müsabakaya girenlerden kim daha iyi bilirse onu vazifeye alıyorlardı. O zaman Bakırköy Müftüsü Ali Aktürk Hoca Efendi Kardeşlerden olduğu için, beni herhangi yerde imam veya müezzin tayin etmek için, diyanet camiasında bana vazife vermeyi teklif etti. Ben ona: “Hocam gördüğün gibi, İhtiyacım çok ama o vazifeyi kabul edemem çünkü vazife yaparken muhtaç olup para ile Kur’an okuyabilmeye aldanmam ihtimali olduğu için, o vazifeyi yapamam.” Devam ederek ona: “Hocam merak etme! Allah’ın yardımı ile hiç çekinmeden ağır işleri de yapaya katlanırım.”

Ondan sonra Allah’ın yardımı ile elin işinde yalınız altı hafta çalışıp, sonra dükkân açıp kaldığım yerde nüfus az olduğu için tek meslek idare etmediği için, emekli oluncaya kadar ihtiyaca göre 5-6 çeşit mesleği kendi dükkanımda çalışarak harçlığımı çıkarıyordum ve 5 kat ev yaptım. Bir katını işte 20 senedir hanım kardeşler dershane olarak kullanırlar. Haftada 1 bazen iki gün erkek dersimiz var, dershaneyi boş bulduğumuz zaman, orada ders yaparız, eğer dersimiz kızların programlarına isabet ederse dersi kendi daireme alarak Allah’ıma çok şükür dersi aksatmadan devam ettik ve ediyoruz. Benden başka çalışanım yoktu dedim. Çünkü ben öyle bir kültür almıştım ki hanımı çalıştırmak şöyle dursun, doğduğum memlekette 1.300 m arsam vardı, tüm arsayı 2,5 metre duvarla sarmıştım. Postacı olsun polis olsun sokak kapısını çalar izin aldığından sonra avluya girebilirdi.

(Allah’ıma çok şükür o dini gayreti Allah’ım bana ihsan ettiğinden ötürü Türkiye’mizde Allaha karşı benim kadar şükürle borçlu kul olduğuna inanmıyorum. Çünkü ailemde 31 nüfus var bu güne kadar, Nur dairesinin dışında tek bir tane yok Elhamdülillah.)

Alttaki kalabalık resim Kosova da Prizren’deki dersteki kardeşler. Daha azlık olanlar Makedonya Üsküp’teki üniversite talebeleri dersi. Dört kişi olduğumuz fotoğraf ta, solumda Üsküp’teki dershanede duran Erdoğan, ortada ben ve sağımda ki beyaz takkeli Risale-i Nurları Boşnakçaya tercüme eden bu Erdoğan Kardeş, tevafukan Üskübe gelmişti. onun yanında dahi dişçilik tahsilini bitirmek üzere Gostinvarlı Ferhat kardeş.

Risale-i Nurların kemter talebesi Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com