Etiket arşivi: İslama hizmet

Hadiselerle nasıl konuşulur?

25191Risale-i Nur, 24. Mektup’ta şöyle diyor Üstad Bediüzzaman;“Nasıl ki bir mahir sanatkâr, kıymettar bir elbiseyi murassa ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı, layık olduğu bir ücrete mukabil model yaparak, kendi sanat ve maharetini göstermek için o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir.

Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o sanatkâra desin: “Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?” Aynen öyle de, Sani-i Zülcelâl, her bir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmasıyla kemâlât-ı sanatını göstermek için her bir şeye, hususan zîhayata, duygularla murassa bir vücut libasını giydirerek, üstünde kalem-i kaza ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i esmasını gösterir. Her bir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak, bir kemâl, bir lezzet, bir feyiz veriyor.

Bu dersi okuyunca anladım ki, insan bir modeldir; başımıza gelen hadiseler de, birer elbise gibidir. O elbiseyi giydiren Allah’tır. Esmaü’l Hüsna’nın tecellileri de o elbiselerin şeklidir. Mesela Allah bana, “hastalık” modelindeki elbiseyi giydirmiş. Bir başkasına “fakirlik” elbisesini, diğerine “zenginlik, mal-mülk” elbisesini, öbürüne “annelik-babalık” elbisesini, başka bir şahsa da “evlatsızlık” elbisesini giydirebilir. Bunların hepsi birer imtihandır…

Kâinat kitabını okumayı çok severim. Pek çok sorumun cevabını kâinat kitabında arar bulurum. Mesela bir arıya, sineğe, örümceğe bakıyorum; mimarların, mühendislerin sanatı verilmiş bu küçücük yaratıklara; hepsi harika işler başarıyorlar. Böylesine küçük yaratıklar, böylesine işlere sevk olurken, insan kendisini başıboş zannedemez. Çünkü insan, yeryüzüne atılmış bir paçavra değildir. İnsanları yaratan Allah, her insana bir vazife vermiştir. Başımıza gelen imtihanlar, bizi olgunlaştırır; kaderin istediği yere sevk eder…

Her şey bir şey için, bir gayeye hizmet etmek için yaratılmıştır. Bu sebepten o hadiseyi hemen yorumlamak yerine sabırla beklemek lazım… Bakalım, sonunda ne olacak? Çünkü hayatımdan biliyorum; hastalanıp da felç olunca, başta psikolojim bozulmuştu. Amma sonra Allah içime öyle bir çalışma şevki koydu ki, çalışmaktan hastalığımı unuttum. Öyle zamanlar oldu ki, neredeyse hastalandığıma sevindim. Eğer hastalanmasaydım, dedim, kim bilir şimdi nerede dolaşıyor olacaktım. Fakat Allah beni bu küçük odaya koydu, ne işin var dışarılarda; otur, tahkiki imana hizmet et, dedi. Baş üstüne Allah’ım, dedim. Yani Allah’ın bana giydirdiği elbiseden çok memnunum, böylece hayatım güzelleşiyor…

Şimdi bu gibi imtihan süreçlerinden geçen arkadaşları görünce, ister istemez içimden “maşallah” diyorum, imanlı kimseymiş.

Bu sebepten sıkıntılı ve problemli zamanlardan geçenlere diyorum ki, “Kardeşim İslam’a hizmet edene, İslamiyet’in dertlerini kendine dert edinene Allah şefaat eder, başka dertler vermez, süfli dertlerinden kurtarır. Sadece rahatını düşünenlere Üstad, ‘tenperest’ derdi. ‘Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey!’ derdi.”

Mademki her şey bir nizam içindedir; biz de o nizamın bir parçasıyız. En büyük nimet İslamiyet’tir. Onun kıymetini bilirsek, dünyamız cennet olur…

Hekimoğlu İsmail

2013-01-12
Zaman Gazetesi

Asrın en büyük ihtiyacı: Doğruluk

Şu an İslâm âleminin çözmesi gereken en önemli problem nedir? Bu problem aslında 1900’lerin başında tam da dünyanın önemli bir yol ayrımına geldiği noktada Bediüzzaman tarafından Şam Hutbesinde dile getirilmiş. İlginç bir şekilde üzerine vurgu yapılan önemli nokta doğruluk. Bu emrolunduğu gibi dosdoğru olması emrinin ardından saçları ağaran Hazret-i Muhammed’den (a.s.m.) asra ulaşan bir mesaj ve aynı ruh halinin asrın temsilcisi tarafından dile getirilmesi olsa gerek. 

“Ne olacak bu Müslümanların hali?” sorusu sıklıkla dile getirilirken akla gelen çözümler ekonomik açıdan güçlenme, nükleer silâhlar edinilmesi, güçlü İslâm orduları gibi daha makro planda ortaya konabiliyor. Oysa Bediüzzaman Şam’da tüm İslâm âlemine hitap ederken çok daha basit ve uygulanması çok kolay olan bir çözüm yolu ortaya koyuyor. Doğru olmak, yalan söylememek, güvenilir olmak… Bunun için maddî güç, ekonomik güç ve savaşmak gerekmiyor. Uygulanması çok kolay ve etkileri de çok kuşatıcı olabilecek bu yaklaşım pratik hayata en zor yansıyan durumlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. “Ne olacak Müslümanların hali?” sorusu ferdin dünyasında “Ne olacak benim halim?” mânâsına dönüştüğünde belki tüm dünyanın çözüm yolu daha kolaylaşacak.

 1994 yılında psikiyatri stajı için İngiltere’ye gitmiştik. Birlikte olduğumuz iki Hindistanlı doktor arkadaşın tebliğ cemaatı ile irtibatı vardı. Londra’da Merkez Camii’nde (Central Mosque) gideceğimiz şehre ulaşmadan önce dört gün kaldık. Bu esnada camide faaliyet gösteren tebliğ cemaati ile tanışma ve hizmet tarzlarını görme imkânı bulduk. Çoğunlukla İngiltere’de yaşayan Pakistanve Hindistan asıllı vatandaşlara yönelik bir gayret içindeydiler. Cemaatin önde gelenlerine İngiliz vatandaşlarına yönelik bir planları olup olmadığını sordum. Cevap çok ilginç ve etkileyiciydi: “İngilizlere gittiğimiz zaman ‘bizler gibi olun’ diyebilmeliyiz, bunu diyebilmek için Müslüman toplumun en azından yarısı davranış ve yaşantısında İslâma ve Kur’ân ahlâkına örnek olmalı. Oysa şu anki Müslüman topluluk bu halden çok uzak. O yüzden öncelikle Müslümanlara yönelik çalışıyoruz.”

 Bu aslında bütün dünya açısından üzerine odaklanmamız gereken noktayı da ortaya koyan bir yaklaşım. Şu an İslâm âleminin en büyük ihtiyacı İslâm ahlâkı ile ahlâklanmak olmalı. Bunun da merkezini sırat-ı müstakim ve emrolunduğu gibi dosdoğru olmak teşkil ediyor. Bu sonucun elde edilmesi için ne para, ne siyasî ve ekonomik güç ne de silâh ihtiyacı var. Kendini ila-yı kelimetullah ve İslâm dâvâsının yükselmesi konusuna adayan herkesin bu noktaya ağırlık vermesi durumunda doğacak sonuç ise para, siyaset ve silâhla elde edileceklerden çok daha fazla ve çok daha etkili olacak. Aslında o kadar basit ki, bir Müslümanın İslâma en büyük hizmeti doğru, sözünde duran ve ticaretinden emin olunan bir insan olmak. Müslümanın maddî güç elde etmesi gereği ve bu şekilde İslâm dünyasının güçleneceği tezinden hareketle yapılan ahlâkî ve ticarî yanlışların İslâm anlayışına ve Müslüman imajına ne kadar derin ve tedavisi güç yaralar açtığı ortada.

 Asr-ı Saadetin en büyük farklılığı belki de bu. O dönemin anlayışı ve Müslüman algısı her Müslümanın potansiyel doğruluğuna işaret ediyor olmalıydı. Müslüman kavramının doğruluğa işaret etmemesi bile çok acı bir halken yalancılıkla ve güvensizliğin alâmeti olarak algılanması nasıl kabullenilebilir. “Sakallı ile, hacı-hoca ile iş yapmayacaksın” türünden sözlerin söylenmesine zemin hazırlayan uygulamalar hangi toprakların elde edilmesi, hangi ekonomik güç ve hangi nükleer silahla düzeltilebilir?

 Artık gideceğimiz yönü ve hedeflerimizi doğru belirlemenin zamanı geldi. Duyguların hakim olacağı önümüzdeki asırda en çok ihtiyaç duyulacak güven duygusu doğruluğun üretileceği zemin İslâm coğrafyası olmalı. Bunun da başlangıcı her ferdin kendi hayatında ciddî bir adım ile kıldığı namazların her rekatında dile getirdiği sırat-ı müstakim mânâsını yaşamak duâsı ve ciddî gayreti olmalı. “Ben İslâma hizmet etmek istiyorum, ne yapmalıyım?” diyen birine ve kendime şunları söylemeliyim diye düşünüyorum:

 1- Kesinlikle ve hiçbir şekilde yalan söyleme.

 2- Verdiğin sözü yerine getirmek hayatının en önemli maksadı olsun.

 3- Borcunu zamanında öde ve alacaklıyı istemek zorunda bırakma.

 4- Duyguların ve davranışların örtüşsün. Basit hedefler için tebessümün safiyetini içtenliğini heba etme.

 5- Her işinde samimiyet ve ihlâs esas olsun.

 6- Bunları sağlayamadığın durumda Müslüman kimliği ile ortaya çıkma.

 15.01.2007

 Dr. Hakan YALMAN