Etiket arşivi: İslamiyette İnsan Hakları

İslam’ın İnsana Verdiği Temel Haklar

İslam`da insan haklarına verilen değeri anlayabilmek için, dünyanın İslam`dan önceki durumuna kısaca bir göz atmak faydalı olacaktır. Şöyle ki:
1. Dünya yüzündeki bütün devletler, monarşi ile idare edilmekteydi. Başta bulunan kral, hükümdar veya imparator, idare ettiği halk üzerinde tam bir yetki sahibiydi. İstediğini asar, dilediğini sürer, kimseye karşı yaptıklarından hesap vermek zorunda kalmazdı.
2. İnsanlar sınıflara ayrılmıştı. Hükümdarın yakın çevresi, akraba ve hısımları (asilzadeler) imtiyazlı bir sınıftı. Bunun yanı sıra horlanan, hakları çiğnenen geniş bir halk kitlesi de, ayrı bir sınıfı meydana getirirdi. Sınıflar arasında derin uçurumlar vardı.
3. Kölelik en vahşi bir şekilde uygulanıyordu. İnsan haysiyeti, ayaklar altına alınmıştı.
4. İnsanlar ırk ve renklerine göre farklı muamelelere maruz kalır, soy-sop üstünlüğü, yegane üstünlük ölçüsü kabul edilirdi. İnsanlar akıl, bilgi, kabiliyet, ahlak ve faziletlerine göre değerlendirilmezdi.
5. Temel hak ve hürriyetlerin hiçbiri yoktu. Din ve vicdan hürriyeti, mülkiyet hakkı, mesken edinme hürriyeti, fikir hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetlerin hiçbirisi, sıradan bir vatandaş için söz konusu değildi. İnsanlar inanç ve fikirlerinden dolayı olmadık zulüm ve eziyetlere maruz bırakılır, vicdanlar baskı altında tutulurdu.
6. Hukukun temel prensipleri ayaklar altındaydı. Hukukta eşitlik, kanun hakimiyeti, cezaların şahsiliği ve kanuniliği gibi temel hukuki mefhumların hayal edilmesi bile imkansızdı. Bağımsız ve tarafsız bir yargıdan söz edilemezdi. Şahsi arzu ve emirler kanun yerine geçer, aynı suçu işleyen farklı sınıflara mensup kişilere farklı cezalar uygulanırdı.İşte dünya böylesine karanlık bir tablo içinde iken, İslam dini gelmiş ve insanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştirmiştir.
İnsaflı bir gözle incelenirse, gerek Kur`an-ı Kerim`de, gerekse Hz. Peygamber`in sünnetinde, Batı dünyasında neşredilen insan hakları beyannamelerinden asırlar önce, günümüzde ulaşılan en nihai insani hedeflerin tespit edilmiş olduğu görülecektir.
Nitekim, Hz. Peygamber`in (asm) Veda Haccı esnasında yaptığı konuşmanın (Veda Hutbesi) insan hakları açısından taşıdığı esaslar, bunun en açık misalidir.

Bu hutbe, M. 632 yılında 100.000`den fazla Müslüman’ın karşısında okunmuştur. Yani, İnsan hakları ile ilgili ilk yazılı metin kabul edilen 1789 İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesinden 1157 yıl önce…
İslam`ın insan haklarına getirdiği yeni esasların, Batı`daki insan hakları mücadelesi üzerinde de büyük tesiri olmuştur.
İnsan, diğer yaratıklardan farklı bir değere sahiptir. Bu kıymet, Allah`a iman ve O`nun emirlerine uymakla daha da artar. Bu sayede insan, kainatın en şerefli bir misafiri olur. İnsan, insanlık değerini, doğumu ile, hatta, ana rahminde teşekküle başlaması ile birlikte kazanır ve hayatı boyunca taşır.

İnsan olmaktan gelen değerlilik, herkesi kuşatmıştır. Kadın, erkek, büyük-küçük, siyah-beyaz, zayıf-kuvvetli, fakir-zengin hangi din ve milletten, ırk ve renkten olursa olsun, bu şefkat gölgesi hepsini içine almıştır.

Bu suretle İslam dini, her ferdin kanını kanunsuz olarak dökülmekten, ırzını çiğnenmekten, malını gasp edilmekten, meskenini tecavüzden, nesebini bozulmaktan, vicdanını baskıdan korumuştur. İnsanlık şeref ve haysiyetini, gerçek bir teminat altına almıştır.

İslam`ın insanlığa getirdiği temel hak ve hürriyetler şunlardır:
1. İslam, ırk ve renk ayırımına son vermiştir.

Bütün insanlar Hz. Adem`den gelmiştir. İnsanın ırkını ve rengini kendi seçmesi mümkün değildir. Bu, tamamen Allah`ın takdiri iledir. İnsanları böyle bir konuda farklı görmek, bazı ırk ve renkleri kınayıp bazılarını üstün kabul etmek, İslam açısından olduğu kadar, insani açıdan da son derece yanlış ve zararlıdır.

Yüce Allah Kur`an-ı Kerim`de insanları bir erkek ile bir dişiden yarattığını, sonra sayıları çoğalınca birbirleriyle kolayca tanışıp yardımlaşsınlar, ünsiyet ve ülfet etsinler diye onları kavim ve kabilelere, ırk ve milletlere ayırdığını beyan eder. (el-Hucurat, 13)
Görüldüğü gibi, insanların ayrı ırk ve renkten oluşu, birbirlerine üstünlük için değil, tanışıp yardımlaşmaları içindir.
İslam`ın bu anlayışına ışık tutacak bir hadise şöyledir:
Ashaptan Ebu Zerr hazretleri Bilal-i Habeşi`ye bir gün kızmış ve ona: “Siyah kadının oğlu” diye hakaret etmişti. Annesinin renginin siyahlığından dolayı onu ayıplamıştı. Durum Hz. Peygamber`e (sav) haber verilince Peygamberimiz son derece kızmış ve Ebu Zerr`e şunları söylemişti:
— Ey Ebu Zerr!.. Sen Bilal`i, annesinin renginden dolayı ayıplamışsın öyle mi? Demek ki sen halâ cahiliye zihniyeti taşıyorsun!..”
Bir anlık öfke ile ağzından çıkan ve kendisinin de istemediği bu sözden dolayı Ebu Zerr hazretleri çok üzüldü, pişman oldu. Ağlamaya başladı ve kendini yere atarak yüzünü toprağa yapıştırdı ve şöyle dedi:
— Bilal ayağı ile yanağıma basıp çiğnemedikçe, vallahi yüzümü yerden kaldırmayacağım..” Bilal-i Habeşi`den tekrar tekrar özür diledi.
2. İslamiyet soy-sop üstünlüğüne ve bununla övünmeye de son vermiştir.

Ashab-ı Kiram`ın bulunduğu bir mecliste, Sa`d bin Ebi Vakkas, sahabenin ileri gelenlerinden bazılarına neseplerini (soylarını) saymalarını teklif etti. Kendisi de bu arada kendi soyunu baştan sona sıraladı. Topluluğun içinde İran asıllı Selman-ı Farisi de vardı. Onun, Kureyş ileri gelenleri gibi övünebileceği meşhur bir nesebi yoktu. Soyunu teferruatlı olarak da bilmiyordu.
Hz. Sa`d, ona da nesebini saymasını teklif edince, O, bu teklifi son derece yadırgamış ve cevaben şöyle demişti: “Ben İslamoğlu Selman`ım.. Nesebimi sizin gibi bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, o da Allah`ın beni İslam ile şereflendirdiğidir…”
Sa`d`ın lüzumsuz, aynı zamanda cahiliyet devri zihniyetini andıran bu nesep sayma teklifinden Hz. Ömer de rahatsız olmuştu. Selman`ın bu manidar cevabı o kadar hoşuna gitti ki, “Ben de İslam oğlu Ömer`im” diyerek Hz. Selman`ın cevabına nazire yaptı.
Hadiseyi Hz. Peygamber (sav) duyunca, o da Selman`ın cevabını çok beğenmiş, “Selman bendendir, benim ailem (ehl-i beytim)dendir..” buyurmuştur.Hz. Peygamber, ayrıca Kureyş`in en soylu ailelerinin kızlarını, azatlı kölelerden olan bazı sahabilerle nikahlayarak soy-sop üstünlüğüne dayanan cahiliye zihniyetini yıkmıştır.
3. İslamiyet, halka idarecilerini kontrol ve denetleme hakkı getirmiştir.
Devlet idaresinde keyfi tasarruflara, zulümlere, haksızlık ve kanunsuzluklara son vermeyi hedeflemiştir.
Hz. Ebu Bekir halife seçildiği zaman, halka yaptığı konuşmasında bu hususu şöyle dile getirmiştir:
“Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde, başınıza idareci seçildim. Vazifemi İslam`a uygun şekilde yaparsam, bana itaat edin. Doğru yoldan saparsam beni ikaz edin.”
Hz. Ömer de halifeliği sırasında bir gün camide Müslümanlara: “Ben doğru yoldan ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sormuştu. Onlar: “Seni kılıçlarımızla doğrulturuz..” cevabını verdiler. Hz. Ömer bundan son derece memnun kalmıştı.
4. Fikir ve vicdan hürriyeti.
Fikir ve vicdan hürriyeti, insanın hayat hakkından sonra gelen en mühim hakkıdır. Kişinin bu hakkını tanımamak, onu öz benliğinden sıyırıp hayvanların seviyesine indirmek demektir. Bu sebeple İslam, fikir ve vicdanların baskı altında tutulmasına kesinlikle izin vermemiştir. “Dinde zorlama yoktur” prensibiyle İslam, inanç esaslarını kimseye zorla kabul ettirmeyi doğru bulmamıştır.
5. İslamiyet, kölelik müessesesine de büyük bir titizlikle eğilmiş, onu hukuki bir statüye kavuşturmuştur.
İslam Dini geldiği sıralarda bütün dünyada kölelik, en vahşi ve insanlık dışı tatbikatıyla hüküm sürmekteydi. İslamiyet’in bütün dünyada yaygın olan bu müesseseyi, tamamıyla ortadan kaldırması elbette beklenemezdi. Bu sebeple O, köleliği temelden ve bir anda ilga yoluna gitmemiş, fakat bu müesseseyi büyük bir ıslahata tabi tutarak, ona en insani ve en medeni şekli vermiştir. Ayrıca kölelikten hürriyete geçiş yollarını artırıp kolaylaştırarak, köleliğin dolaylı olarak ortadan kalkmasını sağlayacak formüller koymuştur.
6. Mülkiyet Hürriyeti.
Allah`ın insana verdiği çeşitli duygular arasında mal sevgisi, mülk edinme arzusu da vardır. Kur`an-ı Kerim`de bu husus açıkça belirtilmiştir.
İslam, ferde mülkiyet hakkı tanımış, ona, bu duygusunu meşru şekilde tatmin etmesi için zemin hazırlamıştır. İslam`ın tanıdığı mülkiyet hakkına, sahibinin izni olmadan hiçbir şekilde müdahale edilemez.
7. Hukukta Eşitlik.
İslamiyet bütün insanları hukuk önünde bir tarağın dişleri gibi eşit kabul etmiştir. Şahısların içtimai durumuna, soyuna göre imtiyazlı muamele yapılmasına müsaade etmemiştir.
İslam`da kanun hakimiyeti ve hukukun üstünlüğü esastır. Bir devlet reisi ile halktan biri kanun karşısında eşit muamele görür. Suçlu olan, devlet reisi bile olsa, mutlaka cezasını görür.
Fatih Sultan Mehmet’in bir Rum mimarı ile, Hz. Ali`nin bir Yahudi ile, Selahaddin-i Eyyubi`nin bir Ermeni ile hakim huzuruna çıkmaları bunun en çarpıcı örnekleridir.Mekke`nin fethi günü Mahzum kabilesinin soylu ailelerinden bir kadın hırsızlık yapmış, suçüstü yakalanmıştı. Cezalandırılması gerekiyordu. Fakat soylu bir aileye mensup olduğu için, ailenin şerefinin lekelenmesinden korkuluyor, bu yüzden kadının cezadan affedilmesi isteniyordu. Fakat bunu nasıl sağlayacaklardı? Hz. Peygamber`e bunu nasıl söyleyeceklerdi. Nihayet, Peygamberimizin çok sevdiği Üsame bin Zeyd`i O`na elçi olarak göndermeye karar verdiler. Üsame, Hz. Peygamber`in huzuruna çıkarak durumu anlattı. Ondan suçlu kadını affetmesini istedi. Hz. Peygamber (sav) bu teklife çok kızdı. Derhal dışarı çıkarak şu tarihi konuşmayı yaptı:
“Ey müslümanlar, sizden evvelki milletlerin yıkılıp helak olmalarının, tarihten silinip gitmelerinin sebebi nedir, biliyor musunuz? Onlar; ileri gelenlerden biri suç işlediğinde ona ceza vermezlerdi. Halktan biri suç işlediğinde ise, cezanın tatbiki için adeta can atarlardı. Bu zulüm onların yıkılıp gitmelerine sebep oldu. Yemin ederim ki, suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, onu cezalandırmakta hiç tereddüt etmezdim.”
Bunun üzerine ceza hemen uygulandı.

Hz. Ebu Bekir`in, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasındaki şu cümleler de, bu noktadan dikkat çekicidir:
“İçinizden zayıf olanlar, haklarını alıncaya kadar benim nazarımda en kuvvetlidir; Kuvvetliler de ben onlardan başkalarının haklarını alıncaya kadar, benim yanımda en zayıftırlar.”
8. Cezaların Şahsiliği ve Kanuniliği.

İslam`da kanunsuz ceza olmaz ve ayrıca suç işleyenin yerine başka birinin cezalandırılması da söz konusu değildir.
Cezaların şahsiliği prensibi, En`am suresinde şöyle ifade edilmiştir: “Herkesin kazandığı, ancak boynunadır. Kimse, başkasının (günah) yükünü taşımaz..” (Ayet: 164)
9. Mahkemelerin Bağımsızlık ve Tarafsızlığı.
İslam`da adalet müessesesi olan mahkemeler, her türlü dış baskıdan, şahsi kin ve garazlardan, keyfi tasarruflardan uzak tutulmuş, hakimlerin tarafsızlıklarını kaybetmelerine müsaade edilmemiştir. İslam mahkemelerinde devlet reisleri sıradan vatandaşlarla birlikte hakim önüne çıkmışlar, suçlu görüldükleri takdirde de cezalandırılmışlardır.
10. Mesken masuniyeti ve hususi hayatın dokunulmazlığı.
İslam`da şahsın hususi hayatına karışmaya, meskenine izinsiz girmeye kimsenin hakkı yoktur. İnsanların gizli hallerini araştırmak, İslam`da yasaktır.
11. Seyahat Hürriyeti.
İslam`da seyahatin ibret almaya ve sıhhat bulmaya sebep olduğu kabul edilir. Bu sebeple seyahat yapılması teşvik edilmiştir.
12. Yaşama hakkı, can, mal ve namusların tecavüzden korunma teminatı.
Bu husus, Veda Hutbesinde Allah Resulü tarafından en güzel bir şekilde ortaya konulmuştur:
“İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, can, mal ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.”
13. Sosyal Güvenlik.
İslam dini insanın, yaşlılık, hastalık, felaket ve kazalar karşısında mağdur ve perişan olmaması için, onu himaye etmiş, getirdiği sosyal güvenlik tedbirleri ile muhtaçların geleceğini teminat altına almıştır. İslamiyet, her şeyden önce insanları çalışmaya sevk ederek mali bakımdan kendilerini güvenceye almalarını teşvik etmiştir. Ayrıca getirdiği çeşitli tedbirlerle onlara aile içinde, komşu ve akraba muhitinde, ayrı bir güvenlik sağlamıştır. Bütün bu güvenlik tedbirleri yetersiz kaldığı yerlerde de devlet bizzat ferdin güvenliğini teminat altına almıştır. Zekat müessesesi ve vakıflar en mükemmel sosyal güvenlik kurumlarıdır.
14. Çalışma hürriyeti, ücret adaleti ve eşitliği.
İslam`da çalışma, emek sarf etme büyük bir değer ve teşvik görmüştür. Dilenmek, başkasına yük olmak, hoş karşılanmamıştır. Hatta ailesinin nafakasını helal yoldan temin etmek için çalışmak, farzları yerine getirmek şartıyla ibadet bile kabul edilmiştir. “İnsan, ancak çalıştığının karşılığını alır” ayet-i kerimesi de, İslam`ın emek ve çalışmaya verdiği ehemmiyeti gösterir…
Çalışma hürriyetini — meşru kazanç yolundan olmak şartıyla — tam bir teminat altına alan İslam, işçi ile işveren arasındaki münasebetleri de en güzel şekilde tanzim etmiştir.
“İşçinin ücretini, alın teri kurumadan ödeyin” prensibi, işçinin hakkını en mükemmel şekilde teminat altına almıştır.
İşçi de kendine tevdi edilen işi, eksiksiz, kusursuz yapmaya çalışacak, aldığı ücreti hak etmeyi prensip edinecektir.
15. Çocukların Himayesi.
İslamiyet, doğumundan itibaren çocuklara sahip çıkmış, onların beslenme ve giyim masrafları için anne-babaya çeşitli yardımlar yapılmış, bu iş için hazineden ödenekler ayrılmıştır. Bugün çocuk parası adı altında bütün zengin devletlerde bu yardım yapılmaktadır. Resulullah Efendimiz, harpte kadınların ve bilhassa çocukların öldürülmemesini, İslam ordusuna ısrarla tenbih etmiştir.
16. Temel Eğitim Mecburi ve Parasızdır.
“İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslüman üzerine farzdır.” hadis-i şerifi, temel eğitim mecburiyetini getirmektedir. İslam`da temel eğitim müfredatı titizlikle hazırlanmıştır.
Temel eğitimin içine dini, ahlaki, edebi bilgilerin öğretilmesi yanında, mesleki eğitim de girmektedir. İslamiyet, dini bilgilerle birlikte çocuğun meslek sahibi kılınmasını da zaruri görmektedir.
Mehmet Çınarlı
Zafer Dergisi

Veda Hutbesi

Bismillâhirrâhmânirrahîm

“Ey insanlar!

“Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

“İnsanlar!

“Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir; her türlü tecâvüzden korunmuştur.

“Ashabım!

“Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

“Ashabım!

“Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib`in oğlu (amcam) Abbas`ın faizidir. Lâkin anaparanız size âittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.

“Ashabım!

“Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı, Abdülmuttalib`in torunu İyas bin Rabia`nın kan dâvâsıdır.

“Ey insanlar!

“Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapılmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.

“Ey insanlar!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah`tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah`ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah`ın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah, size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

“Ey mü`minler!

Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah`ın kitabı Kur`ânı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir.

“Mü`minler!

“Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da, malı da helâl olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

“Ey insanlar

“Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona âittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına âit soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisâba kalkan köle, Allah`ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğrasın. Cenâb-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şehâdetlerini kabul eder.

“Ey insanlar!

“Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem`in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah`tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır.

Âzâsı kesik siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah`ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.

“Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.

“Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah`a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah`ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.

“İnsanlar Lâ ilâhe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah`a âittir.

“İnsanlar!

“Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

“Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler:

“Allah`ın elçiliğini ifâ ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şehâdet ederiz.”

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şehâdet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:

Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab! Şahid ol, yâ Rab!

Video: