Etiket arşivi: İsraf

Gel de İsraf Et!

Bizler öyle bir zamana denk gelmişiz ki, kulağımıza sürekli fısıldanıyor “tüketirsen mutlu olursun, sahip olursan değerlisin…” Zira kurulu düzenin varlığını devam ettirebilmesi için bizim sürekli tüketmemiz gerekiyor. Kullanıp atmamız, eskimeden değiştirmemiz, moda-marka peşinde koşmamız, ihtiyacımız olmayan şeylerle donanmamız… Aslına bakarsanız bizden istenen şey açık: sürekli “israf” etmemiz…

İsraf toplumda öylesine normalleşmiş ki, israf ettiğimizin farkına bile varmıyoruz. Hele yeni yetişen nesiller için israf neredeyse bir yaşam biçimi. İktisat, tasarruf, kanaat, yazık etmemek gibi kavramlar belki de hayatlarına hiç girmemiş.

Geçmiş yıllarda üniversite yurdunda çalışmış bir arkadaşım vardı. Bir gün bu konuyla ilgili konuşurken, anlattıkları karşısında dehşete düşmüştük. Mesela makarna pişiriyor kız öğrenci, paketin yarısını pişiriyor, kalanını çöpe atıyor. Diğer birisi paketteki sabunların üçünü kullanmış, ikisini hiç kullanmadan çöpe atmış. Pişirilmiş yemekler zaten o gün yeneceği kadar yenilip, kalanı çöpte. Elektrik, su, kâğıt israfının haddi hesabı yok…

Belki de bu gençler ve akranları, israfın yanına bile yanaşmayan dedelerimizi, ninelerimizi hiç tanımadılar. Onlarla hemhal olup, güzel davranışları da devşiremediler hayatlarına. Ben çocukluğumdan hatırlarım anneannemin, babaannemin neslinin ellerine geçen hiçbir şeyi ziyan etmediğini, edemediğini. Çok az şey çöpe gider, her şey değerlendirilir, yerini bulurdu. Bu gençler belli ki ailelerinde görmediler, bilmiyorlar. Üstelik her şeye kolayca sahip oluyorlar, bedelini ödemiyorlar ki, kıymetini bilip değer versinler, israf etmesinler.

Peki ya bizler… Kendimizi kurtarabiliyor muyuz israf çarkından?

Evet diyemiyorum maalesef. Şahit olduğum bir vakıadan gireyim söze. Hayırlı bir işe vesile olsun diye kahvaltı düzenlenmişti ve katılanlar o muhitin muhafazakâr sivil toplum kuruluşları, dernek, vakıf mensuplarıydı. Açık büfeydi kahvaltı. Şaşırmadığım üzere herkes tabaklarını yiyebileceğinin ötesinde doldurdu. Yine şaşırmadığım üzere o tabaklardaki yiyecekler bitirilemedi. Beni şaşırtan, onca nimetin çöpe gideceği biline biline, tabakların dolu bırakılıp gidilmesi olmuştu. Maalesef salondakilerden çok küçük bir kısmı tabağında kalan parçaları peçetelere sarıp yanına alarak çöpe gitmekten kurtarmıştı. Toplumda örnek olarak benimsenen ve hayır için orada bulunan farklı gruplardan insanlar, arkalarında bıraktıkları israf resminin farkında olmadan çıkıp gittiler. Bir hayır toplantısıydı, katılanlar hayırlı insanlardı ama ortaya çıkan hayırsızlığın farkına varan pek azdı.

İsraf bizi sarmış. Vahim olan bunun farkında olmayışımız. Vahim olan yanlış olanın normalleşmesi, hayat tarzı haline gelmesi. Ekranlardan öyle görüyoruz diye, etrafımızdakiler öyle yapıyor diye, elalem ne der diye, her şey bol diye, kolay elde ediyoruz diye, nebevi yaşam tarzından uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz.

Kâinatta israf yok. Elbetteki Efendimizin (sav) hayatında da.

Konuyla ilgili olarak Hz. Ömer’den (ra.) rivayet edilen bir misal, bu çağın insanı olarak oldukça düşündürdü beni. Hz. Ömer, oğlu Abdullah’ı bir gün et yerken görmüş ve: “Hayrola et mi yiyorsun?” diye sormuş. Oğlu: “Evet canım çekmişti de…” deyince Hz. Ömer ona: “Sen öyle canının her çektiğini alıp yiyorsun öyle mi? Bilmez misin ki, Efendimiz (sav) “İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır” buyurmuştu, demiş.

Bugün canımızın çektiklerinin peşinde koşup durmuyor muyuz? İster yiyecek olsun, ister giyecek olsun, ister eşya olsun… İhtiyacımız olduğu için değil, canımız çektiği için peşinde değil miyiz çoğu zaman?

Ve bugün sıklıkla düştüğümüz bir hata da, çok ve ucuz olanın kolayca harcanabileceği (israf edilebileceği) yanılgısı.

Mesela bir et yemeğini dikkatlice muhafaza ediyoruz, ziyan etmiyoruz da, örneğin artan salatayı düşünmeden çöpe döküveriyoruz. Ete ödediğimiz bedeli ödemedik çünkü, altı üstü bir salataydı. Değeri birkaç sebzeye ödediğimiz cüzi para kadardı. Yani değerini, ödediğimiz bedel üzerinden biz biçiyoruz. Ucuzsa fazla düşünme, israf et; pahalıysa koru, tasarruf et! Bir şey bol mu, ucuz mu? Ne gerek var düşünmeye, “kullan at” öyleyse!..

Oysa öyle mi der Efendimiz (sav), yol göstericimiz? O (sav), bir gün sahabelerinden Sa’d’a (ra) uğramıştı. Sa’d (ra) bu esnada abdest alıyordu. Efendimiz (sav), (onun suyu aşırı kullandığını görünce); “Bu israf nedir?” diye sordu. Sa’d de, “Abdestte de israf olur mu?” dediğinde Hz. Peygamber (sav) de: “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile…” şeklinde cevap verdi.

Ne büyük bir ders, ne kapsamlı bir tavsiye… Bu tavsiye sanırım en çok da bize, tüketim çağında kendini kaybetmiş ümmete… Diyor ki, her şeyin bol, kolay elde edilebilir, ucuz olduğu bir zamanda yaşıyor olabilirsin ama dikkatli ol, düşün, hassas davran, “sınırsız” ve “bedava” bir kaynağı kullanıyor olsan bile “israf etme”!..

Bir arkadaşım, babasının bahçesinden gönderdiği sebze meyveleri gözü gibi koruduğunu, oysa pazardan aldıklarına aynı hassasiyeti gösteremediğini söylemişti. “Çünkü babamın ne emeklerle onları yetiştirdiğini biliyorum, kıyamıyorum onları yazık etmeye. Satın aldıklarımızda maalesef öyle hassas olamıyoruz.” itirafında bulunmuştu.

Gerçekten de öyle. İnsan değer verdiğini koruyor, israf edemiyor.

Peki, bize Rabbimizden bize gelen hangi nimet değerli değil ki? Parasını verip kolayca alabiliyor olmamız nimete bakışımızı basitleştirmeli mi? Nimet cihetinde bakınca, hangi nimet diğerinden aşağı ki?

Biz hepsine ayrı ayrı muhtacız, hepsi için de Rabbimize minnet etmeliyiz…

Hâsılı kelam israf ettiğimizde şükre zıt hareket ediyor, Rabbimizin nimetlerini hafife almış oluyor ve zarara düşmekten kurtulamıyoruz.

Cenabı Hak, nimetlerinin kadrini kıymetini bilen, hangi nimet olursa olsun “O’ndan geldiği için” hürmet gösterip, israf etmekten hassasiyetle çekinen ve bunu bir hayat tarzı haline getiren kullarından eylesin…

Mükerrem Cahide Saraoğlu

zaferdergisi.com.tr

İsraftan Sakınmak

Ferdi ve içtimaî sıkıntılarımızın en önemli sebeplerinden biri de israftır. Maalesef hayatın her alanında büyük bir israf söz konusudur. Fen ve teknik sahadaki hızlı gelişmeler giderleri artırmakta ve bunun sonucu olarak da israf daha da artmaktadır. Zaruri olamayan bir çok ihtiyaç, asrımızda zaruri ihtiyaç haline gelmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şu veciz sözleriyle şöyle ifade eder:

Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç, fakir etmiştir. Sa’y-i helâl, masrafa etmemiştir kifayet.

Onda hile, harama beşeri sevk etmiştir. Ahlâkın esasını şu noktadan bozmuştur. Cemaate hem nev’e vermiştir servet, haşmet.

Ferdi, şahsı ahlâksız, hem fakir eylemiştir.”1

İnsanlar gelirlerine göre harcama yapmamakta ve bunun neticesi olarak da bir çok insan maddi sıkıntı içinde kıvramaktadırlar. Borçlanma, israf kapısının açılmasına sebep olacağından dolayı kişi, ödemekte zorlanacağı borçtan son derece sakınmalıdır. Muaz bin Cebel’den (r.a) rivayet edildiğine göre Resulullah Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuşlardır: “Borç dindarlığın bir lekesidir.”

Ayrıca insanların bir kısmı sefalet içinde yaşarken, diğer taraftan ekmekler çöpe atılmakta ve bir çok nimet israf edilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav.)

“Ekmeğe saygılı olun.”2

buyurmuştur. Hadiste ifade edilen ekmek kelimesi mutlak olarak ekmek olabileceği gibi, genel anlamda da bütün rızklara işaret etmektedir. Kâmil bir mümin kendisine verilen nimetleri Cenab- Hakk’ın bir ikramı olarak görmeli, ona karşı saygılı olmalı ve israftan kaçınmalıdır.

Ferdi ve içtimaî hayatta böyle olduğu gibi, devlet dairelerinde de durum bundan pek farksızdır. Kendi şahsi menfaatlerinden başka bir düşüncesi olmayan, milletine ve devletine hıyanet eden bazı bedbahtlar, hamiyetperverlik kisvesi altında şahsi menfaatlerini umumun zararında ararlar, fırsat bulduklarında da devletin mallarını israf ederler.

Devlet malı en büyük emanetlerden biridir. Bu bakımdan, devlet idaresinde bulunanların, son derece dikkatli olması ve kamuya ait malları israf etmekten sakınmaları gerekir. Aksi halde bunun hesabı çok çetin olacaktır.

Evet, kâmil bir mümin, her zaman ifrat ve tefritten uzak durmalı, ömrünü istikamet dairesinde geçirmeli, sünnete uygun yaşamalı, yemesinde ve konuşmasında hep ölçülü olmalı ve israftan son derece sakınmalıdır. “Yiyin, için; fakat israf etmeyin.”3 âyeti de bunu emretmektedir.

Evet, hangi müsrif ile görüşsen şekvalar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da, yine dili şekva edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen; şükür işiteceksin.”4

Şunu da unutmayalım ki, en büyük israf zaman israfıdır. İnsanın dünya ve ahiret saadeti zamanın kıymetini bilip, iyi değerlendirmesine bağlıdır. Zaman, geçici dünya zevklerine değil, ebedî saadetin kazanılması için kullanılmalıdır. İnsanın bu fanî dünyada ebedî saadete mazhar olması, kısa ömrünü çok iyi değerlendirmesiyle mümkündür.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle;

“Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdut, ömrünün günleri ma’dud ve her şeyin fânidir. Öyle ise, şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarfetme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarfet ki, bâki kalsın.” 5

Mısır’da selef-i salihinden bir zat, zamanın yerinde sarf edilmesinin lüzumunu şöyle nazara veriyor: ‘Ben Cenab-ı Hakk’ın “Asr” suresinde zamana yemin etmesinin hikmetini anlamıyordum. “Acaba Hak Teâla yanında zamanın ne gibi değeri var ki, bu sure-i şerifte onun şanına yemin ediyor.” diye düşünüyordum. Bir gün çarşıda dolaşırken buz satan bir zata rastladım. Büyük bir telaş ve heyecanla ‘Buz alın.’ ‘Buz alın.’ Harareti söndürür. ‘Buz alın!’ diye bağırıyordu. Adamın yanına yaklaşarak : ‘Niçin böyle bağırıp milleti rahatsız ediyorsun. İşte malın ortada, herkes görüyor, ihtiyacı olan alır.” dedim. Adam da bana dönerek şöyle dedi: ‘Anlamıyorsun ki, o buz benim sermayem, durmuyor, eriyip yok oluyor, onu nakde çevirmeye çalışıyorum. Telaşım ve feryadım bunun içindir.’

İşte ben, Cenab-ı Hakk’ın zamana yemin etmesindeki hikmeti ve zamanlarını boş yere tüketenlerin hüsran ve zararlarının ne kadar büyük olacağını o buz satan adamdan öğrendim.”

Evet, zaman insanın en büyük sermayesidir. İnsan vaktini çok iyi değerlendirmelidir. Zira kaybolan vakit bir daha asla geri gelmez. Çünkü ‘vakit, nakittir’ ve her şeyden daha azizdir. Zaman, insanın dünyevi ve uhrevi saadetini kazanması için verilmiş en büyük bir sermayedir. Zamanının kıymetini çok iyi bilip layıkıyla değerlendirenler, bazen olur ki, bir dakikada bin altın kazanabilirler ama, milyonlarca altın ile o bir dakikayı geri getiremezler.

Gerek zamanını, gerekse servetini israf edenler, sefalete düşerler, maddî ve manevî saadeti kaybederler. İktisat ve kanaat, refah ve huzurun, israf ise iflasın anasıdır. İsraf büyük bir hastalıktır ki, sefaleti netice verir. Ferdi ve içtimai hayatın en büyük düşmanı sefahat ve israftır.

Tarihin şahadetiyle sabittir ki, düşmana mağlup olmuş nice milletler daha sonra güçlenerek istiklallerini elde edebilmiş ve düşmanlarına galip gelebilmişlerdir. Fakat, ahlâksızlığa ve sefahate düşmüş olan bir milletin kendini toparlaması ve güçlenmesi mümkün olmamıştır, olamaz da. Sefahat, Roma, Endülüs ve Pers gibi nice güçlü devletleri tarih sahnesinden silmiştir.

Evet kıymetli hayatını bad-ı heva, işret ve sefahat ile geçiren kişi, zelil olarak yaşamaya mecbur olduğu gibi, kendisine verilen harika emanetlere de en büyük hıyanet etmiş olur.

Emanet, koruması için birisine bırakılan maddî ve manevî servet demektir. Emin olmak manasına da gelir. Emanet, semavat, arz ve dağların dayanamayacakları derecede ağır, edası zor ve mesuliyeti büyük bir yüktür. Bir ayette mealen şöyle buyrulur:

“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik de onlar onu (emaneti yerine getiremeyecekleri korkusuyla) yüklenmekten çekindiler ve bundan endişeye düştüler. Fakat onu (emaneti) insan yüklendi. Böylece o, (nefsine) çok zulmetti ve (akıbetinden) çok cahil oldu.”6

Evet, verilen her nimetin hesabı sorulacağı gibi, zamanın da hesabı sorulacaktır. Nitekim sevgili Peygamberimiz (sav.) bu hakikati bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade buyurmuştur:

“Kıyamet günü insanoğlu, ömrünü nasıl geçirdiğinden, yaptığı işleri ne niyet ile yaptığından, malını nereden nasıl kazanıp ve nerede harcadığından, sıhhatini nerede ve nasıl değerlendirdiğinden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz.”

Başka bir hadislerinde ise şöyle buyururlar:

“İki nimet vardır ki, insanlar onlarda yanılmıştır: sıhhat ve boş vakit.”

İnsanın Kendini İsraf Etmesi

“Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” sözü birçok hakikate de pencere açan güzel bir darb-ı meseldir. Acaba bir kahvenin kırk yıl hatırı olursa, iki gözün, iki kulağın ve konuşmaya ve tad almaya vesile olan dilin, hak ve batılı, hayır ve şerri, kemâl ve noksanı, faydalıyı ve zararlıyı birbirinden tefrik edip insanı doğru yola sevk eden İlahî bir nur, Rabbânî bir mürşit ve manevi bir kuvvet olan aklın, hafızanın ve hayalin hatırı olmaz mı? Bu kadar kıymettar nimetler nihayetsiz şükür gerektirmez mi?

Cenab-ı Hak bu elleri kumar oynamak için verir mi? O ayaklar gayr-i meşru arzuların peşine gitmek için mi verilmiş? Hayattan daha değerli olan akıl nimeti gayr-i meşru yollarda, oyun ve eğlencede kullanmak için mi verilmiş?

İnsana verilen bütün enfusi ve afaki nimetler, maddî ve manevî bütün cihazatlar birer emanettir. Çünkü insan, o harika nimetleri herhangi bir yerden satın almış veya bulmuş değildir. Eğer insan, bu emanetleri Cenab-ı Hakk’ın rızasına uygun kullanır ve her bir azasını O’nun emrettiği şekilde istimal ederek şükrünü eda ederse, emanete riayet etmiş olur ve cennete layık kıymet alır. Bu harika cihazları, nefis hesabına çalıştırıp, hakiki sahibine satmazsa, o en kıymettar cihazatları, en kıymetsiz şeylerde sarf ettiğinden, emanette hıyanet cezası görür ve esfel-i safilin tarafına gider.

Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıddır, nimete karşı hasaretli bir istihfaftır.İktisad ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Evet iktisad hem bir şükr-ü manevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlahiyeye karşı bir hürmet, hem kat’î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem manevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir.”7

Şunu da ifade edelim ki, israf haram olduğu gibi, cimrilik de haramdır. Bir ayette mealen:

“Allah’ın fazl u kereminden kendilerine verdiğini (harcamakta) cimrilik edenler, bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.”8

buyrularak, cimrilerin âhirette azaba maruz kalacakları ifade edilmiştir.

Başka bir ayette ise şöyle buyrulmuştur:

“Onlar hem cimrilik ederler, hem insanlara cimriliği emrederler. Allah’ın lutf u inayetinden kendilerine verdiğini gizlerler.”9

İsraf ve cimriliğin ortası, yani istikameti “seha ve cömertliktir.” Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur:

“Onlar harcadıkları zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında bir yol tutarlar.”10

Evet, sehavet ve cömertliğin zıddı olan cimrilik, insanı hem dünya hem de âhiret saadetinden mahrum eden kötü huylardan biridir. Cimri insan, sadaka ve hayratta elini sıkı tutar. Cimriliğin de israfın da İslâm’da yeri yoktur. Mal ve servet Allah’ın bir ihsanıdır. Eğer nimetler Cenab-ı Hakk’ın emir ve rızası dairesinde harcanırsa Allah, o mal ve servetin bereketini arttırır, sahibine huzur ve saadet verir. İnsanın verdiği zekat ve sadaka, yaptığı hayır ve ihsanlar onun hem dünyasını hem de âhiretini mamur eder.

Peygamber Efendimiz (sav.) şöyle buyururlar:

“Cimrilikten son derece sakınınız. Zira sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir. Cimrilik onları kan dökmeye ve haramı helal tanımaya sürüklemiştir.”11

“İki haslet vardır ki, bir müminde bulunmazlar. (Bunlar) cimrilik ve kötü huydur.”12

“Cömerdin yemeği şifa, cimrininki hastalık sebebidir.”,

“Cahil bir cömert, Allah katında, cimri olan alimden daha sevimlidir.”

“Cimri olan her ne kadar zahid de (dünyadan elini çekmiş) olsa cennete giremez.”13

Cimriliğin en önemli sebepleri aşırı mal sevgisi, ölümü düşünmemek ve çoluk çocuğunun istikbaldeki nafakasını düşünerek mal biriktirmektir. Böyle bir insanın misali ipek böceğine benzer. İpek böceği, kendi ördüğü kozanın içinde yaşar ve yanar, fakat yaptığı ipeği başkası giyer. Cimrilik eden kişi de nefsinin hizmetkarı, varislerinin hazinedârıdır.

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

1 Nursî, B, S. Sözler, Lemaat.
2 el-Mustedrak, 16/58.
3 A’raf Suresi, 7/31.
4 Nursî, B.S Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a.
5 Nursî, B.S Mesnevi-i Nuriye.
6 Ahzap, 33/72.
7 Nursî, B.S Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a.
8 Âl-i İmran Suresi, 3/180.
9 Nisa Suresi, 4/37.
10 Furkan Sûresi, 25/67.
11 Müslim.
12 Tirmizî, Ebu Said’den rivayet etmiştir.
13 Tirmizî’den rivayet edilmiştir.

Fazlalıklara Diyet Yapmak

“Geliniz bu aşırı süslenmeye, dışarıdan büyük dövizler sarf ederek ithal edilen kozmetik sanayi mamullerine, elmasa, pırlantaya, şatafatlı ev eşyalarına, lüzumsuz fazlalıklara, kat kat perdelere, raflara, sehpaları dolduran ıvır zıvır biblolara, vazolara, kristallere, avizelere… Beraberce karşı çıkalım.”

            (Mahmut Esad Coşan)

Ne güzel ifade etmiş kıymetli büyüğümüz. Bu hikmetli sözleri  hayatına geçirebilene tebrikler.

Yıllar yıllar boyunca batılıların lüks ve konforlu yaşamından örnekleri hayatımıza geçirelim diye bir mücadele
hem de  haddi hesabı olmayan türden bir mücadele içindeyiz.

Misyonumuzu, davamızı ve özümüzü unutturacak kadar…

Bu öyle bir  yolculuk ki  bu sefer bizi  doyumsuz duraklara uğrayarak, hazin bir sona doğru hızla götürüyor.

Sorularımız ve  sorunlarımız hep nefsâni;

“Bugün ne giysem, bugün ne yesem, evimin hangi eşyasını yenilesem…

Öyle çok kararsızlıklar yaşıyorum ki tüm bunlar ile geçirdiğim vakti hatırlamıyorum bile.”
Dediğimiz cümleler farkında olmadan.

Yürekler acınası durumdayız, hemde  ecdadının hayat felsefesini  unutacak kadar.

Batının hayranı  bizlere duyurulur;
yeni bir akım geliyor “kapsül gardırop”

Başarılı siyasetçiler, başarılı sosyal medya patronları ve toplumun saygı duyduğu bazı kişiler
bu akımı hayatlarına geçirerek lüks ve aşırı tüketim ve tüm bunlar ile kararsızlık yaşamadan hayatlarına
daha verimli yön verdiklerini ve huzuru yakaladıklarını düşünüyorlar.

Yaşamlarında anı kaçırmadan daha mühim işler ve kararlara imza atmanın zamanın bereketinden bahsediyorlar.

Nefsimizin kölesi olmadan önce  biz bunları onlardan daha önce biliyorduk.

Unuttuğumuz bir hakikat var;

öyle bir Peygamberimiz var ki mütevazilik de öncü, aşırılıktan nasıl uzak olunur da yaşantısı ile öncü,
huzuru yakalamak hususunda bize öncü.

Öğretileri ve yaşamı örnek almamız gereken Peygamberimizden öğrenmiştik tüm bunları ve daha fazlasını.

Geliniz bizi Hak’kın memnuniyetinden uzaklaştıran tüm bu dünyevi fazlalıklara diyet yapmayı niyetimize alalım.

Nasıl bedenimize yaptığımız diyetler ile hafiflik ve mutluluk yakalayabiliyorsak:

Giysilerimize, evimize, eşyalarımıza kısacası anın farkındalığından uzaklaştıran tüm engellere diyet yapalım.

Gelin diyet ile yaşamlarımızı tutsaklıktan kurtaralım.

Kölesi olduğumuz giysilerden, eşyalardan, tüketim çılgınlığından…

Diyet ile özgür olmaya ne dersiniz?

Nagehan İpek

cocukaile.net

Helal Gıda ve Çocuklar

Yakın bir geçmişte medyada, helal gıda konusuyla ilgili üzerinde durulabilecek iki haber yer aldı. 3 Eylül 2015’de, Risale Haber’de Ömer Çiftçi’nin tercümesi olarak yayınlanmış bir haber şöyleydi:

“İngiltere’de bir pizza firmasının müşterilerine haber vermeden başlattığı Helal Menü uygulaması İngiltere’de tartışmalara yol açtı.

İngiltere’de bir pizza şirketi geçtiğimiz günlerde menüleri içerisine ekstra olarak helal menü ekleyince, ülkedeki Müslüman ve Yahudiler rahatsız oldu. Şirketin birdenbire böyle bir uygulama başlatması, ülkedeki restoran ve süpermarketlerdeki etleri satılan hayvanların kesim teknikleri ve hangi hayvanın eti olduğuna dair şüphelerin doğmasına yol açtı.

Uygulamayı başlatan pizza şirketine bir gece içerisinde sorular yağdı. The Independet’te yer alan habere göre, Helal menü öncesi sattıkları menülerde hangi hayvanların etlerini, ne şekilde kestiklerine dair sorular sorulan pizza şirketi açıklama yapmadı.

Uygulama üzerinden ülkede market ve restoranlarda satılan etler konusunda da Müslüman ve Yahudi toplulukta şüpheler başladı. Şirketlerin de bu konuda herhangi bir bilgilendirme yapmaması, endişelerin artmasına yol açıyor. İngiltere’deki Müslümanlar sosyal medya üzerinden tepkilerini belirtmekte gecikmedi. Twitter’da #Helalhysteria (helal endişe) hashtag’i altında tepkilerini belirtti.

Tepki gösterenler İngiltere’deki her gıda firmasının etleri hakkında bilgilendirilmek istedi. Müslümanlar helal et standartlarının tüm İngiltere’de geçerli olmasını ve firmaların etler konusunda bilgilendirme yapmasını isterken, Yahudiler de etlerin kendi dinlerinde Koşer adı verdikleri standartlara uygun olması gerektiğini savundu.

İndependent’in haberine göre kendisine bu tartışmalar ile ilgili mikrofon uzatılan Başbakan David Camerontartışmalara müdahil olmaktan kaçınıyor.”

“Helal Gıda Hatıraları” başlığı altında daha önce, İngiltere’deki kasaplık hayvanlar (büyükbaş, küçükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları) hakkında yerinde yaptığım gözlem ve incelemelerden bahsetmiştim. Orada yaşayan inançlarına bağlı Müslümanlar ve Yahudiler, yalnız kendi usullerine uygun olarak hazırlanmış kasaplık hayvan etlerini tükettiklerini ve şüpheli gördükleri etlerden uzak durduklarını yazmıştım. Bu sebeble, bir pizza firmasının menüleri arasına ekstra olarak helal menü eklemesiyle o firmanın ve ayni sektördeki diğer firmaların o zamana kadar sattıkları menülerin helal olmadığı şüphesinin İngiltere’deki Müslüman ve Yahudilerde ilk defa doğmuş olduğu, bana gerçekle bağdaşan bir durum intibaı vermiyor; haberi veren Independent gazetesi, sadece o zamana kadar helal gıda hassasiyetini gerektiği şekilde göstermemiş olan bir kısım Müslüman ve Yahudinin bu olay karşısında aldıkları tavırdan bahsetmiş olabilir..

2015 Yılının Ağustos ayında medyada yer alan diğer bir haberde ise, ülkemizde daha önce okul kantinlerinde kola ve gazlı içecek satışını yasaklayan Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıkların, çikolata, kek, gofret, muffin, lolipop ve şeker gibi ürünlere de satış yasağı getirdiği bildiriliyordu. Her iki bakanlıktaki uzmanlar tarafından tesbit edilmiş olabilecek teferruatlı gerekçelerinin tümünün neler olduğunu bilmemekle beraber, çoğunu tahmin edebiliyor ve şimdiye kadar savunduğumuz ve bundan sonra da savunmak istediklerimizle uyumlu olması sebebiyle, gerekçelerini açıklamayı karar mercii bakanlıklara bırakarak, alınan kararı genel olarak olumlu bulduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Konuyla ilgili haberde, 2015-2016 eğitim-öğretim yılından itibaren, okul kantinlerinde satılamayacak gıdalar ve içeceklerin şunlar olduğundan bahsedilmekteydi:

“-Enerji içecekleri, gazlı içecekler, aromalı içecekler (soğuk çay), kolalı içecekler, aromalı doğal mineralli içecekler.

-Aromalı şurup, aromalı içecek tozu, aromalı su, meyveli içecek, meyveli içecek tozu, meyveli doğal mineralli içecek, yapay soda, meyveli şurup, sporcu içecekleri, sporcu suları, meyve nektarı, meyve suyu konsantresi.

-Tüm çikolata türleri ve gofretler.

-Tüm şeker ve şekerleme türleri (jöle şekerleme, sert şekerlemeler, yumuşak şeker, lolipoplar vb.).

-Guarana, guarana özü, eklenmiş kafein içeren ürünler.

-Kremalı, çikolata dolgulu, jöleli kekler ve pastalar (yaş pastalar, ekler, kruvasan, donut, parfe, mozaik pasta, muffin, cupcake vb.).

-Tatlandırıcı içeren yiyecek ve içecekler.

-Hindistancevizi sütü ve kreması.

-İlköğretim okullarında çay ve kahve tarzı içecekler.”

 

İlgili haberde, okul kantinlerinde satılabilecek gıdalar ve içeceklerin ise şunlar olduğundan bahsedilmekteydi:

“-Meyveler, çiğ tüketilebilen sebzeler (mevsimine uygun olarak), salatalar (zeytinyağı ve limon eklenebilir).

-Kuru meyveler (30 gram, ambalajlı, kaplamasız ve şeker katkısız).

-Kuruyemişler (30 gram, ambalajlı, soslanmamış, tuzsuz, kabuksuz).

-İçme suyu (şeker veya tatlandırıcı eklenmemiş).

-İçme sütü (UHT/pastörize süt).

-Taze sıkılmış meyve ve sebze suyu (şeker ilavesiz olmalı, 250 ml’den büyük olmamalı).

-Yoğurt (100-150 gram, paketli).

-Ayran (200 ml’lik paketli).

-Peynir (pastörize).

-Günlük haşlanmış yumurta.

-Çeşnili ekmekler (çeşnisi sert kabuklu meyveler, kurutulmuş meyveler, yağlı tohumlar, baharat olacak).

-Tam buğday ekmeği, tam buğday unlu ekmek, karışık tahıllı ekmek vb. ürünlerden yapılan yumurta, peynir, taze domates, havuç, marul, biber ve benzeri sebzeler içeren sandviçler (içinde turşu olmayacak).

-Doğal mineralli su.

-Şekersiz sakızlar.”

Okul kantinlerinde satılması yasaklanmış gıda ve içecekler listesindekilerin bir kısmının helallik ve sağlık yönünden, bir kısmının da kantinlerdeki daha faydalısına yönlendirmek için yasak listesine konulmasının uygun olduğu kolaylıkla söylenebilir.  Mesela çikolata türlerini sevmeyen çocuk yok gibidir; bunların kantinlerde satışı serbest bırakılsa, okuldaki talebeler tarafından bunlar satın alınıp açlık hissi giderilir; kantinde satılan ve daha faydalı olan gıdalar tüketilmezdi. İçecekler konusunda da ayni şey söylenebilir; bu sebeble bunlar okul kantinlerinde satılması yasak olan gıdalar listesine dahil edilmişlerdir.

“Helal gıda ve çocuklar” denilince, “Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye” konusunda doçentlik tezi hazırlamış;   bu tezi daha sonra birkaç baskı yaparak 650 sayfalık büyük boy bir kitap halinde yayınlanmış olan değerli hadis profesörü merhum İbrahim Canan’ı hayırla hatırlayarak, onun kitabından konumuzla ilgili kısımları iktibas etmeden geçemeyeceğiz.

Bahsini ettiğimiz kitabının “Hz. Peygamberin Sünnetinde Bedeni Terbiye” adlı bölümünde Prof.Dr.İbrahim Canan, öncelikle “Beslenme” mevzuu üzerinde durmuş ve beslenme ile ilgili olarak şu mühim hususlara dikkati çekmiştir: “İnsan hayatındaki yeri nisbetinde, dinde de son derece ehemmiyetli bir mevki işgal eden beslenme konusu, insanla birlikte ortaya çıkmış bulunan insanlığın en eski problemlerinden biridir. Eskiliğine rağmen ehemmiyetinden bir şey kaybetmeyen ve yeryüzünde hayat var oldukça kaybetmeyecek olan beslenme, hemen hemen içtimai hayatın diğer bütün problemlerinin merkezinde yer almaktadır. Çalışma, sağlık, güvenlik, beynelmilel münasebetler, kalkınma ve az- çok, uzak-yakın, doğrudan-dolaylı olarak beslenme ile ilgilidir.

Konunun bütün bu genişliğine rağmen, burada temas edeceğimiz hususlar mahduttur: 1-Gidanın tesiri, 2-Sünnette beslenme rejimi, 3-Çocuğun beslenmesi.

1-GIDANIN TESİRİ: İnsan ruhunun bineği olan cesedin hayatiyeti her şeyden önce beslenmeye bağlıdır. Şu halde bedenî terbiyede en mühim hususlardan biri, ferdin beslenme meselesidir. Bu konuya verilen ehemmiyet sadece ferdî cesedin biyolojik muvazenesi endişesinden ileri gelmez. Alınan gıdanın cesetten öte, ruhî hayata da içtimaî hayata da tesir edeceğine inanılır. Gerek ferd ve gerek cemiyet olarak ruhî ve manevî hayat, alınan gıdanın keyfiyet, kemiyet ve cinsine tabi olarak iyi veya kötü istikamette inkişaf edecektir. Hatta Dihlevî ‘beden ve ahlâkın tegayyür ve değişmesinde en kuvvetli âmilin gıda olduğunu söyler (Dihlevî, Mevlânâ Abdü’l-Ganî, v.1296, İncâhu’l Hâce Alâ Sünen-i İbni mâce 2, 806).

Şu halde gıdanın tesiri denilince sadece çocuklar mevzubahis olmuyor, doğumdan ölüme kadar her yaştaki insan söz konusudur. Üstelik bu inanç yeni değildir. Çok eski devirlerden beri ‘insanlığın fert ve cemiyet olarak alın yazısını yapan âmillerden biri’ kabul edilmiştir (S. Irmak, Soğukta ve Hastalıkta Beslenme, Okat Yayınevi, İstanbul, s.120).Hz. Muhammed tarafından da teyid edilmiş olan bu inanç, zamanımızda da değerinden bir şey kaybetmemiş, belki ilmî tahkiklere kavuşarak daha sağlamlaşmıştır.”,,,

2-SÜNNETTE GIDA REJİMİ: Gıdanın ehemmiyeti ve bunun insanların ferdî ve içtimaî hayatlarındaki şümullü tesirine olan inancı kısaca belirttikten sonra, kişinin arzu edilen terbiyevî istikamette gelişmesi için sünnette nasıl bir gıda rejimi teklif edilmiştir, keyfiyet, kemiyet ve âdab olarak neler tavsiye edilmiştir? Onu görelim.

Bu meseleye sadece sünnette değil, Kur’an-ı Kerim’de de birçok defalar temas edildiğini görürüz. İkisi birlikte nazara alınınca şu prensipleri çıkarmak mümkündür: 1-Gıdalar temiz olmalıdır, 2-Yemede israftan kaçınmalıdır, 3-Yiyecekler çeşitli (mütenevvi) olmalıdır. 4-Bazı âdaba riayet edilmelidir. Şimdi bunları izah edelim:

Gıdalar Temiz olmalıdır. Kur’an-ı Kerim pek çok seferler, yeryüzündeki ‘rızık olarak verilenlerin temizlerinden’ (Kur’an, Bakara 2, 57, 172; A’raf 7, 160; Tâhâ 20, 81), ‘temiz ve helal olanlarından’   (Kur’an, Bakara 2, 168; Enfâl 8, 69; Nahl 16, 114; Mâide 5, 68) yenilmesini emretmektedir.   Buralarda ‘temizlik’ şartı ile kimyevî yapısı yönünden ‘beden ve akla’ zararlı olmaması kastedildiği (Bak, İbnu Kesir Tefsir 1, 358) ‘helallik şartı ile de dinen haram edilmemiş rızıklardan olmasının kastedildiği (A. e 1, 361) belirtilir ki, diğer bazı âyetler yenmesi yasaklanan bu haram rızıkları açıklar. ‘Allah size (eti yenen hayvanlardan) boğazlanmaksızın ölmüş olanı, akan kanı, domuz etini v Allah’tan başmkası için kesilenleri kesin olarak haram kıldı. (….)’ (Kur’an, Bakara 2, 172; Nahl 16, 115), Kezâ faiz (Kur’an, Bakara 2, 275); hırsızlık (Kur’an, Mâide 5, 38) ve hileli yollarla elde edilen (Kur’an, Mutaffifîn 83, 1-4.), zekâtı verilmeyen (Kur’an, Tevbe 9, 34) kazançlar da haram ilan edilmiştir. Ebû Dâvud , Et’ime 33 (3, 355, 3802-3807 HI).yer alan Hadis bunlara ilaveten ayrıca parçalayıcı dişi olan vahşi hayvanlarla pençeli olan vahşi kuşların, kedi ve köpeklerin, ehli eşeğin v.s. etini de haram kılmıştır.

İbrahim Canan’ın kitabında yukarıda bahsedilenlerden başka,  gıdaların temiz olmasının lüzumu ve önemi ile başka bilgilere de kaynakları gösterilerek yer verilmekte, daha sonra “Sünnette Beslenme Rejimi”nin ikinci prensibi olarak “Yemede israftan kaçınmak” konusundan ayni şekilde kaynaklarıyla bahsedilmektedir. İsrafın lügatta haddi mütecaviz sarf ve harç eylemek (…) taât-ı Hak’dan gayri yere malı sarf ve infak eylemek ( Kâmu-i Okyanus 2, 777) diye açıklandığı, Kur’an’da israfın yasaklanmakla beraber meşru olup israf olmayanla israf olanın hududunun tayin edilmediğini, fakat sünnette diğer hususlarda olduğu gibi yeme hususunda da israf olanla israf olmayanın hududunun vâzıh olarak açıklandığı belirtilmektedir. Gıdaların temiz olması mevzuunda olduğu gibi, bu bu mevzuda da kitaptaki geniş açıklamaları aynen nakletmemize yer darlığı sebebiyle imkân bulunmamaktadır. Merak edenler, bahsettiğimiz kitabı satın almak imkanını bulamazlarsa, büyük bir kütüphanede bulabilecekmeri  o kitabın ilgilendikleri kısımlarındaki  geniş bilgileri  bulup okuyabilirler.

Sünnette beslenme rejiminin üçüncü prensibi olan yiyeceklerin çeşitli (mütenevvi) olması, bugün modern tıbbın da gerekçelerinden bahsederek tavsiye ettikleri arasındadır. Sünnette beslenme rejiminin dördüncü prensibi olan “Bazı âdaba riayet” meselesi de geniş bir konu olup bu da burada yer darlığı sebebiyle bahsedemeyeceğimizden, ilgili kitaplar bulunarak onlardan öğrenilebilir.

Helal gıda ve çocuklarla ilgili olarak hadis profesörü merhum İbrahim Canan’ın kitabından yukarıdaki gibi bazı iktibaslar yaptıktan sonra, onun altı yıl önce Ekim ayında bir trafik kazasında vefatını da ibretli ve mühim bir hatıra olarak nakletmekte fayda görüyorum:

13 Ekim 2009’dan 14 Ekim 2009 tarihine girilirken, Prof.Dr.İbrahim Canan’ı Yalova’dan İstanbul’a getiren otobüs de İstanbul’a giriyordu. O gece Prof.Dr.İbrahim Canan için çok farklı bir gece olacaktı. Kader-i İlâhî,  onun yetmiş yıllık kazançlı âhiret ticaretiyle geçirdiği dünya hayatını noktalamak için, Sancaktepe’deki otobüs terminalini Azrail (a.s.) ile buluşma yeri olarak tespit etmiş gibiydi.

Onun vefatını duyan çok kişinin birbirleriyle anlaşmış gibi hemen gayriihtiyarî sordukları: “- Olay nasıl olmuş?” sorusuna cevap olarak anlatılanlar gerçek bir “hikaye” olmakla beraber; “asıl gerçek”; hayatın en büyük gerçeği olan “ölüm”dü.

Ona: “- Tamam..” denilmişti; “- Senin dünya imtihanın bitti.. Bu kadar..” Ve hayatın en büyük gerçeği olan ölüm, şimdiye kadar bu dünyaya gelip bu dünyadan göçmüşlerdeki gibi, bir şekilde onun için de tecelli etmiş; o da ebedî hayatta kendisine sermaye olabilecek iyi amelleriyle, bu fanî dünyadan bakî âleme göç etmişti.

15 Ekim Perşembe günü onun cenaze namazının kılınacağı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camiine öğle namazına gittim. Namaz vaktine 15 dakika kadar vakit olduğu halde, caminin hem içi hem de avlusu caddeye kadar dolmuştu. Ezan okunurken, alt katta kitap satış bürosu önündeki bahçede çakıl taşlarının üzerinde namaza hazırlanırken, birisi masa örtüsü veya perde gibi bir şey getirdi; onun üzerinde öğle namazını ve cenaze namazını eda ettik.

İbrahim Canan’ın ders ve dinî sohbet yaptığı yerlerden birinin müdavimi olan Kasım isimli bir ders arkadaşından bizzat dinlediğim bir rüya da şöyleydi: O ders arkadaşı, İbrahim Canan’ın defninden sonra, merhumla sağlığında birlikte ders yaptığı kitaplardan Lem’alar adlı eserden, Peygamberimiz’in (s.a.v.) ümmetine kemal-i şefkat ve merhametinden bahseden  Dördüncü Lem’ayı okurken, “Ömrünü bütün ümmetine çok şefkatli ve merhametli olan Peygamberimiz’in (s.a.v.) hadislerine vakfetmiş olan İbrahim Canan’a vefatında, Peygamberimizin o şefkat ve merhameti ona  acaba nasıl tecellî etmiştir?” düşüncesi aklından geçmiş. O gece, bu merakını cevaplandırır gibi rahmanî bir rüya görmüş. Rüyasında kazanın oluşu ve İbrahim Canan’ın servis minibüsünün çarpmasıyla vefatı anında birden Peygamberimiz (s.a.v.) görünmüş, İbrahim Canan’ı şefkat ve merhametle kucaklamak için eğilirken, orayı bir nur kaplamış; İbrahim Canan ışık saçan bir kitap suretine dönüşmüş ve kanatlanarak uçmuş…Allah rahmet eylesin.

(Mustafa NUTKU)

Yiyin, İçin.. Fakat İsraf Etmeyin!

Semavî dinlerin arasında İslâmın artan bir taleple tercih edilmesi, hayatın her yönünü kuşatan prensiplere sahip olma özelliğindendir. Dinimiz hiçbir konuda bizi rehbersiz bırakmamıştır. Dolayısıyla nefsimize göre hareket edersek hata yapma ihtimaliyle beraber şikâyetlerin artması da söz konusu olacaktır.

Hayatımızdaki her davranışımıza pusula olma özelliğinde olan “Yiyin, için, fakat israf etmeyin.”[1], ayetinden hareketle iktisadın, esas alınması gerekir.

On Dokuzuncu Lem’a’da Bediüzzaman Hazretleri bahsedilen ayeti zamanımızın anlayışına göre, iktisadî esaslar çerçevesinde izah eder. Üstadın izahlarının ilk kısmında geçen iktisadın,“Zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir.”, ifadesi çok dikkat çekicidir.

Zahiren lezzetsiz görünen nimette nasıl bir zevk olabilir ki ve hem ne demektir? Hayatımızın her tarafını işgal eden lüks tüketim arzusu bu kadar baskın iken zahiren lezzetsiz görünen nimet, niçin ve nasıl yenilsin ki? Hayatımızda zahiren lezzetsiz görünen nimetler tüketildiğinde iktisadiyatımıza faydası olacak mıdır?

Zahiren lezzetsiz görünen nice nimetler vardır ki lezzetlilere nispeten daha iktisatlı olduğu malûmdur. Lezzetliyi lezzetsizden ayıran kapıcı hükmündeki dilimize makamından fazla değer vermek hatalı bir davranıştır. Vücudu besleme noktasında baklava ile peynir veya yumurtanın bir farkı yoktur. Baklavaya göre daha az lezzetli olan peynir veya yumurta nimeti ile kanaat edilerek gıdanın alınması tavsiye edilen bir davranıştır. Tadı emsallerine göre dilimize cazip olmayan ama çok hesaplı yiyeceklerin tercih edilerek yenilmesi öncelikle iktisaden faydası olacaktır ki aradaki ücret farkı gizli israftan kurtarılıp kesemizde kalacaktır. Bir haramın terki yüzer vacip ve binler sünnet işlemek gibidir. Sonra, o zahiren lezzetsiz zannedilen nimetin kullanımı ile fakirlerin hâlinin anlaşılmasına vesile olacaktır. Bu muamele de toplumdaki zengin fakir yaklaşımını sağlayacaktır. Zahiren lezzetsiz görünen nimetin tadılması insanı şükürsüz zenginliğin getirdiği gururdan uzaklaşılmasına ve şükre yaklaşmasına da sebep olabilir. Lüks tüketimin azalması gibi bir haramın engellenmesine, iktisatlı nimetlerin daha fazla taleple pazar bularak istikrarlı hayatın devamına sebep olacaktır.

Sıralanabilecek daha pek çok hususların her birisi iktisaden faydası olmakla beraber zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzetin tadılıp şükre davete kuvvetle vesile olacaktır. Lezzetsiz görünen nimetlerdeki gizli lezzet ve iktisadın farkına varabilen ve uygulayanlardan olmak duası ile.

Mehmet Çetin

mehmetcetin.de

Kaynak;

[1] A’raf 7/31