Etiket arşivi: istikamet

ismail AMBARLI Ağabeyin dilinden Bayram YÜKSEL Ağabey

Bediüzzaman Hazretleri 23 Mart 1960 tarihinde Urfa’da vefat ettikten kısa bir süre sonra ilin mülkî amiri defin işlemini erkene alır. Cenaze namazı kılındıktan sonra (Şanlıurfa) Ulu Camii’nden Halilürrahman Dergâhı’na eller üstünde getirilip iki kubbeli yere defnedilir.

İlin mülkî amiri defin işi biter bitmez Bediüzzaman’ın talebelerini bir suçlu gibi hemen şehir dışına çıkarır. Bediüzzaman’ın talebelerinden olan Bayram Yüksel, onun kabri başında Yasin okurken polisler ona hemen şehri terk etmesini emreder. Bayram Yüksel polislere “Yasin’i okuyayım hemen giderim” demesine rağmen izin verilmez. Polisler hemen kollarına girip onu götürür. Bayram Yüksel kabirden uzaklaştıkça kalbi bir çalıya takılmış tülbent gibi paramparça olur. Bayram Yüksel her şeye rağmen başını kabre doğru çevirerek, kalan iki sahife Yasin’i okur. Böylece acı ve azap içinde kabirden uzaklaştırılır.

İçine öyle bir sıkıntı dolar ki sanki Bediüzzaman Hazretleri bir meçhule götürülecek ve bir daha Urfa’daki bu kabri ziyaret edemeyeceği hissine kapılır. Bayram Yüksel o keder dolu günleri şöyle anlatır: “O an ruhumun kanadığını hissettim. Bayılmışım. Uzun bir zamandır yemekte yememiştim. Beni karakola getirmişler; kendime gelince oradan iki polisin nezaretinde otobüse bindirdiler, hatta saati gelen otobüsü benim için bekletmişler.”

Bayram Yüksel ne zaman o elim ve feci hatırayı anlatsa gözyaşlarına hâkim olamazdı. Bayram Yüksel için bekletilen yolcu otobüsü onu Adana’da bırakır. Birkaç gün sonra Adana’dan Isparta’ya gider. O günlerde Nur Talebelerine öyle baskılar uygulanır ki hak-hukuk ve insan hakları onlar için rafa kaldırılır. Bayram Yüksel Bediüzzaman Hazretleri’nin hatırasını yaşamak için Isparta’ya gelir. Birkaç gün sonra polis gözetiminde Emirdağ’ına gönderilir.

Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken, talebelerinin Isparta’dan ayrılmaları yasakken şimdi Isparta’da ikamet etmeleri yasaklanır. Bayram Yüksel bir suçlu gibi oradan oraya sürülür. Bir kaç günlüğüne de olsa köyüne gider, ama köyde duramaz ve gizli bir şekilde Ankara’da bir hafta kalır. Ardından dâvet üzerine Nazilli’ye geçer ve üç ay da orada kalır. Karabüklü Mustafa Osman’la mektuplaşır ve Karabük’e gidip oraya yerleşir. Ortaklaşa bir dükkân açarlar.

Zübeyir Gündüzalp ağabey, İstanbul’da Avukat Bekir Berk’in bürosunda, Bekir Berk’e, “Bekir Bey, Bayram kardeş Karabük’e yerleşerek dükkân açmış. Gidip Bayram kardeşle konuşunuz, Ankara’ya yerleşsin ve hizmete Üstadımızın hayatındaki gibi sadâkat ve vefakârlıkla hizmetine devam etsin” der.

Bekir Berk Ankara’ya gider ve Hacı Bayram’da, 27 numaralı evi tutar. Oradan Karabük’e giderek Bayram Yüksel’e, Zübeyir Gündüzalp’ın söylediklerini eksiksiz bir şekilde söyler. Bayram Yüksel çok duygulanır. Bekir Berk, Bayram Yüksel’i Ankara’ya gelmesi için ikna eder ve 1962 yılının sonlarına doğru 27 numaralı eve (Medreseye) yerleşir. Bayram Yüksel Bediüzzaman Hazretleri’nden öğrendiklerini yaşayarak talebelere öğretir ve talebelere Bediüzzaman’ın, “Benim mesleğim sahabe mesleğidir, bunda meşakkat var” sözünü sürekli hatırlatırdı.

Bazı talebeler ona, “Ağabey, bazı kardeşlerimiz Cevşen okumayı çok önemsiyorlar” diye söylediklerinde onlara, “Meczupluğun gereği yok. Ben Üstaddan Cevşen okuyan Risale-i Nur Talebesi olur diye duymadım. Risale-i Nur çok okunmalı. Siz de ehl-i ilimsiniz, tefekkür makamında Risale-i Nur’u okuyabilirsiniz” diye cevap verdi.

Talebelere; Risale-i Nur’a talebe olmanın şartı, Risale-i Nurlar’a hizmetle meşgul olmaktır derdi. Her talebe Risale-i Nur derslerini sanki “ilk defa dinliyormuş gibi” dikkatle dinlemeli. Pantolonu ve ceketini sürekli ütülü tutardı. Özellikle bir yere seyahate gittiğinde, en güzel ve yeni elbiselerini giyerdi. Ayrıca gençlerin hal ve hareketlerinde dengeli, beyefendi zarif olmalarını isterdi.

Medrese temizliğine çok dikkat ederdi.

Bayram Yüksel, bir dershane (medrese) ziyaretine gittiğinde önce mutfak, banyo ve tuvalet gibi yerlere baktıktan sonra vakıf odasının tertip ve düzenini önemserdi. Ayrıca talebelerin evlerini ziyaret eder, sıkıntılı ailelerin dertlerine çare arardı.

Bayram Yüksel Ağabey talebelerle yaptığı sohbetlerde; Bediüzzaman Hazretleri’nin mesleğinden ayrılmayacaklarına dair kendisine nasıl Kur’ân’a el bastırarak yemin ettirdiğini sürekli anlatırdı. Risale-i Nurlar’ın bu günkü noktaya nasıl geldiğini öğrenmek isteyenler Bayram Yüksel’in o günlerde neler yaptığına iyi bakması gerekir.

Kaynak: İsmail Ambarlı’nın hatıraları

www.NurNet.org

Eyüp Ekmekçi Ağabey’den Notlar

(Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin yanında on sene kalan ve halen İzmir’de ikamet eden Eyüp Ekmekçi ağabeyin Risale Akademi Sürekli Eğitim Merkezi’ndeki sohbetinden notlar…)

“Ah ne olurdu bir kaç cümlecik daha lütfetse idi” dedim Eyüp Ağabey konuşmasını tamamladığında. Kendisini ilk kez görüyor ve dinliyordum. Size fevkalade tevazusu ve ihlasından bahsetmek isterdim. Vardır elbet bunları ifade edecek kelimeler de ben yine aldığım notlardan en çok dikkatimi çeken parçaları paylaşayım:

  • Üstadımız Risale-i Nur’u en çok okuyan kişidir.
  • Her alanda kanun-u esasî olacak kanunlar Risale-i Nur’da vardır. Bunların ciddi çalışılması ve her alanın kanunlarının çıkarılması gerekir. Kıyamete dek geçerli olacak kanunlardır bunlar. Bunlara çalışmak için bir engel de yoktur. Bu kanunları çıkartın elinizde bulunsun ki ihtiyaç hâsıl olduğunda elinizde hazır dokümanlar olsun. İnşallah tatbik edilmeleri için bu gibi çalışmalar bir dua olur.
  • Her sahanın, her alanın kanun-u esasilerinin Risale-i Nur’dan tesbit edilip çıkartılması mühim bir iştir. Satır satır tahlil edilerek bunun çıkarılması gerekir.
  • Üstadımız hizmet tarzının muhafazasına çok titiz idi. Şah-ı Nakşibend ve Abdülkadir-i Geylanî (ks) gibi zâtlar gelse ve bana bir parça hizmet tarzını değiştirsen binler talebelerin olur deseler bu hizmet tarzımdan ayrılmayacağım dediğini Zübeyir Ağabey’den dinlemiştim. Bu Zübeyir Ağabey’den dinlediğim ilk hatıra idi.
  • Molla Hamid ağabey Üstada “senin tarzın ne tekkeye benziyor ne medreseye benziyor, bizi kurtarabilecek misin?” diyor. Hâlbuki Üstad direk Kur’an’dan ders veriyor hem kalb, sır, letaif… bütün benliğe ders veriyor.
  • Üstada “neden sana yardım edecek, hizmetine faydası olacak kuvvetlere bakmıyorsun” diye sual ediyorlar. (Emirdağ Lahikası 1, erisale 41. Mektub, Envar s.74) Üstadımız sırr-ı ihlası muhafaza ve başka cereyanlara iman hakikatlerinin alet edilmemesi için başka kuvvetlere bakmadığını ve aramadığını izah ediyor bu mektubda.
  • Yine aynı mektubda Üstada kendisine atfedilen yüksek makamları neden kabul etmeyip hem dostlarının hatırını kırarak şiddetle reddettiğini de sual ediyorlar. Üstadımız maddi ve manevi makamların bu zamanda her şeyi kendine alet ettiğini ve şefkatin iktizası olarak kendine verilen makamları kabul etmediğini izah ediyor. Risale-i Nur’daki ders-i şefkat ciheti ile hayat-ı ebediyenin hakiki makamları dahî kendisine verilse terk edeceğini söylüyor. Üstadın nazarında on adama iman hakikatlerini ders vermek, büyük bir kutbiyet ile binler adamı irşat etmekten daha ehemmiyetli.
  • Demek ki; büyük kitleler toplamak veya bir şahsa bağlı hizmetler Üstadımızın hizmet tarzına muvafık değil.
  • Üstadımız, muarızlara gelen tokatların bile kerametvâri olmaması için Allah’a dua ediyor tâ ki kendisine makamlar atfedilmesin ve iman hakikatleri bütün parlaklığı ile görünsün…
  • Mahz-ı hakikati esas almak ve bu hakikat etrafında kenetlenmek hizmetin temelidir.
  • Lahikalar, hakikatlerin pratikte nasıl uygulanacağını göstermeleri bakımından çok ehemmiyetlidir. Bir Hıristiyan’a nasıl davranılacağına kadar ölçüler vardır.
  • Zübeyir Ağabey Afyon hapsinde iken Üstad Hazretleri ona mektub gönderdiğinde Zübeyir Ağabey “İslam’a gelen darbeleri kendi ruhunda hisseden böyle bir zât bana mektub gönderiyor” diyerek mütehassıs olurdu. Gelen mektubu 3 defa veya 7 defa ard arda okuduğunu söylemişti. Ben de Üstadımızın Lahika mektublarını okuduğumda üst üste en az üç defa okuyorum[i]
  • Afife ARTIK

[i] İnşallah bu bizim de kulağımıza küpe olsun. Tekrar, öğrenmek ve uygulamanın olmazsa olmazı…

 

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Şahsa bağlı hizmet tabiri yanlış anlaşılmaması gerekiyor

Eyüp Ekmekçi’nin yazısı:

BİR TAVZİH 

Risale Haber’de son neşredilen yazıda muğlak kalan mes’eleleri tavzih:

Risale-i Nur gibi kudsiyet vasfına sahip yani serapa Kur’an’a mensup bir eser ve dava mevzu bahis olduğunda kitabi tabirler ve muhteva üzerinde gitmek gerekiyor ki, yanlış anlaşılmalara yol açmasın.

Evvela: İlk göze çarpan “şahsa bağlı hizmet” tabiri yanlış anlaşılmaması gerekiyor. 
Bu mevzuun dersleri Risale-i Nur’da var, oradan okumak lazım. 
Molla Ziyaeddin mes’elesinde olduğu gibi mana-yı harfi var mana-yı ismi var. (Kastamonu Lah.- Envar sahife. 88) 

Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- İmam-ı Ali’ye (R.A.) demiş: Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adavetle. Hazret-i İsa’ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşru’dan tecavüz ile hâşâ “İbnullah” dediler. Yahudi, adavetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru’dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ demiş. Bir kısmı, senin adavetinden çok ileri gidecekler, onlar da Havariç’tir ve Emevîlerin müfrit bir kısım tarafdarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir. 

Eğer denilse:
Âl-i Beyt’e muhabbeti, Kur’an emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şîalar için belki bir özür teşkil eder. Çünki ehl-i muhabbet, bir derece ehl-i sekirdir. Ne için Şîalar hususan Râfızîler, o muhabbetten istifade etmiyorlar; belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar? 

Elcevab: Muhabbet iki kısımdır.

Biri: Mana-yı harfiyle, yani: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyt’i sevmektir. Şu muhabbet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adavetini iktiza etmez.

İkincisi: Mana-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzât onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı düşünmeden Hazret-i Ali’nin kahramanlıklarını ve kemalini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah’ı bilmese de, Peygamber’i tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın muhabbetine ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine sebebiyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adavetini iktiza eder.

İşte işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık ile Hazret-i Ömer’den teberri ettiklerinden hasarete düşmüşler. Ve o menfî muhabbet, sebeb-i hasarettir. 
(Mektubat -sahife 106/107)

Mesela: Hazret-i Üstadın tevazu-u mutlakını ifade eden, ve bu itibarla çok azam ve ehemm bir sır ile Hazret-i Üstadın emsalsiz bir mazhariyetini ifade eden “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız hakikattır” cümlesi var. Cenab-ı Hak bu dehşetli asırda ümmetin ve insaniyetin şiddetle muhtaç olduğu, mahza Kur’an’ın dersine ayine ve bu ilim ve fen asrında manevi mu’cizesi olarak ilim ve hikmet nuruyla açılımı olan ekmel bir dersi Risale-i Nur olarak Kur’an semasından nuzülünü ihsan etmiş. 
Merhum Zübeyir Ağabey derdi: “Üstadımız ne kadar tevazu yapsa o nisbette onun kemal-i etemmine delildir.”

Hatta Üstadımız buyuruyor: “Hazret-i Mevlana’nın Mesnevi-i Şerifi, Kur’an’ın elvan-ı seb’asından bir rengi aksettirmiş, Risale-i Nur yedi rengi birden aksettirmiştir. Yedi Mesnevi’ler kadar ehl-i hakikata bir rehber olacaktır. buyuruyorlar. 

Merhum M. Sungur Ağabey de: “Hazret-i Bediüzzaman Risale-i Nurları te’lif edip bırakıp gitmiş değildir.” derlerdi. Hatta çok zaman dersin başında: “Bu dersin arkasında bir ruh-u kudsi var” buyururlardı. 
Bir de: “Seb’al mesani Risale-i Nurda vardır” buyuruluyor Kastamonu Lahikasında: İmanın altı esası artı bir de İslamının beş şartı kemal-i vuzuhla, fürüatı değil hikmetleri izah ve isbat edilmiş buyuruluyor. 

“DÜNYANIN KANUN-U ESASI OLACAKTIR” diye müjde veriliyor. 

Konferansta; bozulan bir cem’iyeti ıslah kudretinde olduğu ifade ediliyor, fiilen de görülüyor. Hapishanelerdeki ıslahlardan Türkiye-Azarbaycan vesair çok yerlerde ıslahları bu keyfiyete şahit oluyor. 
Esasen Risale-i Nur’u tavsif edebilmek mümkün değildir. Bu mesailleri yerinden okumak gerekiyor. 

Mesela: “Bu felaket ve helaket asrının imdadına Kur’an-ı Azimüşşanın arşından nuzül ile bu asır insanının imdadına gönderilen Risale-i Nurun, Kur’ani ders ve irşadda asr-ı saadetten muktebes olup, gayet orjinal ve emsalsiz olduğuna dair Hazret-i Üstadın şu beyanları: “Şah-ı Geylani İmam-ı Rabbani gibi zatlar da gelseler ‘Said sen bu tarzda gidersen şu bir kaç biçarelerden başka şakirdin olmayacak, hem aç kalacaksın hapis yatacaksın. Şöyle bir parça değiştirsen (tasavvufvari veya siyasetvari); bütün memleket sena şakird olacak, hatta Reis-i cumhur ve Başbakan da sana şakird olup, gelip elini öpecekler’ deseler, ben bu tarzımı bırakmayacağım” buyuruyor.

Dersin bu derece orjinalliğini ifade ettikten sonra da bu tarzdaki hizmette sadakattan ayrılmayacağınıza diyerek Kur’an’a el bastırarak, yemin ettirmişler.

Mesela bu dersin Lahikası: Emirdağ1. Envar 74. Sözler 69′ aki iki şıklı sualin cevabı olan Lahika ders vermektedir. 

O dersteki kudsiyet keyfiyetini bizim ifade etmemiz mümkün değildir. Sıradan meslekler o Lahikadaki sualde ifade edilen iki şık üzerinden gidiyorlar, Risale-i Nur tarzı ise insan havsalasının ve gücünün fevkinde olan “istihdam-ı Rabbanî” ve “inayet-i İlahi” altında devam etmektedir. Ki, onun da dersi Onuncu Lem’a, Şefkat tokatları risalesinin mukaddimesinde üç madde halinde beyan edilmiştir. 

Risale-i Nurdaki imani hakikatlar ruh, kalb, sır, letaifin gıdaları yani manevi hayatımızın hayatıdır. Lahikalar da talebede ahlaki cihette yüksek seciyeleri inkişaf ettirerek, istikametle hizmete sevk etmektedir. İki Cihan Serverinin (asm) “Rabbim beni güzelce terbiye etmiş edeblendirmiş” fermanının cilvesine mahzar ediyor.

Velhasıl: Kur’anın manevi mu’cizesi ve ekmel dersi olan Risale-i Nuru, Üstadımızın tabirleriyle: “Dem ve damarlarımıza yerleşecek derecede okumak lazım.”

Ebedî hayatın sermayesi olan ömrümüzün, saat ve dakikalarımızın hukukunun ifası, bu yegane ulvi mazhariyete nailiyetimizle ifa edilmiş oluyor. 

Elbette bu derece hassas ve ulvi bir ders ve hizmetin istikametle muhafazası gayet müşkildir. Ancak Hazret-i Bediüzzaman’ın on sene gibi uzun bir zamanda azami bir manevi disiplin ve kudsi dersler ile terbiyesine nail olan zatların müzaheretleriyle mümkündür ve öyle de olmuştur.

Hadis-i Şerifte buyrulmuştur: “Size iki emanet bırakıyorum; onlara sarılsanız şaşırmazsınız: Biri: Kitabullah. Biri: Al-i beytim” buyurulduğu gibi son vasiyetlerinde; “mutlak vekil” tabiriyle isimleri zikredilen zatlar omuzlayıp bu kudsi, Kur’ani hizmetin ihlas ve tesanüdle, istikametle idamesine tevfik-i İlahi ile vesile olmuşlardır. 

Vesselam

Kaynak:RisaleHaber 

www.NurNet.org

MUKADDES MEFHUMLARIN İSİMLERİNİN MEŞ’HUMANE FANİ MAKSATLARDA KULLANILMASI

MUKADDES MEFHUMLARIN İSİMLERİNİN MEŞ’HUMANE FANİ MAKSATLARDA KULLANILMASI
Mukaddes mefhumları imtisal edip şefaat ve bereketi altına girenler var. Fani ve şahsi güdük maksatları için kullanmaya kalkıp itab-ı Rabbaniyeye çarpılanlar var.
 
Bu zamanda imtisal edenlerin, Hazret-i Bediüzzaman’a ayinedar olarak mazhar olanların şahı olanlar; Nur’daki Al-i Beyt silsilesinin başını çeken “mutlak vekiller” 
 
Bir de, sair varis-i müceddit olan Ağabeylerdir. “Benim gibi binler varisi bulunan” tabirleri de var. Fakat “mutlak vekiller” bizzat kudsi, Kur’ani meslek-meşreb-i  Nuriye hesabına vazifedar kılınmışlardır. Bilfiil bu kudsi veraset-i uzmayı hakkıyla ifa etmişlerdir.
 
Bahis uzun. Kısaca: Mutlak vekillerin, Rahmet-i İlahi, avn-i Peygamberi (A.S.M) ve Necip Muazzez Üstadımız’ın a’zam himmetleri ile nurani bir müdebbiriyetle o kudsi tarzı, imtisal edip ettirmeğe a’zami himmetle muvaffakıyetleri olmasa idi, içten ve dıştan şer ve münafıkane müdahalelerin şaşırtması ile, o çok mühim (Şah-ı Geylani ve İmam-ı Rabbani (R.Anhüm) hatıralarında ifade edilen tarikatvari veya siyasetvari saptırmalarla asrın “HİZB-ÜL-KUR’AN’ı olma keyfiyeti haleldar olabilecekti.

Sadede gelelim: Bütün mukaddes mefhumları sonuna kadar kullanmaya kalkıp yani o mukaddes mefhumların insanlar üzerindeki nüfuz ve kuvvetini, fani ve hatta melun emelleri hesabına kullanmaya çalışıp itaba hatta lanete uğrayanlar..başta Feto ve meczubları.

Bu uzun mevzuu Risale-i Nur’a hakkıyla vakıf olanlar idrak etmektedirler. Bu uzunlukta kısa kesip Kur’an’ın bu asırdaki ilmi ve manevi mu’cizesi olan Risale-i Nur’dan alacağımız kudsi derslere havale ediyoruz. 
 

VESSELAMU ALA MENİTTEBEAL HÜDA
Eyüp EKMEKÇİ

İslami cemaatlerin dikkat etmesi gereken bir kaç husus

İslami cemaatlerin dikkat etmesi gereken bir kaç husus

İslamiyete daha sağlam ve istikametli bir surette hizmet etmek için tesis edilen İslami cemaatler esas itibarıyla insanların manevî hayatına hizmet için var olan ve öyle olup öyle kalması gereken birliktelikler ve manevi kuruluşlardır. Nitekim Bediüzzaman’ın Nur Talebelerine gösterdiği temel hedef ebedî hayatları kurtarmak. Bu hedef istikametindeki hizmetlerin dünya hayatına bakan önemli neticelerinden biri ise, anarşistliğin ve serseriliğin önüne geçip huzuru temin etmektir. İslami hizmetlerin dünyaya bakan veçhesi budur ki sükun-u umumiyi tesis eder.

İnsanların iman eksenli bir ahlâk ve ibadet disipliniyle yaşanan bir hayat anlayışına sahip olmaları, Said Nursî’nin, lahikalarda tayin ettiği hizmet düsturlarıyla, müsbet hareket metoduyla hizmet ederek bu minvalde çalışan nurcuların en önemli ve öncelikli hedefini teşkil ederken, hizmet ve iştigal sahaları bu gayeye müteveccih faaliyetler oluşturmalı ve oluşturmalıdır.

Bu temel prensibin bir neticesi olarak, islami cemaatlerin ticaret, siyaset ve hele devlet idaresini ele geçirmek gibi dünyevî işlerle bir alâkalası olamaz. Çünkü idareyi ele almak müsbet hareket metodunda yer almaz. Müsbet hareketi esas almayan hizmet hareketleri ise esas aldıkları prensiplere göre hareket ederek gerek kendilerini ve gerekse tüm islami hizmet hareketlerini zan ve töhmet altına alınmasına sebep olmaktalar. Bu tevessül ise, kul hakkına girmeye sebeptir.

İslami cemaat mensupları, ferdi olarak kendi şahısları namına ticaret yapabilirler veya siyasetle meşgul olabilirler. Bunda bir mahzur yoktur. Bu meşguliyetlerini, cemaat tarafından yapılan manevî hizmetlere katkı ve destek vermek gibi bir amaca da yönlendirebilirler. Ancak burada ince ve hassas bir çizgi var. O da, söz konusu ticarî veya siyasî meşguliyetlerin, İslami cemaatlerin şahs-ı manevîsi ile irtibatlandırılmadan yürütülmesi gereğidir. Bu dengeye dikkat edilmezse, cemaatlerin ticarîleşme ve siyasîleşme yoluyla dünyevîleşip yozlaşarak aslî hizmet ve iştigal alanlarından uzaklaşmaları riski ortaya çıkar. Ayrıca manevî hizmetlerin ticarî veya siyasî amaçlar için istismar edilmek istendiği gibi suçlamalara malzeme verilmiş olunur. Şahsi hataların umumileştirilip umum islami hizmetleri töhmet altında bırakmaya sebep olacaktır. Sekülerizm hem insanı hem insanlığı perişan etmiştir.

Hizmetlerin ruhunu oluşturan ihlâsa zarar verdiği gibi, muhataplar nezdinde korunması icap eden inandırıcılığa da gölge düşürür. Yola koyulurken mevcut olan halisâne duygular ve hizmet mülâhazaları, zaman içinde, mazide kalmış olan latif hatıralar veya ibret tabloları olarak nakledilir hale gelir olur.

Kuralları başka odaklarca belirlenen ticaret ve siyasetin kaygan zeminlerinde, giderek hızlanan bir süreç içinde aşınmaya ve helâl-haram hassasiyetleri törpülenmeye başlar. Cemaatler cemaat olmaktan çıkıp müflis holdinglere veya itibarsız siyasî organizasyonlara dönüşerek tükenirler. Manevi olarak ilmen ve fikren mağlub edilemeyen hizmet hareketleri, madde ile boyunduruk altına alınmış olup nazar-ı itibardan düşürülmüş olur. Bu suretle manevi hizmet yerle bir edilir.

Bir cemaatin siyaset alanında aktif bir oyuncu gibi rol üstlenip, güncel siyasetin polemik ve tartışmalarında çok fazla adının geçmesi; farklı iddia, suçlama ve savunmalara konu olması da dünyevileşenin bir neticesidir. Sürekli olarak politik tartışmaların içinde ve odağında yer alan bir islami cemaat, o tartışmaların kaçınılmaz bir neticesi olan yıpranmadan kendisini koruyup azade kalabilir mi? Tabi kalamayacaktır. Ve hizmetin kudsiyetine gölge düşürmeyip, hizmeti tarumar edecektir.

Kıyasıya bir iktidar mücadelesinin tarafı gibi davranan veya tavırları öyle anlaşılan bir islami cemaat, artık siyasi bir cemiyet haline gelecektir. Böylece toplumda itibarsızlaştırılıp, netice itibariyle toplumda İslamiyete karşı bir soğukluk ve mesafe olmasına sebep olacaktır.

Maddeyi ve siyaseti ön plana alan cemaatler, dünyevileşerek dünyanın çarkları arasında öğütülecektir. İsminin duyulduğu yerlerde de tepki ve mesafe konacaktır. Maddeyi bu suretle ön plana alan cemaatler itibarsızlaştırılmak için ehl-i dalalete açık hedeftir.

Bu sebeple cemaatlerin dünyevileşmekten uzak kalmaları hizmetlerinin selameti için elzemdir.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: Risalehaber 

www.NurNet.org