Etiket arşivi: kadın erkek

Ön safa koşanlar rıza mı arıyor?

Hani mürşidim 20. Söz’de diyor: “Kur’ân-ı Hakîmde bazı hâdisât-ı tarihiye suretinde zikredilen cüz’î hadiseler küllî düsturların uçlarıdır.”

Ben bunun çok nümunelerini gündelik yaşamda görüyorum. Bir örneği: ‘Secde’ meselesi. Malumunuz: Kur’an’da anlatıldığı üzere, İblis, Hz. Âdem’e (a.s.) secde etmekten (emr-i ilahîye rağmen) teberri ediyor. Neden? Çünkü kafasında başka bir hiyerarşi var. Kendisinin, yaratılış itibariyle, insandan üstün olduğunu düşünüyor. Hatta bunu Cenab-ı Hakka karşı da savunuyor: “Ben ateştenim o ise topraktan!” diyor. 

Peki, zerre misal bir mahluk, Halık-ı Zülcelaline karşı ’emr-i kudsîlerinde bir yanlış bulunabilirmiş gibi’ kendi doğrusunu(!) nasıl savunuyor? 

“Şeytanla nasıl kardeş olunur?” yazısında İsrâ sûresinin 27. ayeti üzerinden bu meseleye bir miktar değindiğimizi anımsıyorum. Ve demiştik ki: Her müsrif aslında bir açıdan bu kıssanın tekrarıdır. Çünkü o da, kendi çapında, seçimini Allah’ın takdir ettiği ölçülerin üstüne koymaktadır. Ne diyordu ayet-i kerime bize? Kısa bir mealini hatırlayalım: 

“Muhakkak ki müsrifler şeytanların kardeşleridir! Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” İşte, Allah’ın takdirlerindeki uygunluğu/hikmeti inkâr eden her insan, bir ölçüde, bu ayetin yakıcı gölgesi altına girmektedir. Zira akledişini Allah’ın emredişi üzerine çıkarmaktadır. Nankörlük de zaten tam bu noktada başlamaktadır: Reyini vahyî tayin edişlerden üstün gören öncelikle ’emredilenin faziletini’ inkâr eder. Sonra da emredenin yüceliğini… 

Yine mürşidim bir eserinde diyor: “Şayet sefih erkekler hevesâtına uyarak kadınlaşırsa, nâşize kadınlar da hayâsızlıkla erkekleşir.” 

Ben bunun da meselemizle bir ilgisi olduğuna inanıyorum. Yani: Erkeğin israfı kadının israfını besliyor. Erkeğin aşırıya gidişi kadının aşırıya gidişini güçlendiriyor. Erkeğin tefriti kadının ifratına alan açıyor. Kendi safından vazgeçmeye başlayan erkek kadınları da kendi saflarından vazgeçmeye yöneltiyor. Hatta, yakınlarda okuduğum Sözüm Söz kitabında, Fatma Barbarasoğlu diyor ki: 

“Beni en çok korkutan sorumluluk şuurunun azalmasıdır. Ve maalesef, azalan erkek kimliğinin bir parçası da, bu şuurdaki azalmayla gösteriyor kendini. Büyük hikayeye baktığımızda da aynı şeyi gözlüyoruz. Bakımlı, bedeni önceleyen, metroseksüel erkek kimliğinde sorumluluğa bir vurgu yok. Azalan erkek kimliği, sadece İslamî kesimin değil, bütün dünyanın sorunu…” Aynı kitaptaki başka bir söyleşisinde ise, Barbarosoğlu, erkeklerin artık ‘evin geçindirilmesinden’ tutun ‘ailedeki liderliğe’ kadar birçok hususta kadını rolleri paylaşmaya zorladığını ifade ediyor. Yani: Bir nevi, erkek alan açıyor, kadın bu alanı dolduruyor. 

İşte en nihayet mesele ‘aynı safta ibadet etme’ye kadar geldi. Modern kadın, erkekten bulduğu boşlukta başlattığı çapraz koşuyu, naslarla tayin edilen alanlara kadar ilerletti. Hadi, abartmayalım, şeytan kadar olmadı. Fakat şöyle dedi: “Ben de topraktanım o da topraktan! Neden ona secde edeyim? Neden onun arkasında durayım?” 

Bu secde meselesi hikmetli bir meseledir. Bir insan, birşeyin arkasında (yani ona doğru) secde ettiğinde, aslında ona secde etmez. Onun secde ettiği şeye secde etmiş olur. Bir müslüman Kabe’ye yöneldiğinde Kabe’ye tapmaz. Önünde secde eden adama da tapmaz. Caminin duvarına da tapmaz. Kabe’nin Rabbine tapar. Secdesini oraya yönlendirdiğinde ‘taşın insandan üstünlüğe’ iman etmiş olmaz. Taşa doğru secde etmeyi emredenin kendisinden üstün olduğuna iman eder. İmama doğru secde etmek şimdiye kadar hiçbir cemaate ‘imamla mahlukiyet açısından eşit olmadığını’ düşündürmemiştir. Bu nedenle Allah’a iman etmekle ‘Allah’a secde edecek kadar iman etmek’ birbirinden farklı şeylerdir. 

Şeytanın da Allah’a imanı vardır. (Onunla konuştuğuna göre Ona elbette inanmaktadır.) Fakat Allah’ın secde etmesini emrettiği yöne/şeye doğru secde edecek kadar marifeti yoktur. İmanı bu tür bir marifetten eksiktir. 

Şimdilerde modern kadın da erkek de bir imtihan yaşıyor. Erkek, artık yorulmuş gibi, kendisine verilen Âdem olma görevinden kaçınıyor. Yine Allah’ın takdiri ile tayin edilmiş bir toplumsal rolü ‘kolaycılıkla’ terkediyor. İşini bırakıyor. Bencilliğine mağlup oluyor. Kadın da onun terkettiği alana kayarak yine tayin edilmiş rolünden taşmaya teşebbüs ediyor. Hiyerarşiyi kendi lehine dönüştürüyor(!) 

Ancak ne o bunda felah bulacak ne de öteki berikinde. Çünkü boş alanlara yapılan tüm çapraz koşular en nihayet ‘israf’ olacak. Kabe’yi sırtına alanın da, yanına duranın da, secde etmeyi reddedenin de fazileti kalmayacak. 

Neden? Çünkü kainatta Allah’ın takdirinden daha hikmetlisi yok. Onun “Bundan razıyım!” buyurduğundan başka rıza dairesi yok. Kadın erkeğin safına ilerlemekle daha fazla fazilet kazanmayacak. Erkek de terkettiği saftan dolayı huzur bulmayacak. Birisi varolmayı ‘daha çok/ileride görünmek’ sanmasıyla ilgili imtihanını kaybedecek. Diğeri de kendini gerçekleştirmenin ‘başkalarından daha az sorumlu olmakla’ mümkün olduğuna dair yanılgısıyla yenilecek. Yani: Aynı safta olmanın seküler lezzetlerinden hakiki bir cennet yeşermeyecek. Çünkü tarlanın sınırı bir kere bozulduğunda sahiplerinde huzur kalmaz. Her yeni mahsul yeni bir kavgaya/kavgalara sebep olur. Hepimiz şunu net bir şekilde bilmekteyiz zaten: Kavgalar ‘paylaşamamak’tan doğar. 

Ahmet AY

Güçlü Aile Bağı İçin 40 Maddelik Plan

Hükümet, daha sağlıklı bir toplum ve aile yapısı hedefiyle, bireylerin bilinçlenmesini ve korunmasını temel alan bir plan hazırladı

Hükümet, aile bağlarını daha da güçlü hale getirmek için harekete geçti. Sağlıklı toplum için ailelere ‘evlilik, şiddet, internet, cinsellik’ konusunda eğitim programları düzenlenirken sayıları 15 milyona ulaşan ev kadınlarının hem sosyal hem iş yaşamında daha fazla yer almaları sağlanacak. Anneliğin itibarının korunması ve aile içi şiddetin önlenmesine kadar birçok konuda projeler yaşama geçirilecek. Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı aile raporunda aileyi korumaya yönelik atılacak 40 adım şöyle sıralandı:
 Ev kadınlığının ve anneliğin itibarı ailelere anlatılacak.
 Medya aile değerlerine uygun yapımlar üretmesi için özendirilecek.
 Kadına yönelik şiddete karşı kanunlar etkin biçimde uygulanacak.
 Aile içi şiddete karşı valilik, kaymakamlık, emniyet ve yargı birimlerine yönelik eğitimler düzenlenecek.
 İletişim araçları ile erken yaşta tanışan çocuklarda belirgin dil ve toplumsal gelişim problemleriyle mücadele edilecek.
 Akrabalık ve komşuluk ilişkilerine özendirici çalışmalar yürütülecek.
 Çocuklar spor etkinlikleri ve doğayla baş başa kalacakları farklı faaliyetlere teşvik edilecek.
 STK’lar ve dernekler ile aile kültürünün güçlendirilmesi için ortak çalışma yürütecek.
 İnternette koruma paketleri kullanılacak.
 Ailelerin çocuklarının internet kullanımı konusunda bilinçli olmaları sağlanacak.
 İnternet, çocukla beraber kullanılarak, denetim ve doğru yönlendirme yapılacak.
 Aile bireylerinin birbirlerine bağlı olması desteklenecek.
 Çocuğun erken yaşta TV, tablet ve telefona bağımlı olmaması için aile bilinçlendirilecek.
 Gençlerin toplumsal öğrenme becerilerinin körelmemesi için tedbirler alınacak.
 Gençler sanal kumara karşı korunacak.
 Çocuklara ailenin önemi öğretilecek.
 Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aile kurumuyla lgili çok disiplinli çalışmalar gerçekleştirecek.
 Toplumsal birlik ve kültürel hafızamızı güçlendirme konusunda medyadan yararlanılacak.
 Kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesine yönelik tedbirler alınacak.
 Kadın istihdamı desteklenecek.
 Kadın girişimcilere yönelik ekonomik destek kredileri artırılacak.
 Annelerin eğitimi konusunda alternatif yöntemler geliştirilecek.
 Kadınların psikolojik, eğitimsel, toplumsal ve ekonomik yönlerden desteklenmesi çerçevesinde toplumsal pratikler geliştirilecek.
 İnsani değerler temel alınıp erkek ve kadın rollerinin anlatıldığı ulusal kampanyalar düzenlenecek.
 Aileyi olumsuz etkileyen programlarla ilgili RTÜK denetleyici görevini hassasiyetle yapacak.
 Akraba evliliklerinin olası sakıncaları hakkında toplum bilinçlendirilecek.
 Evlilik öncesi gençlere evlilikle ilgili eğitim desteği verilecek.
 Küçük çocuğu olan annelerin evden çalışma ve esnek çalışma saatleri konusunda yasal düzenlemeler yapılacak.
 Çocuk yuvalarının sayısı artırılacak, niteliği geliştirilecek.
 Aileler, cinsellik ve cinsel sağlık konusunda eğitilecek.
 Teknoloji eğitimi verilecek.
 İş yerinde mobbinge ağır yaptırımlar getirilecek.
 Ailenin huzur ve refahının geliştirilmesi amacıyla yapılan programlara katılım sağlanacak.
 Aile bireylerine sorun çözme, empati kurma, karar alma eğitimi verilecek.
 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından”aile içi sorunların çözümü” içerikli eğitim çalışmaları düzenlenecek.
 Bakanlıklar ortak çalışmayla aile stratejileri geliştirilecek.
 Kadın-erkek ücret eşitsizliği giderilecek.
 Çalışma hayatında kadına yönelik negatif ayrımcılığın giderilmesi sağlanacak.
 Boşanma kararı alan aile bireylerine yönelik psikolojik destek hizmeti verilecek.
 Cinsiyet ayrımcılığı konusunda aile bireylerini bilgilendirici kamu spotlarıyla konuya ilişkin farkındalık oluşturulacak.
Sabah Gazetesi

Kadın Olmayı Sevmek-2

Bir yazının ya da eğitimin ardından konunun hemen “ Peki ne yapacağız?” a bağlanmasına çok alıştım. Zaten bu ülkede insanlar da her defasında başkalarının çözümlerini uygulamaya alışmışlar ne yazık ki… Kendi probleminin çözümünü bulma yoluna girmek uzun ve yorucu oluyor pek çok kimse için. Ama başkasının çözümü de eğreti durunca iç dünyalarında, bu sefer daha yorgun ve çaresizce başka çözümlere yöneliyorlar.

Bunu anlayabiliyorum. Sorunları hemen çözüme kavuşturmak ve var olan problemi çözmek istiyor insanlar. Lakin bir problemin kaynağını bulmadan onu çözebilmenin ne derece zor olduğunun farkındayım artık. Ve kendimi ne kadar net ifade etmek istesem de, bir yerde hep eksik kalan kısım olacağının da farkındayım.

Bu sebeple bir yazı dizisi olarak düşündüğüm Kadın Olmayı Sevmek yazılarının ilkini algımızdaki erkek, kadın ekseninde tutmaya çalıştım. Zira kadın ve erkek dendiğinde algısındakilerin farkında olmayanlar, mış gibi cümlelere ikna olmak konusunda zorlanmıyorlar. Halbuki içsel yönelişe sıra geldiğinde zorlanabilmek bu yüzden çok daha mümkün.

Bunun yanında ebeveynlik miras bırakılarak devam eden bir sistem. Kendi algılarıyla henüz yüzleşmeyenler, çarpraşık ve nefret geliştiren algılarının neticelerini kendinden sonraki kuşağa da aktarıyorlar. Bizim kadın ve erkek diye sadece kendi ilişkimiz ekseninde yaşadığımız haller, çocukların gözünde nasıl anlam buluyor sorusunu soramadığımız için, yorgun bir şekilde kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

Ayrıca zihnin ilişkilendirmek gibi bir işleyişi vardır. Zihninde ilişkilendirdiği erkek ve kadın anlamlarının, duyduğu ve gördüğü şeylerle uyumlu olması o ilişikliği devam ettirmesi açısından diretmesine de sebep olan unsurlar haline gelebiliyor. İnsanların değişime direnmeleri biraz da bu yüzden zaten.

O yüzden adım adım bir yol izlemek niyetindeyim. Bunun yanında elbette öneriler geliştireceğim. Ama tıpkı bir rahatsızlıkta doktora gittikten hemen ardından iyileşme nasıl mümkün değilse ve teşhis için önce tahlillere ihtiyaç varsa, bu yüzleşmelerde de benzer bir şeye ihtiyaç var. Sorularımız ve vereceğimiz cevaplar iç dünyanın tahlilleri ve röntgenleri olacaktır diye düşünüyorum.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra ikinci bölüme geçebilirim sanırım ;

Hepimiz Anne ve Babalarımızın Korkularıyız

Çocuk ve dünya tasavvurumuz anne ve babalarımızdan miras aldığımız şeyler demiştim. Dünyanın güvenilmez ve tekin olmayan bir yer olduğunu düşündüğümüzde elbette bu algımıza hizmet eden şeyler yapmaya devam ederiz.

Doğan Cüceloğlu bunu korku toplumu olarak nitelendiriyor. Korktuğumuz için, karşımızdakini zaptetmek, aşırı sınırlandırmak getirmek, ödüle ve cezaya başvurmaktan geri durmayız. Çünkü bıraktığımız andan itibaren işlerin kontrolümüzden çıkacağını ve her şeyin karma karışık olacağına inanırız. “Kızını rahat bırakırsan ya davulcuya, ya zurnayıcıya” yargısı da zaten temelini bu eksen üzerine bina eder.

Çocuk yetiştirmek uzun vadeli bir süreç olduğu için, şimdiki zamandaki hallerle bütünü değerlendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Ama anne ve babalar şimdiki zamanda yaşadıkları bütün korkuları çocuklarının gelecek zamanlarına da taşıyorlar.

Artık erkek çocukları içinde de benzer kaygılar yaşanmaya başlasa da, kız çocuğu yetiştiren anne ve babalar için ergenlik döneminden itibaren, kaygılı ve korku dolu zamanlar başlamış demektir. Ve kızların, yoldan çıkmasından, başlarını öne eğmesinden  o kadar korkarlar ki, bunu diğer cinsin ne kadar kötü ve güvenilmez olduğu tohumlarını ekerek yapmayı tercih ederler. Bütün erkekler, istismarcı, güvenilmez, sapık, eziyet eden birine dönüşür kızların gözünde. Ve kadın olmayı tüm bu kötülüklerin arasında, enkaz altında kalmış hissiyle hissetmeye çalışırlar.

Halbuki, değer dediğimiz şey, güvensiz ve karşı cinsi kötüleyen cümlelerle değil, bizzat biz de var olan haliyle geçer karşı tarafa. Eşimize, oğlumuza/kızımıza davranış biçimiyle şekillenir. “Ekonomik özgürlüğüm olsaydı bu adamı bir dakika çekmezdim” ile “Sana güveniyorum ama dışarıya güvenmiyorum” aynı bakış açısından besleniyor. Belki de kendinde oluşturulan algının yansımasını, çocuğuna aktarıyor anne baba.

Bu sebeple aslında anne ve babalarımızın – fark edemedikleri- korkularının sonucunda oluştu tüm bu olumsuz yargılarımız. Bu yargıların destekleyiciliği hususunda da örnek bulunmazsa, şehir efsanelerine dönmüş şeyleri paylaşmaktan da çekinmedikleri için büyük tabloda yapılan tahribat gözükmüyor ne yazık ki.

İşte bu yüzden, anne babalarının korkularının üzerimize ne kadar yapıştığına bakıp, benzer korkuları kendi çocuklarımıza aktarıp aktarmadığımıza dikkat etmemiz lazım.

Yoksa elin oğlu/kızı olduğunda kötü gözükenin, eşimiz olduğunda biricik olması ve bir kız çocuğunun sürekli karşıdakinden korkarak kendini sevmesi mümkün olmuyor.

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net

Erkeğe Muhtaç Olmamak

Aman kızım oku, ayaklarının üzerinde dur, erkeğe muhtaç olma.” Annelerin çoğu kızlarını bu cümle ile büyütüyorlar, okutuyorlar. Bu annelere ne oldu da kızlarının kocalarına ihtiyaç duymasından bu kadar korkuyorlar?

Benim tespitim şu yönde: Bu cümleyi kuran anneler kadın olmanın gerçekten ne demek olduğunu bilmeyen, kadınlığın tadına varamamış, sevmenin ve sevilmenin lezzetini bilmeyen kadınlar. Erkeklere öfkeli, kocaları tarafından kıymetlerinin bilinmediğini düşünen kadınlar. Peki, gerçekten kıymetleri bilinmedi mi?

Bizim kültürümüzde önceki neslin kadınlarının çoğu ev işleri yapmayı kadınlık zannediyordu. Kadın olmak için evi temiz tutmak, yemek pişirmek, çamaşır, ütü gibi işleri yapmak gerektiği ile büyüdüler. Bunlar elbette gereksiz işler değil, kadın olmanın bir parçası fakat kadın olmak asıl bu değil. Önceki neslin kadınları gerçekten kadın olmanın ne olduğunu öğrenemediler. Yaratılışlarındaki var olan kadınlığı da anneleri sebebi ile büyüme döneminde kaybettiler.

Önceki neslin kadınları, bütün bu işleri yaptıkları hâlde neden kocaları gözünde bir numara olmadıklarını, baş tacı edilmediklerini anlayamadılar. Kendilerini kıymeti bilinmeyen bir hazine gibi gördükleri için de çoğunun ömrü kocaya kızgınlık duyarak geçti. “Eğer para kazanıyor olsalardı kocalarına eyvallah etmeyecek ve koca kahrı çekmeyeceklerdi.” Dışarıda çalışmanın zorluklarını bilmedikleri için hep böylesi daha iyi olur zannettiler. Kendilerini çocuklarının hatırı için koca kahrı çeken mazlum ve mağdur kadınlar olarak gördüler.

Çoğunluğu kocanın da onun kahrını çektiğini, onda bir kadın bulamamanın getirdiği hüznü, hayal kırıklığını ve bazen patlayan öfkesini anlayamadılar. Yaptıkları ev işlerini erkeğin annesinin de yaptığını, erkeğin bunun için evlenmiş olamayacağını, erkeğin bir kadından beklentilerinin başka olduğunu düşünemediler. Onlar kendilerini dört dörtlük kadınlar zannettiler. Ve böyle kadınların kıymeti bilinmediğine göre kızlarını kendileri gibi yetiştirmeme kararı aldılar.

Ve dediklerini yaptılar. Kızlarını kendileri gibi yetiştirmediler. İş yaptırmadılar. Onlar ders çalışırken anneler etraflarında pervane oldular. Meyveleri bile soyup çocuklarına kendi elleri ile yedirdiler. Kız ve erkek çocuklarını yetiştirirken birbirinden ayırmadılar. Bu yüzden şimdiki neslin kızları kadın olmayı okumak ve ayakları üzerinde durmak, erkeğe muhtaç olmamak olarak öğrendiler. Onların çoğu da ev işlerinden anlamıyorlar.

Ve bu neslin kadınları okumuş olmanın, kariyer sahibi olmanın kocası için büyük bir lütuf olması gerektiğini düşünüyor ve bu özellikleri ile kadın olmaya çalışıyor. Kocası ile uzun saatler siyasi ve kültürel sohbetler yapmak istiyor. Kocası ile bilgi yarıştırıyor ve bunun kocası tarafından takdir edilmesini ve ona süper kadın muamelesi yapılmasını bekliyor.

Bir koca, erkek arkadaşı ile de yapabildiği sohbeti karısı ile de yaptığı için neden mutlu olsun ki? Bunun için mi evlenmişti? Evlilik bir arkadaşlık kurumu mudur? Bir erkek kadından ne bekler? Bunların cevabı yok. Kadınlar kocalarına kültür verip mutluluk almak istiyorlar. Fakat bu mümkün olmuyor. Zira okumuş, çalışan kadınlar, farkında olmadan kocası ile rekabet ediyor, güç mücadelesine giriyor.

Keşke önceki neslin kadınları erkek suçlamaktan vazgeçip “Biz nerede hata yapıyoruz?” diye düşünselerdi; böylece hem kendileri için hem kızları için daha doğru şeyler yapmış olurlardı.

Annelerin hem kendi hataları hem de dış etkenlerle yetiştirdikleri kızlar güçlü fakat yalnız ve mutsuz oldular.

Yapılan bir araştırmada bekâr hanımlara “Erkeklere ihtiyacınız var mı?” diye sormuşlar. Hepsi de “Hayır” cevabı vermiş. “Evlenmek istiyor musunuz?” sorusuna hepsi de “Evet” cevabı vermiş.

O hâlde kadınların erkeklere ihtiyacı var. Erkeğin parasına muhtaç olmamak ona muhtaç olunmadığını göstermiyor. Erkeğin “nefesine, sevgisine, korumasına, cinselliğine, sahiplenmesine… “ kadının ihtiyacı var. O zaman efelik edip erkeğe ihtiyacım yok demenin bir mantığı yok. Kariyer yapmak ya da para kazanmak kadının erkeğe olan ihtiyacını azaltmıyor, belki duygusal anlamda artırıyor.

Velhasıl anneler kızlarını erkeğe muhtaç olmayacak şekilde yetiştirememiş oldular. Zaten böyle bir şey fıtrata aykırı, mümkün değil. Kadın erkeğe, erkek de kadına muhtaçtır. Muhtaç olmak âciz olmak değildir. Yaratılmış olmanın gereğidir.

Huzur Bulalım Diye/ Sema Maraşlı

cocukaile.net

Bir kadının pamuk ellerinin içinde aslan pençesi gizlidir

Eşim bana çok kırıcı sözler söylemekte. Yaptığım yemeği ya da kurduğum sofrayı beğenmiyor.

Kadınlar, erkeklere rağmen çok daha duygusallar ve kendilerini ifade ettikleri birkaç yer vardır.

Bunlardan birisi de; yemek masaları…

Aslında bir kadın yemek masasını hazırlarken, kendisine hazırlıyordur demektir. Sofranın üzerine bir bardak çay koyarken, bir peyniri tabağa dilimlerken, zeytini kasenin içine koyarken, ekmekleri dilimler ve masanın bir tarafına doğru yerleştirirken aslında ortaya koyduğu kendi kişiliğidir. Hani eski kilimlerin üstündeki nakışlar incelenirken, o nakışların renkleri ve dizilişleri o kilimi yapan kişinin iç dünyasını yansıtır diye devamlı anlatılır ya… Elle yapılan halılarda, kilimlerde genç bir kızın hikayesi gizlidir. O iç dünyasını, duygularını resmetmiştir. Aynen bunun gibi bir kadın, eşine, çocuklarına bir sofra hazırlarken o özene bözene hazırladığı sofranın içine kişiliğini yansıtmaktadır. Kadının sofrası, kıyafeti kişiliğidir. Özensiz konuşulmaması lazım. Kişiliğe laf söylemekle kişinin kişiliği olarak algıladığı yere laf söylemek arasında fark yoktur. Kadının bedeni de kişiliğidir. Burnu uzun, kulakları kepçe, dişi eğri olabilir, Allah onu öyle yarattı. Her şey bitti de, Allah’ ın yerleştirdiği dişe mi kaldı tüm sözleriniz? Bir kadın duyarsızlaşmaya ya da erkekleşmeye başladıkça erkeğin başına bela olur. Kadının duyularını yitirmemesi lazım, ama acıyı duya duya yitirdi hislerini. Gün gelir sana resti çekebilir.

Bir kadının pamuk elleri içinde aslan pençeleri saklıdır.

Pamuk elleri varken onu özenti içinde tutman lazım ki, evlilikteki sistem yürüsün, herkes kendi fıtratını korusun. Ama bir erkek, bir kadını savunmak zorunda bırakırsa; kediyi köşeye sıkıştırdığın gibi üstüne sıçrar. Hadi çık bakalım işin içerisinden… Kalkmıyor sabah, kahvaltı da yapmıyor, yaptırmıyor da, çok da umurunda değil. Üstünü başını, kıyafetlerini de toplamıyor, evi de toplamıyor, hadi toplat bakalım… Yüzü gülmüyor, akşam geldiğinde kapıyı çocuklar açarken kadın mutfakta duruyor. Niye durmasın ki?

Kadın, duygularına çabuk esir olur. Onun belki de isteyeceği şeylerden bir tanesi de, eşi tarafından sevildiğini, değer gördüğünü hissetmek. Duyarlılığını kaybeden kadının anneliği kaybolur. Bak bu kadın niye çocuğuna saldırıyor böyle? Yeter diye niye bağırıyor evin içerisinde? Gidiyor, o çok sevdiği çocuğun yakasından tutup niye fırlatıyor içeriye? Bıktım artık sizden diye niye koşuyor camın yanına öyle? Niye bu kadın depresyon ilaçları içiyor böyle? Değer görmüyor ki… Bir insanın en değerli hali, değer gördüğü halidir, var olduğu halidir. Eğer bir kadına var olduğu haliyle saygı duyulamazsa, o kadınla baş etmek çok zordur, birlikte yaşamak zordur. Evin içini de kendi yaşamını da cehenneme çevirir. Çünkü kadın duygusaldır. Duyularına karşılık bulmadığı zaman erkeği evde zor barındırır. Erkek eve girerken ayakları geri geri gider.

Kadının sofrası, onun kişiliğidir. Mahçup olmak lazım… Bir hizmetçi gibi size bir bardak çay getirdiğinde sofrada oturan kişinin mahçup olması lazım… Utanması lazım. Evin içerisinde birlikte iş yapmadığından dolayı mahçup yahut önüne bir bardak çay getiren eşine karşı ” Estağfurullah, ben kendim alırdım, niye zahmet ettin” demesi lazım. Ki kadının coşabilsin.

Kadının duyarlılığı erkeğe, aynı zamanda erkeğin duyarlılığı da kadına bağlıdır. Aile sisteminin işlenmesi eşlerin birbirine duyarlı olması ile mümkündür.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş