Etiket arşivi: kavga

Medeniyetleri yıkan hastalık: “Fitne”

Seni zaafa uğratmak için ne planlar kurdular, ne sinsi oyunlar kurguladılar! Ama Büyük Vazifeli, Nebiler Nebisi (a.s.m.) hayatta idi o günlerde. O’nun (a.s.m.) engin ferasetine çarpıp çarpıp gerilediler. O’nun (a.s.m.) asıl hayata intikali sonrası “şimdi sıra bizde” dediler. Peygamberlik iddiasında bulunan yalancılar olarak ortaya çıktılar. Amaç insanların kafalarını çelmek, kendilerine taraftar toplayıp İslam’ı bitirmekti. Ama ne Müseylemeleri, ne Tuluyhaları başarılı olabildi bu oyunlarda. Hz. Ebubekir’in sıddıkiyetine, Hz. Ömer’in adaletine çarpıp çarpıp perişan oldular.

Bu disiplinli toplumun önünde ne Roma ne de Pers İmparatorlukları durabiliyordu. Daha Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk yıllarında İslam orduları Anadolu topraklarına girmiş, huzur ve sükûn iklimi dört bir yanı çepeçevre sarmaya başlamıştı. Aydınlıktan rahatsız olanlar vardı. Hz. Peygamber’in sahabesi de olsalar, onları da birbirlerine düşürmenin yolları olmalıydı. Hz. Osman dönemi idi. Peygamberimizin (a.s.m.) “Melekler bile senden utanıyor” dediği bu büyük insan için fitne kazanları kaynamaya başlamıştı. Hakkında ortaya atılan iftiralar, uzak coğrafyadan kışkırtarak getirttikleri güruhlar ve derken İslam tarihinin utanç sayfası cinayet Medine’de işleniyordu. Evin ön kapısında Hz. Ali’nin iki mübarek oğlu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin nöbet beklerken arka duvarı yıkarak girmiş ve Hz. Peygamber’in (a.s.m.) damadı Zinnureyn’i şehit etmişlerdi.

İşte istedikleri olmuş, fitnenin fitili ateşlenmişti. Sahabe, Hz. Osman’ın katillerini bulmak için seferber olacak ve iki grup halinde bir araya geleceklerdi: Hz. Ali’nin etrafında toplananlar ile Hz. Aişe’nin etrafındakiler. Niyet, amaç, hedef aynı idi. İki ordu o gün yan yana gelmiş, ne yapacaklarını istişare edeceklerdi. Hava kararmak üzere idi. Yarın görüşürüz denildi ve herkes çadırlarına çekildi. Fitne uyumamıştı ama. Bu iki güzide topluluğu birbirlerine düşürebilirlerse düğün bayramdı birilerine. O gece ard niyetliler bu iki topluluğun içine sızacak ve gecenin karanlığında birbirlerine ok yağdıracaklardı. İki topluluk da sanacaktı ki diğeri bana saldırıyor. Ve gecenin karanlığında birbirlerine gireceklerdi. Sabah gün ağarırken biz Hz. Ali’yi Talha bin Ubeydullah’ın cenazesi başında ağlarken bulacaktık. Cennetle müjdelenmiş iki kişi bir arada idi. Biri gece şehit edilmiş diğeri ona gözyaşı döküyordu. Fitne başarmıştı!

Fitne hiç durmaz…

Aynı oyunları Sıffin’de de, Hakem Olayı’nda da, Kerbela’da da icra etmeye çalıştılar. İnanmışlar birbiri ile uğraşmalı, hak, batıla galebe çalamamalı idi. Emeviler dönemi ve Abbasiler döneminde İslam’ın sesi ufukları dolaşırken, bir tarafta İspanya’dan öbür tarafta Orta Asya’ya kadar ilerleme sağlanırken içeriden de kokuşmanın emareleri belli oluyordu. Emevilerdeki ırkçı anlayış büyük bir fitneye sebep olurken, servetin çoğalması ayrı bir gevşemeye sürükleyip götürüyordu toplulukları. Bazen bir yalçın dağ çıkıyordu toplumun önüne ve onun kahramanca duruşu toplumdaki tüm hastalıkları bertaraf ediyor, fitne ve diğer salgınların yayıcıları girecek delik aramaya başlıyorlardı. Bir Emevi halifesi olan Ömer b. Abdülaziz işte onlardan biriydi. İşe önce kendisinden başlamıştı zira. Kendisine ve eşine ait tüm zineti beytülmale teslim edip “işte böyle yaşanmalı” demiş ve yola öyle koyulmuştu. İdareci böyle olunca toplum da silkinip kendine gelebiliyordu. Toplumu bir dönem, Harici, Sünni, Şii diye bölmeye çalışanlar lal kesilmişlerdi. Fitnenin kapısını açmak için bu büyük fedakârı ortadan kaldırmak gerekecekti. Ve hayâsız suikastı işlemekten de çekinmediler.

Abbasilerin zayıfladığı yıllardı. Bağdat’taki Abbasi halifesi zor günler geçiriyordu. Şii Büveyhoğulları kendi akideleri adına Bağdat’ı ablukaya almışlardı. Sıkıntı had safhada idi. Birden Orta Asya bozkırlarından bir yiğit çıkagelecek ve fitnenin ocaklarını söndürecekti. Bu kişi Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey’di. Ahlat’tan Diyarbakır’a, Halep’ten Kudüs’e kadar nice toprak Büyük Selçuklunun himayesinde idi. Zor ve sıkıntılı günler uzak değildi. Bu devleti yok etme adına İsmaili grupları suikast timleri ile Nizamülmülkleri, Melikşahları katlediyor ve kaos ortamında kendilerine yer edinmeye çalışıyorlardı.

Anadolu Selçukluları, Anadolu’da kapı gibi duruyor ve hem Haçlılara geçit vermiyor hem de bölgenin İslamlaşması için nice fedakârlıklar yapıyorlardı. Ama Ortadoğu’da sıkıntı vardı. Tunus’tan kopup gelen Fatimiler Mısır’ı ele geçirmiş ve Şii akideyi yayarak İslam’ın bağrında derin yaralar açmaya başlamışlardı. El-Ezher gibi dev eğitim kurumları ile propagandalarını yapacak kişileri yetiştirirken Selçuklunun Nizamiyeleri, onların karşısında bir set oluşturmaya çalışıyor, fitnenin kol gezmesine müsaade edilmiyordu.

Ortadoğu’nun keşmekeşliğinin ilacı Zengi Atabeyli’ğinde idi. İmadüddün ve oğlu Nureddin Zengi bir anda hayat oldular bölgeye. Fedakârdılar, yorulmuyorlardı. Affedici ve kuşatıcı idiler. Etraflarında toplananlarla büyük bir ilim ve sanat devleti kurdular. Bu dönemde Urfa, Antakya, Halep ve Şam Haçlılardan kurtarıldı. Kudüs’ü kurtaramadı Nureddin Zengi ama kurtaracak adamı, Selahaddin’i yetiştirdi. Fitnenin elini kolunu bağlayan Nureddin, fitnenin kafasını ezense Selahaddin olacaktı. Mısır’a kadar uzanacak ve bu bölücü devleti ortadan kaldırarak Mısır’a altın bir dönem yaşatacaktı. Eyyübiler döneminde Orta Asya’nın köleleştirilmiş çocukları itina ile yetiştirilecek ve geleceğin en büyük fitnesi Moğolları durduracak ordular ve kumandanları Eyyübiler eli ile hayat bulacaktı.

Fitnenin en büyüğü

Fitnenin en büyüğü kapıda idi. Birçok Müslüman’ın “Acaba bunlar Yecüc Mecüc müdür?” dedikleri Moğollar son derece acımasızca geliyordu. Harzemşahlardan Abbasilere kimse önlerinde duramıyordu. Acımasız olduğu kadar da inançsızdılar. İnançlara ve inanmışlara saygıları yoktu. Hatta toprakları arasındaki darmadağınık Müslüman topluluklara karşı Hıristiyanlarla ittifak bile kurmuşlardı. Papa, Moğolları, Müslümanlardan kurtulmak için nimet gibi görüyordu. Abbasi Halifesi, Hülagü tarafından halıya sarılarak üzerinden binlerce atlı askerini geçirterek öldürtülüyordu. Herkesin canının malının derdine düştüğü o günlerde kölelikten gelmiş Memluklu komutanları büyük bir birliktelik ile tek parça oldular ve Ayn-ı Calut ve Elbistan’da Moğollara hayatlarında unutamayacakları dersi verdiler. Aynı zamanda fitneyi boğarak bertaraf ettiler.

Moğollar Ortadoğu’da etkili olamadı ama Anadolu’ya girmişlerdi. Anadolu Selçuklu ne yazık ki o günlerde Alaaddin Keykubat’ın arkasından büyük bir ayrı gayrılık içinde idi. Basiretsizlik boyu aşmıştı. Ve esir edildiler. Moğollar her bir Anadolu şehrini haraca kesiyor, başlarına koydukları yöneticilerle adeta kan emiyorlardı. Türklerin teşkilatçılığını biliyorlardı. Bir hamlede ayağa kalkabilir, silkinip kendilerine gelebilirlerdi. O zaman içlerine fitne salmalıydılar. Birbirlerine düşürmeliydiler. Böylece bir daha doğrulma imkânı bulamayacaktı Selçuklular. Aynı anda hep iki Selçuklu Hükümdarı bulundurdular Moğollar Anadolu’da. Birbirlerine düşsünler, güçleri azalsın diye.

İşte o günlerde yine bir diriliş rüzgârı yaşanmaya başladı Anadolu’da. Bir tarafta Mevlana’nın rüzgârı ile dört bir yana yelken açan Mevlevi Tekkeleri, diğer tarafta Ahi Evran’ın yiğitleri, bir tarafta Anadolu’yu medreselerle dolduran Sahip Atalarıyla, Emir Karatayları ile Selçuklu vezirleri bir seferberlik başlattılar. Öldü bitti denilen toplum yeniden ayaklandırdılar ve hepsinden önemlisi düşmanları Moğolları etkileyerek İslam ile şereflenmelerini sağladılar.

Tarih nice sayfası ile şahittir ki toplumlar ne zaman ben demeye başlamış, dünyevi zenginliklere kalplerini kaptırmış, ilahi hedefleri ihmal etmeyi seçmişse fitne dirilmiş ve o toplumları parça parça ederek birbirlerine düşürmüştür. Ne zamanda toplumlar biz demiş, yaşatmak için yaşamış ve birlik beraberliği elden bırakmamışlarsa fitne o toplumların yakınına bile yaklaşamamıştır.

Talha Uğurluel

moraldunyasi.com

Görmez: “Herkesin Eline Bir Kova Su Alıp Tartışmayı Söndürmesini İstiyorum”

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, hem bir Müslüman olarak hem de ülkenin yüce değerlerine hizmet eden bir müessesenin mensubu olarak Türkiye’de olup bitenlerden, yapılan tartışmalardan son derece büyük bir üzüntü duyduğunu belirterek, “Türkiye’de olup bitenler, yapılan nefret yüklü tartışmalar, öfke yüklü dualar gönül coğrafyamızda milletimize umudunu bağlamış mazlum milletlerin umudunu artırmıyor” dedi.

Görmez, Libya İslam İşleri ve Evkaf Bakanı Ali El Beşir Hamuda ve beraberindeki heyetle görüştü. Ziyarette bir gazetecinin ”Kamuoyunda son dönemde dini terimlerle de tartışılan bir konu var. Dini argümanların olduğu konuyla ilgili siz hep suskun kaldınız. Bu dönemdeki suskunluğunuzu kamu merak ediyor” demesi üzerine Diyanet İşleri Başkanı Görmez, ”Evet, sustuğum, konuşmadığım doğrudur. Doğrusu bu konuda sevgili Peygamberimizin bu gibi hallerde ‘Ya hayır konuşun ya da susun’ prensibini uygulamayı şahsen tercih ediyorum” karşılığını verdi.

‘Hem bir Müslüman olarak hem de ülkemizin yüce değerlerine hizmet eden bir müessesenin mensubu olarak ülkemizde olup bitenlerden, yapılan tartışmalarda son derece büyük bir üzüntü duyduğumu, kalben hüzün duyduğumu ifade etmek isterim’ diyen Görmez, şunları kaydetti:

HERKESİ ATEŞİ SÖNDÜRMEYE ÇAĞIRIYORUM

‘Çünkü olup bitenler, yapılan tartışmalar, az önce Libyalı sayın bakan ile konuşuyoruz, Libya’da ülkelerini yeniden imar etmekle uğraşan Ömer Muhtar’ın çocuklarını sevindirmiyor. Türkiye’de olup bitenler, yapılan nefret yüklü tartışmalar, öfke yüklü dualar, gönül coğrafyamıza, milletimize umudunu bağlamış mazlum milletlerin umudunu artırmıyor. Türkiye’de yapılan tartışmalar, olup bitenler, Afrika’da bize umut bağlamış gönlü yaslı, gözü yaşlı mazlumları sevindirmiyor.

Aynı şekilde Türkiye’de olup bitenler, yaptığımız tartışmalar, yanı başımızda Suriye’de varil bombalarıyla katledilen çocukların feryadını dindirmiyor. Onun için bu gibi hallerde ben herkesi kin, öfke ateşini söndürmeye davet ediyorum. Herkesin eline bir kova su alıp her türlü öfkeli tartışmayı söndürmesini istiyorum. Eğer eline kova almazsa bile İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali avurtlarında öfke değil, su taşımasını istiyorum. Tabii ki hukuka intikal eden konularda da hakkın ve adaletin tecelli etmesini diliyorum.’

Haber7

Kocam Beni Artık Sevmiyor

Poliklinikte hasta muayene ederken gelen telefon üzerine muayeneyi yarım bıraktım. Avizenin diğer ucunda ses tonundan moralinin çok bozuk olduğunu anladığım bir bayan:

“Doktor Kenan Bey’le mi görüşüyorum?”

“Benim buyurun!”

Doktor Bey kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama televizyondaki programınızı eşimle birlikte seyrettik ve sizle görüşmeye karar verdik. Tabi müsaitseniz.

“Hangi konuda görüşeceğiz?”

Doktor Bey, biz 17 yıllık evliyiz. Eşim öğretmen, ben ise ev hanımıyım. Son zamanlarda evliliğimiz bize ve çocuklarımıza zarar vermeye başladı. Geçenlerde boşanmaya karar verdik. Aslında ben eşimi seviyorum. Galiba o da beni seviyor. Ama bir türlü kavga etmeden duramıyoruz. Anlayacağınız kendimize ve çocuklarımıza zarar vermeye başladık.

“İsminiz neydi?”

“Kusura bakmayın. İsmimi söylemeyi unuttum. Ben Ayla” (tabi bu gerçek ismi değil.)

“Ayla hanım müsait olursanız sizinle ve eşinizle yarın saat:17:00 de görüşelim.”

“Teşekkür ederim doktor bey. Yarın görüşmek üzere, iyi günler.”

“İyi günler.”

Ertesi gün Ayla Hanım ve eşi kararlaştırdığımız saatten yarım saat önce geldiler.

“Hoş geldiniz!”

“Hoş bulduk doktor bey. Ben Barış.”

“Ben de Ayla, telefonda görüşmüştük.”

Barış Bey ve Ayla Hanım ilk görünüşte bana hiç de uyumsuz bir çift gibi gelmemişti. Barış Bey son derece saygılı, Ayla hanımsa mütevazı ve çekingendi. Kısa bir hal hatır sormadan sonra evlilik terapisi başlığı altında anlattığım konulardan onlara bahsettim ve Aile terapisinin doğası gereği önce kendileri ile tek tek görüşeceğimi sonra birlikte durum değerlendirmesi yapmamız gereğinden bahsettim.

“Önce hanginizle görüşelim?”

“İsterseniz önce hanımla görüşün doktor bey!”

“Ayla Hanım siz ne dersiniz?”

“Olur, doktor bey bence mahsuru yok.”

“Barış Bey öyleyse sizi dışarı alalım. Okumak isterseniz içeri odada dergi ve gazete var. Birazdan sizle görüşürüz.”

“Evet, Ayla Hanım, kısmi olarak probleminizi anlattınız ama genel olarak sıkıntılarınızdan bahseder misiniz?”

“Doktor bey telefonda da dediğim gibi aslında ben eşimi seviyorum. Onunla da isteyerek evlendim. Ama son birkaç yıldır evliliğimiz çekilmez hale geldi. Eşim malumunuz öğretmen, ben de ev hanımıyım. O dışarıda çalışıyor bense evde. Bütün gün yemek, bulaşık, ütü derken yorgunluktan canım çıkıyor. Daha bir gün olsun bizimkinin ağzından eline sağlık cümlesini duymuş değilim. Önceleri bu durum baha hiç dokunmuyordu. Ama son zamanlarda artık bende bir çift güzel laf duymak istiyorum. Başkalarına bakıyorum. Benim kadar evlerinde çalışmasalar bile eşleri onları baş tacı yapıyor. Evliliğimizin ilk yıllarında eşim eve her geldiğinde halimi hatırımı sormadan yemeğe oturmazdı. Evden çıkarken de bir isteğim var mı diye sorardı, hatta çıkmadan mutlaka öperdi. Son zamanlarda daha içeri girip neredeyse selam bile vermeden, ne yemek yaptın? Sofra hazır mı? gibi, sadece kendini ilgilendiren şeyler söyler oldu. Akşamları bir araya gelip iki kelam edebildiğimiz yok. Beyefendinin elinde kumanda kanepeye uzanıyor. Ne bizimle konuşuyor, ne de ilgileniyor. Bu durumdan rahatsız olduğumu kaç kere ona söylemeye çalıştım ama nafile. Yorgunum deyip kestirip atıyor. Ben de başkaları da senin gibi çalışıyor ama kimse senin gibi yapmıyor diyorum. Mesela bizim üst kat komşularımız karı koca öğretmen. Onlara bakıyorum. Onlarda yorgun argın geliyorlar ama yemeği birlikte yapıyorlar, sofrayı birlikte kuruyorlar, birlikte muhabbet ediyorlar, anlayacağınız bizim ki gibi değiller. Ben daha bu örneği bitirmeden bizim ki sinirlenmeye başlıyor. Beni başkalarıyla kıyaslama. Sen herkesin iç yüzünü nereden bileceksin demeye ve biz de başlıyor kızıl kıyamet.”

“Ayla Hanım eşinizle kavga ederken eşiniz size hiç hakaret etti mi veya size vurdu mu?”

“Hayır.”

“Peki, sizce eşinizin başka kadınlarla ilişkisi var mı?”

“Zaman zaman bu soru benim de aklıma geliyor ama zannedersem yok. Olsa sezerim. Zaten kendisi burada yok, Allah’ı var. Benim eşim böyle biri de değil doktor bey.”

“Kusura bakmayın bu soruların cevabı benim ve sizin ilişkiniz için önemli.”

“Anlıyorum.”

“Peki, başka ne gibi problemleriniz var eşinizle?”

“Eşim benle iki kelam etmiyor ama ne zaman kayınvalidemlere gitsek sanki evdeki o adam gidiyor yerine anlayışlı, muhabbeti bol biri geliyor. Birde ne zaman öğretmenler ve eşleri ile bir araya gelsek eşim yine aynı ehli muhabbet, yine aynı şen şakrak oluyor. Tabi o zaman ben de şalterler atıyor. Demek ki diyorum bu adam beni beğenmiyor. Beni konuşmaya layık görmüyor.”

…………..

“Ayla Hanım, isterseniz bir kadının bir erkekle nasıl konuşması gerektiğinden başlayalım. Evlilik müessesesinin selameti açısından bir kadının bir erkekle nasıl konuşması gerektiğini bilmesi şart…”

“Ne yani bir kadın bir erkekle nasıl konuştuğunu bilmek zorunda da, bir erkek bir kadınla nasıl konuşması gerektiğini bilmek zorunda değil mi?”

“Hemen savunmaya geçmeyin. Tâbi ki bir erkeğin de bir kadınla nasıl konuşması gerektiğini bilmesi zorunludur. Fakat biz bunu eşinizle konuşacağız. Bakın sizin yaptığınız hataların başında, hep eşinizin ne yapması gerektiğine odaklanmanız geliyor. Oysa önemli olan sizin eşiniz için ne yaptığınız. Siz öncelikle buna odaklanmalısınız yani eşiniz ve yuvanız için neler yapıyorsunuz ama aslında neler yapmanız lazım. Sizin için önemli olan bu?

“Galiba haklısınız doktor bey. Peki, bir kadın eşi ile nasıl konuşmalı?”

Bir kadın öncelikle başka bir kadınla konuştuğu gibi eşiyle konuşursa eşini kaybede bilir.

“Nasıl yani? Ciddi misiniz?”

Elbette. Ayla Hanım bu konuda ki ilk kural; kesinlikle eşinizle güç yarışına girmeyin. Gerek sözlü, gerekse de fiili olarak. Eşinizle konuşurken onu güçsüz, yetersiz hissettirecek her hangi bir cümle kurmayın ve kesinlikle eşinizi eleştirmeyin.

“İlahi doktor bey, onu eleştirmezsem hatalarını nasıl görecek? Hem televizyonda psikologlar demiyorlar mı, eleştiri kişiyi olgunlaştırır diye?”

“Siz psikologların sözünü yanlış anlamışsınız. Eleştiri erkek ve kadınlarda farklı tepkilere neden olur. Genel olarak eleştirilen kadınlar savunmaya geçerken, Eleştirilen erkekler, kendilerini eleştiren kişilerden uzaklaşırlar. Yani eleştiri eşinizin sizden uzaklaşmasına neden olur.”

“Peki, bunun istisnası yok mu?”

“Var tabi. Bir erkeğin eleştirisini kabul edeceği yegâne kadın, annesidir. Yani sizin kayınvalideniz.”

“Hakikaten doktor bey dediğiniz çok doğru. Eşime aynı şeyleri ben söylediğimde çok kızıyor ama kayınvalideme hiç bir şey demiyor. Demek sebebi buymuş. Ben de beni sevmediği ve önemsemediği için söylediklerimi kale almadığını düşünüyordum. Tamam, eleştiri yok başka?”

“Bir sonraki adım eşinizi suçlama da yok! Erkekler suçlandıkları zaman kendilerini yetersiz hissederler. “Hiç düşünceli değilsin! Sen zaten beni sevmiyorsun?” Gibi itham içeren ve hesap soran cümleler erkeklerin en sevmedikleri yaklaşım tarzıdır. Ayrıca eşinizden bir şey isterken, ona hitap ederken kesinlikle emir içeren cümleler kurmayın. Bir erkek kendisine emir edilmesinden hoşlanmaz. Tabi bütün bunların yanı sıra kullandığınız cümlelerin içeriğine dikkat etmelisiniz. Sizin söylediğinizle eşinizin anladığı aynı şey olmaya bilir.”

“Nasıl yani?”

“Ayla Hanım eşiniz eve geç geldiğinde ona ne dersiniz?”

“Geç kalacağını niye haber vermiyorsun? Biraz daha düşünceli olabilirsin vs gibi bir şeyler söylerim her halde.”

“Bura da sizin söylemek istediğiniz şeyle eşinizin algıladığı şey farklı olacaktır. Eşiniz bunu ne düşüncesiz adamsın vs tarzında anlayacaktır. Oysa ona “geç kaldığında seni merak ediyorum, iyi misin?” tarzında bir soru sorduğunuz da, eşiniz bunu “benim için önemlisin” mesajını alarak sizi dinleyecektir.”

“Hiç böyle düşünmemiştim! Peki, başka neler yapmam gerekiyor?”

“Erkeklerin kalbine girmenin en kolay yollarından biri de onları takdir etmektir. Erkekler onore edilmeyi severler. Hatta onda olmayan meziyetleri varmış gibi ona davranırsanız ve onu onore ederseniz, kısa bir süre sonra öyle davranmaya başlayacaktır. Burada önemli olan nokta takdir etmekle abartmak arasındaki ince çizgiye dikkat etmektir. Ayla Hanım unutmayın eşinizi ne kadar çok överseniz o da sizi o kadar çok sevecektir.”

“Doktor bey, ben de bu zamana kadar övgüyü hep biz kadınların çok sevdiğini düşünürdüm meğerse… Gerçi bu söylediğinizi evliliğimin ilk dönemlerinde yapıyordum ama uzun süredir içimden gelmediği için yapmıyorum. Bir şeyi merak ediyorum doktor bey, eşimi eleştirmeyeceğim, olumsuz bir şey söylemeyeceğim, onu öveceğim, takdir edeceğim, peki, onda olan olumsuz şeyleri ona nasıl söyleyeceğim?”

“Mutlu ve huzurlu evliliklerin püf noktalarından biri bu sorduğunuz soru. Bir erkeğin hoşunuza gitmeyen bir davranışını söylemek istediğinizde; erkeğin eşine yaptığı gibi dobra dobda değil, bir kadın gibi zekice, sesinizi yükseltmeden, usulca kulağına mırıldanarak istediğiniz her şeyi ona söyleye bilirsiniz.”Sen zaten…”, “Ne anlarsın ki…?”, “Sen hep böylesin…” ile başlayan ve itham eden cümleleri kullanmak erkekleri daha da saldırganlaştırmaktadır. Siz kullandığınız cümlelere dikkat edin işte o zaman eşinize istediğinizi yaptırabilirsiniz. “Bilen bir kadın olun ama bilmiş bir kadın olmayın.” Çünkü arada çok fark var. Bilmek mütevazılığı, bilmişlik bilgili olduğunu ispatlamayı getirir. Kadın her şeyi bilse bile, kocası söze başladığında “Ben onu biliyorum” diye söze başlamamalı.

“Başka doktor bey başka?”

“Eşinizi hiçbir erkekle kıyaslamayın. Erkekler eşleri yanında tek ve özel olmak isterler. Size bu konu ile ilgili Nasreddin Hoca’nın bir fıkrasını anlatmak istiyorum. Nasreddin Hoca’yı, gözleri şehladır diye överek şaşı bir kadınla evlendirmişler. Akşam olmuş, Hoca bir tabak kaymak getirip, sofraya koymuş. Kadın şaşı olduğu için:

Hoca efendi, neden iki tabak aldınız, bir tabak yeterdi” demiş.

Nasreddin Hoca:

“Evde bir yemeği, iki görmesinde bir ziyan yok!” diyerek yemeğe başlarken, karısı bu sefer:

“Hoca efendi yanındaki adam da kim? İlk akşamımızda bir yabancı ile mi sofraya oturacağız” deyince, Hoca:

“Yoooo! Hanım bak bu olmadı! Her şeyi iki görebilirsin ama kocanı bir görmelisin!” demiş.

“Anladım doktor bey anladım. Başka?”

Ayla Hanım özellikle evinizin içinde görselliğe dikkat edin. Günümüz kadınlarının çoğu çarşıya-pazara giderken kılık kıyafetine gösterdiği özeni, evinde eşinin yanında göstermiyor. “Eşini aldatan erkeklerin büyük kısmı, eşinden daha güzel bir kadınla eşini aldatmıyor. Eşinden daha bakımlı biri ile eşini aldatıyor.” Aslında söylenecek daha çok şey var. Bu günlük sizle görüşmemizi sona erdirmeden önce ilmi siyaseti en iyi bilen tarihin mümtaz şahsiyetlerinden biri olan Hürrem Sultan örneğini size anlatmak istiyorum.”

“Hürrem Sultan mı? Hani Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi olan mı?”

“Evet, size anlatmak istediğim Hürrem Sultan’ın Kanuni’yi nasıl etkilediği? İstediklerini yaptırmak için onunla mücadele etmek yerine hangi yolları tercih ettiği. Kısaca siz kadınların Hürrem Sultandan alacağı birçok ders var.”

“İyi anlatın o zaman, ben dinlemeye hazırım.”

“Hürrem Kırım Tatarları tarafından Rusya içlerine yapılan bir savaşta, on yedi yaşında, esir edilen leh asıllı genç bir kızdır. Kırımlılar tarafından Osmanlı sarayına hediye edilmiştir. Yalnız, herkes Hürrem’in sarayda fazla barınmayacağını düşünür. Çünkü Hürrem diğer cariyeler gibi yumuşak başlı değil, hırçın ve dik başlıdır. Yurdundan, ailesinden ayrı düştüğü için isyan eder, haremde her gün bir olay çıkarır.

Hürrem’in yaptıklarını Kanuni duyunca onu görmek ister. Kanuni o zaman yirmi altı yaşındadır. Hürrem derdini, isyanını ona da anlatır. Daha ilk görüşmelerinde kanuni onu beğenir, daha o hafta Hürrem Kanuni’nin gözdeleri arasına girer. Hürrem güzeldir ama sarayda öyle güzel cariyeler vardır ki, o, onların yanında sönük kalmasına rağmen nasıl olup da Kanuni’nin gözdesi olur, herkes buna şaşırır.

Oysa Hürrem güzelliği ile değil aklıyla Kanuni’nin dikkatini çekmiştir. Saraydaki bu dik başlı kadın, Kanuni’nin yanında bambaşka bir kadın olur. Hürrem Kanuni’yi öyle etkilemiştir ki herkes onun padişaha büyü yaptığından bile şüphelenir.

Oysa Hürrem’in büyüye filan ihtiyacı yoktur; çünkü Hürrem sözlerin büyü etkisi yaptığını gayet iyi bilir. Zira en güzel kadın bile, ağzından çıkan sözlerle çirkinleşebilirken, en çirkin kadın da ağzından çıkan sözlerle, çekici alımlı bir kadın olabilir.”

“Bakın şimdi merak ettim şu Hürrem’in yaptıklarını.”

Hürrem, giyimini kuşamını, saç modelini bile kocasının ruh durumuna göre ayarlayan bir kadınmış. Kanuni neşeliyken daha fazla süslenip cıvıl cıvıl konuşurken, kanuni sıkıntılıyken daha sade giyermiş. Kanuni gergin olduğunda hiçbir konuyu gündeme getirmeyip onu sakinleştirirmiş.
Hürrem, hiçbir şeyi Kanuni’ye zorla yaptırmamış, zaten yaptırması da mümkün olmazdı. Hürrem’in metodu, istekleri konusunda acele etmemek, zaman’a yayarak yavaş yavaş eşine telkin etmek olmuş. Bir süre sonra Kanuni o düşünceyi artık benimsermiş ve kendi düşüncesi olarak uygulamaya başlarmış.

“Sabırlı bir kadınmış yani.”

“Evet, işini bilen sabırlı bir kadınmış. Hürrem, yanındayken etkilemeyi başardığı eşi, uzak yerlere sefere gittiği zaman sevgileri soğumasın diye Kanuni’ye sürekli aşk mektupları gönderirmiş.”

“Doktor bey anladığım kadarı ile erkekle mücadele ederek, onunla yarışarak hiçbir şey kazanamayız öyle mi?”

“Aynen öyle. Bununla birlikte bir kadın eğer işi biliyorsa mutlaka eşine istediğini yaptırabilir. Biz erkeklerin en zayıf noktalarımızdan biri de eşlerimize olan muhabbetlerimizdir. Fakat kadınlar bunu bilmediği için daha evliliğin ilk zamanlarından başlayarak eşiyle inatlaşmaya başlıyor. Adeta onu kendine rakip olarak görüyor. Oysa uygun yaklaşım tarzı ile bir kadının eşine yaptıramayacağı şey yok.”

Peki, doktor bey diyelim ki karı koca arasında kavga çıktı ne yapmak gerekir?

“Çatışma ve krizlerde taraflardan birinin biraz alttan alması ve diğer tarafı yönetmesi, yönlendirmesi çok önemlidir. Gerek kültürel yapımız, gerekse aile içindeki rol dağılımı bu konuda fedakârca davranmayı daha ziyade kadına yükler. Siyasi sonuçları bir kenara bırakacak olursak Hürrem sultanın Kanuni Sultan Süleyman’ı gibi bir padişahı yönetmesi buna örnek olarak verilebilir. Bilindiği gibi Kanuni Hürrem Sultan’dan doğan ve kendisine isyan eden oğullarından birinin idam edilmesine karar verir. Hürrem sultan, oğlunu kurtarmak için Kanuni’ye “Sen ne biçim babasın, nasıl oğlunu öldürmeyi düşünürsün” demek yerine, “Yüksek ruhlarda kin barınmaz, sen yüksek ruhlu bir insansın. Affet oğlunu” der. Kanunu de bu sözlerden etkilenerek oğlunu affeder.

Tıpkı Hürrem sultan örneğinde olduğu gibi, eşler evlilikte yaşanan sorunları çözmek için sürekli çatışmaya girmek yerine; karşı tarafın olumsuz özelliklerini bir kenara bırakıp olumlu özelliklerine odaklanmalı ve duygularına hitap etmelidir. Birçok sorunu çözmek için, güzel söz söylemek bile yeterlidir.”

“Çoğu evde, erkek eve geldiği zaman bir akşam sendromu yaşanır. Erkek eve girer girmez, eşi hemen ya çocuklarından ya da her hangi bir sorundan şikâyet etmeye başlar. Erkek o anda yorgun, işte yaşadığı sorunlardan ötürü zayıf ve kırılgan halde ise kontrolsüz biçimde tepki verir. Bazen de erkek eve gelip derdini dökmek ister ama çoğu kadın buna ilgisiz davranır ve kocalarına bütün gün yaşadıkları sıkıntıları, çocukların yaramazlıklarını vs gibi problemleri anlatır. Şimdi sormak lazım bu şekilde davranan kadınlar bencil midir? Hayır, bencil değildirler fakat işi bilmemektedirler. Kendi isteklerini, şikâyetlerini söyleyecek yanlış bir zamanlama yapmışlardır. Bu nedenle kadınlar problemi anlatmak için sessiz bir zaman kollamalıdırlar.

“Bu söylediklerinizi yaparsam, evimizde hiç kavga olmaz değil mi?”

“Ayla Hanım, kavgasız ev olmaz. Bununla birlikte kızdığımız zaman sesinizi yükseltmeden, bağırıp-çığırmadan, “Dilinizi eşinizi yaralamak için değil, söylemek istediklerinizi söylemek için” kullanırsanız, her tartışmanızın sonunda ilişkiniz daha da olgunlaşır ve güçlenir. Birbirinize olan muhabbet ve sevginiz artar. Bir kere eşiniz çok sinirliyken onunla tartışmayın. Sinirinin geçmesini bekleyin ve yalnızca söylemek istediklerinizi dile getirin. Önce fırtına dinsin, sonra geminizi denize indirirsiniz. Son olarak eşinizin gözlerine hitap ettiğiniz kadar kulaklarına da hitap edin. Bence; kadınlar eşlerinin gözlerine hitap ettiklerinin on da biri kadar kulaklarına da hitap etseler, etraf da bu kadar yalnız kadın olmazdı.

“Teşekkür ederim doktor bey. Bir daha ne zaman görüşe biliriz.”

“Bir ay sonra, ayın 25 ‘inde sizin için de uygunsa.”

“Uygun, sağ olun.”

Ayla Hanım’dan sonra Barış Bey’le görüşme zamanımız gelmişti.

“Buyurun Barış Bey.”

“Sağ olun Doktor Bey.”

“Evet, Barış Bey, eşinizle görüştük, kısmi olarak kendisi için sorun olan şeyleri onun ağzından dinledim. Şimdi sizin için sorun olan konuları öğrenebilir miyim?”

“Doktor Bey eşim söylemiştir. Ben öğretmenim. Aynı zamanda da idareciyim. Çalıştığım okul da işler çok yoğun. Anlayacağınız gün içinde çok yoruluyorum. Eve her geldiğimde pestilim çıkmış gibi oluyorum. Eee artık yaş da eskisi gibi değil. Eskilerin tabiri ile “Kütük” eskimeye başladı. Eve her geldiğimde daha içeri adımımı atar atmaz, bizim hatun başlıyor şikâyete, çocukların beni şöyle yordu, şöyle yaramazlık yaptılar, evi temizlemekten canım çıktı… Yahu bir günde şikâyet etmeden beni adam gibi karşılasa ya! Mümkün değil alışmış bir kere. Kendisine defalarca bundan rahatsız olduğumu bütün gün yorulduğumu eve gelip dinlenmek istediğimi söyledim ama nafile. Bu sefer de vay efendim, yorulan sadece ben miymişim, kendisinin de bütün gün çalışmaktan canı çıkıyormuş, ben zaten ev hanımlığını küçümsüyormuşum falan da falan. Anlayacağınız bunaldım artık bunaldım. Hani diyorum ki bu işin bir sırrı, bir ilacı varsa, bize söyleseniz de onu kullanıp rahata ersek. Yoksa bu işin sonu iyi görünmüyor.”

“Elbette bu işin püf noktaları var, ilacı henüz keşfedilmedi ama “eli kulağında” yakındır inşallah ( Karşılıklı gülüşüyoruz).”

“İnşallah doktor bey, inşallah.”

“Barış Bey, işin latifesi bir yana bilinmesi gereken ilk püf noktası, erkeklerin ve kadınların fıtratlarının yani yaradılış ve algılarının farklı olduğudur. Bundan dolayıdır ki bu iki cins farklı beden dilleri ve lisanları kullanırlar. İstediğiniz kadar Türkçeyi iyi konuşun eğer Fransızca bilmiyorsanız, bir Fransız’la iyi anlaşamazsınız. Erkek ve kadınların kullandıkları lisanlarda aynen bunun gibidir.

Kadınları anlamanın ve onlarla iyi iletişim kurmanın bir numaralı kuralı; her kadının güzel söz ve iltifattan hoşlandığını bilmektir. Eşinize sık sık iltifat edin. Göreceksiniz bu iltifatlar ve güzel sözler size muhabbet ve hizmet olarak geri dönecektir. Bu iltifatlar bazen yaptığı işe bazen güzelliğine, bazen giydiği bir kıyafete olabilir. Bu konuda sınırlama yok.

“İyi ama ya iltifat edilecek bir şey yapmıyorsa.”

“Bu mümkün değil. Dediğiniz gibi olsa bile, yapacağınız iltifat ve söyleyeceğiniz güzel sözler onu onore edecek ve öyle olmaya çalışacaktır. Teşbihte hata olmazmış. Biliyorsunuz bir insana kırk gün deli derseniz öyle olur demiş atalarımız.”

“Peki, başka?”

“İki numaralı kuralımız; Kadınlar konuşmayı, paylaşmayı severler. Mesai bitiminde eve geldiğinizde her akşam eşinize belli bir zaman ayırın. Mutlaka onu dinleyin. Barış Bey bakın bu önemli, onu dinliyormuş gibi yapmayın, mutlaka eşinizi dinleyin. Bir elinizde kumanda veya bir elinizde gazete olmadan, eşinizin gözünün içine bakarak, onun duygularınıza önem verdiğinizi göstererek, eşinize bunu hissettirerek dinleyin onu. Önceleri biraz zorlanabilirsiniz.”

“Sadece biraz mı doktor bey?”

“Kabul epey zorlanabilirsiniz. Çünkü bayanlar teferruata dikkat ederler, bizim için pek de önemli olmayan şeyler onlar için önemlidir. Biz “erkekler sonuca odaklıyken, kadınlar sürece odaklıdırlar.” Bu da bir erkekle bir kadının iletişime geçmesini güçleştiren unsurlardan biridir. Bununla birlikte, önceki verdiğim örneği hatırlanmaya çalışın. İstediğiniz kadar Türkçeyi mükemmel konuşun eğer bir Fransızla konuşup anlaşmak istiyorsanız sizi idare edecek kadar da olsa Fransızca öğrenmeniz lazım.”

“Niye ben Fransızca öğreneyim ki, o Türkçeyi öğrense olmuyor mu?”

“Bakın o Fransız da Türkçe öğrenme gayretinde. Onun için sizin de çaba göstermeniz lazım. Zaten sonu hüsranla biten evliliklerin genelinde bu tavır yatıyor. Eşlerin niye ben alttan alayım ki, niye ben taviz vereyim ki diye diye evliliklerini bitiriyorlar. Evet, ne diyorduk? Önceleri biraz zorlanabilirsiniz demiştim. Size göre üç cümlede anlatılması gereken bir konu eşiniz tarafından otuz cümlede anlatılabilir. Aslında bu bayanların iç dünyasının ne kadar zengin olduğunu, sosyal zekâlarının ne kadar geliştiğini gösterir. Yani bu kadınların artı özelliklerinden biridir. Eşiniz size göre bir konuyu uzatırsa sakın onun sözünü kesmeyin ve hemen anlattığı konuya bir çözüm getirmeye çalışmayın. Çünkü kadınların en büyük ihtiyacı dinlenilmektir. Sorunlarına çözüm bulunması değil.”

“İyide bir sıkıntısını anlattığında ben ona çözüm önermeyeceksem niye dinleyeyim ki?”

“Eşinizi mutlu etmek için, onunla bir şeyler paylaşmak için, onun sizin için ne kadar değerli olduğunu göstermek için… daha devam edeyim mi?”

“Anladım. Sağ olun.”

“Kadın ve erkekler hakkında bilinmesi gerekli bir diğer kuralımızda kadınların ve erkeklerin sevgiyi algılayış şekillerinin farklı olduğudur. Kadınlar ilgi gördüklerinde sevildiklerine inanırlar. Yani eşinize ne kadar ilgi gösterirseniz, eşiniz onu o kadar sevdiğinize inanacaktır. Bunun için gün içerisinde eşinize ara ara sevgi cümleleri içeren cümleler yazıp onun görebileceği yerlere koyabilirsiniz…

“Yok, artık daha neler?”

“Veya onu onore edecek cümleler sarf edebilirsiniz. Oysa erkeklerin sevgiyi algılayış şekilleri fazla ilgide değildir. Bir kadın, eşine daima sevgi içeren cümleler söyler ve bunu eşinden de beklerse erkek sıkılabilir. Erkeklerin sevgiyi algılayış şekilleri genelde “kabul görmek” şeklindedir. Onun için erkeklerin eşleri tarafından eleştirilmeye pek tahammülleri yoktur. Çünkü bilinçaltında sevilmediklerini düşünürler.”

“Şimdi bazı tartışmalarımızın neden çıktığını daha iyi anlıyorum.”

“Barış Bey tüm bunlara rağmen eğer eşinizi bilerek veya bilmeyerek üzer ve onunla küserseniz, onun yeniden gönlünü almak ve tekrar barışmak için bizin Karadenizli Temel’in taktiğini uygulayabilirsiniz.”

Temel ile Fadime 40 yıl evli kalırlar. Bu süre içinde birbirlerini hiç üzmez, birbirlerine hiç küsmezler. O gün ne olursa olur, Temel zülfiyare dokunur ve ağzından kötü bir söz çıkar. Fadime buna bozulur o da cevabını yapıştırır; ama ikisinin de kalbi kırılmıştır.

Fadime hızla yatak odasına gider. Temel salonda şaşkın, üzgün öylece donakalır. On beş dakika içinde yaşadıkları bu acı deneyimin şokundan kurtulmaya, yavaş yavaş kendilerine gelmeye başlarlar.

Temel kafasını ellerinin arasına alır. Yarı dövünür bir vaziyette;

“Uy Allahum, ben ne ettüm de de Fadimemü küstürdüm…”

Yatak odasında da durum pek farklı değildir. Fadime de hayatında ilk kez yaşadıkları bu acı tecrübeye bir anlam verememektedir. Sonuçta o da yaptıklarından pişmandır. O da elleri belinde;

“Uy Allahum ben ne ettüm de Temelümü küstürdüm…” diye dövünmektedir.

Ama ikisi de çaresiz, ikisi de içinde bulundukları bu zor durumdan nasıl çıkacakları konusunda tecrübesizdir.

Aradan 15 dakika geçer. Temel dayanamaz.

“Ula uşağum pi pakiim, ne ediyo bizüm Fadime” der ve her ne pahasına olursa olsun yatak odasına doğru yönelir.

Kapı hafif aralıktır. Fadime Nine yatağın kenarına oturmuş kendi kendine söylenmektedir, çaresizce;

“Uy Allahum ne ettüm de küstürdüm Temelümü? Ben ne etceem şimdi? Allahum noolur bizi baruştur. Gerekiyorsa Hızır Aleyhisselamu gönder daa!”

Temel bunu duyar da durur mu?

Kapıya okkalı bir tekme sallayıp içeri dalar;

Ya Hızır! İtme daa! Tamam. Anladuk Paruşacağuz!

Barış bey sizle bu günkü seansımızı bitirelim istiyorsanız. Eve gittiğinizde bu konuştuklarımızı daha iyi düşünürseniz iyi olur. Bir daha ki seansta daha teferruatlı görüşmeyi umuyorum”

“Umarım doktor bey, çok sağ olun.”

Not: Bu terapi esnasında eşler için özel olan veya özel olduğuna inandığım hiçbir sorun burada gündeme getirilmedi. Görüştüğüm şahısların ismi de benim tarafımdan değiştirildi. Terapi için daha sonra ki bir tarihe sözleştiğimiz bu çiftin tayini yakın illerden birine çıkmasına rağmen ayda bir görüşmeye devam ettik. Araları gayet iyi olan çift, gittikleri yerde “Eşler Arası İletişim” seminerleri veriyorlarmış.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…