Etiket arşivi: kıskançlık

Diri diri gömülen kızı diriltmek!

Yıllar önce yaşadığım bir olayı unutamam; Değer verdiğim ve sevdiğim bir arkadaşım, benimle karşılaştığında, eskisi gibi içtenlikli tebessüm edemiyor; bakışlarını çeviriyordu. Anlam veremediğim bu duruma fazla sabredemeyerek yaklaştım ve benden neden uzaklaşmaya çalıştığını sordum. Gözlerime üzüntülü gözlerle baktı; “Muhammed, sen benim en samimi ve en değerli arkadaşımdın. Senin onurun benim onurum; benim onurum senin onurundu. Ama saldırıya uğradığım yerde, beni savunmasız bırakacak en son kişi olabileceğini sanırdım” dedi.

Şok olmuştum; şaşırmıştım… “Değerli bir arkadaşım kimin dedikodusuna inanmış!” diye düşünerek, “Ne diyorsun? Kim, ne, nerede, ne zaman, nasıl…” diyordum ki, açıkladı: “Geçen hafta Cuma namazı çıkışı filancalar ve filancalarla birlikte yürüyordun. Orada filanca benim filan sorunumu dile getirerek beni küçük düşürmüş; herkes de kahkaha atmış. Sen ve hiçbiriniz, sesinizi çıkarmamışsınız” dedi. “Hayır, ne zaman, nasıl, ben…” kelimelerini gevelerken, olayı hatırladım.

Evet, arkadaşım küçük düşürülmüştü, çok ciddiye almamıştım, üstelik şaka yollu bu anlatım hepimizi güldürmüştü. Susmuştum; konuşan, o anda uyararak kıramayacağımı düşündüğüm bir başka arkadaşımdı. En azından somurtarak ve üzüntümü hissettirerek de olsa oradan ayrılmamış, eğlenceli sohbetin akışına (?) katılmakla da hata yapmıştım.

Günlerce düşündüm ve hâlâ düşünüyorum. Bazen, benimle ve eserlerimle alay eden birkaç ‘süper akıllı, aşırı ilerici’ kafanın sözleri bana ulaştırılıyor; üzüldüğümü görüyorum. Onurumuzla oynanması için ille de bir ayıbınıza dayanmaları gerekmiyor. Beğenmedikleri yanınızı, inançlarınızı ve değerlerinizi zikrederek de sizi küçük düşürmeye kalkışabilirler. Benimle hatalarım aracılığıyla alay edilmesinin, insanları güldüren bir fıkraya konu edilmemin ne derece rencide edici olduğunu şimdi çok daha net hissediyorum.

Bu olaydan sonra, yaşadığım, gördüğüm ve duyduğum herşeyi bu gözlükle tarıyorum. Trafik kazasında kan revan içerisinde kopardığı çığlıkların mahrem görüntüleriyle yayınlanmasından rencide olan kazazedenin, onurunun saldırıya uğrayışını ekranlardan seyretme utanmazlığından ürküyorum. Dedesinin idrarını tutamadığından ilgisiz arkadaşına söz eden, dedenin onuruyla oynamış değil midir?

Kimi sorunlarımızın bilinmesi bizi rencide etmeyebilir; ama bu bize pervasız konuşma hakkı veremez. Yukarıdaki paragrafı yazdıktan sonra, yanımdaki arkadaşıma görüşünü sordum: Güldü, “Niyete bağlıdır” diyerek itiraz etti. “O kadar hassas olursak, Avrupalılara benzeriz. Şakalaşma biter, ilişkilerimiz soğur” dedi. Kendisine sordum: “Şimdi bir gazete, herhangi bir ülkede Başbakanın idrarını tutamadığı şeklinde bir haber yapsaydı, bu haber o başbakanı bir hastalığı nedeniyle aşağılamış olmaz mıydı?” “Olurdu; ama, o başbakan bütün milleti ilgilendiriyor” cevabını verdi.

Yanılıyoruz.

Hepimiz, Sınırsız Yaratıcımızın huzurunda karıncalar gibi dizilmiş yaratıklarız. Küçüksek hepimiz küçüğüz; ve büyüksek, hepimiz birer padişah kadar önemliyiz.

Bir başbakanın onuru bütün milleti ilgilendiriyorsa, bir insanın onuru herşeyden önce Yaratıcısını; sonra da kardeşleri olan tüm evreni ilgilendiriyor. Kimi televizyonlar, radyolar, gazeteler, resimlerle, karikatürlerle, sözlerle onurlu insanları alaya alıyorlar. İnsanların başlarına gelenleri, onlardan izin almaksızın ve kabullenmeyecekleri şekilde sunuyorlar. İsimlerini, resimlerini gizleme ve anlaşılmaz kılma gereği duymuyorlar.(1) Masumlar ve bizler, rencide olmaksızın izliyoruz. Hassasiyetimizi öylesine yitiriyoruz ki, neyin onurlara saldırı olduğunu başımıza gelmeden önce kavrayamıyoruz.

Belki de bu yüzden Kaderin Sahibi neredeyse herkesi âdeta sıraya koymuş; neredeyse hepimiz, onurumuza saldırılacağı gün sırasının bize gelmesini bekliyoruz.

İnsan onuruna bireysel saldırılar, kimi toplumlarda vicdanları iyice çürütür: Kimileri etnik kimliklerle, kimileri mezheplerle, kimileri dinî veya ahlâkî değerlerle alay ederler. Eskiden hatırlıyorum: Kimisi Kürdün; kimisi Türkün, kimi Alevînin, kimi Sünnînin fıkrasını anlatırdı. Çocukluğumda, köpeğimizi ormanlarda ararken, “Arab, Arab…” diye bağırdığımı hatırlıyorum.

Aşağılayacak kadar aşağılaşmaktan utanç duyuyorum. Allah’ın olağanüstü onurlu yarattığı insanın onurunu, insan kendisi korumazsa, kimin korumasını beklemeye hakkı kalır? Benim şerefimin ayaklar altına alınışına sessiz ve tepkisiz kalan, nasıl onurludur ve nasıl benim dostum olabilir? Sözlerinize dikkat edin; sözleriniz kaderinizin ipuçlarını barındırıyor.

Hz. Muhammed (a.s.m.) der ki, “Bir kimse kardeşini bir kusur ile ayıplarsa, ölmeden kendisi o kusuru işler.” Ölmeden önceki yıllar boyunca başımıza neler mi gelecek; hangi hastalıkları veya kusurları mı yaşayacağız, hangi aptallıklara mı düşeceğiz? Bunları tahmin edebilmek için, hangi gizli kusurları yüzünden hangi kardeşlerimizi ayıpladığımıza bakmamız yeterli olacaktır.

Biz hiç mi gülünç durumlara düşmüyoruz? Utanç duyduğumuz, gizli kalmasını içtenlikle istediğimiz hiçbir yönümüz yok mu?

En onurlu insanların bile zaafları vardır. Yemeğe ve tuvalete mecbur; temizleri kadar çirkin kokulara mahkum insanın, mutlaka gizlemek istediği bir tarafı vardır. İnsan pir u pak olan meleklerden veya hurilerden değildir. Onurunuzun Yaratıcınız tarafından korunmasını istiyor musunuz? O zaman İslam Peygamberinin (a.s.m.) dediğini yapın; kardeşlerinizin utandıkları ayıplarını sadece görmezlikten gelmeyin, örtün: “Bir Müslümanın kusurlarını örten kimsenin Allah da dünyada ve ahirette ayıplarını örter.

Göreceksiniz; gün gelecek, ilâhî adalet aziz onurlarla oynayanları tavşan yavruları gibi enselerinden yakalayacak ve uçurumlara savuracaktır. Ayıpları alay vesilesi yapmak yerine örtme yolunu tercih edenlerin halini Sevgili Peygamberin (a.s.m.) neye benzettiğine bakar mısınız? “Kim bir ayıp görür de onu örterse, toprağa diri diri gömülen kızları diriltmiş gibi olur.”

Zulüm olanlar ve insanları yanıltmayı amaçlayanlar dışında kalmak ve kişisel olmak şartıyla, gizlenen ayıbı ifşa etmek çok büyük zulümdür ve gizlemek çok büyük iyiliktir.

Kıskanmak çok kolaydır; rakip görmek, rekabet etmek, kendi değerimizi yükseltmek için diğerlerini küçük düşürmeye çalışmak insan nefsine inanılmaz zevkli görünür.

Üniversite yıllarımdan hatırlıyorum: Gözümde çok büyüttüğüm bir yazarı dinliyordum ve kendi sanatını överken, eserlerini okuduğum bir başka yazarın üslubuna âdeta hakaret ediyordu. Aradan geçen 15 yıldan sonra, şimdi o çok başarılı (!) yazarın adını raflarda göremiyorum. Kimse adının tarihe çelik harflerle yazılmış olduğuna güvenmesin. Çıktıkları zirvelerde alaycılığa başlayarak onurları ezenlerin isimlerinin tarihten geri kazınması zor değildir.

1- İnsana gösterilen saygı açısından en uç örneklerden birisini MTV müzik kanalında hayretle gördüm. Bir gurup, sokakta yürüyerek gösteri yapmakta; ancak geçmekte olan diğer insanlar da kameraya takılmaktadır. Kimseyi rencide etmemek için, kendilerinden izin alınmayan sokaktaki insanların görüntülerinin karartıldığını gördüm.

Muhammed Bozdağ / Zafer Dergisi

mbozdag@yetenek.com

Kiminle Yarışıyorsunuz ki?

Parçalanırcasına savaştığım en çirkin hislerimden birinin kıskançlık(1) olduğunu bilirim.

Özkardeşimle ikimizi çocukluğumuzda ölümüne savaştıran kıskançlığa açtığım savaşı hâlâ bitiremedim. Bu ruhsal virüsün saldırısına uğradığım yıllarımı analiz ediyorum: Kendime rakip gördüğüm insanların ilerleyip geçmelerinden rahatsızlık duyuyordum. Birilerinin benden daha iyisini yapmasından acı çekiyordum. Kıskançlığım dostlarıma yakınlaştıkça şiddetleniyor; uzaktaki insanlara kaydıkça zayıflıyordu.

İğrençliğini keşfettiğim bu şeytan ahlâkına savaş açtığımda, aynı virüsün neredeyse tüm çevremi kuşattığını fark ettim. Çoğumuz çoğumuzu kıskanıyormuşuz! Başkalarıyla boğuşmayı terk ederek, bu ruhsal marazdan kurtulmak, afiyete kavuşmak istedim.

Kıskançlığın sırrını aradım ve buldum:

  • Başkasıyla rekabet edenler kıskanırlar.
  • Başkalarından takdir bekleyenler kıskanırlar.
  • Gururlananlar, dünyevî değerlere itibar edenler, kendilerini insanların yorumlarına göre ayarlayanlar kıskanırlar.
  • İlâhî sevgi ve rızadan, şefkat enginliğinden mahrum kalanlar kıskanırlar.

Bunu anladığımda, sözümü verdim ve ruhumun en büyük savaşını hâlen daha, vicdanımla kıskançlık arasında canlı tutuyorum. Kıskançlık öylesine inatçı bir virüs ki, küçülüyor, zayıflıyor; zayıf bir ânımda yeniden diriliyor. Onu bir türlü tamamen ve ebediyyen cehenneme yuvarlayamıyorum.

Kıskançlıkla savaşımda büyük dersler aldım: Yaratıcımdan başka kimsenin takdiri için çalışmayacağım. Yaratıcımın bana sunduğu değerlerle gurur değil, şükran duyacağım. Kimseyle rekabet etmeyeceğim. Ben sadece benimle yarışacağım ve kendimle yarışımı son soluğuma kadar sürdüreceğim. Hayata böyle baktığımda, ne denli huzur duyduğumu anlatamam.

Kiminle rekabet edeceğim? Her yer, benden daha güzel, daha zeki, daha zengin ve daha akıllı insanlarla dolu. Kıskanarak onlarla yarıştığımda, ayakları altında kalıyorum. Rekabet edersem, kendimi başarısız gördüğümde, kalbim ya onların aleyhine yönelir, ya da “Sen öyle olamazsın, bırak bu boş hayalleri” der.

Üstelik, kıskanarak rekabet edenler, ikiyüzlülüğe zorlanıyorlar: Güzel görünmeye, zekilik ve üstünlük numarası yapmaya teşvik ediliyorlar. İnsanın gerçek kimliğinin üzerine sahte bir kimlik yerleştirmeye çalışması, yorucudur; bunaltıcıdır. Oysa kader kimseyi kimseyle yarıştırmıyor. Birbiriyle rekabet eşit şartlar altında mantıklıdır. Bizi başkalarıyla yarıştıracak olsaydı, Allah kimimizi uzun boylu, kimimizi kısa boylu yaratmazdı. Kimimizi sert bileklerle, kimimizi narin parmaklarla donatmazdı. Kimimiz göremeyiz; kimimiz tutamayız. Çünkü bizim rakibimiz biziz. Kalbinize şöyle ilham edilir: “Biz SENİ muhatap aldık, SANA görev verdik ve SENİ sorumlu tuttuk. Oradaki SENSİN. Biz SENİ seviyoruz; SENİN adına başkalarını değil. SENİN en iyi olman, her gün SENDEN daha iyi olmayı başarmandır. İki günün birbirine denk olmasın.

Büyük insanları veya başarıları elbette örnek alacağız; ama, onlarla rekabet etmeyeceğiz. Onları aşmanın yolu, kendimizden daha iyi olmaya adanmaktır. Başkalarının büyüklüğünün bizi küçültmesine izin vermemeliyiz. Yeryüzünün en zor sanatı başkalarının başarılarını kıskanmamaktır. Başkalarıyla rekabet eden, zayıf düştüğünde, kıskanmaya mahkumdur.

İnsanların gözünde yükselmek isteyen, zirvedeki tek kişi değilse, kıskanır. Yaratıcının indinde yükselmek isteyenin şefkati Peygambere (a.s.m.) benzer: Diğerleri açken doyamaz, diğerleri dışarıdayken Cennetin kapısından giremez. Çünkü onun kalbi Yaratıcının rahmet penceresinden bakar: Tüm çocukları kendi çocuğu gibi görür; tüm anneleri kendi annesi gibi sever. Doğrudur, bazı büyükler cennet gibi bir dünya oluşturmamıza katkı sağlıyorlar; ama onlar bizi kalbimize girerek yönlendirenlerdir. Onlar kıskanarak kafamıza basmıyorlar; onlar toplumlarını sırtlayıp selim sahillere sevk ediyorlar. Onlar kafamızı ayaklarına eğmiyorlar; ruhlarıyla kalbimize eğiliyorlar.

Eğer yüksek liderliğin özelliği ‘zor kullanmak’ olsaydı, bunu önce Yaratıcımız yapardı ve peygamberlerine yaptırırdı. Oysa peygamberler, kurtarmaya adandıkları insanlara âdeta yalvardılar. Kıskandığımız kişiler, genellikle bizden başarılı olan kişilerdir. Kaderleri onları da bizim gibi başarı yolculuğunda sürüklüyor. Eğer doğru yolda devam ederlerse, aynı yarışın içinde onlardan büyük olduğumuzu hiçbir zaman göremeyeceğiz. Çünkü onlar çok yüksekteler; onlar bizden önce yarışa çıktılar; biz yükselirken onlar yerlerinde saymıyorlar.

Büyükleri geçmeyi dilemek, onların yerlerinde saymasını arzulamaktır. Kıskanmak bu yüzden bencilliktir; merhametsizliktir. Kıskanan, başarıyı hak edemez. Diyelim ki biz ayrımcılık yapma cür’etine sahibiz. Ama Yaratıcımızdan da ayrımcılık beklemek evreni öfkelendirir. Vicdanlı anne, evlatları arasında ayrım yapamaz; aziz bir baba bir çocuğunu diğerine tercih edemez.

Ben hangi Âdem’in evladı isem, Einstein da, Edison da, İbn Sina da, Farabi de onun evladıdır. Kardeşimin başarısına dua etmem gerektiği gibi, Afrikalının başarısından da sevinmeliyim. Rahmet sadece benim kalbimde değil; tüm evrenin semasındadır. Bunu anladığımız sürece, sınavlarımız bizi endişelendiremez. Başarısızlık bizi korkutamaz. Hatalarımızın bilinmesinden huzursuzluk duyamayız.

Biz insanların verdiği onurun değil; Yaratıcımızın sunduğu onurun ardında olduğumuz sürece, İlâhî Rahmet ruhumuzun incitilmesine izin vermeyecektir.

1-Ailenin ahlâk ve onurunu koruyan, eşler arası kıskançlık farklı bir konudur. Kıskançlığın burada odaklandığımız boyutuyla karıştırılmamalıdır.

Muhammed Bozdağ / Zafer Dergisi

mbozdag@yetenek.com