Etiket arşivi: komünizm

Komünizm Pusuda!

komunizm.pusudaFransız Devrimi’yle beraber Materyalizm, Avrupa’da kabul ve itibar gören bir felsefe oldu. Materyalizm bir taraftan tüm Avrupa’da yayılırken, bir taraftan da çeşitli bilim dallarına uyarlandı. Charles Darwin, materyalizmi doğa bilimlerine uyarladı. Karl Marx ve Engels de sosyal bilimlere uyarladı. Materyalizmin doğa bilimlerine uyarlanmış şekli ”Darwinizm/ Evrim Teorisi” sosyal bilimlere uyarlanmış şekli ise ”Komünizm”dir.

Marxizm ve Darwinizm’in ortak yanı, her ikisinin de evrim teorisini takip ediyor olmalarıdır. Darwinizmde canlılar çatışarak gelişir fikri hakimdir. Güçlü güçsüzü ezer, güçlü olan ayakta kalır. Bu çatışma, canlıların gelişmesine sebep gösterilir.

Marx ve Engels de aynı diyalektik yöntemi benimsemiştir. Diyalektik, çatışma teorisidir. Diyalektiğe göre evrende ve toplumdaki gelişme, zıtlar arasındaki çatışma ile olur. Ortaya atılan bir fikir veya durum tezdir. Daha sonra bu teze karşı çıkan bir anti tez olur. Bu iki görüş çatışır. Ortaya çıkan sonuca da sentez denir. Bir süre sonra sentez, tekrar teze dönüşür ve bu çatışma böyle sürer gider…

Bugün komünizm dediğinizde akla ilk Lenin gelir. Lenin, komünizmi ilk uygulayan kişiydi. Lenin’e göre Avrupalı işçi sınıfı, burjuvanın kendilerine sağladığı imkanlarla uyuşmuştu. Bu nedenle bu devrimi işçilerle yapmak mümkün değildi. Devrim ancak, işçiler/proleterya adına, profesyonel devrimcilerden oluşan, askeri bir disipline sahip ”Komünist Parti” tarafından gerçekleştirilmeliydi.

Lenin, devrim için silahlı mücadeleyi benimsiyordu. Devlet görevlilerine suikast, kamu malını yakıp yıkmak komünist yöntemlerden bazılarıdır. 1917’de kanlı bir devrimle proleterya diktatörlüğü başladı.

Çoğunluk anlamına gelen Bolşevikler, zengin toprak sahiplerine çok acımasız uygulamalara başladılar. Özel mülkiyet kaldırıldı. Köylülerin elindeki tarlalar devletleştirilip ellerinden alındı. Tüm mahsul devlete aitti. Aç kalan köylü önce hayvanları ve çevresindeki otları yiyerek beslendi. Bunlar bitince ölümler başladı ve açlıktan ”yamyamlık” baş gösterdi. İnsanlar kendi çocuklarını değiş tokuş edip çocuklarını yemeye başladılar! Rejime muhalif kişileri ”Gulag” adı verilen, şartların çok ağır olduğu toplama kamplarına gönderdiler.

Açlık ve kıtlığın insan psikolojisinde olumsuz etkileri olduğunu bilen Lenin, bu tahribat sonucunda insanların Allah inançlarının azalıp, kiliseye karşı ayaklanmalarını amaçlamıştı. Halkın dine olan bağlılıklarını açlık yoluyla kırıp, toplumları tepkisizleştirmeyi amaçlıyordu…

Lenin, Stalin, Mao, Pol Pot… her biri devrim öncesi sosyal adalet vaadleri ile insanları kandırdılar. Devrim gerçekleşene kadar pembe bir tablo çizdiler. Ancak devrim sonrası bu pembe tablo, kanlı ve karanlık bir vahşete dönüştü. Geçtiğimiz yüzyıl, komünist ve materyalist felsefeler yüzünde 120 milyon kişinin vahşice ölümü ile sonuçlandı.

Lenin, komünizmde ”iki adım geri bir adım ileri” taktiğini benimsemiştir. Şu an komünizmi benimseyen herkes kendisine Lenin’i örnek alır. Komünizm, iki adım geride durduğu anlarda pusuda bekler. Komünistler fikirlerinden asla vazgeçmezler. Bir çatışma ortamı oluştuğunda, anında o ortamı kendi lehlerine çevirecek faaliyetlere başlarlar.

Halk çatışma ortamında sanki kendiliğinden hareket ettiğini zanneder. Ancak durum farklıdır. Profesyonel komünistler, bazen yaşlı bir adam, bazen genç bir kızın ağzından, devlet ve halkı karşı karşıya getirecek provokasyonlara imza atarlar.

Komünizmde ”örgütlü olan halk yenilmez” denir. Eğer halk örgütlü değilse, kriz anında biri bir tarafa gider, diğeri başka bir tarafa. Bu da komünistlerin işine yarar. Halkın bu tip kriz durumlarına karşı eğitilmesi, bilinçlendirilmesi gerekir. Çünkü halk, komünist bir ayaklanmaya karşı çok hazırlıksız.

Devletin anti-komünist, anti-darwinist fikri çalışma yapan ve halkı bu konularda bilinçlendiren birimler kurması hayatidir. Çünkü komünist ayaklanma zahiren bastırılmış gibi görünse de aslında pusudadır. İmkan bulduğu her ortamda, bir öncekinden daha ileri bir sıçrayışla ortaya çıkar. Halk, birlik mitinglerinde ne kadar kalabalık oluşturup komünist eylemlere karşı bir duruş sergilese de, komünist bundan etkilenmez. Komünist, o kalabalığı nasıl dağıtacağını bilir. Çünkü örgütlü ve planlı hareket eder. Nerede ne yapması gerektiğini bilir.

Halkımızın ”Komünizm mi kaldı, Darwinizm mi kaldı” diyerek sorunu görmezden gelmek yerine; bir an önce sorunu farkedip çözüm olabilecek yollara gitmesi gerekir. Anti-darwinist, anti-komünist fikri mücadele, bu sorunu kökten çözecek tek çalışma olacaktır.

İbrahim Akın

80 sene önceki bir mektup

Bazı dostlar hatırlattılar: Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bugünkü hadiseler hakkında fikir ve beyanatı, mütalâaları yok mu ki?.. Neden yazmıyorsunuz? Anarşi yalnız Türkiye’nin değil, bütün dünyanın en mühim meselesi oldu. Devletin bekası, milletin var veya yok oluşu gibi çok nazik bir devrede bulunuyoruz.

Bu ikazlar karşısında merhum muazzez Üstad’ın beyanlarından, haykırışlarından bazılarını derleyerek bütün vatanperverlerin, milliyetperverlerin ve hamiyetperverlerin nazar-ı dikkatlerine takdim etmeyi düşündük. Bu takdimin ötesinde derin mütalâa ve izahları, bütün akl-ı selim sahibi muharrirlere, vatanseverlere havale ediyoruz.

«Siz dünyevi çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz. Bir parça da âhiret hesabına konuşan benim gibi kabir kapısında, vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinlemek lâzımdır.» diye ta 1946’larda millet ve vatanı tehdid eden tehlikelere parmak basarak zamanın selâhiyetlî mercîlerini ikaz eden ve bu beyanları sebebiyle gadre uğrayan bîr vatanperverin ağlamalarını şimdi hadiseler söylüyor, memleketler, beldeler dile getiriyor.

Artık şahsi nüfuz temini iddialarına da yer ve zaman kalmadı. Dünyadan çekileli 50 seneyi geçmiş bir zâtın 80 sene önce yazdığı şu mektupta, iletiyi gören bir âlimin vatan ve milleti için duyduğu endişe ve ızdıraptan başka ne bulunabilir?

Bakın “Eski Dahiliye Vekili, şimdi parti kâtib-i umumisi Hilmi Bey” hitabıyla 1946 yılında Halk Partisi Genel Sekreteri Hilmi Uran’a gönderdiği mektubunda Bediüzzaman Said Nursî ne diyor :

«Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalaletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’an’a ve hakaik-i imana sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet vereceksiniz.»

Bediüzzaman Hazretleri, tehlikeye parmak bastıktan sonra çıkış yolunu da gösteriyor. Mektubuna devamla diyor ki :
«Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet, Kur’an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak; ancak İslâmiyet hakikatıyla mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şerefini, İslâmiyette bulmuş olan bu milletteki din kuvveti ve iman bütünlüğüdür.

Evet bu milletin hamiyetperverleri ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümtezic, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-i Kur’aniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşâallah.» Emirdağ-1 – 218

Bediüzzaman Hazretlerinin 1946’larda Afyon Emniyet Müdürlüğü vasıtasıyla gönderdiği mektubundaki ifadeleri dikkatle, cümle cümle yeniden duyarak okuyunuz. Bin seneden beri İslâmiyet nuruyla yoğrulmuş bir milletin ahfadının dinden uzaklaştırılması neticesi ortada kalamayacağını haber vererek son yıllarda vatan sathını iyiden iyiye kaplayan tehlikeyi daha o zamandan haber veriyor.

Üstad «Batılılaşsın, Avrupalı gibi olsun» düşüncesiyle İslâm’dan uzaklaştırılmaya çalışılan gençliğin Avrupa solcusu, komünisti gibi olmayacağını, kelimenin tam manâsıyla anarşist halini alacağını bildiriyor. Bu hakikati Hazreti Üstad daha evvel de beyan etmişti. Risale-i Nur Külliyatının ilk telif yılları olan 1926’larda şunları yazıyordu :

«Dikkat et! Bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları kopmasın. Eğer böyle ahmakane körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil (öldürücü zehir) hükmünde o dinsizler zarar verecektir. Çünkü mürtedin vicdanı tamamen bozulduğundan hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.» (Lem’alar, s. 112)

Onun için Üstad, «Bir Müslüman ecnebilerle kıyas edilemez» diyor, Allah korusun, bozulduğu takdirde çok daha fena, yıkıcı ve tahripçi olacağını bildiriyor. Hilmi Uran’a yazdığı mektubu okumaya devam edelim :

«Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dahili ve harici muarızlar var. Eğer o muarızlarınız hakaik-ı imâniye nâmına çıksaydı birden sizi mağlûb ederdi. Çünki bu milletin yüzde doksanı bin seneden beri an’ane-i İslâmiye ile, ruh ve kalb ile bağlanmış; zahiren muhalif fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfüru etse de kalben bağlanmaz.

«Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum.

«Bu asrın Kur’ana şiddet-i ihtiyacını hissetmekte İsveç, Norveç, Finlandiya’dan geri kalmamak size elzemdir. (¹) Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.
Siz, şimdiye kadar gelen inkılab kusurlarını üç-dört adamlara verip, şimdiye kadar umumî harb ve sair inkılabların icbarıyla yapılan tahribatları -hususan an’ane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız; hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve âhirette büyük kusuratlarınıza keffaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstehak olursunuz.

«Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz ve madem o kat’î ölüm ehl-i dalalet için i’dam-ı ebedîdir, yüzbin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez ve madem Kur’an, o i’dam-ı ebedîyi ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini güneş gibi isbat eden Risale-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor, bilakis dikkat eden feylesofları imana getiriyor ve bu oniki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ülemadan mürekkeb ehl-i vukufunuz, Risale-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî olduğuna, Türk milletinden hususan mekteb görmüş gençlerden yüzbin şahid gösterebilirim; elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevî çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz; bir parça da âhiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında vatandaşların haline ağlayan bir bîçareyi dinlemek lâzımdır.» (Emirdağ-1 – 219)

(¹): Bediüzzaman Hazretlerinin bu mektubu yazdığı yıllarda, bazı Avrupa ülkelerinde Kur’an’a karşı bir alâka belirmişti. Finlandiya’da Kur’an-ı Kerim’in Fince meali neşredilmiş; İsveç, Norveç ve Danimarka’da Kur’an üzerinde araştırma yapan âlimler, cemiyetlerindeki ahlâkî çöküntüyü, ancak Kur’an’ın getirdiği hakikatlerin önleyebileceği neticesine varmışlardı.

Said Nur