Etiket arşivi: Kulak

Organlar da Konuşur!

Artık dayanamıyorum, dedi göz. Günde altı-yedi saat TV seyrediyor. TV’den gelen radyasyon retina tabakamdaki koni hücrelerini mahvetti. Ya kirpiklerim, yıkanmadığından mikroplarla doldu, arpacık hastalığına teslim oldum.

Kulak lâfa girdi.

Ya ben? Şehrin gürültüsü gibi 100 desibelin üzerindeki metalik gıcırtılarla titreşmekten genç yaşta ihtiyarladım. Oysa zarım, orta kulak kemikçiklerim ve korti organım 20-60 desibele ayarlı.

Direnecek gücüm kalmadı.

Kısık kısık öksürükler akciğerlerin homurtusu duyuldu:

Bir de bana sorun arkadaşlar halimi. Sahibimiz günde iki paket sigara içiyor. İncecik nazik zarlarla yapılmış alveollerim, soba borusu gibi simsiyah kurumlarla kaplandı. Nefes alamıyorum, boğulmak üzereyim.

Yanık kokuları sala sala deri geldi:

Ah kardeşlerim, ya benim derdim. Güzellik uğruna her yaz kızgın güneşlerin altında saatlerce kavruluyorum, neredeyse kansere yakalanacağım.

Dil söylenmeye başladı:

Yedikleri, içtikleri şeyleri hiç sormayın. En asitli koladan, bin bir çeşit alkollü içkiye kadar beni mahvedecek ve sizleri de öldürecek ne varsa içiyor. Üstelik abur-cubur yiyip komşum dişleri de fırçalamıyor bile. Bakteri yuvasına döndük.

Kokuyoruz.

Kaşına kaşına ayaklar lafa girdi:

Bütün gün üzerimde şişman birini taşımak ne demek, bana sorun. Üstelik tırnaklarım yıkanmadığından pislik ve mikrop dolu. Mantar hastalığı çekiyorum. Kaşınmaktan yara bere içinde kaldım. Yeter artık.

Beyin konuşmalara katıldı:

Tefekkür için, Yaratan’ı (cc) bulmak, tanımak için, O’nun rahmetini, şefkatini, güzelliğini ve diğer isimlerini, kâinatta harf harf söküp okumak için yaratılmıştım. Sizler de bana bu konuda yardımcı olacaktınız. Oysaki yalana, düzenbazlığa, kurnazlıklarla haram yollarda menfaat peşinde koşmaya harcandım. Hakkımı istiyorum.

En sonunda kalp, manevi boyutuyla birlikte, ağır ağır adımlarla yanlarına geldi:

Hepiniz haklısınız. Ama bir de beni dinleyin.

Ben manevi yönümle, sonsuza kanatlanıp uçmak için yaratıldım. Rabbimize aşık olmak için varım. Bunun için kâinatı, Yaratan’dan dolayı her şeyiyle sevebilecek kapasitedeyim. Yaratan’a kul olma makamının başında ben gelirim. Ben bir çekirdeğim.Büyüyüp kocaman bir ağaç olabilirdim ki o ağacın kökü iman, gövdesi sevgi, meyvesi Yaratan’a kul olmaktır. Bir de şu halime bakın. Mala, mülke, cismani zevklere harcandım. Kula kul oldum. Yalancı sevdaların peşinde perişan oldum. Maddi boyutumda ise, yanlış beslenme, sigara ve tembellik yüzünden koroner damarlarım tıkandı, artık yaşamak istemiyorum.

Bütün organlar ayaklanmıştı, sesleri giderek yükseliyordu ki pürtelaş önsezi koşarak geldi. Arkadaşlar, koca bir kâinat dolusu kızgın kalabalık buraya doğru geliyor. Aralarında kimler yok ki? Etini, sütünü veren koyundan, bir kilo bal için on binlerce çiçek dolaşan arıya, fotosentezle çamurlu bir suyu bir bir kimyevi işlemden geçirip elma, incir, üzüm yapan ağaçlara, bir lamba gibi hiç durmadan yanarak dünyayı aydınlatan güneşe kadar, karıncadan yıldızlara bütün varlıklar bir ordu gibi buraya geliyorlar. Kızgın ve öfkeli, haklarını almak için geliyorlar. Bize katılacaklarmış.

Bu haber üzerine bütün organlar sahiplerini Rablerine (cc) şikâyete karar vermişti ki yollarını gözleri yaşlarla dolu ümit kesiverdi.

Durun kardeşlerim. Biraz daha sabredelim. Şikâyetimizi geleceği kesin olan âhiret gününe saklayalım. Belki bu süre içinde sahibimiz pişman olur, kul olduğunu hatırlar. Müslümanca yaşayıp tövbe eder.

Evet, bu hikâyenin sonu nasıl biter bilinmez, ama bilinen bir şey varsa o da hepimizin verilen nimetlerden teker teker sorulacağı.

Yüce Allah utandırmasın.

Ayşegül Aygün

İnsan, Sahibini Bulması İçin Kendini Okumalı

Kâinatın hülâsası ve şuurlu meyvesi ve en büyük mucizesi olan insan, gafletten kurtulup Allah’ına inanması için en yakınında olan kendi vücuduna bakmalı. Peygamberimiz (a.s.m.) hadisi şerifinde meâlen buyurmuş ki; “ Men arefe nefsehu fe kad arefe Rabbehu” (Kendini nefsini tanıyan, Allah’ını tanır). Hava atmak için aynanın karşısına çıkıp bakmak değil. Belki, Allah’ın hakiki Kudretini tanımak için, kendi yapılışını anlamak için, eşsiz bir mucize olan kendi yaradılışına bakmalıdır. Tefekküre dalıp incelemek için aynanın karşısında vücudun dış kısmını inceledikten sonra, iç yaradılışı ile ilgili bazı kitaplar okuyup incelemesi lazım ki,   kendisi nasıl bir varlık olduğunu anlamış olsun.

İnsana sormak lazım. Acaba seni bir hücreden başlatıp, 80-100 trilyon hücreye kadar çoğaltan  şuursuz, sağır, kör, tabiat mı?  Yoksa uzaktan kumandalı yaratma gücüne sahip Yüce Kudret Sahibi bir Allah mı? O Allah ki, insan vücuduna kalın, ince, eğri, büğrü vaziyetler verirken bile son derece mükemmel bir hikmet ve maslahat takip etmiş. İnsanları öyle mu’cize vari (insanı âciz bırakan) bir şekilde yaratmış ki. Vücudumuzu seyrederken şöyle demek lazım değil mi? Aman Allah’ım! Ne kudret varmış Sende. Ruhumuz kâinatı seyretmesi için, vücudumuzun tam tepesine yakın bir yerde, etten iki göz yapmışsın, zedelenmemeleri için de onları çukurlarda yerleştirmişsin. Şayet alnımızın tepesinde konulsaydılar halimiz ne olurdu? Gözlerimizin kapakları olmasa idi halimiz ne olurdu? Gözlerimizin Optik ayarını de yapmış. Çünkü gözlerimiz o optik sayesinde saniyede 23 refleks yapıp bütün renkleri karıştırmadan, sağdakini sağda, soldakini de solda görüyor.  Ayrıca  incecik damarlarla gözlerimizi bağlamış ki, herhangi bir şeyi görmek için başımızı hiç çevirmeden gözlerimizi o yana bu yana  çevirebiliyoruz. Işık, güneş olmasa idi göz niye yarayacaktı, ses olmasa idi kulak niye yarayacaktı, koku olmasa idi burun niye yarayacaktı. Bunun tersini düşünmek lazım. Göz olmasa idi ışık niye yarayacak, kulak olmasa idi ses niye yarayacak, burun olmasa idi koku niye yarayacaktı

Zavallı keçi her şeyi ya beyaz veya siyah görürken, biz bütün renkleri birden görüyoruz. Hem de tek bir şeyi  görmek için vücudumuz binlerce işlem yapıyor. Alnımızdan gelen terlerin göze girmemesi için tam gözün üstünde Allah’ımız kaşlar koymuş, zararlı herhangi bir şeyin girmemesi için, gözlere otomatik çalışan kapaklar koymuş, hatta ve hatta insanı süslemek için ve karşıdan gelen sinekleri korkutmak için kapakların uçlarına kirpikler koymuş. Gözü rahatsız edecek herhangi bir madde göze girdiğinde, biz herhangi bir düğmeye basmadan, o zararlı maddelerin % 95 ini eritebilecek özellikte, göz yaşı denilen sıvıya etki vermiş. Şanı Yüce Mevla’mız! göz reflekslerimizi öyle ayarlamışsın ki, ihtiyaç olmadığı için uzaktaki şeyleri görmediğimiz gibi, karşımızda duran arkadaşımızın içindeki olumsuz şeyleri dahi çok şükür ki göremiyoruz. Yoksa, eğer görse idik çok rahatsız olurduk değil mi?  Bize gözü, bir başkası değil, ancak gözü ve gözümüzün gördüklerini gören Allah verebilir ve vermiş.

Evet tekrar ediyorum, gözün değerini, görme ihtiyacını bilip gören biri bize göz vermiştir. Bu işleri ancak ve ancak uzaktan kumanda ile ölü hücrelerden bütün canlıları ve minimal denilen en ufağından ta maksimaline kadar, (En büyüğüne kadar) yani, her şeyi Allah yaratabilir. O gören, birer et parçası olan gözümüzü, görebilir bir vaziyette bizim faydamız için yarattı. Ortalığı ışıklandırabilecek güneşi 1.300.000 defa dünyamızdan büyük olarak yarattı. Hiçbir yere dayatıp bağlamadan güneşi ortalıkta gezdirebilen, Kudreti sonsuz ve Şanı Yüce bir Allah’tan başkası kim olabilir?

Bu saydıklarımı yüzde kaçımız düşünebiliyoruz ki Allah’ımıza şükredelim. Kur’an’ı tefsir edenler,  kulak gözden daha kıymetlidir demişler. Çünkü Allah Kur’anı Kerim’de onları sayarken, kulağı gözden önce zikrediyor. Kulak vasıtası ile beyne giden sesin kıymeti o kadar büyük ki,  Kur’an’ı Kerim’i dinlemek farz. Gençler kulağın kıymetini bilemezler. Yaşlılar ise onun kıymetini çok iyi bilirler. Çünkü onlar bir kelimeyi işitmek için karşısındakine bir kaç defa hı, hı, efendim, ha ne dedin derken, hem karşısındakini rahatsız ederler, hem de kendileri rahatsız olurlar. Bu sebeptendir ki onlar kulağın kıymetini daha iyi bilirler.

Çünkü onlarsız ne Kur’an-ı Kerim’i, ne İlâhi, ne Ezan, ne bülbül sesini, ne de çok sevdiğin annenin, babanın veya evlatlarının o tatlı seslerini işitip lezzet alabilirsin. Kulaklarımızın da frekanslarını Allah öyle ayarlamış ki, bir kilometre uzaktaki maksimum sesler bizi rahatsız etmediği gibi, karşımızdaki arkadaşımızın karnındaki minimum sesleri de şükür ki işitmiyoruz, işitsek çok rahatsız olacağız. Kulağımızın arka tarafına, yerleştirilen bir çeşit sıvıdan bizim hiç haberimiz yok, meğer ki o olmasaymış sağa veya sola yığılıp kalacakmışız. Göz ve kulaklarımız çok kıymetli azalarımız oldukları için, Allah onları ikişer adet vermiş. Allah göstermesin, herhangi bir sebeple birini kaybetsek, diğeri ile idare edebiliriz.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org