Etiket arşivi: kuraklık

Küresel felâketin eşiğinden dönecek miyiz?

Kandilli Rasathanesinin 150’nci yılı dolayısıyla düzenlenen etkinlikte konuşan Rasathanenin Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek’in yaptığı tesbitler:

  • Biz dünyayı kızdırıyoruz; aslında dünya gülen bir dünya. Kızan dünyadan kastımız, sıcaklıkların artması. Sıcaklıkların artmasını önlemeliyiz. Eğer bunu başaramazsak, buharlaşma hızlanacak, yağışların karakteri değişecek, buzullar eriyecek ve deniz seviyesi yükselecek. Bununla birlikte kıyılarda ekilebilir alanlar sular altında kalacak. Sonra da gıda ve temiz suya erişme ile sağlık sorunları baş gösterecek.
  • Fosil yakıtlar dünyayı ısıtıyor. Önümüzdeki yüzyıllar boyunca bu problem artarak devam edecek. Bunu önlemek için dünyadaki tüm devletlerin bir konsensüs oluşturması lâzım. Fosil yakıtlardan gelen sera gazlarına nasıl müdahale edileceğinin belirlenmesi gerekiyor. Sera gazları sıcaklığı arttırıyor. Bu artış karada, denizde ve buzulda olumsuz etkiler meydana getiriyor. Bu nedenle ortak akılla sorunun çözülmesi şart.
  • Atmosfere insanoğlu sürekli ısı veriyor. Bu enerjinin bir şekilde boşalıp dengeye gelmesi lâzım. Geçen yılki dolu yağışına baktığımızda şunu görüyoruz: Kuzeyden gelen soğuk hava, aşağıda sıcak hava ile bir anda karşılaşınca o enerjiyi boşaltmak için dolu meydana geldi. Dolu ve aşırı yağışların sebebi küresel ısınmadır. Sıcaklık artışında yükselen bir trend olduğunu görüyoruz, bununla birlikte yağışlar da artıyor. Yağışlar artıyor derken o aheste, dingin, normal yağışlardan bahsetmiyoruz. Daha kuvvetli yağışları kastediyoruz.
  • Önümüzdeki dönem için İstanbul’da bir su sıkıntısı görünmüyor, barajlardaki dolululuk oranı yağışlarla birlikte istenilen seviyeye gelmiş durumda. Yaza baktığımızda bu seviyenin kendini koruyacağını söylemek mümkün. Ancak bu gelecek süreçte İstanbul ve Türkiye için su sıkıntısı olmayacağı anlamına gelmiyor. Küresel ısınmayı önlemek için enerjiyi minimum seviyede kullanmak gerekiyor.

***

İTÜMeteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Afet Yönetim Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun tesbitleri de şöyle:

  • Müthiş bir tahribat var. Ondan sonra da ‘İklim değişti’ diyoruz. İklim değişikliği bizim için nasıl problem oluyor? Meselâ geçtiğimiz kış kar yağmadı. Çünkü sistemler kuzeye kayıyor. Bizim iklim değişikliğiyle mücadelede yapmamız gereken iki türlü şey var. Bir tanesi, zarar azaltmak. İklime verdiğimiz zararı azaltmak. Bir de ne yaparsak yapalım, havadaki bu karbon 200 sene havada duracak, bize zarar verecek. Şu anda bütün karbonu kessek bile 200 sene bunun etkisinde kalmaya devam edeceğiz. O zaman uyum sağlamamız gerekiyor. Trump’tan sonra zarar azaltma işi biraz sıkıntıya düştü. Paris Anlaşmasını onaylamıyor, Türkiye de onaylamıyor. Henüz meclisten geçmiş değil. Ne kaldı elimizde? Uyum. Biz ne yaparsak bundan daha az zarar görürüz? Dünyada hidrometeorolojik afetlerin sayısı hızla artıyor. Türkiye’de de artıyor. Ne yapmamız lâzım? İklim değişikliğine uyum sağlayacağız, bir de afet riski yöneteceğiz.
  • Kuraklık da, sel de uç afetler. Biri suyun bir yokluğu, biri fazlalığı. Aşırı kuraklığı takip eden kuraklığın sele uğraması ihtimali çok yüksek. Çünkü toprak beton gibi oluyor. Suyun artık akması çok zor. 2012 yılı verilerine göre yılda 44 milyar metreküp su kullanıyoruz. 2023 yılında 112 milyar metreküpün 112 milyar metreküpünü kullanmak zorunda kalacağız. Yarısını kullanırken her gün kuraklık var diye ağlıyoruz. Türkiye’nin su potansiyeli 12 milyar metreküp. 7-8 sene sonra tüm suyu kullanmamız gerekecek ama yağmurumuzu toplayamıyoruz. Yağmur suyu toplama problemimiz var. Yağmurumuzun çoğunu da tarımda kullanıyoruz. Yağan suyu toplayamıyoruz. Eskiden Sultanbeyli, Ömerli Barajının havzasıydı, yağan yağmurlar sızıp topraktan göle gidiyordu. Şimdi kanalizasyona gidiyor ve altyapıda kaçaklar var. Başka yerden su almaya çalışıyoruz. Belli bir zamandan sonra çevredeki su kaynaklarının tükenme ihtimali var.

***

Bütün bu tesbitlerin özeti ise Kur’ân-ı Kerim’in yüzyıllardır kulaklarımızda yankılanıp duran şu uyarısında:

“İNSANLARIN KENDİ ELLERİYLE İŞLEDİKLERİ YÜZÜNDEN KARADA VE DENİZDE FESAT ORTAYA ÇIKTI. BELKİ VAZGEÇERLER DİYE, YAPTIKLARINDAN BİR KISMINI ALLAH ONLARA BÖYLECE TATTIRIYOR.”
RUM SÛRESİ, 30:41

Ümit Şimşek

Kuraklık İçin Münacat Risalesi Okuyoruz

“Şimdi bu mektubu yazarken, Risale-i Nur santralı Sabri’nin mektubunu Emin getirdi. Açtık, yağmursuzluk bahsine dair Risale-i Münacat’ın kesretle yazılması bereketiyle yağmurun gelmesi ve rahmet-i İlahiyenin fakir fukaraya imdad eylemesini yazdığını gördük. Benim için ehemmiyetli bir mes’eleyi halletti.

    Burada da yağmura şedid ihtiyaç vardı. Yağmur gelecek hiçbir alâmet hissetmiyorduk. Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben üç defa namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları ve Risale-i Nur’u şefaatçi yapıp dua ettik. Birden aynı gece, me’mulümüzün fevkinde, duanın tam kabulünü gördük. Ben hayretle, bu cüz’î duamız, bu küllî mes’eleye ne derece dahli olduğunu bilemedim.” Kastamonu Lahikası ( 239 )

Kıymetli Kardeşlerimiz,

Ülkemiz genelinde yaşanan kuraklıktan Rabbimizin rahmetine iltica etmek için, Kastamonu Lahikasında geçen yukarıdaki manaya istinaden, Münacat Risalesi (3.Şua) okuyoruz.

(Öncelikle kuraklığın kendi kusurumuz olan gaflet, hakiki vazifede gevşeklik ve umumun katıldığı gıybetlere –katılmamamız gerektiğini bildiğimiz halde- dahil olduğumuz için ciddi bir istiğfar ediyoruz.) Umum Müslümanların selameti ve maddi, manevi rahmetin celbi niyetiyle Münacat Risalesini, tamamı veya vaktimiz elverdiğince bir kısmını okuyoruz. Cenab-ı Hak kabul etsin.

Nabi

Nurnet.org

Zulüm ve Bedduanın Olduğu Yerde Yağmur da kesilebilir!

Yağmurun ve kar’ın bol yağdığı kış mevsiminde, bu kış aylarında, Türkiye’nin genelinde yağmur ve kar’ın yağmadığı, barajlarda su seviyesinin düştüğü, ekin tarlalarının kuruduğu, dolayısıyla toplumun muzdarip olduğu görülmektedir. Her ne kadar Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz ise de,  gene de bu kuraklığın sebeb-i hikmeti nedir, diye akla bir fehim geliyor.

Bediüzzamanın talebesi, yağmur duasıyla ilgili bir soru sorar: “Üstadım, yağmur duası ve namazın neticesi görünmedi, faydasız kaldı. İki üç defa bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden?”

Bediüzzaman, yağmurun neden kesildiğini, Emirdağ Lahikasında detaylı izah etmiştir. Gene de konunun özetinde insanları şükre davet ediyor. Çünkü Kur’an’ın da emri budur ki:  “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!”(İbrahim,7)

Yani şükür edici isek, Allah nimetlerini artırıyor, şükür edici değilseksek, şükür edinceye kadar bereketini kesiyor. Genel olarak Allah’ın nimetlerine karşı şükür edersek inşallah Rezak’ı zülcelâl ikramını esirgemez. Peki şükür nasıl yapılır? Evele Allah’ın bütün nimetlerine karşı şükür mecburiyeti var, bununla beraber insanlar kendi aralarında da yardımlaşmayı, dayanışmayı, birlik ve beraberliği sağlasa, mali durumu iyi olan fakir ve çaresiz olan insanlara yardım elini uzatsa, Allah’ın nimetlerine karşı bir şükür olur, o zaman nimet sahibi olan Allah’ta inşallah rahmet ve bereketini gönderir.

Bugün komşumuz olan Suriye devletinde, her nedense bir iç savaş yaşanıyor. Halkı aç ve perişan, can güvenliği olmayan bu insanlar, Türkiye’nin hemen hemen her yerine dağılmış, barınacak yerleri kısıtlı, sosyal güvenceleri yok, sokaklarda, soğuktan donup ölen bu insanlara, en azında bu kış mevsimi çıkıncaya kadar birkaçını misafir edelim, diyenimiz oldu mu? Muzdarip ve yardıma ihtiyacı olan insanlara, merhamet eli uzatılmasa, nasıl Allah’ın rahmetini isteyebiliriz.

Toplum olarak kafamızdaki bencillikler, yüreğimizdeki kin ve nefret duyguları devam edildikçe, birbirimize karşı olan merhamette kesilir. Bir hadiste rivayet vardır ki:“İnsanlara merhamet etmeyene Allah rahmet nazarıyla bakmaz.”

Son günlerde, bir din âlimi ve saygın bir insan olarak bilinen biri, milyonlarca insanın seyrettiği bir televizyon kanalında, iki elini kaldırarak,  yanan bir yürekle, “Allah’ım onları da, bizi de yerin dibine batır!” bedduası ile Müslümanları cidden üzmüştür. Bu beddua yerine; şayet “Allah’ım onları da, bizi de affet” deseydi, daha uygun ve daha makul olmaz mıydı? O zaman hem Allah’ın, hem de toplumun da hoşuna gider ve bir rahmete vesile olacağı umulurdu. Millet olarak birbirimizi kucaklaşmadıkça, birbirimize merhametkarene bakmadıkça, Allah bize rahmet nazarıyla nasıl bakar?

Keza, Asr-ı ahirin müceddidi, Risale-i nur’un müellifi, Bediüzzaman, nadire-i cihan, hadim-i Kur’an Said Nursi Hazretlerinin ilham ve istihraç olarak kalbine gelen Kur’an’ın ayetlerini zamanın fehmine uygun olarak Risale-i Nur eserlerinde açıklamıştır. Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi mümkün olmadığı halde, ağır bir hıyanette bulunarak Risale-i nur eserleri sadeleştirmişler. Bu da hem Bediüzzaman’a, hem de Risale-i Nur eserlerine saygısızlıktır.  Bu sadeleştirme ticaretinden biran evvel vaz geçip, basılan kitapları da behemehal toplatılarak imha edilmesi büyük bir erdemlik olacaktır.

Sadaka nasıl belayı defediyorsa, Risale-i Nur da,  okunduğu yerde sadaka hükmüne geçer, belayı defediyor. Risale-i nur’a ilişildiği zaman, bela ve musibetler de gelmeye başlıyor, tarih bunun canlı şahididir.

Netice itibariyle, bir memlekette hükümetin işine karışıp, işine gelmeyen şeyler için beddua ediliyorsa, dünyada İslam âlemi üzerinde zulüm devam ediyor, her gün onlarca insan öldürülüyorsa, bu zulme dur denilmiyorsa, hatta taraf olup bu zulmü alkışlayanlar da varsa,  Allah’tan rahmeti istemeğe nasıl bir yüzümüz olabilir?

Rahmeti isteyebilmemiz için evvela, kendimizi düzeltmek, musibet ve belalardan Allah’a sığınmak, beddua yerine; Rahman-i rahim’e iki elimizi kaldırıp alem-i İslam için, insanlık barışı için, huzur ve güvenin temini için dua edelim, ondan sonra rahmet, bereket ve yağmur isteyelim…

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

22.1.2014

www.NurNet.org

Kenya ve Somali’yi Anlamak!…

Bismillahirrahmanirrahim

Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve bereketuhu

Ramazanınızı ve gelecek leyle-i kadrinizi ve kurban bayramınızı şimdiden tebrik eder müstecab dualarınızı bekleriz. Son zamanlarda bizim hizmetimizin yeni bir şubesi ve Risale-i Nur’un beynelmilel intişarının vesilesi olan yurt dışı hizmetlerini biaynelyakin görmekteyiz.

Her yıl bir çok ülkelere yeni yeni açılan dershaneler ve ehli-hizmet ağabey ve kardeşlerimiz bu manayı daha iyi müşahede ediyorlar.

Bu ülkelerin sakinleri, hususan Müslümanlar, Türkiye’yi Devlet-i Hilafeti Osmaniye’nin yadigarı ve devamı biliyorlar. İşte bunların hüsnü zan ve teveccühlerini kırmamak, söz ile fiili birleştirmek zamanı gelmiştir.

Yağmursuzluk, açlık, beliyyelerin istilası ve muzır şeylerin tasallutu Kenya ya Somali’ye ve civar beldelere hususan ehli imana musib olmuştur. Bu manzarayı gazete ve televizyonlarda her gün görmekteyiz. Onlar sadece dua-yı kavli ve kalbi ve lisan-ı ıztırarı ile dua ediyorlar.

Fakat bizim elimizde dua-yı fiili ve hali, dua-yı bedeni ve mali imkânımız var. İslamiyet’in bir şiarı olan infak ve iane, zekat ve sadakayı başta emri İlahi ve neticesinde rızayı İlahiyi esas alarak fakat vesilesinde Risale-i Nurların dolayısı ile İslamiyet’in inkişafına ve genişlemesine sebep olabiliriz. Bir şairin

“Lütfü kahrı şey-i vahit bilmeyen çekti azap 

Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi”

dediği gibi buraları görmeyen kişide bu ihtiyacı şedideyi tam anlayamaz zannediyoruz. Yazda kışın tarifi, hiç tadılmamış bir yiyeceğin meyvenin izahı nasıl zor ise buralardaki açlık ve kıtlık dahi öyledir, gelip görmek lazım, eğer gelemiyorsak şu mübarek ramazan ayında ve gelecek kurban ayında biçare insanlara iftar vermek ve kurban kestirmek vesair zamanlarda infak, iane ve sadaka ile yardımlarına koşmak mümkün.

Alem-i hristiyan bu durumları kullanarak bir bardak su, bir parça ekmek ve bir ilaç ile insanları hristiyanlığa çevirmişler ve çeviriyorlar biz size yardım ediyoruz diye gösteriyorlar.(Ve bir verirken beş alıyorlar bazende hayatı ebediyelerini mahvediyorlar). Yani sömürü ve misyonerlik.

Hâlbuki yardım ve nafaka islamiyetin şeairidir ve emridir. Biz niçin bu vazifeyi islamiyetin inkişafına ve yayılmasına vesile etmeyelim. İşte ehli imanın imanını muhafaza ve islamiyetin dünyaya yayılma vaktidir. Müjde var fakat faaliyet lazım!.

Umumunuza binler selam eder dualarınızı bekleriz.

Kenya Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Bela ve Musibetlerin Altındaki Rahmet Cilveleri

Bela ve musibetler imtihan içindir. Belaya tahammül insanı yüceltir. Ruhunu temizler, vicdanına huzur ve kalbine inşirah verir. Bu hal çok zordur, ama büyük mükafatlara vesiledir.

Musibet, kuraklık, kıtlık, hasılat veya hayvanata arız olan afetler, arazi zayiatı ve zelzele gibi her türlü zararlara şamildir. Ayrıca, ölüm, hastalık, açlık ve yoksulluk gibi canlara taalluk eden acılardır.

Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Andolsun biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!”

Bütün musibetler Allah’ın ilmi ezelisinde veya Levh-i mahfuzda yazılmış bir takdiridir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.”

Bela ve musibet, hedefine isabet eden bir mermi gibi, insana şiddetle dokunur. Eflatun’un dediği gibi; “Musibetler Allah’ın oku, hedef ise insandır. “eynelmefer” nereye kaçacaksın.”

Bu dar-ı imtihanda hiç kimsenin asude bir hayat yaşadığı vaki olmamıştır. İnsanın yaratılışından beri hal, bu minval üzere devam etmektedir. Bu değişmez ezeli bir kanundur, kıyamete kadar da böyle gidecektir. Bu dünya bir imtihan salonu olduğundan insanlar çeşitli şekillerde imtihana tabi tutulmaktadırlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v); “Dünya dar-ül meşakkattır.” buyurarak, dünyada rahat, huzur ve gerçek saadetin olmadığını vurgulamışlardır.

Ağır belâ ve musibetlerin insanların üzerine yağmur gibi dökülmesinin nice hikmetleri vardır ki, onu Allah’tan (c.c) başka kimse bilemez. Cenab-ı Hakk’ın kullarına emrettiği ibadetlerin bir kısmı malî, bir kısmı da bedenîdir. Namaz, oruç, zekât, hac ve tefekkür gibi ibadetlerin dışında hastalıklara ve musibetlere sabır ve tahammül etmek de bir ibadettir, tevekkül ve kulluğun esasıdır. Bu bakımdan başa gelen bela ve musibetlere sabır ve tahammül zaruridir.

Sabır, bir insanın başına gelen bela ve musibetlere feryad-ı figan etmeden dayanması, uğradığı dert ve belalardan dolayı Allah’tan gayrisine arz-ı şekva etmemesidir. Sabr-ı cemil sahibi olan olgun bir mümin, bu mihnethaneyi dünyada başına gelen musibetlerden dolayı metanetini muhafaza edendir. Bir insanın kadir ve kıymeti başına gelen bela ve musibetlere gösterdiği sabır ve mukavemet nisbetindedir.

Sabreden bir kul, necat ile müjdelenir. Sabır acıdır ve nefse ağır gelir, lakin bir şifalı ilaç kadar faydalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Asıl sabır, musibetin ilk anında olanıdır.” buyurmuşlardır. Bu hal çok zordur, ama çok değerlidir ve akıl almaz büyük mükafatlara vesiledir. İlk musibet anındaki gibi keder ve üzüntüler devam etse, hayat azap olur ve yaşanmaz bir hal alır. Bu bakımdan nisyan da büyük bir nimettir ve bir lütf-u ilahidir.

Bela ve musibetler imtihan içindir. Belaya tahammül insanı yüceltir. Ruhunu temizler, vicdanına huzur ve kalbine inşirah verir. Sabır, sebat ve hüsn-ü niyet ile imkansız görünen şeyler mümkün hale getirilir ve kolaylıkla halledilir. Cenab-ı Hakk’ın nazarında en makbul ameller, en güç olanlarıdır. İ’la-yi kelimetullah uğrunda cihad etmek pek zordur, fakat amellerin en en efdalidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Amellerin en efdali, zor olanıdır.” buyurarak bu hakikatı ifade etmişlerdir.

İbrahim Bin Ethem buyurdular ki: “Öbür dünyâda terâzide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir.”

Sabır o kadar güzel bir haslettir ki, bir çok fazilet onun ile kemal bulur. Sabrın kadir ve ehemmiyetini ifade eden bir çok ayet ve hadis vardır. “Allah sabredenler ile beraberdir.” ayeti sabrın ne kadar mühim olduğunu nazara vermektedir. Bir musibet ne kadar elim ve büyük olursa olsun, madem ki Allah onunla beraberdir, o musibet hakikatte musibet sayılmamalıdır. Bir kul için bundan daha büyük bir izzet, şeref ve lütuf olabilir mi?

Peygamber Efendimiz de “Sabır bütün huzur ve rahatın anahtarıdır.”, “Sabreden zafere ulaşır.”, “Sabır, ferahlık ve genişliğin anahtarıdır.”, “Acele şeytandan, teenni ve sabır Allah ‘tandır.”, “Halim (sıkıntı ve belâya karşı tahammüllü ve sabırlı olan) insan, peygamberlik mertebesine yaklaşır. “ gibi birçok hadis-i şeriflerinde sabrın ehemmiyetini vurgulamaktadır.

Bedidüzzaman şöyle buyurur:

“Ve sabırsızlık ise Allah’tan şikayeti tazammun eder. Ve efalini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beğenmemek çıkar. Evet musibetin darbesine karşı şekva suretiyle elbette âciz ve zaîf insan ağlar; fakat şekva ona olmalı, ondan olmamalı. Hazret-i Yakub Aleyhisselâmın “Ben derdimi de, üzüntümü de ancak Allah’a şikayet ederim” demesi gibi olmalı. Yani: Musibeti Allah’a şekva etmeli, yoksa Allah’ı insanlara şekva eder gibi, “Eyvah! Of!” deyip, “Ben ne ettim ki, bu başıma geldi” diyerek, âciz insanların rikkatini tahrik etmek zarardır, manasızdır. “

İnsan derdini kula değil, Allah’a arz etmelidir.

Evet, şekvanın en tehlikeli ciheti Cenab-ı Hakk’ı halka şikayet edip halini ve derdini insanlara anlatmaktır. Yoksa dert ve kederini Cenab-ı Hakk’a arz etmek, O’na sığınmak sabr-ı cemil olmaya münafi değildir. Melce-i kainat ve menba-ı hayrat olan Cenab-ı Erhamürrahimin kulun kendisine derdini arz etmesinden, niyaz ve duasından, havf ve recasından memnun olur. Allah (c.c) kalbi kırık ve kederli bir kulun enin ve ağlamasını sever, haşiyane ilticasından hoşlanır.

Barigah-ı rahmetpenah kullarının melcegâhıdır, sığınacak kapı yalnız O’nun kapısıdır. O’na açılan hiçbir el boş dönmez. Musibetzedelerin ilticaları, samimi nida ve niyazları asla red olunmaz. Hele kalbi kırık ve bağrı yanık bir felaketzedenin eninleri zaman olur ki, arş-ı aladaki meleklerin niyazlarından daha ziyade hüsn-ü kabule mazhar olur.

Cenab-ı Hak sevdiği bir kulunu bela ve musibetlerle imtihan eder. Bazen de bir dert ve keder onun geçmiş günahlarının affına vesile olur. Bazı musibetler de kulu kurb-u ilahiye mazhar eder.

Evet, sırrı rububiyet, insanların sabır, sadakat, ihlas ve teslimiyetine, istidat ve kabiliyetine göre tecelli eder. Cenab-ı Hak her kulun sabır ve teslimiyetine göre muamele eder ve ona göre mükafatlandırır. Kimi sıfat-ı cemal, kimi de sıfat-ı celal altında terbiye olunur. Bazı kullarda da hem cemal ve hem de celal altında terbiye olunurlar. Cenab-ı Hakk’ın öyle muameleleri vardır ki, görünürde kahir engiz, fakat hakikatte lütuf ve ikramdır. Bir arif-i billahın dediği gibi,”kahr-ı ilahi, kahr-ı mahz yani sadece kahir olamaz. O kahir altında nice lütuf ve kerem saklıdır.”

Beşeriyet makamı acz ve fakr makamıdır. Kul, başına gelen her hangi bir musibetten dolayı kazaya rıza göstermeli, Allah’ın her hükmüne razı olmalıdır ve o belanın izalesi için de O’na iltica etmelidir. Zaten kula bela gelmesinin bir hikmeti de, onun, Cenab- Hakk’a iltica etmesi içindir.

Sabredenler Allah’ın “Sabur” ismine mazhar olurlar. Allah’ın bir ismi olan “Sabur”, O’nun acele etmekten münezzeh olduğu anlamındadır. İnsanın fazileti, şu fani alemde necatına vesile ve hakkında hayırlı olacak şeyleri acele etmeden istemesidir. Demek ki, acele etmek, bir şeyi vaktinden evvel istemek, şeytanın vesvesesinden ileri gelir. Sabır ve teenni ile hareket etmek ise Tevfik-i ilahinin eseridir.

İnsan, fıtratının gereği olarak çok acelecidir, her hatırına geleni hemen elde etmek ister. Arzu ettiği şeylerin akibetini pek düşünmez. Ahiret nimetlerini bile dünyada görmek ister. Halbuki dünyadaki bütün nimetler ahiret nimetlerinin bir gölgesi hükmündedir. İnsan bundan gafil olarak gölgeyi asıl zanneder, ona çalışır, onun olması için dua eder ve bunda da aceleci davranır.

Nitekim Cenab-ı Hak, bir ayette mealen şöyle buyurmaktadır: “İnsan, bazen şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan.” Bu ayetten de anlaşıldığı gibi insan, kısa aklıyla, hak ile batılı tefrik edemediğinden, çoğu zaman nefsine tabi olarak fani zevklerin peşine düşer ve onları talep eder. Bir dirhem hazır lezzeti, ebedi hayattaki batmanlarca lezzete tercih eder. Maksuduna sabır ile ulaşması lazım gelirken, acele ettiğinden dolayı ondan mahrum kalır.

Cenab-ı Hak, bu kâinatı bir anda değil, altı günde yani altı devrede yaratmıştır. Kâinatın meyvesi olan insanlar, hayvanlar ve bütün nebatatlarda da bu tedriç kanunu cereyan etmektedir. İnsan vücudu bir anda kemale ermediği gibi, bir çekirdek de bir anda ağaç olmaz. Bu bakımdan insan, bu fıtrat kanununa riayet ederek, her şeyin bir anda olmayacağını düşünmeli, işlerinde acele etmek yerine sebeplere riayetten sonra neticeyi Allah’tan beklemelidir.

Sabır ve teenni ile hareket etmeyip, acele edenler maksuduna ulaşamazlar. İnsan birçok belâ ve musibeti sabır ile aştığı gibi, meşru arzu ve isteklerine de ancak sabır ile nail olur. Hususan en şerli ve en zalim insanların taarruzlarına maruz kalan büyük zatlar, o eza ve cefanın altında “kahharane fırtınaların hiddetli, ekşi simaları arkasında rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzleri”ni ve inayetin iltifatını görmüş, kemal-i sabır ile tahammül etmiş ve maksutlarına ulaşmışlardır.

Zira, Cenab-ı Hakk’ın inayet ve tevfıki sabırlı insanların üzerinedir.

Mehmet KIRKINCI