Etiket arşivi: Kurban Bayramı 2013

Resûl’e (s.a.v) Selâm, Kâ’be’ye ihtiram!

Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.

Yol bakımından gücü yetip gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki Allah âlemlerden müstağnîdir.”(1)

İçinde bulunduğumuz atmosferde,Rabbimizin lütuf ve keremiyle çok mübarek ve önemli zaman dilimleri yaşanmaktadır. Şu günlerdekudsî bir  heyecanın yaşandığı Hac ibadeti ve şeâiri gibi…

İnşaallah cismen, ruhen, kalbenve fikren  havasını tenefefüs edeceğimiz  o mübarek beldelerde bulunmanın aşk ve heyecanı, insana tarifi imkânsız mânevî duygular aşılıyor.

Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîme ve diğer âyetlere göre hacc, tek bir ibâdet olmayıp, bir ibâdetler yumağıdır âdeta. Her biri bir takım fiil, davranış, hareket, terk ve yasaklardan oluşan ibâdetlerin bütünü hacc ibâdetini teşkil etmektedir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir.” (2)

Bunların başlıcaları ihram, namaz, telbiye, çeşitli zikirler (Allah’ı çeşitli isim ve sıfatları ile anmak, Kur’ân, Cevşen, duâ, vird, zikir okumak gibi), Arafât ve Müzdelife vakfeleri, istiğfar, tavâf, güzel ahlâk, sabır, ihramlı iken yasaklara riâyet, yasakları çiğneme sebebiyle veya bazı mazeretlerden dolayı oruç, kurban, sadaka şeklinde yerine getirilen keffâret ve fidyeler, en hayırlısı takvâ ve amel-i salih olan mânevî azıklar edinmek, imanı tahkîk mertebesine çıkarma adına cehd ve gayret göstermek sûretiyle Rubûbiyet-i İlâhiyenin kemâlatını ilân, tevhidî sadâlara iştirak ile maddî ve mânevî kirlerden arınmaktır.

Bütün bu davranışlar doğrudan doğruya ibâdet olup Allah’a lâyık bir kul olma amacına yönelik olarak ve O’na yakınlık elde etmek için Allah tarafından vazedilmiştir.

Milyonlarca hacıların dilinden ve kalbinden yükselen Tekbir ve Telbiyeler, Arafat dili ve Kâbe kalbiyle Arş’a yükselmektedir.

Haccın “ferdî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî…” sayısız faydaları oldukça fazladır.

Said Nursî, şu veciz ifadesiyle bu hususa vurgu yapmıştır:      “…o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (3)

Ancak bu faydalar ibâdetlerin âcil (dünyadaki) mükâfatıdır; asl olan sırf Allah için, O’na kulluk borcunu îfa için yapılmış olmasıdır.

Hacc, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a dönüşün bir göstergesidir. O, mutlak ezel ve ebedin sahibidir. O, sonsuzdur. O’nun sınırı, ucu bucağı yoktur. “O’na” dönüş, mutlak kemâl, mutlak iyilik, mutlak güzellik, mutlak güç, ilim, değer ve hakikate doğru hareket etmek; yani mutlak doğru hareket, mutlak kemâle doğru mutlak hareket ve sonsuzluğa doğru mutlak kanat açışın bir sembolü, ebedî hareket ruhunun mukaddes mekânlara yansımasıdır. Yani biz, bir “ebedî oluş”un yolcuları, bir “sonsuzluk hareketi”nin kafileleriyiz. Hacc, bu mahşerî kafilelerin tevhid semâsında ve merkezinde zirve yaptığı bir buluşmanın, tanışmanın, bilişmenin ve milyonlarca cismin tek bir ruh haline dönüşmesinin adı…

Bu seyrü sefer çizgisinin en son noktası rızâ-i İlâhîdir. Seferimiz, ebedî hicretimiz, öyle bir cadde, öyle bir yol üzerindedir ki onun son noktası yoktur. Haşir meydanlarında bile son bulmayacak olan bir ebediyettir, mutlak bir vuslattır.

Hac, bu mutlak vuslatın ince sırlarını içinde barındıran ebedîleşmenin bir provasıdır.

Hac süresince icrâ edilen bütün merasimler “ipuçları”dır, “işaret” ve “semboller”dir. Bir kişi secdenin anlamını kavramamışsa, sadece alnını yere koymuş olur! Hacc’ın özünü, ruhunu, hikmet ve önemini anlamayan kimse hediye dolu bir bavul ve boş bir zihinle ülkesine geri döner.

Hacc süresince; Tavafla, tevhid inancını bütün kâinata ilân edeceksin. Sa’y ile Hacer annemizin heyecanını yaşıyacaksın.

Hacer-i Esved ‘i, kulların ezelde Allah’a verdikleri kulluk sözünün bir mührü ve imzası olarak selâmlayacak, yeminini tazeleyecek ve O’na kul olma şerefini bir kez daha te’yîd edeceksin.

Tavâftan sonra Hacer-i Esved ile Kâbe’nin kapısı arasındaki duvara (Mültezeme) karın ve göğsü, elleri ve sağ yanağını bir müddet yapıştırarak bu şekilde bir vuslat neş’esini yaşayacak ve sonra Kâbe örtüsünden tutunarak duâ ve niyazda bulunacaksın, Kâbe’ye yapışan vücudun cehennemde yanmaması için niyazlarını Kâbenin Rabbi’ne arz edeceksin.

Böylece bir büyüğe karşı suç işlemiş olan kişinin, onun eteğine sarılarak affını istemesini temsil etmiş olacaksın. Kulun, bu şekilde mânen ve mecâzen eteğine sarılarak af dilediği, yakınlık ve lûtuf talep ettiği Yüce Zât’tan başka sığınacağı, dayanacağı, yalvaracağı, kulluğunu arz edeceği kimsenin olmadığını samimâne ve ısrarlı bir yakarışla ilân etmiş olacaksın. Çünkü duâda ısrar etmek Mevlâ’nın murâdıdır. İşte bu sarılış ve yakarış o ısrarın bir gereği olacaktır.

Kâbe’den Arafat’a gitmekle Âdem babamızın inişini göstereceksin. Arafat’tan Mina’ya gitmekle insanın yaratılış gayesini, şeytânî tuzaklara meydan okumanın çabasını ortaya koyacak, en sevdiklerini Rabbına kayıtsız ve şartsız kurban edebilmenin şuuruna ereceksin.

Birinci ve ikinci Akabe bey’atlarını Hz. Peygamber (asm) ile Medineliler arasındaki görüşmenin gerçekleştiği yer olarak hatırlayacaksın.

Hz. İbrahim’in sahasına gireceksin Mina’da… O’nun gibi davranmak üzeresin. O, oğlu İsmail’i kurban etmek üzere getirmişti. Şimdi düşünmelisin, senin İsmail’in kim veya hangisi? Servetin mi, makam ve mansıbın mı, sarayların/villaların mı, evin mi, çiftliğin mi, araban mı, şan ve şerefin mi, sosyal statün mü, güzelliğin mi, gençliğin mi? Hangisi? İşte o kimse ve neyse, buraya kurban etmek için getirmelisin.

Seni hizmetten, mânevî cihaddan alıkoyan, sorumluluğu kabule yanaşmayan, nefse firavuniyet veren, fedakârlıktan alıkoyan, ebrârın dâvet çağrılarına kulak tıkatan, rahatın için bahaneler uyduran, seni kör ve sağır eden her neyse… İşte onu çekinmeden kurban etmelisin.

Bu fırsat bir daha eline geçmeyebilir!

O gül kokulu Medine’nin gül Peygamberine salât ve selâmlarımızı iletirken, yıllar önce makbuliyeti tasdik olmuş bir hizmetin hâdimi olduğunu unutma!

“…Medîne-i Münevverede dahi o derece makbul olmuş ki; Ravza-i Mutahharanın Makber-i Saadeti üstünde konulmuş. Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını, kabr-i Peygamberî (asm) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rızâ-i Muhammedî (asm) dairesine girmiş.” (4)

Böylesine ulvî ve lâhûtî duyguları yaşayan hacı kardeşlerimize, yol arkadaşlarımıza  ne mutlu.

Arzı ve semayı içindekilerle birlikte dualarına sığdırarak, Kâbe’yi ihlaslı sinelerine yerleştiren Allah’ın misafirlerine selâm olsun.

Selam olsun, Ravza-i Mutahharanın Nur sakini Nur Peygambere ve muvahhid ziyaretçilerine…

Selam olsun dualarını esirgemeyen mü’min kardeşlere…

Dualarımız sizinle ve şirket-i mâneviye ile beraber olacak inşallah…

Haklarınızı helal ediniz lütfen…

İsmail AKSOY / www.NurNet.Org

Dipnotlar:

1-Âl-i İmrân: 3/96-97

2-Said Nursî, Sözler, 16. Söz, 4. Şuâ

3-a.g.y, Emirdağ Lâhikası

4-a.g.y, Şuâlar

Her Günümüzü Nasıl Bayram Yapabiliriz?

Dünya hayatımızda, âkil-bâliğ olduğumuz zamandan başlamak üzere, aklımızla ve irademizle hayatımız boyunca sürecek çok mühim bir imtihanın içindeyiz.

Bu imtihanın muhtelif soruları var.

Onlardan bazıları da, Allah’a ibadette malî mükellefiyetlerimizle ilgili olanlardır.

“Kurban” denilince, bu malî mükellefiyetlerden biri olan “Allah’a ibadet için koyun, keçi, sığır, deve, manda , gibi küçükbaş ve büyükbaş kasaplık hayvanların, İslâm dininde belirtilen usule uygun olarak, kurban bayramının ilk üç gününde Allah için kanlarının akıtılması” akla geliyor.

Bu, aslında “kurban” kelimesinin “Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan şey” olan, ilk ve geniş manâsının içinde yapılan bir ibadettir.

Her Kurban Bayramında ,”Kimler kurbân kes(tir)melidir?” sorusu da gündeme gelir ve buna İslâmdaki dört hak mezhebe göre cevaplar verilir.

Bu cevapların çoğunda, Hanefî mezhebine göre “zengin” tarifine giren kişilerin zekât verdikleri gibi kurban da kes(tir)meleri nin gerektiği ifade edilir.

Hediye kurban” da olabilir ve evli bir bey, kurban kes(tir)mek mükellefiyeti olan hanımına o istemeden, kendiliğinden “hediye kurban” alıp kesebilir/kestirebilir.

Fakat, bilhassa kurbanlık hayvan fiatlarının ülkemizde bazı ülkelere nisbeten birkaç misli yüksekliği sebebiyle, kurban kes(tir)mek mükellefiyeti olan bazı Müslüman hanımlar, beyleri onlara kendiliğinden kurban hediye edeceğini söylemeden;

-Benim kurbanlığımı sen al..” demelerinin, bu malî ibadet mükellefiyetlerini nefislerine kabul ettiremedikleri manâsını taşıması ihtimali sebebiyle, sakınmaları gereken bir hal olduğunu dikkate almalıdırlar.

Tüm masrafları da dahil olarak, ülkemizdekinin yaklaşık üçte bir fiyatında Somali, Kenya, Filipinler, Pakistan , vd . ülkelerde güvenilir kuruluşlara kurban bağışında bulunularak kurban kestirmek imkânı bulunmaktadır.

Kurban ibadetiyle mükellef olduğu halde bu ibadeti nefsine kabul ettirmekte güçlük çeken bazı Müslüman hanımlar, bu ibadetlerini yapmaktan kaçınarak onu beylerine havale etmek yerine, yurt dışındaki bazı ülkelerde , ülkemizdekinin üçte biri kadar fiyatla güvenilir kuruluşlar vasıtasıyla kurbanlarını kendi paralarıyla kestirmeleri çok daha doğru olur.

Arefe günü ,bununla ilgili kuruluşlara kurban bağışlarının yapılması için son gündür.

Kurban bayramında dinimizin usullerine göre Allah’a ibadet için kanını akıtmak üzere kurbanlık almaya malî gücü bu mevzuda mükellef sayılacak kadar bulunmayanların ise, bu sebeble mahzun olmak yerine, “kurban” kelimesini asıl ve geniş manâsıyla ;”Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan şey” olarak gözönüne almakla hem Kurban Bayramlarında ve hem de yılın her gününde, bir defa da değil; çok defa bu ibadeti yapabileceklerini düşünerek bunu gerçekleştirmeleri, kendilerine çok büyük manevî kazanç sağlayabilecektir.

Bu manâdaki “kurban”ı elbette ki, malî gücü iyi olanlar da ihmal etmemelidir.

Halk dilinde; “Deliye her gün bayram” şeklinde bir söz vardır. Halbuki, yukarıda bahsedildiği şekilde, “kurban”ı lügattaki ilk ve geniş manâsıyla idrâk ederek “Allah’ın rızasını kazanmağa vesile olan şeyleri yapmakla yaşanacak her gün”, delinin değil; “aklını en iyi kullananın bayramı” olacaktır ki, en büyük manevî kazanca vesile “Kurban Bayramı”nın da bu olacağını, “hakkı hak bilip ona tabî olanlar” kolaylıkla ve tereddüdsüz kabul eder.

Kurban Bayramınızı Tebrik Ederim.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

NurNet.Org