Etiket arşivi: Kürt Meselesi

Mehmet Ali Bulut’tan Kürtlere: “Biz Düştük, 80 Yılda Kurtulamadık!”

Kürtlere seslenen Mehmet Ali Bulut, “Şimdi aynı tuzağı size düşmeyin! Sizi bizim üstümüzden vurdukları gibi şimdi de bizi sizin üstünüzden vuruyorlar, vuracaklar!” dedi.

Osmanlının yıkılışının bir Mason hareketi operasyonu olduğunu, 1826’dan itibaren Masonik hareketlerin önce orduya, ardından saraya ve çevresine hulul ederek, İslam’ın en son kalesi ve devleti olan Osmanlı’yı yıktığını belirten Bulut, Haber 7’deki yazısında “Masonluk, öteden beri vardı ama esasında o, Şeytana hizmetkarlığın modern(!) zamanlardaki adıydı. Şeytan hiçbir dönemde bu kadar güç kazanmamıştı. Çünkü en büyük fitnelerin görüleceği Deccal çağına girmiştik ve Osmanlı, devlet olarak, onun ününde duran yegane engeldi. O yıkılmadan ‘tanrı tanımazlık’ olan deccalizm yeryüzü hükümranlığını umumileştiremezdi” dedi.

DECCALIN EN BÜYÜK HİZMETLİLERİ YAHUDİ VE İNGİLİZ

Deccalın en büyük hizmetlisinin Yahudiler ve Firavun soyundan geldikleri bilinen İngiliz kraliyet ailesi olduğuna dikkat çeken Bulut, Deccalın bir dalının “inkar-ı uluhiyet” (tanrı tanımazlık) olduğunu, öbür dalının ise kapitalizm ve liberalizm adı altında ahiret hayatını inkâr eden yapı olduğunu söyledi.

Tüm insanlığın kutsallarını bırakarak Deccala teslim olduğunu vurgulayan Bulut, “Osmanlı da bu arada yıkılmıştı. Osmanlıyı yıkanlar, onun çatısı altında bulanan her kavme, kendilerine ait bir devlet kurma fırsatı da vermişlerdi. Böylece bir daha bir araya gelmemek üzere ayrışmalarını da sağlamış oluyorlardı o halkların” dedi.

KENDİ ARZULARINA İTAAT EDECEK EKİPLER

Bir Türk olarak Kürtlere seslenen Bulut, Said Nursi ve Şeyh Said örneği vererek tuzaklara dikkat çekti. Bulut, yazısını şöyle sürdürdü:

“Türklere de kendi ‘milli’ devletini kurma hakkı verdiler. Başına da kendi arzularına itaat edecek ekipleri koydular. Bu arada Kürtlere de devlet kurma hakkı tanıdılar. Ancak o dönemin Kürt aydınları ve âlimleri, bunun bir tuzak olduğunu görerek, “Biz kaderimizi Türklerle birleştirmişiz onlarla beraber kalacağız” dediler. Hatta o iki ‘Said’lerden biri olan Bediüzzaman, o zaman İngilizlere karşı “biz Selim Hana biat etmişiz ve bu bîatımız bugün de geçerlidir” diyerek Yavuz Sultan Selim ile Kürtler arasında yapılan muahedenin hala geçerli olduğunu söylemiştir!

GÜYA “MİLLİ” VE TÜRKLERİN DEVLETİ İDİ

“Ama kaderin hükmü devam etmiş ve sonunda Süfyan devleti (Deccalın Müslümanlar içindeki kolunun adı) kurulmuştu. Güya “Milli” idi ve Türklerin devleti idi.  Onu kuran ekip önce sureti haktan göründü. Sonra ipler tamamen ellerine geçince, güya modernlik adına İslam’ı çağrıştıran, hatırlatan tüm kutsallar yok edildi. Dilde sadeleştirme adı altında sözlükteki tüm İslamî kavramlar atıldı. Türkçe bir dinsiz Ermeni’nin insafına havale edildi. Tarihimizin yeniden yazılması işi de bir Yahudi’ye emanet edildi! Geçmiş dönemi; İslam ve İslamî hayatı hatırlatacak hal, tavır, kültür, eda, kelime… ne varsa yok edildi. Ezan Türkçeleştirildi (haydin kurutuluşa gelin sözü= Hayye alel felah cümlesi hariç). Kur’an’ın okunması, dinin öğretilmesi yasaklandı. Açık ve net olarak Deccal’in simgesi olan ve ta 1400 yıl önce Peygamber tarafından haber verilen secdeye mani serpuş, zorla insanlarımıza giydirildi ta ki imanlarından olsunlar diye…

BİRİ ‘ŞEYH SAİD’, DİĞERİ ‘NUR SAİD’!

İşte bu deccal operasyonlarının peş peşe geldiği, Müslümanların elindeki tüm imkanların alındığı bir zamanda, bu ülkede, bu halk ve bu millet adına iki insan, bu gidişata dur deme cesareti gösterdi İslam ve Kuran adına! İkisi de seyyiddi ama aynı zamanda Kürt’tü! (Türklerden de çok can veren oldu ama bu ikisi aynı zamanda birer sembol oldular):

Biri ‘Şeyh Said’, Diğeri ‘Nur Said’! Biri (Şeyh Said) “Hüseynî tavrı” ortaya koydu, celadet (kavga ile mücadele) göstererek… Elindeki imkanlarıyla deccal düzenine dur demek istedi!

Öbürü ise (Nur Said) “Hasanî tavrı” (sulh içinde mücadele) usulünü seçti.

Şeyh Said, bu küfür düzenine karşı cihad etme görevini deruhte etmek üzere tüm Müslümanlar adına bir kalkışmada bulundu. Fakat Nur Said, bu tavrın, bu belayı def edemeyeceğini, çünkü Deccalı öldürme işinin Hz. İsa’ya, Süfyan’ı yok etme işinin de Mehdiye ait olduğu hikmetine dayanarak, Şeyh Said’i bu işten sakındırmaya kalkıştı. Şeyh Said de kendi açısından haklı idi. Zalime karşı muhakkak mücadele edilmesi gerektiğini biliyordu, bildiği şekilde ve sağladığı imkânlarla bunu durdurabileceğine inandı.

Ne adına İslam’ın devamı, Müslümanların bekası ve ahiret hayatı hesabın! Bu topraklardaki İslam ittihadı hesabına!

BEDİÜZZAMAN KARANLIĞIN İÇİNDE BİR IŞIK YAKTI

Bediüzzaman ise, eski cihad yöntemleriyle bu zamanın fitneleri ve Deccala karşı mücadele edilemeyeceğini, ilham-ı ilah ile bildi ve farklı bir mücadele yolu izledi. Kalktı karanlığın içinde bir ışık yaktı. Nur Risaleleri adını verdiği bu hareket ile imanı, İslam’ı, Kur’an’ı yeniden ve bugünün insanlarının anlayacağı şekilde anlattı. Aklı gözüne inmiş insanlara, eski usul tebliğ ve cihadın fayda sağlamayacağını görerek, tamamen farklı bir yöntemle imanın ihyasına ve Müslümanın yeniden ve ta içinden yeniden kurgulanmasına kalkıştı.

Son derece de başarılı oldu. Bugün bu ülkede Müslümanların da sözü bir parça geçiyorsa ve iktidar olabiliyorlarsa bu aziz insanların –ve tabii ki bilcümle dine hizmet edenlerin-verdikleri canhıraş çabalar sayesindedir…

SİZ DE Mİ KENDİNİZE BİR SÜFYAN İSTİYORSUNUZ?

İmdi sözü bu kadar uzatmamın sebebi Müslüman Kürtler’e bir iki söz söyleme zemini oluşturmak içindi!

Ey Kürtler, sizin alimleriniz ve ulularınız, biz Türkleri dahi Deccalın ve İblisin belasından kurtarmak için bu kadar canhıraş çabaladıkları ve bunda da muvaffak oldukları halde, şimdi siz hangi feraset ve izan ile, sizi yeniden küfre, Yezidiliğe, inkâra ve sosyalistlik adı altına küfrü mutlaka çağıran adamların ardında saf tutabiliyorsunuz?

Bir devletiniz olsun diye mi? Siz kâfirliği asıl maksat edinmiş bir devleti mi istiyorsunuz? Siz fitneyi size ahlak haline getirme vaadinden başka bir vaatte bulunmayanları mı kendinize efendi yapacaksınız? Siz de mi kendinize bir Süfyan istiyorsunuz?

Yazık edersiniz Şeyh Said’in hatırasına ve Said Nursi’nin çabasına.

Biz Türkler bunu en elim şekilde yaşadık. Siz de bizimle birlikte öyle bir yapılanmanın Müslümanlara ne tür sıkıntılar vereceğini yaşayarak geldiniz.

Şimdi hangi izan ile hangi ‘imanî kaygı’ ile şu iki kardeş kavmin birbirine düşmesine çanak tutan insanlara arka çıkarsınız! Nasıl onların safında yer alabiliyorsunuz?

Ey seyidler cemaati! Ey iki ‘said’i bağrından çıkaran Kürtler! Ey bugüne kadar İslam’ın ittihadına hizmet etmiş Selahhidinler! Vicdanlarınıza bir sorun. Bu hakiki Türklerin size bir zulmü var mı?

SİZİ BİZİM ÜSTÜMÜZDEN VURDULAR, BİZİ DE SİZİN ÜSTÜNÜZDEN VURACAKLAR!

Said Nursi’nin “Ben dikkat ettim, hapislerde zindanlarda bana zulmedenlerin hiç biri hakiki Türk değildi!” dedi gibi siz de dikkat ederseniz, size zulmedenlerin Türkler değil, Türklere de zulmeden kriptolar ve ne idüğü belli olmayanlar olduğunu göreceksiniz! İmanınızı ve İslam’ınızı başınıza alın! Bu belayı, bu millet, 1920’lerde 30’larda çok acı yaşadı. Şimdi aynı tuzağı size düşmeyin! Sizi bizim üstümüzden vurdukları gibi şimdi de bizi sizin üstünüzden vuruyorlar, vuracaklar!

BİZ DÜŞTÜK, 80 YILDA KURTULAMADIK! SİZ DÜŞMEYİN

Bediüzzaman Said, sesleniyor! “Ey Kürtler dikkat edin, Türkler sizin aklınızdır” diyor. “Ey Türkler dikkat edin Kürtler sizin kuvvetinizdir. İkiniz birlikte tam ve güzel bir adam edersiniz!” diyor. Duymamak, kulak vermemek reva mı, insaf mı? Ehli halin birbirini bilmemesi insaf mı? Neden onlara kulak vermiyorsunuz da sizi cehenneme ve şeytana hizmet etmeye çağıranlara kulak veriyorsunuz?

Ey Kürt kardeş! Yarı bir Kürt olarak özellikle sana sesleniyorum. Ne olur, bu tuzağa düşme. Biz düştük, 80 yılda kurtulamadık! Siz düşmeyin. Bir seksen yılımız daha gitmesin!

Aman dikkat! Aman teenni! Aman sükûnet ve suhulet!

RisaleHaber

Çözüm Sürecine Bakış

İstanbul Düşünce Okulu tarafından gerçekleştirilen etkinlikte Cafer Solgun’un “Genel olarak Kürt sorunu nedir? ve Çözüm sürecinin temel dinamikleri nelerdir?” üzerine yaptığı değerlendirmelerin ardından söz alan Bekir Berat Özipek “Çözüm süreciyle ilgili kamuoyunda sıkça sorulan sorular”ın cevaplarını verdi. Sonrasında soru-cevap kısmı gerçekleştirildi ve etkinlik sona erdi.

Konuşmacılar çözüm sürecinden umutlu olduklarını ve bunun sadece Kürt halkını kapsamaması gerektiğini Türkiye’de yaşayan diğer etnik grupların da haklarının iade edilmesi gerektiğini belirttiler.

Kürt sorunu 1924’te ortaya çıktı

Kürt sorununun tarihi gelişimi hakkında bilgi veren Cafer Solgun, Kürt sorununun devletin resmi ideolojisinin Türkiye’ye giydirmek istediği ideoloji kalıplarının üretmiş olduğunu ayrıca Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren, yani 1924’te, ortaya çıktığını,  bunun sebebini de “Ne zaman ki bu ülkede yaşayan Kürtler’in, Kürt değil de Türk olduklarına devlet karar verdi; bu sorun o zaman ortaya çıktı.” cümlesiyle savundu.

Kürt sorunu sadece Kürt sorunu değildir!

Solgun ayrıca konuyla ilgili olarak; “Kürt sorununu çözmek aynı zamanda devletin resmi ideolojisinin tarihin derin çöplüklerine gitmesi ve mahkum olması anlamına gelir. Bu anlamda Kürt sorunu sadece Kürt sorunu, sadece bir halkın inkârından ibaret değildir. Kürt sorununu demokratik barışçıl bir şekilde çözdüğünüz zaman Kürt sorununa yol açan mantaliteyi de mahkum etmeniz gerekir.” sözlerine yer verdi.

Toplumları birarada tutan şey “zor” değildir

Kendisine sıkça sorulan sorular üzerinden konuşmasını sürdüren Bekir Berat Özipek ise “Kürtler yarın ayrı bir devlet ister mi? Yani bu sürecin sonu ayrı bir devlete gider mi?” sorusuna cevaben “Toplumları birarada tutan şey zor değildir. Mesela bu sürecin sonunda PKK’yı ezdiniz, Kandil’i ele geçirdiniz Kandil’e onyedi tane bayrak diktiniz diyelim, Allah korusun yarın-öbür gün bir işgal ya da Kurtuluş Savaşı, İstiklal Harbi gibi bir dönem yaşandığında o insanları birarada tutacak mısınız? Eğer öyle bir dönem yaşandığında o insanlar birarada kalırlarsa zaten siz milletsiniz demektir. İnsanları birarada tutan silah değildir, hiçbir ordu birarada yaşamak istemeyen insanları birarada tutamaz. Hiçbir sınır da birarada yaşama iradesini gösterenleri birbirinden sahiden ayıramaz. O yüzden de çözüm sürecinin, demokratikleşmenin, serbestleşmenin “onlar alıp başını gidecek” şeklinde yorumlanması yanlış. Eğer gideceklerse bu sebepten dolayı gitmeyecekler.” şeklinde cevap verdi.

Çalışmanın tamamına ait ses kaydı deşifresini PDF formatında http://istanbul.dusunceokulu.org/yayinlar/cozum-sureci-bakis-etkinlik-raporu.html adresinden ücretsiz olarak indirerek yararlanabilirsiniz.

İstanbul Düşünce Okulu’nu takip etmek için www.dusunceokulu.org adresini ziyaret edebilir ve
fb.com/IstanbulDusunceOkulu
twitter.com/dusunceokulu
vimeo.com/dusunce
adreslerinden takip edebilirsiniz.

İstanbul Düşünce Okulu

Kürt meselesine Bediüzzaman gibi bakmak!

Kürt meselesine dair daha 100 yıl öncesinden teşhisler ortaya koyan, problemleri büyük bir samimiyet, isabet ve cesaretle tespit eden, tedavi yollarını tam bir vukufla ortaya koyan âlimlerden biri de Bediüzzaman’dır.

Zira Said Nursî o bölgeden çıkmış, meseleleri ve Doğu insanının özellik ve ihtiyaçlarını yakından bilen bir kanaat önderidir. Hayatı boyunca meselenin çözümü ve bölgenin makûs talihini yenmesi için devrin idarecilerine birçok proje, rapor ve mektup sunmuş, hayatî ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur. Irkçılığa, bölücülüğe ve ayrılıkçı cereyanlara karşı müspet hareket edip yatıştırıcı bir rol oynamıştır. Başlattığı iman ve irşat hizmetleriyle Müslüman Kürtlerin devletten kopmalarını engelleyen, bölünmez bütünlüğümüzü ve Türk-Kürt kardeşliğini sağlayan “hakem/kaynaştırıcı” kişilerin başında o gelmiştir. Dolayısıyla gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin gerekse üzerinde yaşayanların, Said Nursî’ye şükran borcunun olduğu muhakkaktır.

Şurası bir gerçek ki, Türkler ve Kürtlerin muteber referans kabul ettiği Bediüzzaman’ın, kaynağını dinden ve sosyal realitelerden alan teşhis ve reçeteleri anlaşılmadıkça ve sunduğu toplumsal barış ve kardeşlik projesi hakkıyla keşfedilmedikçe, Doğu’nun müzmin sıkıntılarını çözmesi, Türkiye’nin barış ve istikrara, müreffeh geleceğe kavuşması zordur. Bediüzzaman’ın 20. asrın başından beridir İslam kardeşliği, müspet milliyetçilik, ırkçılık, anarşi ve maarif noktasında dile getirdiği görüş, ikaz, teklif ve fiilî çabaları ciddiyetle anlaşılsaydı ve gereği yerine getirilseydi bugün Türkiye’nin ne Kürt meselesi ne de terör meselesi olmayacaktı. Bu meyanda Bediüzzaman’ın görüşleri, meselenin çözümünde kıymet ve geçerliliğini hâlâ koruyan alternatif bir modeldir.

1990’lı yıllarda konuya ilişkin araştırmalar ve makalelerimi, bölgede yaptığım gezi ve gözlemlerimi içeren yazı dizilerimi ve haber dosyalarımı, bu gazetenin sayfalarında paylaşmıştım. 20 yıllık maziye sahip bu çalışmalarımı, 2009’da Nesil Yayınları’ndan çıkan “Kürt Meselesinin Açılımı” kitabımda toparlama imkânı buldum. Eserde, Bediüzzaman’ın Kürt meselesine bakışına, tahlil ve reçetelerine de genişçe yer verdim. Bu münasebetle, bunca yıllık araştırma, birikim ve müşahedelerime dayanarak söyleyebilirim ki, aşağıdaki tespit ve reçeteleriyle, meselenin çözümünde tarafları makul çizgiye çeken hakem şahsiyetlerin başını Said Nursî çekmektedir/çekmelidir:

1. Bediüzzaman, Doğu meselesi, geri kalmışlık ve anarşinin temel sebepleri olarak cehalet, fakirlik ve ayrılığı adres göstermiştir: “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihat edeceğiz.” Özellikle cehalet illeti üzerinde durmuş, köklü tedavisinin maariften geçtiğini dile getirmiştir. Doğu’da kurulacak “Medresetü’z-Zehra” üniversitesi projesini, maarif meselesi ve geri kalmışlığın çözümü olarak sunmuştur. Böylece maarif ve medeniyetin güzellikleri yeniden gelecek, kalkınma istidadı güçlenecek ve Doğu dirilecekti. Bugüne kadar bölücü örgüt ve grupların, bölgedeki cehaletten beslenmesi ve bundan toplumun birlik, beraberlik ve huzurunu bozan binlerce teröristin bitmesi, Bediüzzaman’ı defaatle haklı çıkarmıştır.

2. Said Nursî’nin, 1947’­de dönemin İçişleri Bakanı Hilmi Uran’a gönderdiği mektupta yer verdiği, devleti bekleyen anarşi fitnesinin zuhur etmemesi için alınacak tedbirlerle ilgili ihtarları, dinî-içtimaî birliği korumadaki samimiyet ve duyarlılığının çarpıcı bir delilidir: “Doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice (geçerli kılmaya) çalışmazsanız.. kati hüccetlerle ispat ederim ki.. dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet.. küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup, âlem-i İslâm’ın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet vereceksiniz… Hakaik-i Kur’aniyeyi, terbiye-i medeniye yerine ikame etmek ve düstur-u hareket yapmakla o cereyan durdurur inşallah.”

Konuyla alakalı başka bir tespiti de şudur: “Bu milletin bazılarının.. dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil (öldürücü zehir) hük­münde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı ta­mam bozulduğundan hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.”

3. İslâm,toplumun birlik ve beraberliğini bozan, başka topluluklara düşmanlık, zulüm ve hakareti meşru gören ırkçılığı, menfi milliyetçiliği yasaklamıştır. Bunu sıhhatli bir biçimde ortaya koyan âlimlerden biri de Bediüzzaman’dır: “Biz Müslümanlar indimizde din ve milliyet, bizzat müttehiddir… Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur… Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı, hamiyet-i milliye ona hadim ve kuvvet ve kal’ası olmalı…” “Fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfidir… Diğerlerine adavetle devam eder… Şu ise muhasemat ve keşmekeşe sebeptir… Müsbet milliyet.. menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiye’yi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.”

TürklerleKürtleri binlerce yıldır birbirine bağlayan en önemli bağ din kardeşliğidir. Said Nursî “İçtimai Reçeteler”de, iki kardeş topluluğun İslamiyet ortak paydasında ittifak ve uhuvvet bağlarını güçlendirip kader birliği etmekten başka çarelerinin olmadığına şöyle temas etmiştir: “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti… İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaat-i hükümette selamet var.”

5. Bediüz­za­man’a göre ayrılıkçı hareketlerin tesir ve kalıntılarının yok edilmesi için manevî bağların ve dinî değerlerin kuvvetlendirilmesi hayatidir: “Şarkta herhalde; millet, vatan maslahatı namına ulum-i diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e ha­kiki kardeşliğini hissetmeyecek.”

6. Nursî’nin nazarında ihtilafın giderilmesi için muhabbeti hâkim kılmak zaruridir: “Biz muhabbet kahramanlarıyız, husumete vaktimiz yoktur.” Korku, baskı ve şiddet ile birlik ve dayanışma sağlanamaz: “Maddi tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?” Fertlere kanunların tarafsız uygulanması ve imtiyazlı muamele yapılmaması gerekir: “Kuvvet kanunda olmalı.” Partizanlık ve tarafgirlik tehlikelidir: “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz.”

7. Bediüz­za­manmillî birlik-beraberliği pekiştirmek için din, mefkûre, mukaddesat, ümmet ve vatan birlikteliğinin ön plana çıkarılması gerektiğini savunur: “Heyet-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur, kabâil (kabileler) ve tavâife (taifelere) inkisam edilmiş (bölünmüş). Fakat bin­ bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir… İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar… Tenâkür (birbirini tanımamak) için değil, tahâsum (düşmanlık) için değildir!..”

İsmail Çolak / Zaman

Yazının Orjinali İçin : http://www.zaman.com.tr/yorum/kurt-meselesine-bediuzzaman-gibi-bakmak/2009212.html

Kürt Meselesinin Çözümünde Bediüzzaman’dan Projeler

Bediüzzaman’ın Nur Külliyatı, özellikle “Mektubat” adlı eserindeki “Uhuvvet Risalesi”, “Onaltıncı, yirmiikinci ve yirmialtıncı mektupları” hakiki bir milli barış ve kardeşlik projeleridir. Bediüzzaman, siyaset adamı değildir ama, Türkiye ve dünya siyasetine yön veren adamdır. Kaleme aldığı iman hakikatleri, barış ve kardeşlik projeleriyle Türkiye’ye, dolayısıyla da dünya siyasetine denge ve istikrar kazandırmıştır. Başlattığı iman hareketi ve kaleme aldığı iman hakikatleriyle Bediüzzaman, Türkiye ve dünyada denge ve istikrar siyasetinin mimarı olmuştur.

O okundukça ve okuyucuları arttıkça bu denge ve istikrar gün geçtikçe kuvvet kazanacak, dünya, beklenen, özlenen ve gözlenen gerçek baharına, altın çağına, saadet asrına kavuşacaktır, inşallah. Çünkü o, Allah dedi, Peygamber dedi, başka bir şey demedi. Bir insan Allah’ın rızasını ve gücünü yanına alır, Peygamberin cehd ve gayretini kafasına koyarsa ona ne dayanır? İşte Bediüzzaman bunu yaptı. Bunu yaparken güzel bir yol ve güzel bir yöntem kullandı. İşte o yol ve yöntemin anatomisi:

1-Müsbet hareketi esas aldı. Hikmetle, güzel öğütle davetini yaptı. “Biz, muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” dedi. Muhabbete muhabbet besledi ve düşmanlığa düşman oldu. Okuyucularına da bunu öğretti. Sevgiden yoksun kalmış bir dünyada bu önemli bir olaydır.

2-Davasını anlatırken, tebliğini icra ederken icbar, zor ve zorbalık yolunu değil, ikna yolunu seçti. Tatlı ve yumuşak üslûbu esas aldı.

3-Adaletin ve özgürlüğün savunucusu oldu, diktaya ve cuntaya boyun eğmedi.

4-Zindanlarda kendisine yer hazırlayanlara, zulüm ve işkence yapanlara beddua etmedi. Ta ki onların masum çocukları babalarına gelen zarardan acı çekmesin.

5-O beş esası sinelere yerleştirmeye çalıştı. Onlar da: Hürmet, merhamet, emniyet, haramdan kaçınma, itaat ve ibadet etmekti.

6-Ona göre din ve dindarlık, iman hakikatlerinin tahsili, doğal ve zorunlu bir ihtiyaçtı. Onun için bütün mesaisini buna tahsis etti.

7-Dünyayı oyun ve eğlence yeri değil, ahiretin bir tarlası ve Allah’ın isimlerinin bir aynası gördü.

8-Kendisi ve talebeleri barış ve asayişin gönüllü muhafızı oldu. Bu hususta yönetimden kendisine destek istedi.

9-Yönetimdekilere, başarılı olabilmeleri için, Allah’ın kanunlarına uygun hareket etmeleri gerektiğini söyledi.

10-Kâfire “hey kâfir!” demeyi eziyet saydı. Köre “hey kör!” demek eziyet olduğu gibi.

11-Şiddet kültürünü besleyen hastalıkları teşhis etti. Reçeteler yazdı, yönetime önemli projeler sundu. Ve şu tavsiyelerde bulundu:

a-Doğu ve Güney doğu vatandaşlarınıza dindarca yaklaşın.

b-Müsbet milliyeti (bütün milliyetleri bağrına basan İslâm milliyetini) esas alın.

c-İslâmiyet’i, Hıristiyanlık ve diğer dinlerle mukayese etmeyin. Çünkü İslâmiyet’in esası, tevhiddir. İslamiyet, vasıta ve sebeplere hakiki tesir vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hıristiyanlık ise “velediyet” fikrini kabul ettiği için, vasıta ve sebeplere bir kıymet verir, benliği kırmaz. Âdeta Allah’ın Rububiyetinin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir. “Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve Meryem’in oğlu Mesihi Allah’tan başka Rab edindiler.” (1) meâlindeki ayetin dairesine girdiler. Onun içindir ki, Hıristiyanların dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve enaniyetlerini muhafaza etmekle beraber sâbık Amerika Reisi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Tevhid dini olan İslâmiyet içinde, dünyaca yüksek mertebede olanlar, ya enaniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı bir derece bırakacak. Onun için bir kısmı lâkayd kalıyorlar, belki dinsiz oluyorlar. (2)

ç-Şark vilayetleri merkezinde din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulduğu büyük bir üniversite açın. Böylece İslâm birliğinin en büyük düşmanı olan menfi milliyeti yani ırkçılık belasını da bertaraf etmiş olacaksınız.

Üstad Bediüzzaman Bitlis, Van ve Diyarbakır havalisinde kurulmasını istediği örnek ve model üniversite için sekiz şart ileri sürmüştür. Ben, bu sekiz maddeyi özetleyerek sıralamak istiyorum:

Birincisi: Üniversitenin ismi Medresetü’z-Zehra olmalı. (Zehra, zühreden gelmekte, çiçek demektir. Müzekkeri ezher, müennesi zehra’dır. Mısır’ın Camiü’l-Ezheri gibi Türkiye’nin Medresetü’z-Zehrâsı olmalı. Camiü’l-Ezher’den farkı, dişi olması hasebiyle doğurgan olmasıdır.)

İkincisi: Müsbet ilimler, bu medresede din ilimleriyle harmanlanarak verilmelidir. Böyle olursa izdivaç gerçekleşmiş olur. Çünkü, “Vicdanın ışığı, din ilimleridir. Aklın nuru, medeniyet fenleridir. İkisinin imtizacı (yani birbirine karıştırılması ve evlendirilmesiyle) hakikat tecellî eder. O iki kanatla talebenin gayreti şahlanır. Ayrıldıkları vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe meydana gelir.” (3)

Üçüncüsü: Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürt’çe caiz olmalı. Yani Arapça din dili olduğu için vacip olmalı, Türkçe Türk nüfusunun ve nüfuzunun çokluğundan dolayı resmi dil olarak seçilmeli, Kürtçe de fıtratın hakkı ve gereği olarak serbest bırakılmalıdır. İsteyen istediği gibi kullansın.

Dördüncüsü: Kürt âlimler ve Kürtçe bilen öğretim elemanları ve öğretmenler o bölgeye tayin ve tahsis edilmeli. (4)

Dördüncüsü: Kürtlerin ileri gelenleri ve kanaat önderleriyle istişare edilmeli. Herkese aynı ilaç değil, her hastalığa uygun ilaç verilmeli.

Beşincisi: İş bölümü kuralına uygun olarak ihtisaslaşmaya ve branşlaşmaya gidilmeli, her branşın birbiriyle yardımlaşması sağlanmalı.

Altıncısı: Bu üniversiteden mezun olanlara diploma verilmeli, bu üniversite devletin bütün resmi okullarına eşit tutulmalı, mezunlarına iş verilmeli, istihdam alanlarında onlardan yararlanılmalı, yanı sonuçsuz bırakılmamalı.

Yedincisi: Öğretmen okulları da Üniversite bünyesine alınmalı. Bütün okullarımızda intizam, fazilet ve din eğitimi olmalı.

Sekizincisi: Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı bölgelerde devam eden bireysel öğretim, genel öğretime, informal öğretim, formal öğretime dönüştürülmeli.

d-Cehalet, zaruret ve ihtilâf düşmanının karşısına marifet, sanat ve ittifak silâhiyle çıkın.”

e-Risale-i Nur’u okuyanların “asayişin manevî bekçileri oldukları”nı, asayişi korumanın tek yolunun da, insanların kalplerine iman ve marifet nurunu yerleştirmekten geçtiğini, bu işi de çağımızda en güzel şekilde Risale-i Nur’un yaptığını bilin.

f-Özgürlüğü, kuralsız ve ahlaksız yaşamak şeklinde görmeyin. “İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar.”(5) Yani yine Allah’ın kuludurlar. “Hürriyet, nefsine de, başkasına da zarar vermemektir.” (6)

g-Kanun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmemeli. Herkesin hukûku korunmalı, herkes meşru hareketlerinde şahane serbest olmalı.

ğ-Birlik ve beraberlik korunmalı, bunu bozmak isteyenlerin oyununa gelinmemeli. Üç tane bir ayrı ayrı dururlarsa üç kıymeti var. Eğer bir araya gelseler, omuz omuza verseler yüz on bir kıymet ve kuvvetini kazanırlar.

h-Biz Kalû Belâ’dan Muhammedî Cemiyet’e (Aleyhissalâtü Vesselâm) dâhiliz. Bizi bir araya getiren, bir ve beraber yapan tevhiddir. Andımız ve yeminimiz îmandır. Mademki Allah’ın birliğine inanıyoruz, öyleyse biz biriz. Herbir mü’min i’lâ-yı Kelimetullah’la görevlidir. Bu zamanda, bu görevin en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira yabancılar teknik ve sanayi silâhıyla bizi manevî istibdatları (baskıları) altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhiyle i’lâ-yı Kelimetullahın en müdhiş düşmanı olan cehalet, fakirlik ve ayrışmaya karşı cihad edeceğiz. Amma dışa karşı cihadı, nurlu şeriatın kesin delillerinden ibaret olan elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere üstün gelmek ikna iledir, söz anlamayan vahşilere yapıldığı gibi zorla değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, (sevgi kahramanlarıyız) husumete vaktimiz yoktur. İttifak Hüdâdadır, heva ve heveste değil. İnsanlar hür oldular amma yine Allah’ın kullarıdırlar. Ümitsizlik her gelişmenin engelidir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdadın (baskı rejimlerinin) yadigârıdır. (7)

(Devam edecek)

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Tevbe, 9 / 31

2-Nursi, aynı yer.

3-Orijinali için bkz. Nursî, Münâzarat

4-Bir Üstad Bediüzzaman’ın yıllar önce ortaya koyduğu bu projeye bakıyorum, bir de Zaman Gazetesinin 8 Şubat 2010 tarihli nüshasındaki habere bakıyorum. Bediüzzaman’ın ne kadar isabet kaydettiğini, o gün o proje dikkate alınsaydı, bu kadar ziyan olmayacaktı, kanaatine varıyorum. Şimdi o habere bir göz atalım: Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, Diyarbakır’da kanaat önderlerini tek tek dinledi. Halkın ve kanaat önderlerinin isteği şu: 1- Bölgemiz, din hizmetlerinin zayıflatılması sebebiyle bu hale geldi. 2-Kırsalda halk derdini cami imamlarına anlatır. Ancak camilerde görevli imamlar Kürtçe bilmiyor. Bu yüzden halkın itibar ettiği Kürtçe bilen müderrislerin önü açılmalı. 3- Geçmişte ezan bile okutulmuyordu. Şimdi çok daha rahatız. Ancak ülkeyi karıştırmak isteyen şer odaklarına fırsat verilmemeli.

5-Nursi, Münazarat, Yeni Asya Neş. İst. 1991, s. 58

6-Bkz. Nursî, Münazarat, s. 55

7-Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s.9-14