Etiket arşivi: kürt

Terör, Ezber Bozan Açılım ve Bir Manifesto!

Yıllardır verdiğimiz kayıplardan anlaşılıyor ki terörü yenmek için tutarlı bir siyasetimiz ve çözümümüz yok. Olsaydı şimdiye kadar çoktan bu bela ile başa çıkardık. Çıkamadık, çıkamıyoruz. Öyleyse ezberimizi bozmalıyız. Ezber bozan bir açılım bulmalıyız. Bana göre ezber bozan bir açılım, daha önce tekrar tekrar söyledim yine söylüyorum:

Dipçik ve kılıcı bırakıp, Kur’an’ın ve kalemin atmosferine girmektir. Zaten en büyük demokratik açılım, Türküyle, Kürdüyle top yekün bir millet olarak Kur’an’a açılmak, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak, Onun hakemliğine müracaat etmek ve Onun hükmüne razı olmaktır. Lütfen gelin, bir de bu yolu deneyelim.

Çünkü Kur’an, Allah’ın indirdiği son kitap. Bizse Türk olsun, Kürt olsun hepimiz Allah’ın kullarıyız. Ne kimseden hak alma ve ne de kimseye hak verme haddinde ve salahiyetindeyiz. Hakları yaratıcımız vermiş. Herkese bir bölge, bir ana, bir baba, bir millet, bir dil, bir renk, bir biçim, bir karakter tespit etmiş, dünyaya göndermiş. İnsanlığını kaybetmesin ve huzurla yaşasın diye de, Kur’an gibi çağların eskitemediği bir kitabı eline tutuşturmuş, onu iyi okusun, iyi anlasın, iyi uygulasın diye de Hz. Muhammed (s.a.v) gibi emsalsiz bir peygamberi de öğretmen olarak tayin etmiştir. Müslüman Türkler ve Kürtler olarak neden Allah’ın bu takdirine razı olmuyoruz?

Haddi zatında bizim “Kürt Sorunu” diye bir sorunumuz yok; hepimizin mukaddes değerlerden ve ahlâktan uzaklaşmak gibi bir sorunumuz var. Biz uzaklaştığımız değerlere dönersek hiçbir sorun kalmayacaktır. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Çünkü dindar ve ahlaklı bir insan, sadece kendisine değil, haksızlığa uğrayan Kürde de, Türke de, Alevîye de, Sünniye de, İngiliz’e de, Alman’a da hak isteyecektir. Haksızlığa uğramış herkesin hakkını savunacak ve her mazlumun yanında yer alacaktır. Bu mazlum, ister Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Sırp olsun, fark etmez.

Unutmayalım ki, Bir(’i) bizi gözetliyor. O da bizi yaratan Allah’tır. Bir gün bize yaptığımız yanlışları teker teker söyleyecek,(1) döktüğümüz kanların hesabını çok acı bir şekilde soracaktır. O, adil-i mutlaktır; hiçbir haksızlığı kimsenin yanına bırakmayacağını çok net bir şekilde ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Zalimlerin yaptıklarını Allah’ın görmediğini, bilmediğini sanma. Allah, onlara vereceği cezayı, gözlerin kamaşacağı bir güne bırakmaktadır.”(2)

Müslüman milletimin Türk-Kürt bütün fertlerine sesleniyorum! Ortak paydalarda buluşalım, herkes tarafından doğru kabul edilen esasın etrafında toplanalım. O esas Kur’an’dır. Bu Kur’an’ın sahibi ise Allah’tır. Allah’ın son Peygamberi hepimizi uyarıyor, tam da problemimize çare sunuyor ve buyuruyor ki:

Muhakkak ki ileride karanlık gece parçaları gibi fitneler (anarşi) olacak.” “Ey Allah’ın Resûlü ondan kurtuluş nasıl olur?” denildi. Buyurdu ki: “Kurtuluş Yüce Allah’ın kitabıyla (Kur’an) olacak… Onda sizden öncekilerin ve sonrakilerin haberleri ve sizinle ilgili hükümler vardır. O bir eğlence aracı değildir. Hak ile bâtılı ayıran bir kelâmdır. Onu kibirlenerek terk edenin Allah belini kırar. Kim doğru yolu ondan başkasından ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O Allah’ın sağlam ipidir. Ve apaçık nurudur. O hikmet dolu Kur’an’dır. Doğru yoldur. Nefsânî arzuların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur. Âlimler ona doymaz, Allah’tan korkarak günah işlemekten çekinenler, ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adil olur. Ona sımsıkı sarılan doğru yolu bulur.” (3)

Türklerin ve Kürtlerin kahir ekseriyeti Allah’a hamdolsun, mü’mindir ve Müslüman’dır. Kur’an, hem Türklerin hem de Kürtlerin kitabıdır. Peygamberimiz, hem Kürt’lerin hem de Türklerin hatta bütün insanlığın Peygamberidir. Öyleyse bu kavga niye?

ORTAK MANİFESTOMUZ

Şimdi sizlere inandığımız bu iki değerden yani Kur’an ve Hadis’den mülhem bir manifesto, bir reçete arz edeceğim. Ellerimizi şakaklarımızın üstüne koyalım, lütfen biraz düşünelim, düşünmekle de kalmayalım lütfen hemen harekete geçelim ve uygulayalım, yanlış ezberlerimizden vazgeçelim, böylece, yıllardır üstesinden gelemediğimiz terörün belini kırmış olacağız, sefaletten, geri kalmışlıktan, maddî ve manevî travmalardan kurtulmuş olacağız! İşte Kur’an kaynaklı manifestomuz:

Yüce Allah buyuruyor ki:

1-Eğer Allah ve Rasûlü bir konuda açıklama yapmışlarsa, hangi ırka mensup olursa olsun, hiçbir mü’min erkek ve kadına o konu da hüküm koyma, fikir yürütme hakkı yoktur. (4) Öyleyse ey mü’minler! Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyiniz. (5) Onun Kitab-ı Kerimine müracaat ediniz. Terörü ve kavgayı bitirmede Allah’ın yardım ve desteğini arkanıza, Hz. Peygamber’in uygulamalarını da önünüze koyunuz.

2-Aranızı bozmak isteyen iç ve dış fasıklar, muhbirler olabilir, onların getirdiği ve yazdığı aslı astarı olmayan haberleri araştırmadan karar vermeyin, eyleme geçmeyin, birbirinize düşmeyin. Araştırın, sonra karar verin. Yoksa pişman olursunuz, ama pişmanlık fayda vermez. (6)

3-Mü’minlerden iki gurup birbirine girerse, aralarını bulun, biri diğerine zulm etmeye kalkarsa, gerekirse zalim tarafla, o taraf kendi ırkınızdan da olsa -Allah’ın hükmüne boyun eğinceye kadar-savaşın. (7)

4-Hepinizin tek yaratıcısı Allah’tır. O Allah, “Türkler birbirinin kardeşidir.” veya “Kürtler birbirinin kardeşidir” dememiş, “Ancak inananlar birbirinin kardeşidir” (8) demiş. İster Türk ve İsterse Kürt olun, inanıyorsanız siz kardeşsiniz. Bu kardeşlik size yetmez mi? Hepinizin Allah’ı bir, Peygamberi bir, kitabı bir, kıblesi bir, vatanı birse bu birler sizi birleştirmeye, dostça ve kardeşçe barış içinde yaşatmaya kâfi gelmez mi?

5-Hiçbir ırk ve toplum, başka bir ırkı ve toplumu küçük ve değersiz görmesin, kimse kimseyi alaya almasın. Küçük ve değersiz görenler Allah katında değersiz olurlar (9) ve belalarını bulurlar. Birbirinizi ırkından ve bölgesinden dolayı ayıplamayın, birbirinizi hoşlanılmayan lakaplarla çağırmayın. Mümin olduktan sonra fasık olmak, bu yanlışları yapmak ne kötüdür. (10)

6-Birbiriniz hakkında kötü düşünmeyin. Birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. (11)

7-Allah bizi çeşitli toplum ve milletler şeklinde yaratmış ki tanışıp, yardımlaşalım; düşman olalım, birbirimizi öldürelim, diye değil. Allah’a göre insanların en iyi ve en şereflileri, Allah’ı en çok sayan ve sevenler, onun emirlerine uyan ve yasaklarından kaçınanlardır. (12) Bunun ötesinde üstünlük arayan, alçalır, tepetaklak cehenneme düşer.

8-En büyük yasak ve günahlardan biri de haksız yere adam öldürmektir. (13) Haksız yere adam öldürmek, bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir cinayettir. (14) Peygamberimiz (s.a.v) “İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir“. buyurmuş, öldürülen neden cehennemdedir, sorusu gelince de:”Çünkü o da, arkadaşını öldürmek istiyordu” (15) şeklinde cevap vermiştir. Yüce Rabbimiz de bir mümini kasden öldürme hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir.” (16)

Hakikatler bu iken nasıl oluyor da Müslümanlar birbirlerini öldürerek hem bu hayatlarını, hem de ebedî hayatlarını cehennemleştirebiliyorlar?

9-Hiç kimse, bir başkasının günahından dolayı ayıplanamaz, kınanamaz, suçlu tutulamaz. (17)

10-Adaletin gerçekleşmesine yardımcı olun, yapacağınız şahitlik kendinizin, en yakınlarınızın, ana-babanızın aleyhine de olsa doğru şahitlik yapın. Adaletin titizlikle tecellisine çalışın. (18)

11-Bir topluma olan öfkeniz, sizi haksızlığa ve adaletsizliğe sürüklemesin. (19) Haklı ve doğru olan kimse, sevmediğiniz ve kızdığınız biri de olsa haklının ve doğrunun yanında yer alın.

12-Renklerin ve dillerin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir. Hiç kimse ben şu bölgede ve şu renkte, şu dilde olmak istiyorum, diye Allah’a kendisini sipariş vermiş değildir. Bu iş tamamen Allah’ın iradesinin sonucudur. Allah ise fail-i muhtardır, iradesinde hürdür. Bu sebeplerden dolayı kim kimi ayıplarsa, hâşâ Allah’ı ayıplamış olur. Hiçbir Müslüman bu ayıba tenezzül etmez.

Ey anarşi ve teröre evlatlarını kurban vermiş Türkler ve Kürtler! İşte size çözüm paketi. İşte size demokratik açılım. İşte size orta ve ortak nokta. İşte size demokratik bir ahlâk. Herkes “benim dediğim olsun.” derse hiç kimsenin dediği olmaz ve kavganın sonu gelmez. Bu zihniyet adil ve demokrat bir zihniyet de değildir. Ama herkes: “Söz hakkın ve adaletin olsun yani Allah’ın dediği olsun.” derse ve buna yürekten inanırsa herkes muradına nail olur, akan kanlar durur, yurdumuz cennet ve cennet bize yurt olur.

Allah’tan daha adil, daha demokrat kim var? Sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, dileyen inansın, dileyen inanmasın, buyuruyor. Kendisini inkâr edenlere bile yaşama ve nimetlerinden istifade hakkı veriyor. Ne kadar sabırlı ve ne kadar merhametli Allah! Sabrı da merhametindendir. Bu kudret bizde olsaydı taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmazdık.

Ama şunu da unutmayalım: Allah imhal eder ama, ihmal etmez. Yani zaman verir ama unutmaz, kimsenin yaptığı haksızlığı yanına koymaz. (20) Koymaması da Onun şaşmaz adaletinin ve mazluma merhametinin gereğidir.

ÖNERİLERİMİZ:

Bu kurallar çerçevesinde:

1-Hak ve hürriyetin her türlüsü herkese sunulmalı, herkes dilinde, dininde ve mezhebinde serbest olmalıdır. İsteyen istediği gibi kültürünü yaşamalı ve yaşatmalıdır. Herkes, kılık kıyafetinde -başkasına baskı kullanmadığı, ar ve haya duygularını rencide etmediği müddetçe- hür olmalıdır.

2-Adaletin tecellisi bağlamında gelir dağılımındaki dengesizliğe son verilmeli, herkese helal yoldan iş, aş, eş bulma imkânı sağlanmalıdır.

3-Irkçılığı ve bölgeciliği körükleyen söz, tutum ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Hiçbir Kürt’e, “senin aslın Türk” denilmemeli. Onu rahatsız edecek şeyler, onun yaşadığı ve gördüğü dağlara yazılmamalıdır.

4-Müslümanların çocuklarına olgun bir insan, iyi bir vatandaş olmalarını sağlayabilmek için, tâ küçük yaşlardan itibaren onlara sağlam bir din eğitimi verilmeli. Bu din, bu milletin kahir ekseriyetinin dinidir ki o da İslam’dır. Onu yeterince evlatlarımızın istifadesine sunmanın zamanı gelmiştir ve geç bile kalınmıştır.

5- Dinimiz sağda ve solda bütün siyasîlerin ortak değeri olmalıdır. Olmalıdır ki din her hangi bir partinin tekelinde görülmesin veya her hangi bir partinin onu alet etmesine imkân kalmasın.

6-Yeni anayasa yapılırken Kur’an ve Sünnet dikkate alınmalı ve bunlardan yararlanılmalıdır.

7- Yüce İslam dininin bir özeti olan:

a-Allah’ın emirlerine saygı,

b-Allah’ın yarattıklarına şefkat,

herkesin ortak paydası olmalıdır.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Cuma, 62 / 8

2-İbrahim, 14 / 42

3-Ahmed bin Hanbel, Müsned,1,91, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili. (Sadeleştirilmiş baskısı)1,223

4-Bkz. Ahzab, 32 / 39

5-Bkz. Hucurat, 49 / 1

6-Bkz. Hucurat, 49 / 6

7-Bkz. Hucurat, 49 / 9

8-Bkz.Hucurat, 49 / 10

9-Bkz.Hucurat, 49 / 11

10-Bkz.Hucurat, 49 / 11

11-Bkz. Hucurat, 49 / 11

12-Bkz. Hucurat, 49 / 12

13-Bkz. Karakaş, Vehbi, Farklı Bir Bakış Açısıyla Kur’an ve Sünnette Çevre, 172

14-Bkz. Maide, 5 / 32

15Buharî, İman 22, Diyat 2, Fiten 10; Müslim, Kasame 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebü Davüd, Fiten 5; Nesaî.Tahrîm 29, Kasame 7; İbni Mace, Fiten 11

16-Nisa, 4 / 92

17-Bkz. İsra, 17 / 15

18-Nisa, 4 / 135

19-Bkz. Maide, 5 / 8

20-Bkz. A’raf, 7 / 183

Doğu Meselesine Reçete II

Gürültülü, karmakarışık ve intizamsız bir fıtrata sahip olan ekradın, sorduğu suallerin evveli Baskı ve istibdat rejimi hakkındaydı.

Evvela, “İstibdat nedir?” diye bir soru sorulması lazımdı ki; meşrutiyetin can düşmanı olan, asırlardır kürtleri vahşet batağında, fakirlik ve sefalet derelerinde durduran “İstibdat ve Baskı rejimi” nasıl bir görüntüyle karşımıza çıkıyor bilsinler ve bu fikriyata sahip Cehalet Ayılarını tanısınlar..

Zira Kürtlerin tabiat-ı meşrutiyetperveranelerine binaen saadetleri meşrutiyettedir.

Ve baskı ve zulümlerden herkesten ziyade biz zarardide olmuştuk.

Bundan dolayı meşrutiyet ve istibdatın ne anlama geldiğini, halkın zihinlerindeki yansımasının ne olduğunu teşhis edip tespit etmek vazifesi de bu asrın manevi doktoru Bediüzzaman hazretlerine aitti.

 Burada bahse konu olan“meşrutiyet” kelimesi, halkın yönetimde söz sahibi olduğu ve kendi seçtiği temsilciler vasıtasıyla yönetildiği “Cumhuriyet” ve bunun halk içinde yaşamsal yansıması olan  “Demokrasi” anlamlarıyla eşdeğer bir ifadedir.

 Bununla birlikte “İstibdat” kelimesi ise haksızlık, adaletsizlik ve keyfi muamelelerin egemen olduğu, “Baskı” ve “Zulüm” rejimleri anlamında kullanılmıştır.

 Evet, meşrutiyeti, demokrasiyi ve bunun muhalifi olan İstibdat ve baskı akımlarını gayet garib bir surette telakki eden bu millete evvela İstibdat rejimini şöylece tarif edip ders veriyordu:

“İstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hatta herşeye sirâyet ile zehrini atan bir hastalıktır.”  

 Bediüzzaman evvela istibdat ve baskı diktasını en geniş çerçevesiyle ve farklı yönleriyle ele alıp ders veriyor.

 Zira “Şeytan, hiç kimseyi; ben şeytanım deyip aldatıp kandıramaz.” kaidesince, hariçten sözlerine ve görünüşüne bakıldığında “Demokrat” görünen, ama damarlarında baskı, zulüm ve isyan ateşleri dolaşan; kan ve şiddetle beslenen; dışı süs, içi pis; bulduğu her fırsatta çirkin ve vahşetli yüzünü gösteren beşer; bu milleti en fazla zarardide kılmış, sefalete atmakla mazinin en derin derelerinde durdurarak gelişmesine ayakbağı olmuştur.

 Evet “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” düsturu bu zaman ve zeminde en fazla tatbika ve yaşanmaya değer, ihtiyaç duyulan bir külli kaide ve hüküm olmuştur.

Şimdi bizler de, Asrın doktorundan aldığımız derse binaen, şöylece etrafımızı bir süzgeçten geçirip, ince eleyip sık dokuyarak; “Demokrat” geçinen zevatı, sözleriyle değil, yaptıklarıyla bir parça tecrübe edip teşhis edeceğiz; ta gerçekte ne fikriyatta oldukları anlaşılsın;  maskelerinin ardındaki gerçek yüzleri ortaya çıksın ve şeytanın arkadaşları olan bu pürşer beşer, gariban ve safi milleti kandırıp yoldan çıkarmasın, maddi ve manevi felaketlere sürüklemesin.

Sureten medeni, fikren mazinin en derin derelerinde olup, insanlığı ateşe atan bu bedbaht ruhlu beşeri, gözlemlerimize dayanarak şöylece teşhis edip tanımaya çalışıyoruz;

Örf adet bilmez; kanun ve nizam tanımaz; her türlü ahlaksızlığı ve fuhşiyatı irtikap edip işlemekten geri durmayarak keyfi muamelelerde bulunur..

Önderliğini yaptığı ve temsil ettiğini iddia ettiği milletinin mallarını ceplerine indirdikleri gibi, akıllarını da ceplerine hapsederek düşünmelerine ve konuşmalarına söz hakkı tanımayıp tahammülsüzlük gösterdikleri gibi; mukadderatlarını ve geleceklerini de ağızlarından çıkan, gerçekte de nefis ve şeytanlarından gelen şahsi kararlarına mahkum ederler..

Asırlardır aynı topraklarda sırt sırta, kardeş kardeşe yaşayan; aynı havayı soluyup, Bir olan Rablerine Secde ederek, ibadet edip kulluk eden; Allahın farklı renkleriyle boyanmış milletler arasında huzursuzluk çıkarıp kin, nefret ve düşmanlık tohumlarını ekip yetiştirmek için her türlü fedakarlıktan çekinmeyerek, canlarını ve mallarını feda etmekten geri durmazlar..

Hak ve hakikate değil; parasına, güç ve kuvvetine, nüfuzuna güvenip dayanarak; sadece ve sadece kendi menfaatlerini düşünüp, hakikatte de nefsinden başka hiç kimseyi sevmemekle birlikte milletini küçümseyip hor hakir gören; aynı zamanda umumun menfaatine olup bu amaçla yapılan çalışma ve gayretleri boşa çıkarıp mani olmak için türlü desise, hile, iftira ve dolaplarla engellemeye çalışırlar. Ne acıdır ki, şeytanın hesabına yaptıkları bu şer işlerinde; can, mal ve namus demeden her yolu mubah görürler.. Hak hukuk demeden yakıp yıkarlar…

Ve son olarak şunu da açıkça belirtmek gerekiyor; bunların temel felsefesinde, yaratanımız Allah’la, firavuncuklar misali savaşmak vardır. “Kork, Allahtan korkmayandan” diye güzel bir tabirimiz vardır. Zira bunların Allah korkusu olmadığı içindir ki; böyle telafisi mümkün olmayan büyük acılara sebebiyet vererek, nev-i beşerin her iki cihan saadetini mahvetmeye azm-ü kast etmişlerdir bu bedbaht cehennem yolcuları..

Bütün bu müşahedelerimize istinaden, kitlelere muhatap olan zevatı sorgulamak mecburiyetindeyiz. Millet olarak saf, temiz yaratılışımızdan dolayı “Her gördüğümüz sakallıyı; Hacı” olarak algılayıp tabi olup peşine takılarak çabuk aldanıyoruz. Zira bu millet, hadiselere konu olan zevatı; akıldan geçen bir sorgulama neticesinden ziyade, Gözüyle gördüğü ef’aline bakarak hüküm veren bir inanca sahiptir.

Şimdi.. Körü körüne inanıp, safiyane tabi olmanın neticesi olarak, birilerinin cebinde mahpus olarak bıraktığımız akıllarımızı serbest bırakıp özgür kılmanın zamanı..

Şimdi.. Maddiyatta bizleri cahil bırakıp, sefalete atan, zenginlerin ve paranın kölesi olup, zulüm sisteminin kurbanı haline getiren ve fakirliğin kaderimiz olarak önümüze sunan cehalet ayılarından kurtulma zamanı..

Şimdi.. Maneviyatta da bizleri BeNamaz bırakıp; (haşa!)Allahı zalim(güya haklarını vermemiş yahut kendilerine yapılan baskılara müsaade etmiş gibi tasavvur ediyorlar), indirdiği dinini de ayak bağı görerek, kendi fikriyatlarına uygun olarak bu semavi dini arzileştirerek, bizlere dayatmaya çalışarak; ebedi hayatımızı mahvetmeye çalışan yılanların zehirlerini Asrımızın iman nurları olan Risale-i Nurlar ile tedavi etme zamanı…

Şimdi.. Fikren mazinin en derin derelerinde bizleri yuvarlayıp, insani değerlerimizi ayaklar altına almakla vahşetlere gark eden; baskı, zulüm ve keyfilik prangalarını kırma zamanı..

Ve Şimdi.. Asrın imamı Bediüzzaman hazretlerinin çağları aşan mesajlarını yeniden okuma, anlama ve anlatma zamanı… Vesselam

Hasan Tayfur

www.NurNet.org