Etiket arşivi: lem yelid

‘Doğurmadı ve doğmadı’ ne demek?

Hepimizin bildiği İhlas suresinden bir ayet: ‘lem yelid ve lem yûled’. Bu ayet genelde tercüme edilirken başlıkta ifade edilen anlamda tercüme edilir. Bana bu tercüme hiç sıcak ve anlamlı gelmiyor. Sanki malumu ilam kabilinden olsa gerek bu tür bir tercümeyi muciz’ul beyan olan Kur’ân’la pek bağdaştıramıyorum.

 Tabii ki burada itirazım tercümeye; ayete değil. Kendi kendime “Her ifadesi mucizevî ve beliğ olan Kur’ân bu ayetle ne demek istiyor? Yaratıcının insan misali doğurmayıp doğmayacağı aşikârdır. Hiç israf etmeyen ve gereksiz söz sarf etmeyen Yaratıcı bu ifadelerle ne kastediyor?” diye düşünmeye başladım.

Burada O’nun mutlak ve sonsuzluğuna vurgu var sonucuna ulaştım ama bu da beni tatmin etmedi. Evet, Allah sonsuz ve mutlak fakata ayet neden bu ifadeleri kullanıyor. İşte bunun üzerinde yoğunlaşınca aklımı ve kalbimi tatmin edecek bir takım manalara ulaştım. Meramımı bir örnek üzerinden anlatacağım. Rabbimin inayeti refik olur ve istifadeye medar olur inşaallah.

Şimdi kendinizi bir sinema salonunda tahayyül edin. Salon karanlık, beyaz perdeye bakıyorsunuz. Henüz film başlamamış, sadece perdeyi görüyorsunuz. Biri size sorsa, perdede ne var? Muhtemelen cevabınız “hiçbir şey” olacaktır. Az sonra perdede bir el şekli belirmiş olsun. Yine aynı soruya muhatap olduğunuzda bu sefer yanıtınız “bir el” ya da “bir elin gölgesi” olacaktır. Peki, hakikatte bu verdiğiniz cevaplar doğru mu? Gerçekten ilkinde perdede hiçbir şey yokken ikincisinde bir el mi var? Hayır, ikisi de yanlış. Neden?

Çünkü ilkinde perdede ışık vardı fakat perdenin tamamını ihata ettiği ve varlığını kıyaslayabileceğimiz bir şey olmadığından bizde var algısı oluşmadı. Yani şiddet-i zuhurundan tesettür etmişti. Peki, ikinci durumda perdede bir el yok mu diye sorarsanız cevabım hakikatte var olan el değil ışıktır, el sadece ışığın yokluğunda ortaya çıkan ve ışığın varlığına dayalı bir varlıktır. Işık gibi kendine ait bir varlığı yok. Işık perdede daimi olarak var, gölge ise ayrı bir vucut sahibi olarak orada var değil, sadece ışığın yokluğunda ortaya çıkan izafi bir ademi bir varlıktır. Yani varlık cinsinden değil yokluk cinsindendir. Kendine ait bağımsız bir varlığı yok. Işığı çektiğimizde ekranda el kalmaz. Ayrı bir varlık sahibi değildir. Ama gölge olmasa da ışık hâlâ var.

Peki, gölge nedir öyleyse?

Gölge her tarafı kapladığı için görünmez olan ışığı fark etmemize yarayan bir vesile. Bir kıyas unsuru… Biz gölge sayesinde ışığın varlığını anlıyoruz. İşte Yaratıcı ile varlıklar arasındaki ilişki de bu tarzdadır. Yaratıcı mutlak ve her yeri ihata ettiğinden görülmez. Şiddet-i zuhurundan tesettür etmiştir ve mutlak varlık O’dur. Yaratıklar ise onun varlığını ortaya çıkaran kıyas unsurlarıdır. Kendilerine ait bir varlıkları yoktur.

Buraya kadar evet de, bunun ‘lem yelid ve lem yûled’ ile ne alakası var diyeceksiniz. Yukarıdaki örneği daha detaylandırıp yaratıkların Yaratıcı’ya kıyas unsuru olarak nasıl şahitlik ettiğini açıklamak gerekebilir fakat ben onu sizin fehminize bırakıp asıl konuyu vurgulamak için örneğe devam edeceğim.

Şimdi perdeye yine bakıyoruz ve perdede sırasıyla sarı, yeşil, kırmızı, siyah vesaire eller görüyoruz. Şimdi size okullarda gördüğünüz fizik bilgisine dayanarak soruyorum: “Perdede gördüğünüz sarı, yeşil,kırmızı, siyah nesneler ayrı birer varlıklar mıdır? Yani kendine ait bağımsız mevcudiyetleri olan şeyler midir?” Benim cevabım yine hayırdır. Çünkü ışığı ortadan kaldırdığında ne rengi görürüsünüz ne de eli. O halde o renkler neyin nesi derseniz ben de derim ki onlar ışıkta zaten var olan fakat gözükmeyen özelliklerdir. Gördüğümüz kırmızı aslında diğer renklerin engellenmesiyle ortaya çıkan ışığa ait bir özelliktir. Işıktan ayrıca çıkan bir şey değil zaten var olan fakat ancak diğer renklerin perdelenmesiyle ortaya çıkan -gözüken- ışığın bir özelliğidir.

Şimdi bu iki örnek üzerinden ulaştığım neticeleri aktarmaya çalışayım. Eminim çoğunuz leb demeden leblebiyi anlamak misali ne diyeceğimi anladınız fakat ben yine meramımı açıklayayım. Önce sonuç cümlesini söyleyeceğim, sonra onu izah etmeye çalışacağım.

Evet, gerek şeyler ve gerekse şeyler üzerinde gözüken özellikler kendilerine ait değildir. Ve onlar Yaratıcı’dan çıkıp gelen şeyler de değildir. Mevcudiyetleriyle Yaratıcı’nın varlığına işaret etmelerinin yanında onlarda gözüken özellikler kendilerine ait olmadıkları gibi Yaratıcı’dan çıkıp gelen ve onlarda var olan şeyler de değildir. O şeyler aslında hakiki vücuda sahip değiller. Sadece Yaratıcı’nın varlığını gösteren ve O’nun daimi tecelli eden özelliklerini deşifre eden ademî-kedilerine ait bağımsız varlıkları olmayan- mevcutlardır. Sadece kıyas unsurudurlar. Yaratıcı’dan bağımsız birer vücut sahibi değillerdi. Ve Yaratıcı mutlak ve her yeri ihata etmiştir. Ve ondan hiçbir özellik çıkıp bir yere gitmez ve bir şeye aktarılamaz.

Yaratıklar sadece Onun varlığını ve özelliklerini deşifre ederler.

Tıpkı, örnekte olduğu gibi… Gölge, ışığın varlığını ve her yeri ihata ettiğini bize bildiren bir vesiledir. Bir kıyas unsurudur, izafi vücut sahibidir. Bizler de varlığa sahip olma açısından ademî mevcudiyetimizle Yaratıcı’nın mutlak ve hakiki vücuduna işaret edip varlığına şahitlik ediyoruz. Ve yine örnekte olduğu gibi nasıl ki renk ışıktan çıkıp gelen bir şey değilse bizde gözüken özellikler de Yaratıcı’dan bize gelen özellikler değildir. Onlar Yaratıcı’da daimi ve sürekli var olan özelliğin deşifresinden ibarettir.

Bir örnekle dahi açmaya devam edersek şöyle diyebiliriz: Allah şafidir. Her an O’nun Şafi ismi bizde tecelli etmektedir ve o özelliğin tecelli etmediği hiçbir an ve mekan yok. Biz hastalık sayesinde yani sıhhatin perdelenmesiyle O’nun farkına varıyoruz. Daimi şifaya mazhar olduğumuzu anlıyoruz. Yani hastalık Şafi ismini görmemizi sağlıyor. Bir ilacı almak ve -genel söylemle- şifa bulmak tabiri aslında yanlış anlaşılıyor. Allah ilaca şifa özelliğini veriyor da sonra ilaçtan bize şifa geliyor değil. İlaç bizde olan ve daimi tecelli eden şifayı görmeye yani Yaratıcı’nın Şafi ismini fark etmeye vesiledir. Tabela gibi, şehri gösteren bir işarettir şehirden bir parça değil.

İşte Yaratıcı’nın bütün özellikleri daimi surette bütün âlemde tecelli eder. Onlar tabiri caizse her yerdedirler. Mutlak olduklarından eksilip çoğalmaz, bir yerden bir yere taşınmazlar. Allah ne geçici bir süre için ne de anlık olarak o özellikleri birilerine-veya bir şeylere-verip almaz. Mesela ses yayını havada daimi vardır, bizler radyomuzun kanalını ayarlayarak o sese ulaşırız yoksa o ses bir yerden çıkıp bizin radyomuza gelmez. Esma eşyada gözükür yoksa eşyada bulunur değil.

İşte ‘lem yelid ve lem yûled’ derken bir anlamda Yaratıcı’nın mutlaklığına vurgu yapıyoruz. Kendimizde vehmettiğimiz sahipliklerin mecazi olduğunu, o özelliklerin hakikatte O’na ait olduğunu ve ondan çıkıp gelmediğini, ezelde var olan özelliklerin bizim ancak varlığına muttali olabileceğimizi söylüyor. Bu aynı zamanda Hz.İsa’ya yüklenen tüm ilahi vasıfların reddi anlamına geliyor. O Yaratı’cın özelliklerini güzel bir surette yansıtan bir aynadır. O özelliklerden hiç birine ne geçici bir süre için ne de anlık olarak sahipti. Sadece o aynadan bakınca o özellikler bize nazaran çok daha net gözüküyor o kadar.

Ya Ehad, ya Samed, lem yelid ve lem yûled ve lem yekun lehu kufuven ehad!

Bizi şirkin ve masiyetin her türlüsünden temizleyip uzaklaştır. Masivana da sırt çevirip sadece Sana yönelen kullarından eyle. Âmin!

Abdurreşid Şahin / karakalem.net