Etiket arşivi: meclis

Yunan Meclisi’nde Kur’an’lı Yemin

Yunanistan’da 25 Ocak’ta yapılan seçimlerden sonra oluşan yeni parlamentonun 300 üyesi yemin ederek göreve başladı

SYRIZA İskeçe Milletvekili Hüseyin Zeybek Kur’an-ı Kerim’e el basarak yemin ederken, yine aynı partinin Rodop milletvekilleri Mustafa Mustafa ve Ayhan Karayusuf siyasi yemin törenini tercih etti.

Çipras tebrik etti

Yunanistan’da 25 Ocak’ta yapılan seçimlerden sonra oluşan yeni parlamentonun 300 üyesi yemin ederek göreve başladı. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras (solda) ve SYRİZA İskeçe milletvekili Hüseyin Zeybek’i tebrik etti.

aa

Felaket ve Helaket Asrının Adamının Fikri

Kalpakli_Said_Nursi1335 senesi eylülünde, dehrin hâdisatı verdiği ye’s ile şiddetle muzdarib idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Manen rü’ya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rü’ya-yı sadıkada bir ziya gördüm. Tafsilatı terk ile, yalnız bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:

Bir cum’a gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi dedi:

-Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem, seni istiyor.

Gittim gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, selef-i sâlihînden ve a’sarın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab ettim, kapıda durdum. Onlardan bir zât dedi ki:

 -Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de re’yin var, fikrini beyan et!

 Ayakta durup dedim:

 -Sorun cevab vereyim.

 Biri dedi:

 -Bu mağlubiyetin neticesi ne olacak, galibiyette ne olurdu?

 Dedim:

-Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felâket olduğu gibi, felâketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir.

 Zira şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulâde ta’cil etti. Biz incinir iken, âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üçyüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i âcile-i (عَاجِلَهءِ ) muvakkata kaybettik; fakat bir saadet-i âcile-i (آجِلَهءِ) müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î ve mütehavvil ve mahdud olan hali, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.

Said Nursi

Bediüzzaman’ın Birinci Büyük Millet Meclisi Milletvekillerine hitabı

Ey mücahidîn-i İslâm ve ey ehl-i hall ü akd!..

   Bu fakirin, bir mes’elede on sözünü, birkaç nasihatını dinlemenizi rica ediyorum.

1- Şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükür ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa nimet böyle şükür görmezse, gider. Madem ki Kur’anı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız. Kur’anın en sarih ve en kat’î emri olan salât gibi feraizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi, böyle hârika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

2- Âlem-i İslâm’ı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira müslümanlar, İslâmiyet hasebiyle sizi severler.

3- Bu âlemde, evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz! Kur’anın evamir-i kat’îsine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nuranî güruha refik olmaya çalışmak, âlîhimmetlilerin şe’nidir. Yoksa burada kumandan iken, orada bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ü şerefiyle öyle bir meta’ değil ki, aklı başındaki insanları işba’ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzât olsun.

4- Bu millet-i İslâm’ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hattâ fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hattâ umum Kürdistan’da, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: Acaba namaz kılıyorlar mı? derler, namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında müttehemdir.
Bir zaman Beytüşşebab aşairinde isyan vardı. Ben gittim sordum: “Sebeb nedir?”
Dediler ki: “Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?” Halbuki bu sözü söyliyenler de namazsız, hem de eşkiya idiler.

5- Enbiyanın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi garbda gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir. Madem şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensura gider veya sathî kalır.

6- Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıdsızlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki; Yunan kadar İslâm’a zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına bu ihmali, a’male tebdil etmeniz gerektir. Görülüyor ki; İttihadcıların o kadar azm ü sebat ve fedakârlıklarıyla; hattâ İslâm’ın şu intibahına da sebeb oldukları halde, bir kısmı dinde lâübalilik tavrını gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslâmlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.

7- Âlem-i küfür bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâm’a hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettikleri halde âlem-i İslâm’a dinen galebe edemedi. Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane, Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârane sinesinde yer tutamaz. Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılabvari bir iş görmek; İslâmiyet’in desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise çabuk ölüp sönmüş.

8- Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’an’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez. Menfîce tahribkârane iş ise, bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm, zâten muhtaç değildir.

9- Sizin muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven, cumhur-u mü’minîndir ve bilhâssa tabaka-i avamdır ki, sağlam müslümanlardır. Sizi ciddî sever ve tutar ve size minnetdardır ve fedakârlığınızı takdir ederler ve intibaha gelmiş en cesîm ve müdhiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur’aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahat-ı İslâm namına zarurîdir. Yoksa İslâmiyet’ten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu, firenk mukallidlerini avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâm’a münafî olduğundan; âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecektir.

10- Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa; hayatından vazgeçmiş mecnun bir cesur lâzım ki, o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmidört saatten bir saati işgal eden namaz gibi zaruriyat-ı diniyenin imtisalinde yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var; yalnız gaflet, tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir. Halbuki feraizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflete, dalalete istinad eden tek bir ihtimal-i necat olabilir.

Acaba, dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus bu mücahidîn kumandanlar ve büyük meclis taklid edilir. Kusurlarını, millet ya taklid veya tenkid edecek. İkisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmaı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla, hakikî ve ciddî iş görülmez. Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek…

Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahib olduğu kuvvet cihetiyle, mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzât imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekaleten deruhde etmezse; hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan milletin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse; bilmecburiye mana-yı hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lafza verecek ve o manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarîkiyle olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı asâ ise,
ﻭَ ﺍﻋْﺘَﺼِﻤُﻮﺍ ﺑِﺤَﺒْﻞِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺟَﻤِﻴﻌًﺎ
âyetine zıddır.

Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî daha metindir ve tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezaifini deruhde edebilir. Cemaatın ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduddur. Cemaatın gayr-ı mahduddur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dâhildeki fenalıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki; ebedî düşmanlarınız ve zıdlarınız ve hasımlarınız, İslâm’ın şeairini tahrib ediyorlar. Öyle ise zarurî vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa şuursuz olarak, şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, za’f-ı milliyeti gösterir. Za’f ise, düşmanı tevkif etmez, teşci’ eder.

* * *
Bu meb’usana hitab, namaz kılanlara altmış meb’us daha ilâve eder. Namazgâh olan küçücük odayı, büyük bir odaya tebdil ettirir.

Tarihçe-i Hayat – 141

Günümüz Sorunlarına Çözümler : Siyaset

Bediüzzaman’ın hayatı boyunca Kur’an ahlakındaki sevgi, barış ve huzur dolu bir hayatın tüm insanlara yayılması için çalıştığı ve bunun sağlanması için de bizzat devlet yönetimindeki insanlara başta olmak üzere her halk tabakasına dersler vermiştir. Aşiretleri teker teker dolaşarak sorunlarını dinleyerek müspet Kur’an anlayışına göre dersler vermiştir. Hayatı boyunca Kur’an’ı kendisine rehber tutarak ve onun çizgisinden zerre kadar sapmadan hizmetini devam ettirmiştir.

Siyasete gelince; bilindiği gibi siyasetin kelime anlamı ülke idare etme sanatı, devlet idaresini düzenleme, devletin yönetim bilimi gibi anlamlara gelir. İşte Bediüzzaman her şeyde olduğu gibi siyasetin de usulünün nasıl olması gerektiğini ve Kur’an’ın meşru gördüğü tarzı bize göstermiştir. Ve kendisi de az da olsa bizzat dine hizmet etmek için siyasetin içinde bulunmuştur.

Fakat asıl amacı siyasesti dine alet ve hizmetkar yapmaktı. Bazı siyasiler gibi dini siyasete alet etmek değildi. Ve 1922’de Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya davet edilip, resmi törenle karşılanır ve birinci millet meclisinde hizmetini sürdürmeye çalışır. Bir gün bakar ki bin seneden beri İslamiyet’e bayraktarlık yapan bir milletin vekillerinin çoğu namaz kılmıyor, bunun üzerine on maddelik bir beyanname neşreder(1923) ve mecliste 60 kişi daha namaza başlar. Fakat Bediüzzaman umduğunu bulamayınca ve ahir zaman fitnesinin haber verdiği hadisin mealine göre “o zamana yetiştiğinizde siyaset ile onlarla galebe edilmez.” Ve edilemeyeceğini anlar. Kendisine verilen bütün teklifleri redderek Van’a döner, hatta o zamandaki çok büyük siyasi yanlışlıkları gördükten sonra “Euzübillahiminneşeytani ve siyaseti” diyerek talebelerine de bunu tavsiye eder.

Aslında Bediüzzaman’ın burada kastettiği siyaset menfi siyasettir. Yani şahsi menfaatlerin esas alınması, din ve mukaddesatın bu uğurda feda edilmesidir. Ve bu gibi siyasetçiler hırs ile kendi fikirlerini hak, başkalarının fikirlerini batıl telakki ederek böylece akıllarından ziyade his ve heveslerine kapılıp kendi ihtiraslarının tatmini için haysiyetini ve şerefini hatta mukaddesatını bile feda ederler. İşte muzır siyaset olarak nitelendirdiği budur.

Yoksa siyaset, eğer mükemmel anlamda vatan ve millete hizmet etmek ve huzur, emniyeti tesis ile fert ve cemiyetin maddi ve manevi terakkileri için yapılırsa, muhakkak ki çok kutsal bir vazife ve büyük bir hizmettir. İşte Bediüzzaman da Eski Said olarak tabir ettiği, Kur’an tefsiri olan Risalei-Nur’u telif etmeden önce sırf dine hizmet etmek için biraz siyasette bulunmuş; fakat siyasetin menfi tarafgirliğini ve şahsi menfaatlerinin ön planda tutulduğunu görünce Kuran’a ve imana bu yolla hizmet edilmez deyip siyaseti tamamen bırakmış ve şöyle buyurmuştur:

“Bir zaman bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki; mütedeyyin (dindar) bir ehl-i ilim, fikr-i siyasisine muhalif bir âlim-i salihi tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı hürmetkârane methetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm ve e ‘Euzübillahi minneşeytani ve siyaseti’ dedim.O zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.” (Mektubat 247)

Evet, burada Üstadımız siyaset ölçüsünün de Kur’an ve iman muvacehesi dışında olmasının ne kadar tehlikeli olduğunu da bize ders veriyor. Demek siyaset yaparken ölçümüz Kur’an ve iman olacak. Hatta bir oy kullanırken bile bu ölçü esas olmalı yoksa zalime taraftarlık ile onun zulmüne şerik edebilir.

“Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi, o geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder; hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur. Veya noksan bıraktırır; hem herhalde bir tarafgirlik meyli verir, zalimin zulmünü hoş görür şerik olur.” (Emirdağ lahikası)

Bediüzzaman’ın bu tür siyesetten çekilmesinin diğer bir nedeni de bölücülüğe yol açması ve İslam kerdeşliğini bozmasındandır. “Sakın sakın dünya cereyanları, hususen siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin. ‘Elhubbu fillah velbuğzu fillah’ Düstur-u Rahmani yerine, el-iyazubillah- ‘elhubbu fissiyaseti velbuğzu fissiyaseti’ düstur-u şeytani hükmedip melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve elhannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine şerik eylemesin.” (Kastamunu Lakikası 34)

Burada Bediüzzaman’ın asıl olarak üzerinde durduğu diğer bir husus, asrın hastalığı olan iman eksikliğidir. Ve bütün problemin ana kaynağı bu olduğunu ve her şeyden önce merak ve gayretimizi buna sarfetmemiz gerektiğini bildiriyor.

Bir gün 1.Dünya Savaşı döneminde talebeleri tarafından soruluyor: ‘Neden tüm dünyayı ilgilendiren bir savaşı merak edip sormuyorsunuz? Halbuki cami cemaati ve dindarlar, cemaati bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan büyük bir mesele mi var veya bununla meşgul olmanın zararı mı var. Cevap olarak demiş:

“Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hakimiyet-i amme davasından daha ehemmiyetli bir dava herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilatereddüt sarfedecek.” Hatta maddiyunluk taunuyla cokları o davayı kaybediyor.”

Cayı hayret! Başımıza dava acılmış haberimiz yok ! Hem de nasıl bir dava ebedi bir hayatı kazanmak veya kaybetmek ? Bir de bizi yokluktan varlığa çıkaran Allah; her iki hayatımızın da saadetini; ebedi hayatımızı düşünüp ve ona göre çalışmakla mümkün olduğunu bildiriyor. işte Bediüzzaman bu büyük eksikliğimizi hissetmiş, ve hayatı boyunca bu ali değerlerin tekrar dirilmesi için çalışıp Risalei-Nur gibi eserleri bize bahşetmiştir. Toplum ve millet olarak da bu tarzda çalışmalarımızı tavsiye edip, birlik ve beraberliğin sağlanması için hayatı boyunca gayret sarf etmiştir.

“Evet şimalden gelen küfr-ü mutlak cereyanını durduracak yalnız Risale-i Nur’dur. Siyaset, diplomatlık bu vazifeyi göremez, onun için vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçilerin nurlara sarılma mecburiyeti var.” (Emirdağ Lahikası 217)

Kısacası günümüz gündemini oluşturan bu siyaset karmaşasının her bir müslümanın İslamiyet çerçevesinde akıl ve vicdan müvacehesinde değerlendirip ve asıl vasifesini unutmadan öyle hareket etmesi gerekmektedir. Yoksa maddi manevi çok büyük hasaretlere neden olabilir.

Mehmet Naci Sonmez

www.NurNet.org

Bediüzzaman – Mustafa Kemal Görüşmesinin Belgesi Çıktı

TBMM 1. ve 2. dönem Şebinkarahisar milletvekili Ali Sururi Atatürk ile Said-i Nursi’nin yaklaşık bir saatlik bir görüşme gerçekleştirdiklerini yazdığı meclis anılarında anlatıyor. Bu önemli görüşmenin Said-i Nursi’nin daha önce gönderdiği mektubun içeriğinde yer alan ‘namaz’ uyarısı üzerine yapıldığı dile getiriliyor.

Dün akşam ÜLKE TV’de yayınlanan Sıra Dışı programında Turgay Güler’in konuğu olan Barla Platformu Başkanı Sait Yüce, TBMM 1. ve 2. dönem Şebinkarahisar milletvekili Ali Sururi’nin Said Nursi Atatürk görüşmesine ilişkin notlarını aktardı.

Programın bir diğer konuğu olan Haber 7 Yazarı Mehmet Ali Bulut ise Osmanlıca yazılmış olan notları Türkçe’ye çevirerek yorumladı.

BİR SAAT GÖRÜŞTÜLER

TBMM 1. ve 2. Dönem Milletvekili Ali Süruri’nin günlükleri Yeni Şafak gazetesinde de yayınlandı. TBMM Birinci ve İkinci dönem Şebinkarahisar milletvekillerinden Ali Sururi’nin yeni ortaya cıkan anılarında, Atatürk’ün Said Nursi ile Meclis’teki başkanlık odasında görüştüklerini ve münakaşa ettiklerini yazıyor.

Birinci ve ikinci Dönem Şebinkarahisar milletvekili ve Başkanvekili (2. Dönemde Kısa bir süre) Ali Süruri’nin (Tönik) günlüklerinde Atatürk ile Said Nursi’nin görüşmesine yer veriliyor. Elyazması ve Nadir Eserler Uzmanı Dr. Niyazi Ünver tarafından hazırlanarak yayınlanması için Tarih Kurumu’na gönderilen “Meclisteki Günlerim” isimli eserde Ali Süruri tarihleri ile birlikte Said Nursie’nin Meclis’te dinleyici locasında milletvekillerini selamlamasını ve TBMM Başkanlık makam odasında Atatürk ile yaklaşık 1 saate yakın süren görüşmelerine şahit olduğunu anlatıyor.

ALKIŞLARLA KARŞILANDI

Ali Süruri’nin günlüklerinde Said Nursi’nin TBMM’de miletvekilleri tarafından hoşgeldiniz töreniyle ve alkışlarla karşılandığı belirtilirken, Atatürk ile yaptığı görüşmenin detaylarına da yer veriliyor. Elyazması ve Nadir Eserler Uzmanı Dr. Niyazi Ünver tarafından hazırlanarak tarihe kazandırılmak üzere Türk Tarih Kurumu’na gönderilen Ali Süruri günlüğü “Meclisteki Günlerim” ismiyle basılacağı zamanı bekliyor.

MECLİS’TE KARŞILAMA TÖRENİ

Bediüzzaman Said Nursi’nin 9 Kasım 1922’de geldiği Ankara’dan 17 Nisan 1923’te ayrılır. Bu süre içinde yani yaklaşık 5 ay Ankara’da kalan Bediüzzaman, Hacı Bayram Veli Camii civarında ikamet eder. Ali Süruri (Tönik) Bediüzzaman Said Nursi’nin Meclis’e geldiği tarihi 9 Teşrinisani 1338 Perşembe (9 Kasım 1922) olarak anılarına kaydeder. Meclis’te dinleyiciler locasında oturan Nursi’yi Mebuslar alkışlarla ve hoşamedi (Hoşgeldin) töreniyle karşılarlar. Ali Süruri bunu anılarında şöyle dile getirir: “İki gün evvel Ankara’ya gelmiş olan Bediüzzaman Saidi Kürdî Efendi samiin locasındaydı. Vilayeti Şarkiye mebuslarından bazısının takriri üzerine Meclis alkışlarla müşarünileyhe beyanı hoşaşmedi etti. Kendisi de locada ayağa kalkarak temennayla ve birkaç kere selam vermek suretiyle teşekkürde bulundu. Bilahare riyaset odasında görüştük. (1)323’te (1918) gördüğüm Saidi Kürdi hiç değişmemiş ve ihtiyarlamamış…”

HALİFE’NİN MEKTUBU VAR

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi görüştükleri gün Meclis’in çalıştığını Halife’nin (Osmanlı Halifesi) TBMM’ye gönderdiği cevabın okunması ile ilgili tartışmaların yürütüldüğünü söyleyen Ali Süruri anılarında o gün ile ilgili şunları yazıyor: “Halife hazretlerinden Meclis’e bir cevap gelmiş. Okunacağı sırada kaimen dinleyelim diye bir teklif dermeyan olmuş. Derken gürültü çıktı. Ben de hemen o sırada teneffüs salonuna çıkmıştım. İçeri girdiğimde münakaşa cereyan ediyordu. Nihayet tayini esami suretiyle reye kondu. Nisap yok. Badetteneffüs yoklama yapıldı. Ekseriyet olmadığı taayyün etti. Cevapname okunmaksızın meclis dağıldı. Celseyi aleni olmadığı için münakaşayı vakıa çok çirkin oldu…”

ALİ SURURİ KİMDİR?

Ali Süruri (Tönik) 1888 yılında Şebinkarahisar’ın Tönik nahiyesinde dünyaya gelir. Rüştiye tahsili yapan Ali Süruri, bir süre de dava vekilliği (avukatlık) yapar. I.ve II. Dönem Şebinkarahisar milletvekilliği görevlerinde bulunan Ali Süruri kısa bir süre de TBMM başkan vekilliği yapmıştır. Kendisi “sarıklılardan” olmakla beraber, Mustafa Kemal’in ekibinden olduğu bilinen Ali Süruri 1920-1923 yılları sürecinde günlük tutar. Bu günlükler neredeyse günü gününe tutar. Süruri 1926 yılında 38 yaşında hayatını kaybeder.

NAMAZ KILMASI İÇİN UYARMIŞ

Atatürk ile Bediüzzaman Said Nursi arasında Meclis Başkanlık Makam odasında geçen ve 1 saat süren görüşmeye tanıklık ettiğini söyleyen Milletvekili Ali Süruri tarih olarak da 25 Teşrinisani 1338 (25 Kasım 1922) olarak görüşmeyi kaydediyor. Ali Süruri anılarında görüşme ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Takriben akşam namazı sıralarında Meclis dağılırken baktım, Divanı Riyaset odasında Kemal Paşa ile Bediüzzaman Molla Saidi Kürdî arasında bir mübahase var. Ben de dinledim. Bir saat kadar imtidat (Devam) etti. Mübahasenin iptidası (geçmişi) Bediüzzaman’ın Kemal Paşa’ya ve daha bazı arkadaşlara yazdığı mektupta namaz kılmalarını tavsiye etmesi ve mezhebi Şafide terki salâtın (namazın) şahadeti kabul edilmeyeceğine nazaran, Meclis’in ekseriyeti terki salât etse Meclis’in hükümlerinin medhul ve gayrı nafiz olması lazım geleceğini beyan eylemesinden dolayıymış.

Kemal Paşa meali mektubun siyaseten derkar olan mehazirinden ve hiç olmazsa yalnız kendisine yazılsaydı, bu mahzurun o kadar varit olmayacağından bahisle Bediüzzaman’a darıldı. Bediüzzaman’da bu mahzuru düşünmediğini itiraf etti. Bediüzzaman da evvelce biraz hasyetini söylüyor idiyse de, sonra tevil ve tahfif etti ve aralarındaki kırgınlık zahiren zail oldu gibiyse de herhalde iki taraf da birbirine muğber kaldılar. Kemal Paşa çok mühim meselelere temas etti ve hakikaten zekâsını gösterdi. Bediüzzaman’ı yalnız şu mübahasede dinleyenler şöhretini pek hakikate muvafık bulmadılar sanıyorum. Mamafih yine güzel cevaplar verdi. Ve Meclis’in çok mübarek ve mübeccel olduğundan bahsetti. O bilhassa Kemal Paşa’ya hitaben: “Siz Kur’an’ı ve İslam’ı kurtardınız. Kur’an’ı omzunuza kaldırdınız. Kur’an ise her sayfasında salât ile emrediyor. Mademki Kur’an’ı böyle muhafaza ettiniz onun emri olan salata da beynelmüslimin tayini müdavemet için teşebbüs etmeniz lazımdır ve mektubu size onun için yazdım. Sizden başkalarına yazdığım doğru olmayabilir. Fakat böyle bir teşebbüsü sizin hatırınıza onlar da getirsinler diye yazdım” mealinde güzel sözler söyledi…”