Etiket arşivi: Mehmed Akif

Korkma! Sönmez…

Ortaokula gidiyordum. Denizci olduğu için ayda, yılda bir eve uğrayan rahmetli babam, bir gün elinde kalın bir kitapla odama girdi. Girer girmez de sordu: “Mehmed Akif’i seviyor musun?”

“Çok” dedim sorunun ne getireceğini düşünerek, “çok seviyorum.”

“İstiklâl Marşı’nı biliyor musun?” diye sordu bu kez.

“Sular, seller gibi” diye cevaplandırdım sevinçle, “on kıtayı birden, okuyayım mı?”

“Mehmed Âkif’in el yazısından oku” dedi ve elindeki kalın kitabı masaya koydu.

Kitap açık vaziyette masanın üstünde duruyor, ama satırlar küsmüş gibi benimle konuşmuyordu. Çünkü benim öğrendiğim alfabeden farklı bir alfabe ile yazılmıştı. Demek çok sevdiğim Âkif, çok sevdiğim, okurken ve dinlerken heyecanlandığım İstiklâl Marşı’nı bu alfabeyle yazmıştı. Peki, İstiklâl Marşı’nın yazıldığı alfabeyi ben niçin çözemiyordum? Bu soru çelik temren gibi beynime saplandı! Çözümsüzlüğün ortasında kala kaldım. Babam son derece üzgün bir yüz ifadesiyle: “Eyvah!” diye söylendi, “el yazısını okuyamadığına Mehmed Âkif çok üzülmüştür.”

Âkif’i üzmüş olma ihtimali öylesine içime oturdu ki, Osmanlıca “Safahat”ı kaptığım gibi, bu işlerden anlayan akrabamız Remzi Amca’ya götürdüm ve onbeş gün içinde bu kitabı okuyabilir hale gelmem için yardım etmesini rica ettim. Çünkü onbeş gün sonra babam motoruyla sefere gidecek, kim bilir bir daha ne zaman dönecekti. 

Çok şükür o süre içinde yazıyı söktüm. Ve babamın evden çıkmak üzere olduğu sırada karşısına çıkıp Mehmed Âkif’in el yazısını okuyabildiğimi söyledim. Oldukça şaşırdı ve bir iki yerden okuttu. Sonra İstiklâl Marşı’nı okumamı istedi. Sesimi yükselttim: “Korkma, sönmez bu şafaklarda…”

On kıtayı esas duruşta dinledi. Marş bitince, “Mehmed Âkif şimdi seni çok seviyor” dedi. Eşiği geçtikten sonra birden döndü. Gözlerimin içine gülümseyerek ekledi: “Baban da seni çok seviyor.”

Hayatım boyunca babamdan duyduğum tek sevgi sözcüğü budur ve bu yüzden İstiklâl Marşı’nın yüreğimdeki yeri çok ayrıdır.

***

İstiklâl Marşı’mızın ilk mısraının ilk kelimesi, kuşkusuz “besmele” ile döşenmiş, ilhamını da Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında sığındığı Sevr Mağarası’nda, muhteşem yol arkadaşı Hz. Ebubekir’in endişelenmesi üzerine fısıldadığı rivayet edilen teselliden almıştır: “Üzülme… Korkma ey Ebu Bekir, Allah bizimledir!”

Yüreğini ilhamının kaynağına kilitledikten sonra, Âkif, marşın gerisini hızla getirmiştir: “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!..”

***

1921 yılıydı. Yaklaşık altı ay kadar önce (23 Nisan 1920) Büyük Millet Meclisi açılmış, istiklâl ateşi tüm Anadolu’nun ruhunda tutuşmuştu. Ama millet çok yorgundu. 

Gönülleri tutuşturup coşturacak bir marş oluşturma arzusu bu sırada kendini gösterdi. Bu arzu, önce, ülkeyi karış karış gezen “Heyet-i İrşadiye Teşkilâtı”mensuplarından geldi. Kabul gördü ve konuya ilişkin olarak Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından 500 lira ödüllü bir yarışma açıldı. 

Yarışmaya tam 724 şiir geldi. Fakat hiçbiri beğenilmedi. Bunun üzerine Maarif Vekili Hamdullah Suphi, son derece kifayetli ve anlamlı şiirler yazan Mehmed Akif’in de yarışmaya katılmasını istedi. Ödül yüzünden (parayla yazmış olmamak için) katılmadığı anlaşılınca, para ödülü kaldırıldı.

Ve Mehmed Akif, Taceddin Dergâhı’na (Ankara’da) kapanıp İstiklal Marşı’mızın ilk mısraının ilk kelimesini “besmele” eşliğinde döşedi:“Korkma!..”

Eserini 17 Şubat 1921’de tamamlayıp Maarif Vekâleti’ne gönderdi. Akif’in şiiri Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1921 tarihli oturumunda söz alan Hamdullah Suphi tarafından okundu ve her kıtası milletvekilleri tarafından coşkulu bir şekilde alkışlandı. 

Ve 12 Mart 1921… Büyük Millet Meclisi, o gün Mehmed Akif’in şiirinin “Milli Marş” güftesi olmasını kararlaştırıp kanunlaştırdı. Âkif’in şiiri kanunlaşıp resmiyet kazandıktan sonra, Hamdullah Suphi tarafından Büyük Millet Meclisikürsüsünden okundu ve bütün mebuslarca ayakta alkışlandı. 

Yıllar sonra Mehmed Akif’İstiklâl Marşı’nın eskidiğini, yeni bir tane daha yazmak gerektiğini söylediklerinde hastaydı. Yatağında hışımla doğruldu ve şöyle kükredi: “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırmasın!”

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Sultan Hamid ve Erdoğan

Ülkenin kaderine taalluk eden şu günlerde, bozulmuş, birçok yönü ile dejenere olmuş ve kavramların aşındığı bir ülkede verilecek karar bir siyasi karar değil bir mukadderat kararıdır. Bu millet çok badireler geçirmiş ama yine de Allah karanlık günlerde yolunu açmıştır. Biz oyumuzu vereceğiz ama  yine mesele Allah’ın takdiridir.

Bu konuyu Akif’in fikirlerinden aldığımız bazı satırlarla anlatalım.

“Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz” diyor Akif.

Sultan Aziz’in öldürülmesi, Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, Menderes’in katli, daha sonraki siyasilerin kafasında dış güçlerin ve bizim maşaların demoklesin kılıcı gibi devletin ve parlementonun, devlet adamlarının üstünde durmasının bitmesi, milletin gerçek merciinin millet olması gerekir.

Bunlar içinde en önemlisi milletteki bozulmaya  yine milletin sebeb olduğu bahsidir. Şayet bozulma böyle giderse vatan da millet de din de tehlikededir. Çünkü eğitim kurumları ülkenin gelişmesine katkı vermiyor, din ve cemaatler, bozulmadan nasibini almış, tavır insanlarının yaşaması imkansız, belki yeni bir ruh ile yeni bir yapılanma ile ülkenin bu gidişine dur denilir.

Akif, Milletlerin bozulmasını da tahlil eder. “Zaten bir millet müstehak olmadıkça Allah onları bozmaz.  Millet fertleri teker teker müstehak olarak   bozulmuşsa onları hangi siyaset düzeltecektir? Bir millet kendisinde olan güzel seciyeleri bozmazsa  Allah da onların saadetini bozmaz. Bu beliğ tebliğ kıyamete kadar meriyetini koruyacak, bir kanun-ı ilahi ve fıtrattır.” (128)

Biz ne çekersek kendi amelimizin cezasıdır. Evet şehameti, himmeti, sayi, sıdkı, istikameti, iffeti, teavünü, gayreti, faaliyeti bırakmanın karşılığı cezası  zillet ve mahkumiyettir. Akif felaket sebebi olarak kendini murakabe etmemek yani denetlemeyi gösterir. (128)

Erdoğan insandır, yanlışları olabilir, kendinden önceki devlet adamlarından çok daha ileri boyutta dindar, vatansever, din ve milliyet arasındaki dengeyi kurabilmiş, samimi, inandığı şeye her türlü fedakarlıkla  bağlı, ama yanlışı gördüğünde de affetmez bir insandır. O bu bozulmuş toplumda bir hami durumundadır.

Müslüman Türkiye’nin olduğu kadar islam dünyasının da, Türk dünyasının da istenilen ve dua edilen bir büyük liderdir. Onu suçlayanların buldukları onun hezimete uğramasına yetmez, bir binada bir taş çürük diye o binayı tahrib etmek yanlış, bir gemide dokuz masum bir cani varsa o gemi batırılmaz, veya dokuz cani bir masum olsa batırılmaz.

Siyasi tarihe bakılsa  yüz yılı aşkın süredir, bu kadar  dik duran doğru siyaset uygulayan bir başka kimsemiz olmamış. Reşit Paşa’dan bugüne her devlet adamı ile karşılaştırsan  onun farkı ortaya çıkar. Sultan Hamid’in de tahttan indirilmesini isteyenlere Akif cevap verir.

Akif , yapılan yanlışlardan hep tavanı suçlayan geleneksel telakkiye bir örnek verir. Konu Sultan Hamid’den yansımadır. Ortalığın fenalaştığı, işlerin devamlı sarsıntı geçirişini  Padişah ikinci Abdülhamit Han’a yükleyerek  “Ah o Yıldız’daki Baykuş  ölüvermezse  eğer akıbet çok kötü ..” diye dert yanan  Köse İmam’a Babası Hoca Tahir Efendi’nin  verdiği cevabı şiirleştirerek nakleder.

Oğlum bu temenni neye benzer bana bak :

Eşeklerin canı yükten yanar , aman , derler

Nedir bu çektiğimiz dert , o çifte çifte semer

Biriyle uğraşıyorken gelir  çatar o biri ;

Gelir ki taş gibi hain , hem eskisinden iri

Semerci usta geberseydi .. Değmeyin keyfe !

Evet gebermelidir, inkısar edin herife

Zavallı usta  göçer bir gün akıbet ancak

Makamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak

Çırak mı kalfa mı  kim varsa yaslanır köşeye

Takım biçer durur artık  gelen giden eşeğe

Adam meğer acemiymiş, semere hayli hüner :

Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler ,

Bütün o beller omuzlar çürür çürür oyulur

Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur

Giden semerciyi derler bulur muyuz şimdi ?

Ya böyle kalfa değil basbayağı muallimdi

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik  tuhaf iş!

Semer değilmiş  o rahmetlinin ki devletmiş.

Akif adam olmanın zaruriyetini anlatır.

Nasihatim sana, her şeyle iştigali bırak

Adamlığın yolu nerdeyse bul da girmeye bak

Adam mısın ebediyyen cihanda hürsün gez

Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez

Adam değil misin oğlum gönülsünün semere

Küfür savurma boyun kestiğin semericilere

(131)

Akif, adalet konusunda Hz Ömer’in bir  vakasını anlatır. Hz Ömer daima mazlumun yanında olduğunu zalimin ise karşısında olduğunu anlatır, bu anekdotta. Ama Akif zamanı için “Ömer de olsan halin müşkül” der. (132)

Akif günümüzde de geçerli insan tiplerinin anlatır.

Sallanan çünkü kılınçlardı, re kuyruk ne de kavuk

Öyle bir devr-i şehamette kolaydır ululuk

Senin etrafını alsın ki yığınlarca sefil

Kimi idmanlı edepsiz , kimi talimli rezil

Kiminin fıtratı azade  haya kaydından

Kiminin iffeti ikbaline etten kalkan

kumarbaz bu harami , şunu dersen ayyaş

Sonra mecmuu müzevvir , mütebasbıs kalleş

Bu muhitin bakalım şimdi içinden çıkabil

Ne yaparsın  Ömer olsan yine halin müşkil

(133)

Hatta “ böyle bir muhitte  peygamberim diye ortaya çıksan da karşında tapılan sahte ilah menfaat çıkar”

Bir muhalif hava yok dinlediğin aynı sada

Zat-ı saminize millet de hükümet de feda

Menfaattir seni  tehdid edecek  tek mevcut

Çünkü çıksan da  nebiyim diye hasbın bu mabud!

(134)

Bütün bu olumsuzluklara  karşı  çıkacak imandır.

İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür

Oflu Mandal hoca onun ideal imanlı insanıdır. Hiçbir şeyden korkmaz.

Bu imanla Mehmetc ik çanakkalede vatanını dinini savunmuştur.

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler

Ne celik tabyalar ister ne siner hasmından

Alınır kala mı göğsündeki kat kat iman ?

(136)

Süleymaniye camii de bu imanla yapılmıştır.

Dur da mabuduna yükselmek için ilme basan

Mabedin halini gör işte serapa iman

Bu bozulma ancak akıl ile imanın kalbin birleşmesi ile giderilebilir.

Beyinle kalbi  hem ahenk  edip işletmeli

Atıldı vahdet-i milliyenin temeli

(138)

İmanın başı da Allah korkusudur.

Ne irfandır ahlaka yükseklik veren ne vicdandır

Fazimlet hissi insanmlarda Allah korkusundandır

Yüreklerden çekilmiş farzedilsin de havf-ı Yezdan’ı n

Ne irfanın kalır tesiri  katiyyen ne vicdanın

O cemiyet ki vicdanında hakim havf-ı Yezdandır

Bütün dünyaya sahiptir bütün akvama sultandır

Fakat efradı Allah korkusundan bihaber millet

Çeker milletlerin menfuru kıptiler kadar zillet

Maali meyli hiç kalmaz şehamet büsbütün kalkar

Ne hakimlik tanır artık , ne mahkum olmaktan korkar.

Maneviyatı  ölmüş milletlerin halini anlatır.

O doymak bilmeyen mabuda kurbandır haya hissi

Hamiyet ademiyet hissi  ulvi hislerin hepsi

Bu hissizlikle cemiyet yaşar  derlerse pek yanlış

Bir ümmet göster ölmüş maneviyatıyla sağ kalmış

(143)

Özetle Bediüzzaman’ın siyaset felsefesi ve birliği koruma fikirlerine yüzde itibariyle son yüz elli yılın en çok uygun düşen şahsı sayın Erdoğan’dır. Allah ülkemizi felaketlerden korusun.

Himmet Uç