Etiket arşivi: mehmet çetin

Tam ve Daimi bir Üstad!

İçerisinde bulunduğumuz zamanın cazibedar bütün fen ve teknolojisi ile hevesat ve arzuların ölçü tanımaz serbestliğinin teşviki ile ifsat komitesinin şahs-ı manevi halindeki hücumu karşısında ferdî mukavemetin dayanamayacağı ortadadır.

Eskiden mühim işlerin başına kabiliyetli şahıslar getirilerek işler deruhte ediliyordu. O hâkim şahısların hükmü her yere ve her şeye geçiyordu, ama devir çok değişti, işler eski zamandakine nispeten daha karmaşık. Yaşanan hadiseler de gösteriyor ki şahıs, ne kadar dahi olsa, harici tesire kifayetsiz kalıyor. Sağlıklı, muvazeneli ve muhakemeli karar ancak heyetten çıkar. Şimdi şahsa değil, şahıstan daha kuvvetli ve istikametli Üstada ihtiyaç var.

Bu kuvvetli Üstad, şahıs değil şahs-ı manevidir. Şahs-ı manevinin ruhu ise cemaat olma anlayışıdır. Birlik, beraberlik ve şevk ise ruhun hareketlendiricisidir. Şuurlu, her meselede ehl-i fennin oluşturduğu heyetler şahs-ı manevinin şubeleridir. Cemaat fertlerinin işin erbabı olmasına belki de gerek kalmayacak. Zira az uzman olmak, samimiyet ve birlikle beraber tam uzmanlık neticesini verecek. Hatta birlik ve beraberliği bozan, şevki ve mesaiyi dağıtan, istikametten ayrılmaya sebep olan heveslerden, azim ve gayreti ifsat eden rüzgârlara karşı biraz sağır olmak faydalı bile olacak. İşte bunlar kuvvetli şahs-ı manevinin istikamete odaklanma çizgileridir.

Şûralar şahs-ı manevinin ruhunun şubeleri, temsilcileri demiştik. Teşekkül edilen şûraların hem nizamî ve hemde ciddi olması gerekir. İlmî, yüksek heyetlerden müteşekkil şûralar ihtiyaç duyulan konularda sırat-ı müstakime ulaştıran pusuladır. Ferdi taassuplardan azade, hür fikirlerin meşru zeminde müşaveresi ile alınan hükümlere sahip, ihlâslı şahıslardan müteşekkil şahs-ı manevi tam ve daimi bir üstaddır.

İşte bu şahs-ı manevi her tarafa sözü ve hükmü geçen bir içtihada maliktir. Kâmil manada velayete sahiptir. İşte, ey Risâle-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevinin hasseleri ve azalarıyız.

Tecrübeler gösteriyor ki şahısların ön plana ziyadesiyle alınması şurayı perdeliyor. Şahsın, şahs-ı maneviden ziyade hükmetmesi ise kâinatta cereyan eden genel kanunlara zıt bir hal alıyor. Bu durum ise musibete davetiye çıkarır. Musibet, sürüden ayrılana isabet eden çoban taşıdır. Asıl vazifeye dönüş işaretidir. Hatadan dönme faziletine teşviktir.

Cemaate ve meşverete tabi olamayarak “aklınızı meşverete teslim mi ettiniz?” diyen, esasında gurur ve enaniyetini şahs-ı manevi havuzunda eritemeyendir. Bunlar akıl verdikçe sıkıntı verdiklerinin bile farkına varamayan, güneşin yanında duran fakat karanlıkta kalanlardır.

Makamlarında terfi, rütbelerinde şahane mükâfat, iane ve yardımlarla gözleri kamaşanları iç içe imtihan beklemekte. Evet, imtihanlar iç içedir. Meşverete dâhil ve itaat ederek istikametle hayatını sürdüren kişi; tereddüt sahiplerine numune olurken, nefsini hakka teslime zorlananlara da acı bir imtihan vesilesi olmaktadır. Günlük hadiselere takılıp, menfaati istikametinde yorum yapanın imtihanı ile eşya ve hadiseyi bütünüyle görerek külli akılla hareket edenin imtihanı bir olamayacağı gibi kalbi sükûnetide farklı olacaktır. Onları feryat ile saldırtan, bunları sükûnetle teslim eden Rabbimizin bu iç içe imtihanını ibretle seyreder geçer gideriz.

Mehmet Çetin

http://www.mehmetcetin.de

Sebeplerin bittiği nokta!

Birinci Lem’a’da geçen “esbap bilkülliye sukut etti.” ifadesini günlük hayatımızda ararken hayatımızın her anını sarmış da haberimiz yokmuş.

Gençliğimizde sıktığımız taştan su akıyordu, arkamızdan methiyeler, pra ganimet, mal mülk sürüsüyle idi. Bir gün ansızın hastalanıp, yataklara düşüyoruz ki ilacın biri bin para ama fayda vermiyor. İşimizi kuruyor, yuvamızı oluşturuyoruz, derken evlatlara isteklerimiz istikametinde olmalarını istiyoruz. Dizimizin dibine çekiyoruz, dün bize yapılanlar gibi. Nasihatlerimizi damarına dokundurmadan anlatıyoruz, geniş zamanlı cümleler kurarak. Başına gelen olumsuzlukları da şahit ve delil getirerek. Ama o bildiğini okumaya, nefsinin arzularına devama, çizdiği ve çıkamadığı dairenin içinde dönmeye devam ediyor, biz ise duaya. İşimizi yoluna koyduk, başına da sağlam personel. Arada yaptığımız kontrollerimiz muhkem. Aklımızın erdiği ve yeterli gördüğümüz sebeplere teşebbüs yerinde. Sağlığımıza dikkat ediyoruz, şifaya davet eden sebeplere teşebbüs ediyoruz ama hastalanıncaya kadar.

Sıralanabilecek hayati meşgalelerimizi uzatmadan sebep namına neler varsa yerine getiriyoruz, dahası varsa onu da. Ama bir noktaya geldiğimiz de görüyoruz ki artık sebeplerin de bittiğini; elimizde zannettiğimiz her şeyin yetersiz kaldığını alnımızdaki ter, sırtımızdaki yük gibi anlıyoruz. Gelen ibretli bir musibet alnımıza çarpan taş gibi uyanmamıza sebep olduğunda ayvanın sarı, narın kırmızı, mevsimin sonbahar olduğunu fark ediyoruz.

En güçlü olduğumuz anda en aciz, en zengin olduğumuz konumda en fakir olduğumuzu idrak ediyoruz. Böylece Birinci Lem’a’nın tadını zevkini şimdi daha iyi anlıyoruz. Artık başka türlü okuyor ve dinliyoruz. İnsan, kendinde var zannettiği güç ve kudreti ile ayakta durabiliyor, bu doğrudur ki günlük hayatının devamında lazımdır, bu da doğru. Ancak bu duygunun cüz’i ama kaynağının külli olduğunu bilmek gerekir.

Sırrı keşfedilmeyen sebepler, tevekkülde ayak bağı, imanın kemale ermesine mani oluyor. Yunus’un (as) fırtınalı denizinden, bizim dağdağalı dünya hayatımızdan; O’nun zifiri karanlık gecesinden, bizim ise gaflet nazarı aydınlattığımızı zannettiğimiz karanlık istikbalimizden ve nihayet O’nun müthiş bir balığın karnından; bizim de nefsimizin emrinden kurtuluşumuzu sağlayacağını zannettiğimiz sebepler sukut etmiş durumda iken selametimiz nasıl olacak?

İnsan mahiyetinin muhteşem kuşatıcılığı ve masiva ile alakalı oluşu sebebi zaviyesinden uzak yakın, büyük küçük her şeyden etkilenir. Huzur verenlere kavuşmak, keder verenlerden uzaklaşmak arzu eder. Cenneti istediği gibi, cehennemden dahi sakınmak ister. İşte böyle bir insanın arzularını sağlayacak bütünüyle sebepleri izzet ve azametine perde yaratan Allah’tır, (cc). Sebepleri ve sonuçlarını yaratan Allah’a iman ise teslimi şart kılar.

Bize düşen, sebeplerin bittiği noktada aczimizi ve fakrımızı yeniden hissedip, yaşayıp, mağfiret dua ve duyguları ile Mevla’mıza sığınmak, “iyyake nâ’büdü ve iyyake nestaîn”i samimi ifade etmektir.

Mehmet Çetin

www.MehmetCetin.de

18.11.2013.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir

Standart Külliyat hasreti..

Kur’an’ı anlamak için tefsir edilen ve kendine has usûl ve üslûbu olan Risâle-i Nur Külliyatını, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin telif ve tespit ettiği asıl ve esasları muvacehesinde muhafaza ederek gelecek nesle, asrın en güzel imkânları ile teslimi şimdiki neslin vazifesidir.

Külliyatın Osmanlıca basılıp neşredildiği zamanlarda şimdiki gibi farklı nüshaların, imla sıkıntılarının, vs nin olduğunu sanmıyoruz. Zira Üstad da hayatta idi ve bütün çoğaltılan nüshalar O’nun tashihinden geçiyordu.

Osmanlı harflerinden Latin harflerine ilk çevrilen Âyetü’l-Kübra ve sonrası çevirmelerle sıkıntıların başladığını düşünüyoruz. Zaten yıkılan Osmanlı Devleti sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti de Latin harflerini kabul ve arkasından Türk Dilini yeniden tanzim ve kaidelere bağlama çalışmaları da henüz tamamlanmamış ve tartışmalar sürüyordu.

O yıllardan bu zamana neredeyse bir asır zaman geçmek üzere ama hâlâ Risâle-i Nur’dan beslenen bütün cemaatler, ellerindeki Külliyatın basım ve tanziminde nüsha birliği sağlayamaması endişe vericidir. Külliyat üzerinde hem akademik ve hem de diğer çalışmalardaki değişik baskılardan kaynaklanan nüsha farklılığı sıkıntıları ciddiyetten uzaklaştırmakta, ilgiyi kırmaktadır.

Bu konu zannedildiği kadar müşkül değildir. Aldığımız emaneti neslimize saffetini bozmadan devretme şuuru, arzusu, ilgilileri gayrete getirir. Külliyatta nüsha birliği sağlanması konusunda cemaatler, ferdî hareketten ziyade muhteva, şekil, sahife düzeni vs gibi mevzularda birlik sağlandıktan sonra her cemaat, kapakta kendi unvanını basarak neşredebilmeli. Ortak akıl ve meşveret ile kabul edilen Külliyatı her cemaat kendi imkânları ile tabedebilmeli.

Külliyata ilave edilmesi gereken, Üstadın tasvibinden geçen eserler eğer ki zamanı geldiyse bu çerçevede dâhil edilip takdim edilmeli. Sahifenin birinde Osmanlıca karşısında şimdiki harflerle basımı da tartışılıp karara bağlanabilir.

Birlikte hareket, herkese kuvvet ve düzen sağlar. Bütün cemaatlerimizin müşterek meşveretiyle tanzim edilen Külliyat, elbette en mükemmel tanzimli Külliyat olacaktır. Suiistimallerin önü alınacaktır. Asrın getirdiği teknik imkânların da kullanılarak en kullanılışlı ve nihayet mükemmel tanzimli ve nüsha birliği kararı alınan standart düzenlemenin ardından elektronik ortamda da yeniden düzenlenip yayınlanmalıdır.

İmla konusunda kullanılan ve yaygın olarak kabul edilen kaideler esas alınmalı. Osmanlıcadan Latin harflerine geçişte yaşanan sıkıntılar daha bilimsel çalışmalara yönlendirmeli. Konuya vakıf bilirkişilerden müteşekkil heyetler oluşturulup, gerekli çalışmaların yapılarak alınan karar istikametinde tanzim yapılmalı.

Bu işin muhatabı, Külliyatı basarak neşreden bütün cemaatlerden müteşekkil bir heyettir. Kendi meslek ve meşrebinin özelliğini sadakat adına koruyan ama genelde uhuvvet ve tesanütü bütünleştirici vasıfta olan, Külliyata hem vakıf ve hem de her alanda ehl-i ilim insanların o heyette istihdamı sağlanmalı.

Geçen her zaman hesap sorarken, gelecek zaman da sorgulayacaktır. Allâme ve müçtehitlerin vazifelerinin şerh, izah ve tanzim olduğunu ifade eden Üstadın elbette işaret ettiği manada bize düşen bir vazife var.

Önemine binaen tekrar edecek olursak; temel Külliyat noktasında birlik, imla noktasında birlik, sahife düzenine varıncaya kadar tanzim konusunda birlik, ilavelerde birlik, tanzimde birlik gibi konularda sağlanan beraberlik kesinlikle Üstadın muazzez ruhunu şad edecektir.

Dua ediyoruz, rica ediyoruz, ümitvarız, inşaallâh olacaktır ve şimdiden tebrik ediyoruz.

Mehmet Çetin

http://www.mehmetcetin.de

Saîd Halîm Paşa İle Bedîüzzamân’ı Anmak

Allah’ın takdirinin nasıl olduğu ancak kaza edildiğinde tezahür eder. Ancak bu tezahürdeki hikmeti bile anlamakta insanoğlu zorlanır çoğu kez. Sait Halim Paşa’nın şehit edilmesi bu hikmetlerden hissesiz değil elbette.

sait halim paşa yalısı1864 de Kahire’de dünyaya gelen ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan Said Halim Paşa, babası Mehmed Abdülhalim Paşa ile beraber 1870 de İstanbul’a yerleşti. İyi bir tahsil alarak 2.Abdülhamid tarafından sivil paşalık ile taltif edilip Şûrâ-yı Devlet azalığına getirildi. İlerleyen hayatında Jön Türklerle beraber olup, İttihad ve Terakki’nin en üst kademelerine kadar hizmetlerde bulundu. Hariciye Nazırlığı, vezirlik ve sadrazamlıkta bulundu. Sadaretteki en mühim olay, Edirne’nin Bulgarlardan geri alınması ve kendisinin izni alınmadan Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşına sokulması oldu. Talat Paşalar ile anlaşamayarak sadaretten ayrıldı. Ermeni Kırımı iddiasıyla mahkemelerde delil bulunamadı. Sürgün hayatında Roma’da 06.12.1921 de bir Ermeni tarafından şehid edildi. Allâh rahmet eylesin.

Çok okuyan, geniş kültür sahibi devlet adamı olan Said Halim Paşa kibar, alçak gönüllü, iyi ahlâklı, nazik ve dürüst bir kişi olarak tanınmıştır. İttihat ve Terakki’nin kuklası olmamış, cemiyet içindeki aşırılıkları frenleyen ve özellikle Enver Paşa ile Cemal Paşa’yı denge halinde tutan bir siyaset gütmüştür. Cemiyetin önde gelenlerinin saygısızlıklarına karşı Sultan Reşad’ın yanında yer almıştır. Siyasî şahsiyetiyle birlikte mütefekkir kişiliği de büyük önem taşıyan ve İslâmcılık akımının en önemli fikir önderlerinden biri olan Said Halim Paşa, Batı Medeniyetini ve sosyal hayatını yakından tanımasına rağmen kendi kültür ve medeniyetine bağlı münevver bir fikir adamı olarak kalmıştır.[1]

Osmanlının buhranlı yıllarındaki sıkıntılarına göğüs germeye çalışan Said Halim Paşa, batı medeniyetinden taklit edilmeden istifade edilmesini söylemiştir. Orada lazım olanları bedenimize, bünyemize uygun hali ile almak şeklindeki benzeri yorumları Bediüzzaman’da da görürüz. Meşrutiyet hareketleri karşısında Bediüzzaman Şeriata uygun hale getirilmiş meşrutiyet savunması ile paralellik arzeder.

Avrupa’da dine lâkaytlık olmakla beraber başta bulunan idarecileri ise dinlerine sahip çıkar. Bunlardan Wilson, Loyd George, Venizelos’un isimlerini sıralayan Bediüzzaman “Ben tokadımı… Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”[2] der. Bulundukları toplumun dinine sahip çıkanlardan Venizelos ile Said Halim Paşa’yı beraber kullanması dikkat çeker.

Eski Said’in Yeni Said’e inkılâbı hengamında İstanbul’da bulunduğu günlerde Said Halim Paşa da sıkıntılıdır. Devletin ve cemiyetin gidişatı bunaltmakta, çıkış yolu aramakta. Yakinen tanıdığı Molla Meşhur Said ünvanlı Bediüzzaman’ın Şarkta kurmak istediği üniversite ve alakalı konulardaki sıkıntısını gayet iyi biliyordu. Ecdadından kalan Yalı ve Koru’yu emin bir el olan Bediüzzaman’a hibe ederek kendisininde zihnindeki hizmetlere kullanılmalıydı. Bu düşüncelerini açar. Bediüzzaman’dan cevap yerine düşünmek için vakit istemesini duyar. Sabrının sonuna kadarını bekler. Nihayet bir tanıdığı ile neticeyi sorar. Bediüzzaman tekrar mühlet ister.

Mühlet isteyen Üstad sıkıntılar içerisindedir. Kosturma’da başlayan halet-i ruhiye iliklerine kadar sarsıyor, bir inkılabın içerisinde idi. Bu taraftan da Said Halim Paşa’nın yaptığı teklif ise hiç de yabana atılacak cinsden değildi. Uğrunda ömrünü verdiği idealinin tahakkuku için gerekli olan sermaye ve imkan işte iki dudağının arasındaki “evet”e kalmıştı. Bu tereddütleri, gitgelleri âdeta boncuk boncuk terletiyordu. Kararını vermeliydi. Davasında bulunduğu, bir ömür boyu kudsiyetini yadettiği ihlasa zarar gelebilme ihtimali var ve kuvvetli idi. Aynı endişe ile Sultan abdülhamid’in teklifi olan ihsan-ı şahaneyi de reddetmişti. Nihayet

Beni dünyaya çağırma, / Ona geldim fenâ gördüm.” diye başlayan levhalarla cevabını verdi.

Said Halim Paşa’yı Üstadım ile hatırlarken hayatımda belki bir defacık muhtemel fırsatlar konusunda dikkatli olmayı ders çıkarıyorum. Muvazene ve muhakemeyi dikkatli yapmalıyım. Dünya bütün tantanası ile masum tekliflerle bile yanıltmamalı. Hizmetinin selameti için dünyayı terkeden, kalbini bağlamayan Üstadımın, dünyalığın zirvesine çıkmış ehl-i iman ve ehl-i ilmin karşısında verdiği fiili cevap istikbale numune bir duruş olarak intikal etti. Ders alana ne mutlu.

Rabbim her ikisine rahmet eylesin.amin.

Mehmet ÇETİN

Kaynak: RisaleTalimHaber.com

Dipnotlar

——————————————————————————–

[1]İslam Ans. İsam, 35/558; Kara, İsmail Prof. Dr. Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, 1/75

[2]Nursi, Said, Eski Said Dönemi Eserleri/498