Etiket arşivi: mehmet emin karabacak

Fedakârlıklar Armut Pişirmiyorsa…

Bir tercih danışmanlığını daha geride bıraktık. Tercih danışmanlığı sürecinde yaşadıklarımız, anne-baba çocuk ilişkilerinde; “Taşıma su ile değirmen döndürülmeye” çalışıldığını gördük.

Anne babalar, ellerinden gelen bütün fedakârlıkları yapmışlar ve semeresini almak istiyorlar. Çocuklarda sorumluluk bilinci içinde bunun semerelerini vermeleri gerekirken bu konuda en küçük kaygıları da yok. Çünkü çocuklar;“Armut piş, ağzıma düş!” alışmışlar.

Anne babaların ifadesiyle; yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen bu çocuklar için okul adına da fedakârlıklar fazlasıyla yapıldı. Anne babalar,imkânlar ölçüsünde daha iyi okul ve daha iyi üniversite kazanmaları için çocuklarınıözel öğretim kurslarına gönderdiler. Durumu iyi olanlar ise özel okullara gönderdiler.Ancak TEOG ve LYSsonuçlarını ellerine aldıklarında durumun hiçte içi açıcı olmadığını gördüler. Başka bir ifadeyle değirmene su taşımaya devam edeceklerini gördüler.

Anne babalar sınav sonuçlarına göre en iyi tercih nasıl yaptırırım kaygısı içinde iken aynı kaygının çocuklarda olamadığın gördük. Sanki anne babası okuyacak. Evladım şu okul olur mu? Olmaz! Şu üniversite olur mu? Yok! Şu ildeki üniversiteye giden mi? Uzak! Bir yıl daha hazırlansan olur mu? Bir yıl daha bu stresi çekemem cevabını verirler. Yani anlayacağınız ne okul, ne üniversite, ne de meslek beğenirler. Burun kıvırmaları görünce sende zannedersin ki iyi bir puan çıkardılar. Nerde…

TEOG içinde durum aynı. Tercih yapmaya tek gelen anne babalara çocukların nerde olduğunu sorduğumuzda evde hocam diyorlar. Neden gelmediğini sorduğumuzda anne babalar çocuklar adına değişik mazeretler öne sürmektedirler. Çocukların her şeylerini düşünen anne babalar çocukların tercihlerini dahi çocuklara adına düşünmeleri garip değil mi dediğimizde; “Hocam o daha çocuk.”Evet onun bir çocuk olduğu gerçek. Peki bu çocuk ne zaman büyüyecek dediğimizde mantıklı bir cevapları da olmadığını gördük. Tercih için anne babasıyla gelen çocuklar yok mu var fakat gelenlerin birçoğu da anne babalarının yanında süs perisi gibi durmaktadırlar.

Nerde Hatalar Yaptık?

Biz görmedik onlar görsün, biz çektik onlar çekmesinler, okusunlar adam olsunlar diye daha doğmadan kullanacağı tüm eşyalarını aldık. Daha iyi beslensin diye özel mamalarla besledik. Daha rahat etsin diye konforlu beşik ve yataklara yatırdık. Yürümesini düşe kalka öğrenmek yerine örümceklerle öğrettik. Kendi yerse karnını doyuramaz diye kocaman olmalarına rağmen ellerimizle yedirdik. Dışarda oynarsa bir yerini incitir diye teknolojinin getirdiği oyuncakları önüne yığdık. Eğer anne olarak çalışıyorsak bakıcının en iyisi tuttuk. Kreşinde en iyisine verdik.Her şeylerin en iyisi çocuklar adına düşündük ve yaptık. Bunu da en iyi anne baba olduğumuzu ve çocuğumuzun iyiliğini düşünerek yaptık.

Çocukların okul çağı gelince en iyi okul en iyi öğretmen derdine düştük. Okula gidip gelirken yorulmasın diye servise verdik.Çocuğun ödevlerini derslerini biz düşündük. Gerekirse çocuk adına ödevlerini biz yaptık. Sabahları evin prens ve prensesini kaldırmak için ayağına en az dört beş kez gittik. Gerekirse kahvaltısı ayağına götürdük. Çantasını, beslenmesini, harçlığı okula gitmeden hazırladık. Eğer servisle gidip gelinmiyorsa okul çantasını da biz taşıdık.

Okusunlar büyük adam olsunlar diye yapılan bütün fedakârlıklar, çocukları hazırcılığa alıştırıp sorumluluk duygularını geliştirmeyeceğini unuttuk. Buna rağmen bugün okula giderken üst başını giyemeyen, yatağını, odasının toplayamayan, çantasını taşımaktan aciz olan çocuklardan sorumluluk duygusunu geliştirip büyük adam olması bekledik.

Yine kimse rahatsız etmesin ve daha rahat ders çalışsın diye çocuk odalarını özel donattık. Ellerine bizim dahi kullanamadığımız son teknolojik özelliklere sahip telefon alınıp verdik. Dahası telefonuna da bilmem kaç dakika, kaç bin mesaj ve interneti de her ay düzenli olarak yükledik.

Listeyi uzatıp gidebiliriz fakat buna ne benim yazmak için ne de sizin okumak için zamanınız vardır. Sonuçta bu çocukların sorumluluk sahibi olup adam olsunlar diye ödevlerini düşündük, derslerini düşündük,TEOG’unu düşündük, LYS’sinidüşündük. Düşünmekle kalmadık elimizden geleni de fazlasıyla yaptık. Yapmasına yaptık da çocukların sorumluluk duygusunu geliştirmek için en küçük bir çabamız da olmadı.

Bugün yatağını toplamasını öğretemediğimiz çocuktan sorumluluk adına TEOG sonuçlarına iyi bir okul kazanmasını bekliyoruz. Bugün markete ekmek almaya gönderemediğimiz çocuktan sorumluluk bilinci içinde LYS sonuçlarına göre iyi bir üniversite kazanmasını bekliyoruz.

Yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen çocuklar, üniversiteyi de okusalar aynı fedakârlığı anne babalarından beklemeye devam edeceklerdir. Anne babaları tarafından okumaları için fedakârlık yapılan çocuklar, okuyup adam olmak yerine sorumsuz oldular. Her hizmetleri ayaklarına götürülen bu çocuklar, kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız bir kişi olmaları beklenirken bağımlı birer kişi oldular.

Neler Yapılmalı?

Günümüz anne babaların çocukların her şeylerini düşünerek ve arkalarını toplayarak sorumluluk sahibi olacaklarını düşünmektedirler. Oysa sorumluluk ailede ve anne babadan öğrenilmektedir. Anne babanın öğretemediği sorumluluğu hiç kimse ne üstüne alıp öğretir ne de çocuk bunu öğrenir.  Onun için el bebek gül bebek büyütülerek ve arkaları toparlanarak büyütülen çocuklardan sorumluluk öğrenmeleri beklenilmemelidir.

  • Çocukları eğitirken ve yetiştirirken onlara ne kadar müdahale edilirse büyüdükleri zamanda kendi ayakları üzerinde durmakta o kadar zorluk çekeceklerdir.Büyüdüklerinde kendi kararlarını veremeyen, sorumluluk almaktan korkan, kendine güvenemeyen bağımlı bir kişilik geliştirmemeleri için yaşından küçükmüş gibi davranılıp el bebek gül bebek davranılmamalıdır.
  • Çocukların yaşına uygun sorumluluklar verilmelidir. Çocukların yapacaklarını, onlar adına ne düşünülmeli ne de yapmalıdır. Özellikle de ödevleri ve derslerini.Çocukların kendi ayakları üzerinde durup kendi kararlarını verebilmeleri içinde yaş ve seviyelerine uygun görevler, küçük yaştan itibaren verilerek benlik saygısı yükseltilmelidir. Çünkü sorumluluk aileden öğrenilir.Eğer bugün çocuk ders çalışmayı sevmiyor ve ders çalışmıyorsa sorumluluk bilinci gelişmediğindedir. Onun içinde çocuklara verilecek ilk sorumlulukta yatağını ve odasını toplama görevi olmalıdır.
  • Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir. Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır. Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.
  • Bağımsız kişilik konusunda çocuğa uygun model olunmalı.
  • Çocukların arkasını toplama yerine, kendisinin toplaması öğretilmeli.
  • Çocuklara yardım adı altında sorumluluk alanlarına girilmemeli.
  • Çocukların kendi kararlarını kendilerinin almaları teşvik edilmeli.
  • Çocukların bağımlı kişilik olmalarına sebep olacak, hal ve davranışları pekiştirilmemeli.
  • Çocukların okulla ilgili görev ve sorumluluklarına rehberlik dışında yardım edilmemeli.
  • Mehmet Emin Karabacak

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Çalışma Masasına Oturmayı Öğrenemeyen Çocuklar

Hocam ben Ayşegül. İnternetten sınav sonuçlarını ararken köşe yazarlığı yaptığınız gazetenin internet sayfasındaki köşenizde; ‘Öğrenmeyi Öğrenebilmek’ yazınızı gördüm ve okudum, tam benim sorunumu konu almışsınız.

Ben özel sebeplerden ve kendi isteğim dışında okulu lise 1.sınıftan terk etmiş bir bayanım. Bir süre sonra bunun böyle olmayacağını ve öğrenimime devam etmem gerektiğini anladım.

Açık öğretim lisesi 1.sınıfa kayıt yaptırdım. İlk sınavım çok bilinçsiz istekli, heyecanlı, hazırlıksız geçti. Çalışıyorum, pek vaktim olmuyor diyorum ama var. Program yapamıyorum, böyle giderse başarısız olunacak ve yine kocaman bir zaman kaybı… Başarısızlık!

Hiçbir şey için geç değil; benimde kaybedecek zamanım yok. Ben plansız biriyim, hayatı rastgele yaşamayı severim, maalesef böyle bir yaşam şekliyle başarıya gitmek zor.

Planlı olmak ve planlı çalışmak istiyorum; fakat başarıya giden yolda nasıl ilerleyeceğimi bilmiyorum. Bu konuda sizden yardım rica ediyorum.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim, cevabınızı bekliyorum hoşça kalın. Bu arada yazınızı çok beğendim okuyanlara çok faydalı olacağından eminim. Başarılarınızın devamını diliyorum.

***

Sevgili Ayşegül; bu sorun sadece sizin sorununuz değil, bu genelde bütün öğrencilerin sorunu. Çok zeki olup da liseyi bitirip ve üniversiteyi kazanamayan birçok öğrenciye rastlamaktayız. Maalesef bu hastalığa siz de yakalanmışsınız. Ama sizin diğerlerinden bir farkınız var. En azından siz, bunun farkındasınız ve bir şeyler yapma gayreti içindesiniz. Bunun için sizi kutlarım.

Size, öncelikle uygulanabilir bir plan yapmanızı öneririm. Plan yaparken televizyondaki programlara ve arkadaş çevrene göre yapmamanızı öneririm. Okulda ve sınavlarda başarılı olmanın birinci kuralı planlı ders çalışmaktır. Planlı ders çalışmak demek; neyi, nerede, ne zaman ve ne şekilde yapacağını bilmek demektir. Yani çalışacağı dersin, oynayacağı oyunun ve seyredeceği televizyonun zamanı bellidir. İyi bir ders çalışma planında hem etkili ders çalışmaya hem de kendine ayıracak zamana yer vardır.

Bütün öğrenciler gibi sizin hastalığınız da ders çalışmak için çalışma masasına oturamamanızdır. Bunun için yapacağınız ve öğreneceğiniz ilk şey çalışma masasına oturmasını öğrenmektir.

Yapmış olduğunuz program dâhilinde ders çalışmaya oturunuz. Fakat biraz sonra canınız sıkılacak ve kalkmak isteyeceksiniz. Bu aşamada daha önceleri yaptığınızı yapmayınız. Kalkmayın ve programınızdaki kırk dakika doluncaya kadar hiçbir şey yapmasanız dahi çalışma masasında oturunuz. Kesinlikle kalkma isteğinizi pekiştirmeyiniz. Çünkü kalkmanız için içinizden size her zaman bir mesaj gelecektir. Şunu unutmamak gerekir ki ders çalışmak; televizyon seyretmekten, internete girmekten arkadaşlarla zaman geçirmekten ve gezip dolaşmaktan daha sıkıcıdır.

Öncelikle bir çocuğun yürümeyi öğrenmeden önce emeklemeyi öğrendiği gibi ders çalışmaya başlamadan önce ders çalışma masasına oturmayı öğrenmeye çalışınız.

Siz ders çalışırken içinizden gelecek mesaj anlamıyorum olacaktır. Bu konuda da mesajın doğruluğuna ve yanlışlığına bakmadan, hemen kalkmak için kendi kendinize bahane üretmeyin. Önce yapacağınız işe siz saygı gösterin. Kalkmak için değil ders çalışmak için bahaneler üretin.

Yine ders çalışırken kafam doldu bahanesiyle, çalışma masasından kalkmaya çalışmayınız. Unutmayın zihin yorulmaz; sadece dikkat dağılır. Hala zihninizin yorulduğunu söylüyorsanız farklı bir derse çalışın.

Ders çalışırken sizin ders çalışmanızı engellemek için genelde istenmedik düşünce yoğunluğuna maruz kalırsınız. Bu durumda hemen anlamıyorum diye masadan kalkmaya çalışmayın. Masadan kalkarsanız kalkma davranışını pekiştirmiş ve ders çalışma isteğinizi olumsuz etkilemiş olursunuz. Bu durumda iki seçeneğiniz var. Birincisi tatlı hayallerimi dinlenme aralarında kuracağım diyerek, bunu dinlenme aralarına ertelemeniz gerekir. Eğer bunu yapamıyorsanız ikinci şık olarak, dersi bırakın beş dakika kendinize süre verin ve hayalinizi düşünüp tamamlayınız.

Sonuç olarak ders çalışma isteğinizin önündeki engelleri, bir kâğıda yazarak mantıklı ve gerçekçi çözümler doğrultusunda ortadan kaldırınız. Hedefinizi ve hedefinize ulaşamadığınız zamanki durumu ifade eden bir kelime veya cümleyi çalışma masanızın karşısına asınız. Olmak istediğiniz kişi ile olduğunuz kişi arasındaki farkı anlamaya çalışınız. Unutmayın ders çalışmak kadar ders çalışmayı da öğrenmek gerekir.

Mehmet Emin Karabacak

Bilinçaltı Sabah Namazına Kaldırır mı?

Bilinçaltı bilinmeyen bir denklem gibi beynimizin karanlık bir köşesini oluşturmaz. Tam aksine insanın sahip olduğu enerji kaynağı deposudur. Bilinçaltı, enerjisini kendine söylenen ve beklenen şekilde üretir. Kişi olumlu duygular içinde kendisini enerjik hissederken olumsuz duygularda da bitmişlik ve tükenmişlik hisseder.

Kişi “Kendime güveniyorum.” derse bilinçaltı başarı için gerekli enerjiyi üretir. Yoksa kişi “Yapamam, beceremem!” derse bilinçaltı başarı için gerekli enerjiyi üretmeyecek ve kişiyi başarısızlığa yol açan tükenmişlik haline sokacaktır.

Bilinçaltının asıl görevi kişinin yaşamını mutluğu olarak devam ettirmesi sağlamaktır. Kişi, hayatını ne kadar pozitif yaşarsa bilinçaltına gidecek mesajlarda pozitif olacak ve hayatı yaşamaya değer bulacaktır. Yine kişi, hayatını ne kadar negatif yaşarsa bilinçaltına da o kadar olumsuz ve negatif mesajlar gidecektir. Negatif mesajdan dolayı kişi, hayatı zindan gibi algılayacak ve bütün olumsuzluklar kendilerini bulduğunu ifade edeceklerdir.

“Kendimi çok kötü hissediyorum.” diye bir düşünceyi aklımıza getirdiğimiz zaman bilinçaltı bunu doğru olarak kabul edecek ve beyin aracılığıyla vücudun organlarına bu şekilde mesaj gönderecektir. Bu mesajdan sonra başımız ağrıyamaya boynumuz öne eğilmeye, omuzlarımız düşmeye, yerine göre midemiz bulanmaya başlayacaktır. Bunu yerine bilinçaltına “Kendimi harika hissediyorum.” dediğimizde bu sefer tam tersi olacaktır.

Nick güçlü, sağlıklı bir işçi, manevra sahasında çalışıyor. Arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var ki, kötümser biri, her şeyin kötüsünü bekliyor ve başına kötü şeyler geleceğinden korkuyor. Bir yaz günü, tren isçileri, ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat önceden serbest bırakılıyorlar. Tamir için gelmiş olan ve manevra alanında bulunan bir soğutucu vagonun içine giren Nick, yanlışlıkla içerden kapıyı kapatıyor, kendini soğutucu vagona kilitliyor.

Diğer işçiler Nick’in kendilerinden önce çıktığını düşünerek çalışma alanından ayrılıyorlar. Nick kapıyı tekmeliyor, bağırıyor ama kimse duymuyor, duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldiği bir ortamda olduğu için pek kulak vermiyorlar.

Nick burada donarak öleceğinden korkmaya başlıyor. Eğer buradan çıkmazsam, burada kaskatı donacağım diye düşünmeye başlıyor.

İçerde yarısı yırtılmış bir karton kutunun içine giriyor. Titremeye başlıyor. Eline geçirdiği bir kâğıda karısına ve ailesine son düşündüklerini yazıyor:

“Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı. Bir uyuyabilsem! Bunlar benim son sözlerim olabilir.”

Ertesi gün soğutucu vagonun kapısını açan işiler, Nick’in donmuş bedenini buluyorlar. Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü gösteriyor.

Fakat bu olayı olağanüstü yapan, soğutucu vagonun soğutma motorunun bozuk ve çalışmıyor olması. Vagonun içindeki ısı 18 derece ve vagonda bol hava var. Nick’in donarak ölmesini gerektirecek bir durum söz konusu değil. Nick’in korkusu, kendini gerçekleştiren kehanet oluyor.

Bilinç geçmiş ve gelecekle ilgilenirken bilinçaltı daha çok “Şuanda” ile ilgilenir ve anı yaşamaya çalışır. Bilinçaltı ise bir taraftan gelecekle ilgili hayal kurarken, diğer taraftan da geçmişte yaşananları yeri ve zamanı geldiği zamanda bilince gönderir. Ancak bu konuda ısrar etmez. Fakat bilince çıkarıncaya kadar da mesaj vermeye devam eder.

Mesela kişi gece uyumadan önce, bilinçaltına sabah namazına kalkacağım diye mesaj gönderirse; bilinçaltı o kişiyi, sabah namazı vaktinde uyandıracaktır.  Yani bilinçaltı,  yeri ve zamanı geldiği zaman uyarılarını bilince verir. Ancak bu konuda ısrar etmez. Sabah namazına kalkıp kalmaması kişiye kalır. Yine bilinçaltında namaz olan kişi, namaz vakitleri girdiği zaman bilinçaltı bilince mesajlarını iletecektir. Az sonra kılarım dediği zaman az sonra tekrar hatırlatacaktır. Ancak namaz kılmayacağım diye bilinçten bilinçaltına bir mesaj geldiği zaman bilinçaltı başka uyarı yapmayacaktır. Kişinin hayatında namazın olup olmaması, bilinçaltında namaz olup olmamasına bağlıdır.

 Bilinç, bilinçaltında gelen olumlu mesajları dikkate almadığı zamanda kişi kendisinin de adını koyamadığı bazı iç sıkıntılar yaşar. Ebû Osman Hîrî Hazretlerine; “İnsanların içine bazen nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker?” diye sorulunca: “Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz.” der.

Mehmet Emin Karabacak

Doyurmalık Babalar

Günümüzde bütün kavramların içeriği değiştiği gibi anne ve baba kavramlarının da içreği de değişti.

Eskiden anne deyince sevgi, şefkat ve fedakârlık akla gelirken günümüzde bunların içi boşaltılmış çocukların sadece temel ve okul ihtiyaçlarını karşılamak anlamında “Analık” yapılmaktadır.

Babalar yoğun iş temposundan dolayı çocukların temel ve okul ihtiyaçlarını karşılama da annelerin üzerine kalmaktadır. Buna bir de annelerin çalışma hayatına katılmaları, annenlerin bu konuda ne kadar yalnız kaldıklarını göstermektedir.

Daha düne kadar babalar işe, çocukları okula bırakıp giderken bugün bu işler servisle de olsa takibi annelere kalmaktadır. Annelerde çalışma hayatı, ev işi, çocuklar derken onlara da bu yük ağır gelmeye başladı. Ve tek başlarına kaldıramamaktadırlar.

Aile ekonomisi ve çocuklarının geleceği için iş hayatına atılan anneler ise; iş hayatı, ev işleri, çocuklar derken anneleri de ister istemez “Analığa” zorlamaktadır. Burada özellikle de babaların çocuk eğitiminde olmaması annelerin işlerini iyice zorlaştırmaktadır.

Eskiden baba deyince de güven, otoriter, duygularını ve sevgisini kolay kolay dışa vurmayan biri olarak çağrışım yaparken günümüzde ise çocuklarıyla beraber olmak isteyen fakat iş yoğunluğundan(!) dolayı çocuklarıyla beraber ol(a)mayan ve otoritesini yitirmiş baba profili karşımıza çıkmaktadır.

Eskiden iyide olsa kötü de olsa çocuklar, iletişim kurma adına babalarının yüzün görebilmekte ve onları model alabilmekteydiler. Babalarının problemlere yaklaşımı, problemleri çözümü, insanlarla ilişkilerini gözlemleyebiliyorlardı. Oysa günümüzde birçok çocuk, kibrit kutusu gibi evlerde adam akıllı olarak babalarının yüzü görememektedirler.

Çocuk eğitiminde babanın rolünü de üstlenen ve bu konuda yalnız kalan anneler, ister istemez çocuklarla bazı sıkıntılar yaşamaktadırlar. Kuralları koymak, konan kuralları takip etmek,  çocukların problemleriyle uğraşmak anneyi fazlasıyla yormaktadır.

Çocuklar evde sürekli anne ile iç içe olunca annenin davranışlarını modellemeye başlayacaktır. Toplum içinde erkek çocuklar için bu, da bazı sıkıntıları beraberinde getirecektir.

Günümüzde ihtiyaçların çoğalması babaları daha çok çalışmaya zorlamakta olduğu bir gerçektir. Fakat çocuklarında babaya ihtiyaçları olduğu bir o kadar daha gerçektir. Çünkü çocukların kişilik ve kimlik gelişiminde anne kadar babaya da ihtiyaç vardı.

Çocukların kişilik gelişimde babanın etkisi çok büyüktür. Çocuklar özellikle erkek çocukları; güven, cesaret, aidiyet, cinsel kimlik gelişim gibi birçok değerleri babalardan öğrenmektedirler. Babayla yeterli zaman geçiren çocuklar, daha sağlıklı bir kişilik geliştirecektir.

Erkek çocuklar, babaların davranışlarını gözlemleyerek ve taklit ederek öğrenmeye çalışırlar.  Babanın evdeki kuralları ve uygulayışı, problemlere yaklaşımı ve çözümü,  eş ve çocuklarına yaklaşımı kişilik gelişimi için önemlidir. Çocukluk yıllarında babalarıyla yeterli özdeşim kuramayan çocuklar, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde de olumsuz etkilenmektedir.

Bunun yanında erkek çocuklar için babanın en önemli rollerinden biri de cinsel kimliğini ve rollerinin gelişimi üzerindeki etkisidir. Erkek çocukların cinsiyet rollerine ait özellikleri babanın çocuğa uygun ve sağlıklı model birer model olmasıyla gelişebilmektedir. Babanın çocuğuyla kurduğu yakın ve sıcak iletişim, çocuğun özdeşim kurmasını kolaylaştırmakta ve çocuğun kendi cinsiyet rolünü geliştirmesine yardımcı olmaktadır. Erkek çocuklar cinsel gelişimi tamamlamak için uygun model bulamadıkları zaman cinsel kimlik gelişimleri olumsuz etkilenebilmektedir.

Kız çocukları da hayatlarında tanıdıklar ilk erkek, babaları olacağı için kız çocuklarında kişiliğini gelişmesinde baba önemli bir yere sahiptir. Çünkü babalarıyla sağlıklı iletişim kurabilen kız çocukları, güven geliştirme konusun da daha şanslıdırlar.  Bu da çocuklara iletişim kurma ve problemleri çözme gibi becerilerinin kazanmasının yanı sıra evlilik hayatında da faydası olacaktır.

Yine kız çocukları; babaların kişiliğinde karşı cinsi tanıma ve anlamada, kendine güven geliştirebilmesinde önemli bir figür olmaktadır. Kız çocukları babayla iletişimiyle erkekleri daha iyi tanıma adına farkındalığı sağlayacaktır.

M.Emin Karabacak – cocukaile.net

Evlerin Efendisi Çocuklar mı?

Ömer bin Hattab (r.a) şöyle dedi: “Cebrail (a.s), Nebi (s.a.v)’e kıyametin ne zaman kopacağını sorduğunda Nebi (s.a.v) ona şöyle cevap vermişti: ‘Bu konuda sorulan, sorandan daha bilgili değildir!’

Cebrail (a.s): ‘Bana kıyametin alametlerini söyle’ dedi.

Nebi (s.a.v.): ‘Cariyenin efendisini doğurması, çıplak, fakir koyun çobanlarının yüksek bina yapmada birbirleriyle yarışmalarını görmendir!’ buyurdu.” (Müslim, 8)

Hadiste geçen özellikle “Cariyenin efendisini doğurması” ibaresini düşündüğümüz zaman, Peygamber Efendimiz (s.a.v) sanki asırlar öncesi, günümüz annelerinin düşecekleri durumu tarife etmektedir.  Günümüz annelerin durumlarına şöyle bir baktığımız zaman, çocuk yetiştirirken çektikleri sıkıntılar ve karşılığında gördükleri muameleler ortadır.

Anne babalar, çocukları için gecesini gündüzüne katıp bütün enerjilerini harcarlarken aynı güzellikler, çocuklar tarafından anne babalarına gösterilmemektedir.

Cenab-ı Hakk:“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «Öf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra,23)  buyurduğu “Öf” bile denmeyecek anne babalara çocuklar, arkadaşlarına hitap eder gibi hitap ettikleri, cariye gibi davrandıkları bir çağda yaşamaktayız.

Günümüz anne babaların birçoğu yokluk ve sıkıntı içinde büyüdükleri için, aynı sıkıntıları çocuklarının da yaşamalarını istememektedirler. Bu, düşünce olarak güzel fakat uygulamada birçok sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Bunun sonucunda yok yoktan anlamayan ve yokluk bilmeyen bir nesil ortaya çıkmaktadır.

Yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen çocuklar, büyüdükleri zamanda aynı fedakârlığı anne babalarından beklemeye devam edeceklerdir. Anne babaları tarafından okumaları için fedakârlık yapılan çocuklar, adam olmak yerine sorumsuz oldular. Her hizmetleri ayaklarına götürülen bu çocuklar, kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız bir kişi olmaları beklenirken bağımlı birer kişi oldular. İhtiyaçları zamanında karşılanmadığı zamanda anne babalarına cariye ve köle gibi muamele etmektedirler.

Biz görmedik onlar görsün, biz çektik onlar çekmesinler, okusunlar adam olsunlar diye daha doğmadan kullanacağı tüm eşyaları alınır. Daha iyi beslensin diye özel mamalarla beslenir. Daha rahat etsin diye konforlu beşik ve yataklara yatırılır.  Yürümesini düşe kalka öğrenmek yerine örümceklerle öğretilir. Kendi yerse karnını doyuramaz diye kocaman olmasına rağmen anne babası tarafında yedirilir. Dışarda oynarsa bir yerini incitir diye teknolojinin getirdiği oyuncaklar önüne yığılır. Her şeylerin en iyisi çocuklar adına düşünülüp yapılmaya çalışılır. Eğer anne çalışıyorsa bakıcının en iyisi tutulur. Kreşinde en iyisine verilir.

Çocukların okul çağı gelince en iyi okul en iyi öğretmen derdine düşünülür. Okula gidip gelirken yorulmasın diye servise verilir. Sabahları evin prens ve prensesini kaldırmak için ayağına en az dört beş kez gidilir. Gerekirse kahvaltısı ayağına götürülür. Çantası, beslenmesi, harçlığı okula gitmeden hazırlanır. Eğer servisle gidip gelinmiyorsa okul çantası anne babası tarafından taşınır. Okusunlar büyük adam olsunlar diye yapılan bütün fedakârlıklar, çocukları hazırcılığa alıştırdığında sorumluluk duygularını geliştirmeyecektir. Bugün okula giderken üst başını giyemeyen, yatağını, odasının toplayamayan, çantasını taşımaktan aciz olan çocuklardan sorumluluk duygusunu geliştirip büyük adam olması beklenilmemelidir.

Yine kimse rahatsız etmesin ve daha rahat ders çalışsın diye çocuk odaları özel donatılır. Ellerine anne babalarının dahi kullanamadığı son teknolojik özelliklere sahip telefon alınıp verilir. Dahası telefonuna da bilmem kaç dakika, kaç bin SMS ve interneti de her ay düzenli olarak yüklenir.

Ders çalışması için oda verilen bu çocuklar, odalarında ders çalışmak bir yana internet ve sanal alemde gezinmekten depresyona girmektedirler. Bunun sonucunda da çocuklar ne odalarından ne de sanal alemden çıkabilmektedirler. En küçük uyarılarda da psikolojileri bozulmaktadır. Aman psikolojileri bozulmasın odasında rahat ders çalışsın denilen çocuklar, odalarını haremlik selamlığa dönüştürdüklerinde odalarına da izin alınarak girilmektedir. Bu çocuklar, bırakın odalarını toplamayı okuldan geldikleri zaman odası toplanmadığı zaman evin hizmetçisine hesap sorar gibi annelerine hesap sormaktadırlar.   Adam olup sorumluluk sahibi olsun diye her şeylerini zamanında yapılıp tosun gibi yetiştirilen bu çocuklar, en küçük sıkıntılarda ister istemez toslayacak ilk kişilerde ister istemez anne babaları olacaktır.

Günümüz erkek çocukları kocaman oldukları halde anneleri yokken ocağa bir çay koyup kahvaltı usulü de olsa bir şeyler hazırlayamamaktadırlar. Kızların birçoğu bırakın yemek yapmasını doğru dürüst çay yapmasını bilmemektedirler. Okumaları için mutfaktan uzak tutulan bu çocuklara bir iş buyurduğun zamanda kıyameti koparmaktadırlar. Bugün birçok anne baba, çocuğuna bırakın marketten ekmek aldırmayı bir bardak su dahi isteyememektedir.

Baba oğlundan su ister; büyük oğlu yorgunum der, ortanca oğlu dersim var der, en küçük oğlu: “Kalk baba kalk! Bunlardan sana hayır yok kendin iç bir bardakta bana getir.” der.

Evet bugünün anne babalarının bütün dünyaları çocukları. Varsa yoksa onlar. Anne babalar, aman onlar üzülmesinler, sıkıntı çekmesinler, rahat etsinler, okuyup adam olsunlar diye yerli yersiz istekleri ikiletmeden alınır. İsteklerine hayır denmeyen bu çocuklar, zamanla kendilerinin efendi zannedip anne babalarına emirler yağdıracaklardır. İstedikleri olmadığı zamanda efendilikleri fazlasıyla yapacaklardır.

Görev yaptığım okulun birinde bir öğrenciden sürekli şikâyet gelmesi üzerine çocukla bir görüşme yaptım. Çocuğun öğretmeni, ailesi ve çocukla yaptığım görüşmede şu sonuçlara ulaştım. Çocuk çok zeki olmasına rağmen, şımartılarak büyütüldüğü için herkese illallah ettirmiştir.  Çocuğun babasıyla yaptığım görüşmede babanın söylediği şu cümle her şeyi anlatmaya yetiyordu: “Hocam, ben bu çocuk istedi diye gece ikide çarşıdan tavuk alıp getirdim.” (M. Emin Karabacak, Bayramlık İstemeyen Çocuklar, Tebeşir Yay. 4.Baskı, Konya,2016)

Anne babaların çocuklarına hizmet etmeleri ilkokul, ortaokul, lisede olduğu gibi üniversite öğrenim sırasında da devam etmektedir.  Hatta çocuklarını evlendirdiklerinde birazcık da olsa rahatlarına bakacağı zamanda yine çocukları tarafından torunlarına baktırılmaktadır. Böylece annenin hizmetkârlığı çocukların efendilikleri torunlarına bakıcılığıyla da devam etmektedir.

İşte günümüz anne baba çocuk ilişkisi bu şekilde sürüp gitmektedir. Anne babanın gecesini gündüzünü katıp hizmet ettiği çocuklar, bütün bu hizmetlere karşı anne babasını baş tacı yapması beklenirken cariye muamelesi yapmaktadırlar.

Okullarda verdiğim seminer sonrası mümkün mertebe velilerin sorularını da cevaplamaya çalışırım. Malum seminer konularımız çocuk eğitimi olunca sorular da genelde çocukların söz dinlememeleri olur. Hocam; “Ben böyle yaramaz, böyle sorumsuz, böyle gailesiz çocuk görmedim…” sorularıyla sık sık karşılaşmaktayız. Hatta birçok öğrenci velisi üniversite okuyan çocuklarından da bu ve buna benzeyen konulardan şikâyetçilerdir.

Çocuklarından bu şekilde yakınan velilere kimse özel olarak üzerine almamak şartıyla şu geribildirimi veriyorum: “Bu çocuklar uzaydan gelmedi. Avrupa’dan Amerika’dan ya da Afrika’dan da bize eğitilmesi için gönderilmedi. Yuva’dan ya da konu komşumuzdan da emaneten almadığımıza göre o zaman çocuklarda değil de eğitimcilerinde ya da eğitimlerinde bir problem vardır diyorum.

Evet, günümüzde ders çalışmayan, laftan anlamayan, sorumsuz, vurdum duymaz çocuklar çok. Bu çocukların çok olmasına çokta, bu çocuklar yerden mantar biter gibi birden ortaya da çıkmamışlardır. Sonuçta bu çocuklarında bir anne babaları var ve bu çocuklar onların ürünüdürler.

Çocuklar; anne karnından hiçbir şey bilmeden doğduklarına göre duygu, düşünce ve davranışlarının şekillenmesinde anne babasının katkısı çok büyüktür. Cenab-ı Hakk bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl,78)

Sonuç olarak; çocuk eğitiminde Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket edip, en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan anne babalar, bu dünya da olduğu kadar öbür dünya içinde sorumluluklarını yerine getirmiş olacaklardır.  Hayırlı evlat yetiştirme adına üzerine düşen görevi fazlasıyla yapan anne babaların çocukları hayırsız çıksa dahi emeklerinin karşılığı olarak Rabbim mükâfatını verecektir. Bu çocuklar annelerine cariyeye davranır gibi davransalar dahi sabrettikleri takdirde onların günahlarının dökülmesine ve ahiretteki derecelerinin artmasını sağlayacaktır Allah’u alem.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net