Etiket arşivi: mehmet görmez

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den Gündemle İlgili Önemli Mesajlar

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bir televizyon kanalında gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.

Gazeteci Ahmed Arpat’ın sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Fransa’nın Paris kentinde yaşanan olaylara, İslam dünyasında yaşanan gelişmelere, son yıllardan yükselen İslamofobik eylemlere dair görüşlerini açıkladı.  

Başkan Görmez,  insanlığın, dünyayı bir bütün olarak değerlendirerek, acılara, ızdıraplara, katliamlara, vahşetlere karşı birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde yaklaşması gerektiğini söyledi. Bütün insanların, birlikte yaşama ahlakının kriterlerini belirlemesi gerektiğine işaret eden Başkan Görmez, “Bizim bugün bütün dünyada, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, gayr-i Müslim, hangi inanca mensup olursa olsun, yeryüzünde barışı arzu eden bütün insanların, bir araya gelerek, birlikte yaşama ahlakı nasıl olmalıdır, bunun kriterlerini nasıl koyalım, bunun hukukunu yeniden nasıl inşa edelim, bunu konuşmamız gerekiyor.” diye konuştu.

Başkan Görmez’in verdiği mesajlardan öne çıkan başlıklar…

“Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan hadiseleri büyük bir ızdırapla izliyoruz…”

“Din hizmetini yürüten ve bütün dünyada bilinen bir kurumun başkanı olarak, bir mümin ve Müslüman olarak, bir insan olarak, son yıllarda, gerek coğrafyamızda, gerek bunun yansıması olarak başka dünyalarda meydana gelen hadiseleri, büyük bir ızdırapla izliyorum. Üstelik aynı gün, belki hiç konuşmadık, hiç kimse konuşmadı ve konuşmayacak ama, aynı gün Irak’ta bir fabrikadaki patlamada otuz beş kişi hayatını kaybetti. Nijerya’da dört yüz kişi, Yemen’de yirmi altı kişi öldü aynı gün. Yani sadece Fransa’da, bir dergide 12 kişi ölmedi. Bu coğrafyada, coğrafya acı çekiyor.

“Olaylarda dini simgelerin kullanılması, İslam dinini ve Müslümanları mağdur haline getiriyor…”

Izdırabımızı artıran, bunların bir kısmının dini simgelerle süslenmesi, Hz. Peygamberi savunma adına, intikam alma adına yapılması çok daha üzücü. Neden? Çünkü dini simgelerin bu tür olaylarda kullanılıyor olmasının, bizi endişelere sevk eden bir boyutu var. Bu, İslam dinini bütün bu olayların mağduru haline getiriyor. Avrupa’da yaşayan 30 milyon Müslümanın güvenliği tehlikeye giriyor. Birlikte yaşama kültürü yok oluyor. İnsanların birbirlerine komşu olması, komşuların birbirinin yüzüne bakması zorlaşıyor.

“Yeryüzünde zulmü, haksızlığı, ilahî rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı harekete geçirerek ortadan kaldırabiliriz…”

Yeryüzünden zulmü, haksızlığı nasıl ortadan kaldırırız? İlahi rahmete sığınarak, Yaratıcının insanlığın kalbine verdiği vicdanı, şefkat ve merhameti harekete geçirerek, Yaratıcının insana kazandırmak istediği onuru dile getirerek bunu düzeltebiliriz. Ama eylemleri gerçekleştirenler, bu imkanı elimizden alıyor. En azından bilmeyen insanların elinden bunu alıyor ve böylece dine müracaat ederek bunları düzeltme imkânımızı da ortadan kaldırıyor.

“Biz yeryüzünü ifsat etmeye değil; imar etmeye, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik…”

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Biz sizi topraktan yarattık ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedik” buyuruyor. Biz yeryüzünü ifsat etmeye gelmedik. Biz yeryüzünü imar etmeye geldik. Biz yeryüzünde, barışı, adaleti egemen kılmaya geldik. Ama bütün bu hadiseler, yeryüzünü ifsat eden hareketler din adına yapıldığı için, elbette, hem inanan bir insan olarak, Müslümanların mesuliyetini yüklenen bir kurumunda çalışan insan olarak, gerçekten, büyük bir teessürle, büyük bir üzüntüyle, ızdırapla izlediğimi ifade etmek isterim.”

“Dini simgelerin insanları katledenlerin dilinde bir slogana dönüşmesini kabul etmek mümkün değildir…”

İslam’ın kabul etmediği, Kur’an’ın her kelimesinin reddettiği, Hz. Peygamberin hayatı boyunca mücadele ettiği bir kötülüğü yaparken, masum insanları katlederken yahut mabedin içerisinde canlı bomba olarak kendisini patlatırken dahi, Allah’ın, Peygamberin adını kullanmak, tekbirler getirmek son zamanlarda çok yaygınlaştı. Bu aslında modern zamanlarda ortaya çıkan, nevzuhur bir şey. Tekbir mesela. Tekbir, bir Müslüman için o kadar önemli bir ifadeki, Müslümanların dünyaya gelen her çocuğun kulağına fısıldadığımız ilk kelimedir. Çünkü çocuğun kulağına ezan okuruz. Günde beş defa, insanları Allah’a bu kelimelerle davet ederiz. Biz insanları ahirete yolcu ederken, tekbir getiririz. Bayram namazları, tekbirlerle süslüdür. Itrî’nin bestelediği tekbir, insanları katleden insanların dilinde bir slogana dönüştüğü zaman, gerçekten bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Fransa’da 12 kişinin öldürüldüğü gün, yüzlerce insan bombalarla katledildi”

Son yüzyılda, Dünyamızın pek çok yerinde, büyük yaralar açıldı ve o yaralardan kan akmaya devam ediyor. Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, kan durmuş olsa bile, yüreklerde, zihinlerde, kalplerde o acılar devam ediyor. Afrika’da, Ortadoğu’da,  Filistin’de, Şam’da, Bağdat’ta yaralar açıldı. Dünyayı bir insanın bedenine benzetecek olursak, bu bedenin farklı yerlerinden, yaralar açıldı ve kan akıyor. Üzülerek belirteyim, dünyanın bazı bölgelerinde insanlar, umursamaz bir tavırla, “Bana ne!” dedi. Bu hadisenin yaşandığı gün, dünyada olup bitenleri toplayıp masaya koyduğunuz zaman, bu tablo ortaya çıkıyor zaten. Coğrafyaların, toplumların birbirine empati yapmadığı ortaya çıkıyor. Aynı gün, yüzlerce insan bombalarla katlediliyor, ölüyor, öldürülüyor; ama bütün dünya iki gündür Paris’teki cinayetleri işliyor. Elbette, bu tür hadiseleri kınarken, ama ve fakat kelimelerini kullanmamak lazım. Ama ve fakat kelimelerini kullanmadan, herhangi bir insanın böyle bir yere girip insanları katletmesinin herhangi bir dinde izahı yoktur. Allah hiç kimseye böyle bir yetki vermemiştir. Hiç kimse yaratıcı adına, Peygamber adına böyle bir şey yapamaz. Bunu yapanlar, aslında İslam dinine saldırmıştır. Çünkü zihinlerde, kalplerde İslam’a olan sempatiyi yok ediyor. Müslümanların hayatını zorlaştırıyor. Peygamber adına intikam aldıklarını düşünenler bilsinler ki, en büyük haksızlığı, en büyük hakareti Peygambere yapmışlardır.

“İslamofobi endüstrisinin sahiplerince, İslam korkusu sürekli üretiliyor…”

“Kim yaptı” diye kimse aramasın. Çünkü İslamofobi endüstrisi tarafından bir korku üretiliyor ve pazarlanıyor dünyamızda. Bu endüstrinin sahipleri, böyle bir eylem yapıldığı zaman, elbette o korkuyu artırmak için İslam’ı adres olarak gösterecekler. Güpegündüz, Paris’in göbeğinde, filmlerle bile çekilmesi zor olan bir sahneyi, bütün dünyaya yaşatarak tekbir getirtecekler, yahut Peygamberin intikamını aldığını söyletecekler, sonra da Müslüman beldelerden geldiklerini gösterecekler. Bilhassa, sadece Fransa için, Batı dünyasında, üzerinde durulması önemli bir konu olduğu için söylüyorum. Sömürgelerinden Batı’ya göçen gençler, kadim acılarıyla beraber döndüler. Buralarda yüksek bir eğitimle, eşit insan haklarıyla, toplumsal ve kültürel hayata da eşit katılımla karşı karşıya kalmadılar. Dolayısıyla pek çok yerde meydana gelen hadiselerin temel sebeplerden birisinin bu olduğunu unutmamak lazım.

“Din, doğru anlaşıldığı ve Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir…”

Din, doğru anlaşıldığı zaman Yaratıcının gayesine uygun olarak insanlar tarafından anlaşılıp tatbik edildiği zaman, su ve hava kadar tabiidir. Ama yanlış anlaşılırsa, insanlar onu istismar ederse ki tarih boyunca nice insanlar, hegemonyalarını insanlar üzerinde kurmak, ticaretlerini geliştirmek için dini metinleri kullandılar; Peygamber adına sözler uydurdular; Allah’ın ayetlerin tahrif ettiler. Dolayısıyla bu sadece oradaki iki kardeşin, bu katliamı meydana getirirken başvurduğu bir yöntem değil. Bugün üzülerek belirteyim, bütün dünyada, İslam dünyasında, başka dünyalarda, son üç ilahi dinin mensupları arasında, karşılaştığımız en acı tablolardan bir tanesidir.

“Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor”

Dolayısıyla dini istismar ederek, din ile yanlış ilişki kurarak, dini yanlış yorumlayarak, dini tahrif ederek, kutsal kavramların içini boşaltarak, dinimizin temel kavramları rehin alınıyor. Dinimizin temel kavramları adeta bizlerden çalınıyor, tekbir bizden çalınıyor. Vatanımızı, varlığımızı, özgürlüğümüzü, dinimizi, mukaddesâtımızı savunmak için tasvip edilen şahadet kavramı bizden çalınıyor. Medine müdafaasında, Bedir’de can verenlerin mertebesi, Çanakkale savaşında vatan savunması, iman savunması yaparken, can verenlerin mertebesi, bizden çalınıyor. Ne oluyor? Katliam yapanların, katledenlerin, katillerin bir argümanı, meşrulaştırıcı bir davranışına dönüşüyor. İslam dininde bunu kabul etmek mümkün değildir.

“Avrupa’daki beş bin camide,  Cuma hutbelerinde sağduyu çağrısı yapıldı…”

Avrupa’daki beş bine yakın camide Cuma günü bütün insanlara sağduyu çağrısı yaptık. Avrupa’da okunan bütün hutbelerde, ilk cümle şöyleydi: “Dün yaşanan hadiseden başta Fransa halkı olmak üzere bütün insanlık ailesinin acılarını paylaşıyoruz.” Basın toplantısında yaptığım açıklama, aynı zamanda 5 bin camide okundu. Ülkemizde Cuma hutbesinde, tekbirin ne manaya geldiğini, ezanın ne ifade ettiğini, Allah-u Ekber’in bir mümin için ne yüce bir ifade olduğunu, Müslüman toplumların, kendi özgürlüklerini ifade etmek için, semaya doğru şahadetlerini ifade edildiği tekbir olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tepkilerde ölçü ne olmalı?

İslam’ın değerlerine tahkir, aşağılama ve benzeri yaklaşımlar Hollanda’da, Danimarka’da, başka ülkelerde tekrarlandı. İslam dünyasından bir kısmı olumsuz olmak üzere tepkiler verildi. O zaman hemen, Batı dünyasında insanların bunu dikkate alarak, “İslam’a veya İslam Peygamberine bir dil uzattığımızda, aşağıladığımızda, demek ki bu Müslümanları rencide ediyor. Biz o halde bundan uzak duralım” demeliydiler. Ama buna rağmen, buna karşılık yapılacak şey asla, karikatür krizlerine verdiğimiz tepki gibi olmamalı, asla bu mizah dergisinin de meydana gelen katliam gibi olmamalı. Nasıl olmalı? Peygamberi bir hikmetle cevap vermeliyiz.  Mesela, karikatür krizlerinden sonra, nice ülkelerde Hz. Peygamberi başka dillerde insanlara anlatmak için çok daha fazla kitaplar yazıldı, müstakil Hz. Peygamber kütüphaneleri kuruldu. Böyle bir karşılık vermenin, peygamberi tavra çok daha uygun olduğu kanaatindeyim.

“Birlikte yaşama hakkı, hukuku ve ahlakını tesis etmek için çalışmalıyız…”

Dünyayı bir bütün olarak görerek, bütün dünyada meydana gelen acıları birlikte paylaşarak bu konulara tepki verelim. Sadece Paris’e, Yemen’e, Nijerya’ya değil, dünyanın neresinde olursa olsun, insana yönelik bir şiddet, vahşet ve katliam yaşandığı zaman, aynı tepkileri vererek, bunu dünyamızdan ortadan kaldırmaya ve barışı ve kardeşliği, adaleti, hakkı yeniden inşa etmek için, birlikte yaşama ahlakı ve hukukunu inşa etmek için kafa yormalıyız diye düşünüyorum.

diyanet.gov.tr

Din Adamları Hastanelerde Manevi Destek Verecek

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, inanç değerlerinin, moral ve motivasyondaki yerini ve desteğini hisseden, arayan tüm hastalara ve yakınlarına bu konuda eğitim alan din adamlarınca manevi destek verileceğini bildirdi.
 
Sağlık Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında hastanelerde manevi destek sunulmasına ilişkin protokol imzalandı.
 
Müezzinoğlu, imza töreninde yaptığı konuşmada, protokolün, talep eden hastalara manevi destek uzmanlarınca destek verilmesini kapsadığını söyledi.
 
Diyanet İşleri Başkanlığı ile bu konu üzerinde 2012’den beri çalışıldığını, Avrupa ve ABD’deki örneklerin incelendiğini, din adamlarına gerekli eğitimler verildikten sonra bu aşamaya gelindiğini kaydeden Müezzinoğlu, bazı illerde başlatılacak pilot uygulamayla talep eden hastalara ve yakınlarına manevi destek verileceğini bildirdi.
 
Sağlığın, “Ruhen, fiziken ve sosyal yönden sağlıklı olma hali” şeklinde tarif edildiğini, bireyin fiziken, sosyal açıdan ve ruhen sağlıklı olması için vatandaşlara her türlü desteği verme gayreti içinde olduklarını vurgulayan Müezzinoğlu, moral, motivasyon ve hayat değerleri açısından inanç değerlerinin de önemli yeri bulunduğunu belirtti.
 
Müezzinoğlu, “İnanç değerlerinin de moral motivasyondaki yerini ve desteğini hisseden, arayan tüm hastalarımıza, hasta yakınlarımıza bu desteği önümüzdeki süreçte kademeli olarak ve bu anlamdaki eğitimi almış din adamlarımızın sayısını artırarak yaygınlaştırmayı hedefliyoruz” diye konuştu.
 
Protokolün, sunulan sağlık hizmetinin kalitesini artıracağını ifade eden Müezzinoğlu, uzun süredir vatandaşların talep ve arzu ettiği sürecin protokol vesilesiyle  başlatılacağını, gecikmiş bir görevin yerine getirilmesine vesile olacağını belirtti.
 
Sağlık Bakanlığının himayesiyle
 
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de Başkanlık olarak Sağlık Bakanlığının desteği ve himayesiyle 30-40 yıl gecikmiş bir hizmete başlıyor olmanın heyecanını yaşadıklarını söyledi.
 
Diyanet İşleri Başkanlığının son 10 yıl içinde ”Sosyal İçerikli Din Hizmetleri Projesi” çerçevesinde Adalet Bakanlığı ile hastanelere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile birlikte huzurevlerine, yetimhanelere, sokak çocuklarına, Gençlik ve Spor Bakanlığıyla gençlere yönelik çok çeşitli hizmetler başlattığını anlatan Görmez, şunları kaydetti:
 
”Ama eksik kalan bir ayağı vardı o da sağlık hizmetlerinde talep ve istekler doğrultusunda manevi destek, dini danışmanlık ve rehberlik hizmetini ilk defa vermeye başlayacağız. 30-40 yıl geriden takip ediyoruz. Çağdaş dünyada bütün din kurumları, dünyada sağlık bakanlıklarıyla, hastanelerle işbirliği içinde  hastalara her türlü tedavinin yanında moral ve manevi destek vermek üzere onların bilhassa acılarına ortak olmak, onların acılarını hafifletmek, onların hayata bağımlılığını güçlendirmek, hayata bakışını özellikle karamsar zamanlarda olumlu hale getirmek için bu manevi destek programlarının çok önemli olduğunu, batı dünyasında pek çok ilahiyat fakültesinde artık bunun bir ihtisas alanı haline geldiğini ve pek çok ülkede din hizmeti yürüten kurumların bu hizmetleri 50-60 sene önce vermeye başladığını biliyoruz.”
 
Görmez, bu hizmetin dünyada ilk olarak 1930’da verilmeye başlandığını, özellikle dünya savaşlarından sonra önemli gelişmeler yaşandığını, bu konuda literatür ile uzmanların ortaya çıktığını, ancak bunun uzun süre Türkiye’de gündeme getirilemediğini ifade etti.
 
Bu hizmetin DSÖ tarafından da kabul edilen Evrensel Hasta Hakları’nın bir parçası olarak kabul edildiğine işaret eden Görmez, aynı zamanda 1981’de Lizbon Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi’nde de bu hizmetin maddeler arasında yer aldığını kaydetti.
 
Mehmet Görmez, Türkiye’de bu hizmetin 2012’de gündeme gelmesinin ardından Başkanlık olarak çalışmalara başladıklarını ve 10 kişiyi Avrupa ve Amerika’da bu hizmetin nasıl verildiğine ilişkin doktora ve master yapmaya gönderdiklerini anlatarak, Ankara İlahiyat Fakültesinde de çalışma yapıldığını, YÖK’e de özellikle ilahiyat fakültelerinin müfredatına hastalara manevi destek, dini danışmanlık ve rehberlik hizmetinin bir ders olarak verilmesi yönünde bir teklifte bulunduklarını söyledi.
 
Başkan Görmez, ”Pilot bölgelerde hastanelerde arkadaşlarımızın kısa sürede başlatacağı çalışmaların talebi artıracağını, çünkü bu sadece talep doğrultusunda ihtiyari bir tercihtir, herhangi bir hastamız böyle bir talepte bulunmayabilir ama bulunan kardeşlerimize bu hizmeti vermeyi görev kabul ediyorum” şeklinde konuştu.
 
“Organ bağışı en büyük sadakadır”
 
Konuşmasında, organ nakli için de çağrıda bulunan Görmez, ”Biz bir kişiye hayat vermeyi bütün insanlığa hayat vermek olarak değerlendiren bir kitabın müminleriyiz. Organ bağışlamak candan cana yapılan en büyük sadakadır. Binlerce kardeşimiz hastane köşelerinde bizlerden hayat bekliyor. Özellikle bütün vatandaşlarımızın organ bağışında daha çok cömert olmalarını bekliyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Bakan Müezzinoğlu, bu sözleri üzerine Görmez’e, organ bağışıyla ilgili yeni bir kampanya sürecini başlatma hazırlığı içinde iken gösterdiği duyarlılık için teşekkür etti.
 
Müezzinoğlu, “Gerçekten candan cana sadakadır veya ölümden ömre vesile olabilmek yani kendi ölümünden bir başkasının ömrüne katkı sağlayabilmek gibi bir hayırlı işe vesile olabilmek ve bu anlamda toplumsal duyarlılığı artırabilmek, buna verdiğiniz destek için de ayrıca teşekkür ediyorum” dedi.
 
Konuşmaların ardından Müezzinoğlu ve Görmez hastanelerde manevi destek verilmesine ilişkin protokolü imzaladı.
 
“Azınlık mensuplarına da bu hizmet verilebilir”
 
Bakan Müezzinoğlu ve Görmez, daha sonra gazetecilerin sorularını da yanıtladı.
 
“Manevi bakımı verecek din görevlilerinin hastanelerdeki mevcut imamlardan farkının ne olacağı, bu hizmetin nasıl sunulacağı ve başka inanç mensuplarına da bu hizmetin verilip verilmeyeceği?” sorusu üzerine, Müezzinoğlu, hastanelerdeki imamların daha çok cenaze merasimi veya namaz vakitlerinde ibadetle ilgili görev yaptığını, hastalara veya yakınlarına bu anlamda bir hizmet verme görev ve sorumlulukları bulunmadığını anımsattı.
 
Müezzinoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:
 
“Dolayısıyla bundan sonraki süreçte hasta ve yakınlarına manevi destek verecek arkadaşlarımız, din adamlarımız, görevlilerimiz bu anlamda eğitim görmüş, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilmiş arkadaşlarımız olacak. Bu arkadaşlarımız Diyanet İşleri Başkanlığımızın kadrosunda olacaklar, görevli oldukları hastanelerde biz onlara fiziki mekan sağlayacağız, hasta ve yakınlarından yoğun bakım, ameliyat sonrası, ölüm esnası, bir talep olduğunda, bu talebe, aldıkları eğitimin de ve dini anlamdaki zaten birikimleriyle destek olma görevlerini yerine getirmeye çalışacaklar.”
 
Başka inanç mensuplarına sunulacak manevi destekle ilgili de bilgi veren Müezzinoğlu, “Özellikle azınlık mensuplarına, onların dini sorumlularıyla, temsilcileriyle görüşerek, o anlamda görevlendirme yaptıklarında onların da en tabii hakkı bu. Zaten az önce değerli başkanımız insan hakları anlamındaki şeyi okudu. Dolayısıyla bu bir insan hakkıdır, hasta hakkıdır. Hasta ve hasta yakını haklarını her boyutuyla bizim bundan sonraki süreçte ama her halükarda yalnız din adamı olması değil, bu anlamda bir sertifikasyonu veya eğitimi de almış olmasını da talep edeceğiz” dedi.
 
Müezzinoğlu, bir başka soru üzerine de uygulamanın başlatılacağı pilot bölgelerin 15 gün içinde netleşeceğini, eldeki uzman sayısını da göz önüne alarak en uygun yerlerin tespit edileceğini belirtti.
 
Diyanet İşleri Başkanı Görmez de kendi verdikleri eğitimlerin yeterli olmadığını belirterek, Sağlık Bakanlığı ile birlikte hizmet içi eğitim programları da yapacaklarını söyledi.
 
Görmez, ”Daha önceki hizmet, vatandaşlarımızın orada vefattan sonraki hizmetleridir ama şimdi bu hayata yönelik hizmettir. Dolayısıyla aynı hizmet değil. Bunlar, aynı şekilde ben de Diyanet İşleri Başkanı olarak bu konuda herhangi bir inanç farkı gözetmeksizin her türü inanç sahibine bu hakkın verilmesi gerektiğini ifade etmek isterim” görüşüne yer verdi.
 
Sağlık Bakanlığınca hastalara ve yakınlarına manevi destek hizmetinin ilk olarak Ankara’da, Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Ulus Devlet Hastanesinde başlatılacağı öğrenildi.
TrtHaber

Mehmet Görmez Risale-i Nur Yayıncılarıyla Görüşecek

Yeni Şafak gazetesinden Ayfer Mallı’nın yaptığı habere göre Bediüzzaman Said Nursi eserleriRisale-i Nurların devlet tarafından basılması konusunda ilk adım atılıyor.

ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE GÖRÜŞME GERÇEKLEŞECEK

Yeni Şafak’ta yer alan haberde, ”Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, önümüzdeki günlerde yayınevleri ile bir araya gelecek” ifadelerine yer verildi.

Haberin devamında ise ”Yayınevleri ile Diyanet’te masaya oturacak olan Görmez, eserlerin aslına uygun olmak kaydıyla Diyanet tarafından veya Diyanet’in verdiği izin ya da yetki çerçevesinde kişi ve kuruluşlarca işlenebileceğini, çoğaltılabileceğini, yayınlanabileceğini aktaracak. Görmez,  yayınevlerine eserlerin aslına uygun olma koşuluna riayet edilmediğinin tespiti halinde hukuki sürecin başlatılacağını da ifade edecek.” denildi.

Haberin son kısımlarında ise, ”Görmez, Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararını hatırlatarak, eserler üzerindeki 5846 sayılı Kanun’dan kaynaklı hak sahipliğini belgelendiren kişilere, talep edilmesi halinde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca 5846 sayılı Kanun’un 47. maddesi çerçevesinde münasip bir bedel ödeneceğini belirtecek.” denildi.

Haberde ayrıca Risale-i Nurların okutturulmasının da Diyanet İşleri Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirileceği belirtildi.

İslam Dünyasında Parçalanma Uyarısı!

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, bir süredir İslam dünyasında yaşanan krizler, siyasi ve askeri gerilimlerin, çatışmaların, İslam dünyasının güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştığını belirterek, “İslam coğrafyasında yakılan fitne ateşlerinin dumanları altındaki insanların, sesimizi duymalarının güç olacağının farkındayız. Ancak Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali en azından avuçlarımızda ateşi söndürecek suyu taşımak her müminin asli vazifesidir” dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Bilkent Otel’de İslam ülkeleri büyükelçilerine iftar verdi.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, eşi Hatice Görmez ile davetlileri kapıda karşıladığı iftarın sonunda yaptığı konuşmada, ramazanın acı içinde kıvranan İslam coğrafyasına barış, huzur, adalet ve merhamet getirmesini Allah’tan niyaz etti.
Geleneksel hale getirilen iftara katılımlarından dolayı büyükelçilere teşekkür eden Görmez, “Üzülerek ifade etmek isterim ki, son yıllarda her sene ramazana, buruk, üzgün ve büyük bir hicranla giriyoruz. Bu sene, bir kez daha İslam dünyası olarak büyük bir teessür ve üzüntüyle bir ramazan geçiriyoruz. Hatta denilebilir ki; İslam dünyasının içinde bulunduğu çok zor ve sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz” diye konuştu.
Bu olumsuzlukların yanında son günlerde İsrail’in Gazze’de, “masum insanlara yönelik zalim saldırısının” da üzüntülerine üzüntü kattığını ifade eden Görmez, “Uzunca bir süredir İslam dünyasında yaşanmakta olan toplumsal krizler, siyasi ve askeri gerilimler, mezhep ve meşrebe dayandırılmak istenen çatışmalar, bölgenin, hatta İslam dünyasının güvenliğini telafisi mümkün olmayacak bir biçimde tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır” değerlendirmesinde bulundu.
“Bu süreçte üretilen karşılıklı şiddet içerikli beyanlar, cihat ilanları, mukaddes mekanların tahribine dönük tehditler, insan kaçırma ve öldürmeler, yaklaşmakta olan kitlesel faciaların ön sarsıntıları mesabesindedir. Söz konusu olayların büyüyerek önü alınamaz bir noktaya gelmesi durumunda, İslam dünyasında insani, toplumsal, dini ve mezhebi açılardan kalıcı parçalanmalar yaşanması kaçınılmazdır” diyen Görmez, herkesin bu vahşetin sebeplerini İslam dininin ve mezheplerinin tarihsel köklerinde aradığını söyledi.
Görmez, “Oysa acizane kanaatim bunlar dinden ve mezheplerden kaynaklanmadığı gibi bu vahşetin köklerini Hz. Osman’ın katliyle başlayan fitne döneminin akabinde yaşanan mezhep ihtilaflarında aramak beyhudedir” ifadesini kullandı.
Bütün bunların yoksulluk, cehalet ve esaretin ürünü olan yaralı bilinçlerin ve ölümcül kimliklerin, kin, öfke, ihtiras ve intikamlarını din ve mezhep görüntüsü altında meşrulaştırmaya çalışmasından kaynaklandığını belirten Görmez, en üzücü hususun, İslam alimlerinin yol göstericiliğini kaybederek taraf olmaları ve bir fetva kargaşasına meydan vermeleri olduğunu bildirdi.
Ramazandan önce İslam bilginlerine ve İslami müesseselerinin yöneticilerine bir çağrıda bulunduklarını vurgulayan Görmez, bu çağrılarının bazı maddelerini büyükelçilerle de paylaştı.
Görmez, bu çağrılarının İslam coğrafyasının her tarafında yankı bulmasının, İslam bilginlerinin müspet karşılık vermesinin umutlarını arttırdığını belirterek, şunları söyledi:
“Bu umut, bizi daha güçlü bir inisiyatif almaya sevk etmiştir. Bu sebeple 17-19 Temmuz 2014 tarihlerinde ‘Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi’ başlığı altında doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden, Şiisi ile Sünnisi ile bütün önemli İslam bilginlerini İstanbul’da toplayarak çağrımızı daha güçlü bir şekilde seslendirmeye ve bu sözlü çağrımızı ameli bir barış ve sağduyu inisiyatifine dönüştürmeyi planlıyoruz.
Şüphesiz her bir büyükelçimizin yönlendirmesi ve vereceği destek gücümüze güç katacaktır. İslam coğrafyasında yakılan fitne ateşlerinin dumanları altındaki insanların, sesimizi duymalarının güç olacağının farkındayız. Ancak Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giden karınca misali en azından avuçlarımızda ateşi söndürecek suyu taşımak her müminin asli vazifesidir.”
Filistin’in Ankara Büyükelçisi Nebil Maruf’un da İslam ülkeleri büyükelçileri adına konuşma yaptığı etkinliğin sonunda davetlilere Diyanet İşleri Başkanlığınca kısa süre önce İslam dünyasına hitaben 8 dilde hazırlanan barış, sağduyu ve kardeşlik çağrısının birer örneği hediye edildi.

İslam Ümmeti Büyük Vebal Altındadır!

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, makamında Mali Dinişleri Bakanı Tehierdo Amedou Omar Hass Diello ve beraberindeki heyeti kabul etti.
 
Birkaç ay önce Mali’ye ziyareti esnasında Mali Dinişleri Bakanı Diello ile uzun görüşmeler yaptığını belirten Görmez, Mali’de “Eyüp Sultan” ismi verilen camiyi birlikte inşa ettiklerini, orada yaptığı konuşmayı ve okuduğu hutbeyi hiçbir zaman unutamayacağını ifade etti.
 
Görmez, Mali’nin 4 büyük medeniyet kurmuş Afrika’nın çok önemli bir ülkesi olduğunu dile getirdi.
 
Timbuktu’daki yazma eserlerin İslam medeniyetinin çok nadir mirasları olduğunu kaydeden Görmez, “Sayın Bakan ile Bamako’da yaptığımız görüşmelerde 2 ülke arasındaki ilişkileri geliştirme kararı almıştık. İnanıyorum ki 2 ülke arasındaki bu ilişkiler, Afrika’daki bütün kardeşlerimizin faydasına olacaktır. Sizlerle bu ilişkileri çok daha ileri aşamalara götüreceğimize olan inancımı ifade etmek istiyorum. Bilhassa Eyüp Sultan Cami çevresinde birlikte yapacağımız tesislerle ilgili inşallah görüş alışverişinde de bulunacağız” diye konuştu.
 
Görmez, çağdaş dünyada artık bütün insanlığın “Bir ülkenin dini eğitimi, ne kadar sağlıklı bir zemine oturursa dini hayat da o kadar barış içerisinde toplumun ilerlemesine büyük bir katkı sağlar” tespitinde bulunduğuna işaret ederek, “Bunlar sağlıklı olarak yapılmadığı zaman dini hayat zayıflar ve bilgisizlik üzerine bina edilir. Bilgisizlik üzerine bina edilen dini hayat, toplum için büyük sorunların da kaynağı olur” değerlendirmesinde bulundu.  
 
İslam‘ın tarih boyunca bütün milletlere onur, şeref ve izzet kazandırdığına dikkati çeken Görmez, “İslamiyet belli bir kavmin, belli bir ırkın dini değildir. Her gün namaz kılan Müslümanlar ‘ Elhamdulillahi rabbil alemin’ diye başlarlar. Allah bütün alemlerin rabbidir, sadece Müslümanların rabbi değildir. İslam peygamberi bütün alimlere rahmet olarak gönderilmiştir sadece Araplara ya da Türklere gönderilmedi. Dili, rengi, ırkı ne olursa olsun bütün insanlığa rahmet olarak gönderildi” diye konuştu.
 
“Müslümanlar büyük vebalin içinde”
 
“Ancak üzülerek belirteyim ki Müslümanlar, İslamiyeti aslına uygun olarak anlamadıkları zaman, onu aslına uygun olarak yaşamadıkları zaman, o izzete İslam ile birlikte sahip olma şansını kaybederler” diyen Görmez, şunları söyledi:
 
“Eğer bugün birliğin, beraberliğin kaynağı olan İslam‘ı Müslümanlar ayrılığın, gayrılığın, tefrikanın kaynağı haline getirmişlerse bu, bütün İslam ümmetinin büyük bir vebalidir. Eğer bugün barışın, huzurun kaynağı olan İslam‘ı şiddetin, terörün kaynağı haline getirmişse Müslümanlar büyük bir vebalin içindedirler. Bunun üstesinden gelmenin yolu Allah’ın kitabını ve peygamberin sünnetini doğru okumaktan, doğru anlamaktan geçiyor. İslamiyeti kendi kirli emellerimize alet etmemek gerekiyor. İslamiyeti kendi güç tutkumuzun, kendi kavgalarımızın aracı ve istismarı haline getirmememiz gerekiyor. Bunun için de bütün insan yetiştirme mekanizmalarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Camilerde kullandığımız dili, üslubu ve verdiğimiz bilgiyi bütün İslam dünyasının gözden geçirmesi gerekiyor. Din görevlilerini, imamlarımızı, vaizlerimizi yetiştiren müfredatlarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.”
 
Görmez, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Mali’de yaşayanlara her türlü desteği vereceklerini bildirdi.
 
“Türkiye’nin İslamı hassasiyetini koruması”
 
Mali Dinişleri Bakanı Diello da Türkiye’ye yaptıkları ziyaretten dolayı memnuniyet duyduklarını söyledi.
 
Mali ve Türkiye arasında bazı benzerliklerin olduğunu belirten Diello, Osmanlı’nın sadece Türkiye için değil bütün İslam alemi için temsil ettiği değerleri olduğunu ifade etti.
 
Diello, Mali’nin 4 büyük İslam devletine ev sahipliği yaptığını hatırlatarak, İslam‘ın yayılmasına ve gelişmesine katkıda bulunduğunu vurguladı.
 
Özellikle iki ülkenin laik olduğuna, müslüman olma konusunu benimsediğine ve azınlıklara saygı duyduğuna dikkati çeken Diello, şunları kaydetti:
 
Bizce Türkiye şu mesajı bütün ülkelere veriyor, ‘İslam sadece Arap değildir’. Gelişmekte olan ve gelişmiş olan Türkiye’nin İslami hassasiyetini korumasıyla beraber gelişmeleri sürdürmesi bizi çok etkiliyor. Nasıl İslam ile Türkiye geliştiyse bizim ülkemizin de İslam ile beraber gelişmesini ve İslam‘ın bulunduğu hakir durumdan çıkmasını istiyoruz. Burada bulunmak bizim için onurdur çünkü İslamaleminin 4. camisi olan Sultan Ahmet burada bulunuyor.”
 
İlkay Güder
AA