Etiket arşivi: mevlit kandili

O’nun (A.S.M) Ruhu, Aramızda Yaşıyor ve Bizimle Alâkadar…

Kamerî takvime göre “Mevlid Kandili” adıyla bilinen Rebi-ül Evvel ayının 12. gününden başka, Peygamberimiz’in (asm) dünyayı teşrif ettiği günün Miladî Takvim’de Nisan ayı içindeki yıldönümünde de, ülkemizde yıllardır çeşitli ve çok sayıdaki zengin programlarla, ”Kutlu Doğum Haftası” idrak edilmekte ve kutlanmaktadır.

Peygamberimiz, İki Cihan Serveri, (Miladî: 571’deki) Rebi-ül Evvel ayının 12. günü ve haftanın günlerinden, Türkçe’deki karşılığı “Pazartesi” olan bir günün sabahı dünyayı şereflendirdi; Kamerî Takvim’le altmışüç yaşını doldurduğu (Miladî: 632 ve Hicrî 11’deki) diğer bir Rebi-ül Evvel ayının, doğumunda olduğu gibi gene haftanın günlerinden bir Pazartesi gününe tevafuk eden 12. günü de, dünyadaki cismanî hayatını terk ederek, ruhu Refik-i Âlâ’ya yükseldi.

Haftanın günleri arasında Pazartesi gününün, Peygamberimiz’in hayatında mühim hadiselerin cereyan ettiği özel bir gün olduğu dikkati çekmektedir: Peygamberimiz’in doğumu ile dünyayı teşrifi, kendisine peygamberlik vazifesinin bildirilmesi, Mekke’den hicretle Medine’ye gelişi ve mübarek ruhunun kabzedilmesi, haftanın Pazartesi gününde olmuştur.

Bundaki hikmetin ne olabileceğine belki de gereksiz yere merakımızı sarf etmek yerine, kendimiz için bu çok ince sırlı tevafuktan alabileceğimiz bazı mühim dersleri alabilmeye çalışırsak, daha isabetli hareket etmiş oluruz.

Alabileceğimiz en mühim derslerden biri de belki şu olabilir: Dünyadaki hayatımız bize sanki pek uzunmuş gibi gözükse de ve dünyada ebedî kalacakmışız gibi, ömür sermayemizi değerlendirmekte bazen ihmaller göstersek de; onu sadece bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü gibi halen içinde yaşadığımız günden ibaret olarak varsaymamız, hakikî istikbalimiz ve ebedî, çok büyük menfaatlerimizin bizi beklediği âhiretimiz için daha faydalı olabilir. Çünkü, insanın ömrü birer günlük kısımlara bölünmüştür ve ömrünün birer günlük birimlerini hangi îman, niyet ve gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirirse, ömrünü de öyle geçirmiş olmaktadır.

Hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek de şudur: Bir saatin zamanı gösteren kısa ve uzun ibrelerini (akrep ve yelkovanını) veya dijital rakamlarını elimizle geriye döndürebiliriz; fakat, gafletle geçen saatlerimizi ve dakikalarımızı tekrar yaşamak için, ömür müddetimizi -bir filmi seyrederken öncesine gider ve başa alır gibi- geri döndürebilmek imkânımız yoktur.

Böyle bir durumda, aklını iyi kullanan bir insan, geri dönmemek üzere geçen zamanının kıymetini düşünür; onu israf ederek tüketmekten kaçınmağa, çok kârlı bir âhiret ticaretinin sermayesi olabilecek şekilde ebedî ve çok büyük kârları kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle kullanabilmeğe çalışır. Bunu yapabilmek için de, insanlığın en büyük rehberi olan Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine uyar ve onun ilmî vârisleri olan selahat ve takva sahibi âlimlerin izinde gider.

Şöyle bir sual de akla gelebilir: “Rebi-ül Evvel ayının 12. gününün Peygamberimiz’in (s.a.s.) doğumunun yıldönümü olduğu Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, o günün ayni zamanda onun vefatının da yıldönümü olduğunun Müslümanların daha büyük bir ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?

Bu sualin cevabı, onun cismen aramızda olmasa da, ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikatiyle ilgili Kur’an âyetleriyle verilebilir. Çünkü, Kur’an bize bu hakikati böyle açıkça bildirmektedir:

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ

(Resûlüm!), Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi, 21/107)

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌؗ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ

Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe Sûresi, 9/128)

Peygamberimiz’in bu Kur’an âyetleriyle de açıkça bildirilen “rahmet peygamberliği” sıfatı, sadece bu âyetlerin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar, bütün insanlar ve bütün âlemler içindir.

Bu âyetlerde bildirildiği gibi, “mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelen, onlara çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli, merhametli olan” Resulullah’ın, altmışüç yaşındayken bir Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü vefat etmiş olması değil; onun o tarihten altmışüç yıl önceki bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü bedenen doğmuş ve daha sonra bedenî hayatını dünyadaki her fanî gibi tamamlamış olsa da ruhen halen hayatta, kendi aralarında ve kendileriyle alâkadar oluşu mü’minlerin âleminde çok daha fazla yer almaktadır.

Rebi-ül Evvel’in 12. günü aynı zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki de bu sebeple, o gün yalnız “onun doğum yıldönümü” olarak hatırlanmakta ve İslâm âleminde daima onun doğumuyla dünyayı teşrif edişinin manâsı ve ehemmiyetiyle ilgili programların icrasına çalışılmaktadır.

Bu gerçeğin de ışığı altında, şu soruyla nefsimizi tekrar murakabe etmeli ve hesaba çekmeliyiz: “Madem ki onun ‘Rahmet Peygamberi’ olarak, mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelen, mü’minlere çok düşkün, şefkatli ve merhametli olan ruhu aramızda ve bizimle alâkadar; acaba biz onunla ve Sünnet-i Seniyyesiyle ne kadar alâkadarız, bilhassa Hac ve Umre vesilesiyle kabrini ziyaret ettiğimizde, onun ruhunun bizimle alâkadarlığını ne derecede hissedebiliyoruz?

Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur.

Salât ve selâm, Efendimiz Muhammed (asm) ile, onun Âl ve Ashabı’nın üzerine olsun.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

İnsanlık Sana Muhtaç Ey Nebî!

O’na iman eden, Onu destekleyen, Ona yardım eden ve Onunla indirilmiş olan Nûr’a uyan kimseler, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir.” (A’râf sûresi, 7/157)

İnsanlık Sana muhtaç,
Emrin başımızda taç,
Namazın oldu mi’râc,
Adın (S.A.V) dertlere ilaç…

Ey doğuşu özlenen ve ilk insandan beri yolu gözlenen Nebî !
Ey şefkat ve merhamet ufkuna erişilmez muhteşem zirve !
Ey Hira’dan ufkumuza doğan İlâhî Rahmet !
Ey Cenâb-ı Hakk’ın Nûr’u, âlemlerin gururu ve sürûru !

Günahkâr, âsî, yolunu kaybetmiş insanlığa yeniden senin rehberliğinde ve önderliğinde zulmetten Nur’a çıkışın, Kur’ânca, Sünnetçe bakışın yolunu gösteriver de; daralan gönüller rahatlasın, tıkanan işler çözülsün, ağlayan yetimler gülsün, mazlumlar sevinsin, günahlar silinsin, helal gıdalar yenilsin, tembeller silkinsin, gaflet perdesi delinsin, kötüler ve kötülükler çekilsin, arza adalet insin, feryatlar dinsin, gönüller incinmesin, zalimler sevinmesin, haksızlar gülmesin, insanlık yeniden dirilsin, hak-hukuk bilinsin, Sünnetin hâkim olsun, gönüllere nur, ruhlara sevinç dolsun!…

Seni gönderen Zât-ı Zülcelâl’in ve Senin hakemliğinde tağûtî düzenler ve sistemler yerine Semâvî mesajlar çınlasın kulaklarda ve yerleşsin kalplerde…

Yerleşsin ki; akan kanlar, işlenen günahlar, kirlenen yer ve gök temizlensin O rahmet esintileriyle…

Kavgalar barışa, şerler hayra, karanlıklar nura dönüşsün.

Hanelerdeki keşmekeşlik, huzursuzluk bertaraf olsun, bozulan aile yapısı mutlulukta zirve yapsın, sosyal denge, psikolojik travmalar yerini sulh ve sükûna, barış ve kardeşliğe bıraksın.

Çünkü Sen (a.s.m), tüm dünyanın problemlerini bir kahve içimi süresinde halledebilecek donanımla gönderildin.

İnsanlığa hidayet rehberinle, hastalıkların teşhisiyle elindeki eşsiz reçete ile indin cahiliyye çağının ortasına…

Medeniyet öğrettin vahşilere, nezaket dersi verdin devrin ve devirlerin cebbarlarına…

Çünkü Senin getirdiğin Nûr ile görmeyenler bile görür, işitmeyen kulaklar işitir, kapalı kalpler açılır, yolunu şaşıranlar istikameti bulur hale geldiler.

Çünkü Sen; en mükemmel üstad, şaşmaz ve şaşırtmaz en doğru rehber, Kur’ân’ın tercümanı, en mükemmel insan, en mükemmel mürşid, en mükemmel öğretmen, en büyük dellâl, Kâinatın mânevî güneşi, insanlığın şanlı bülbülü, umum cennet ehlinin reisi, insanlığın iftihar vesilesi oldun.

Senin getirdiğin NUR’a gözünü kapayanlar, gündüzleri kendilerine gece yaparlar.

Sana uyanlar, sana uyananlar, gür sadânı duyanlar, ona uyanlar hep kazandılar. Barışa, özgürlüğe, mutluluğa susayanlar hep seni andılar, güzele, doğruya, huzura, hakka kanatlandılar.

Gözlerini kapayanlar, ebedî kalacaklar sandılar ve aldandılar…

Hoş geldin âlemimize, şefkat getirdin gönlümüze, bizi anlattın bize. Rabbimizi tarif ettin hepimize. Kâinat sarayının sırrını çözdün ders verdin bize

Salât, Selâm; Kâinatın iftihar tablosu, Rahmet Nebîsi, şefkat öncüsü ol Resûl’e, O’nun kutlu sahâbîlerine ve kıyâmete kadar O’na tâbi olanlara olsun.

İsmail Aksoy

www.NurNet.Org

NOT: Müdakkik ve muhakkik muhterem NurNet.ORG okuyucularının ve âlem-i İslâm’ın Mevlid kandilini tebrik ediyorum. İsmail Aksoy

“Mevlit Kandili” : Peygamberimizin (sav) Dünyaya Teşrifi.. (02 Ocak 2015)

Kandil gecelerinin İslam dininde ve biz Müslümanların yanında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her Müslüman o gecelerin fazilet ve sevabından azami derecede istifade etmeye çalışır. Bu gecelerde Rabbimizin rahmeti ve bereketi herkesi kuşatır ve tecelli eder. Bizler de özel gayret ve ibadetimizle o rahmetten ve tecelliden hissemize düşeni almaya gayret ederiz. Bu kandillerin ilki Mevlit kandilidir. Mevlit kandili Peygamberimizin as dünyaya teşrif edişinin yıldönümü olarak Alem-i İslamda  kutlanacaktır. Bu kutlamayı yaparken şu hususlar bizim anlayışımızda öne çıkmalı ve Peygamberimizin as dünyaya teşrifi bize şunları hatırlatıp düşündürmelidir.

1 – Peygamberimizin as dünyaya gelmesi ve İslam’ı tebliğ etmesi ile o asırda neler değişti?

2 – Yaşadığımız şu asırda ve hayatımızda, değişimin izleri ve hayatımıza yansıması nedir?

3 – İslam’da helal ve haram kavramları vardır. Bu kavramlar Müslümanların hayatında önemli yer tutarlar. Benim hayatımda da yerini koruyor mu?

4- Günümüz itibarıyla bazı şeyler dinen normal sayılmaz. Fakat ülfet, ünsiyet, özenti ve taklit ile normal bir hale gelmiş olabiliyor. Bu gibi şeylerin bizim  hayatımızda nasıl bir yeri var. En azından dinimizin helal dediğine helal, haram dediğine de haram diyebiliyor muyuz?

5 – Peygamberimiz as insanları Allah’a kul olmaya çağırırken Kabe’deki 360 putu kırmış ve gönüllere imanın nurunu koymuştu. Bizim de gönlümüzü kin, nefret, riya, haset, şöhret, makam, hırs, günah gibi putlardan arındırmamız lazımdır.

Mevlit kandili ve diğer kandil gecelerinin özellikleri kısaca şöyledir:

1-Mevlit kandili. R.Evvel ayının 12.gecesi Mevlit kandilidir. Bu 02 Ocak 2014 Cuma gününe tevafuk etmektedir. Peygamberimiz’in as doğum gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Bu kutlama Peygamberimizi anma ve Onun dünyaya teşrifini salavatlar ve dualarla yad etme şeklindedir. Bu gecenin birçok özelliği ve güzelliği vardır. Bu özellikleri bizim de bilmemizde fayda ve maslahat bulunmaktadır. Peygamberimizin doğum gecesinde meydana gelen mucizeler o gece dünyaya gelen Peygamberimizin as yapacağı iş ve icraatlarının birer habercisi ve müjdecisi olarak tecelli etmiş ve tüm dünyaya şu mesajlar verilmiştir:

Birincisi. O gece Peygamberimizin as annesi ve orada bulunanların gördükleri bir nurdur ki, demişler. “ Biz öyle bir nur gördük ki, bize doğu ve batıyı aydınlattı “  İşte bu mucize ile tüm insanlara şöyle bir mesaj veriliyor ve deniyor ki: Tüm dünyayı saran ve insanları Allah’tan uzaklaştıran şirk ve küfrün karanlığı her şeyin hakikatini gizlemiş, insanların dalalet ve sefahate düşmelerine sebep olmuştur. Her şeyin Allah’a bakan yönünü örtüp gizleyen küfrün karanlığını izale edip kaldıracak, insanlara hak ve hakikati gösterecek birisi gelecek ve getireceği nur ve imanın ışığı ile dünya  ve insanlığı kaplayan küfrün karanlığını kaldırıp insanların hidayet ve imanlarına vesile olacak. Peygamberimiz’in as doğumunda Allah bu nur ile o asrı ve ondan sonra gelecek tüm asırları müjdelemiş ve annesine o nuru göstermiştir.

İkincisi. İnsan mükerrem yaratılmış ve her zaman hakkı arama ve bulma fıtratında olmuştur. Fakat çevre ve nefis gibi unsurlar onun batıla ve şirke düşmesine sebep oluyor ve Hak yerine puta tapınan insanlar ortaya çıkıyor. Bu hal insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi bu asırda da bulunmaktadır. Kabe’nin içini de puthane yapmışlar,360 putu oraya yerleştirmişlerdi. İşte Peygamberimizin doğum gecesi bu putların çoğu baş aşağı düşerek yerle  bir olmuştu. Bu mucize ile o zamana ve  ondan sonraki zamanlara şu mesaj veriliyor ve deniyor: Yeni dünyaya gelen bu çocuk tüm putlarınızı ve putperestliği yıkıp yerine Hak ve tevhidi ikame edecektir. Ve böylelikle insanlar bir olan ve her şeyin sahibi ve Rabbi olan Allah’a kul olacak ve kulluk yapacaklardır.

Üçüncüsü. O gece insanlarca takdis edilen –sava-  gölünün kuruması ve Mecusilerin bin senedir yanan ve sönmeyen ateşlerinin o gece sönmesi mucizesidir. İnsan yapısı ve yaradılışı itibariyle çok aciz ve zayıftır. Bunun için korkuları ve endişeleri çok olan bir varlıktır. Her zaman korunmaya ve güçlü birine dayanmaya mecburdur. İman ve İslam bizleri Kadir-i Mutlak olan Allah’a dayandırıp, Allah’tan yardım istetir. Her türlü zorluk ve darlık karşısında hemen Allah’a sığınırız ve sadece O’ndan yardım isteriz.

Allah’ı bilmeyen ve bulmayan insanlar batıla sapar ve batıl inanışlara sığınır ve onlardan korunma bekler. Ve böylece toplum içinde yüzlerce, binlerce batıl inanış ve hurafe anlayış ortaya çıkar. Nazar boncuğundan, at nalına, kurşun dökmekten, bez bağlamaya, mum dikmekten, bazı şeyleri uğurlu-uğursuz saymaya, yatırlara türbelere adak adamaya kadar giden bir çok batıl inanış ve anlayış içimize girmiş ve Müslüman olmamıza rağmen bu batıl hurafe yüzlerce şeyi içimizde barındırıp yaşatır olmuşuz.

Peygamberimiz as gelmeden önce de bu gibi batıl inanışlar vardı. İşte Peygamberimizin doğum gecesi meydana gelen o mucize yeni dünyaya gelen bu çocuğun tüm batıl ve hurafe inanışları kaldıracağını bildiriyor. Ve öyle de olmuştur.

Bu geceyi Peygamberimize as çok salavat getirip, namaz gibi ibadetlerle geçirebiliriz. Özellikle yukarıda söylediğimiz hususları düşünerek, Peygamberimizin as insanlara neleri getirdiğini ve nasıl bir hayat yaşadığını düşünmemiz gerekir. Kendi hayatımıza O’nun hayatına bakarak yön vermek başka bir ifade ile Rabbimiz, Peygamberimiz as ile neleri emrederek bizlere  – farz-  kıldı. Neleri yasaklayarak onları da bize –haram- kıldı. Bu şekilde gecemizi ihya edebiliriz.

2-Regaip Kandili. Recep ayının ilk perşembe gecesidir.  Bu geceye meleklerin rağbeti ve bizler için yaptıkları istiğfar için bu isim verilmiştir.

3-Miraç Kandili. Recep ayının 27.Gecesi Miraç kandilidir. Miraç kandili Peygamberimizin as Alem-i fena olan dünyadan, Alem-i beka olan ahiret alemlerine yaptığı   ve birçok İlahi tecellilere mazhar olduğu gecedir.

4-Beraat Kandili. Şaban ayının 15.Gecesi Beraat kandilidir.  Beraat kandili bir yıl içinde meydana gelecek olayların Allah cc tarafından ilgili meleklere gerekli bilginin verildiği bir gece. Özellikle insanın kazancı ve o yıl başına gelecek olayların bilgisinin verildiği bir geceyi ibadetle ihya ederiz.

5-Kadir Gecesi. Ramazanın 27.Gecesi Kadir gecesidir. Bir gecede seksen yıllık ibadet sevabı kazandıran bir gecedir. Kadir gecesi okunan her Kuran harfine 30.000 bin sevap yazılır. Bizler bu geceyi Rabbimizin bize Lütuf ve Rahmeti olarak bilir, elden geldiği kadarıyla Namaz, Kuran ve istiğfar ile ihya ederek o rahmetten hissemizi alırız.

Bir yıl içinde en sevaplı ve manevi kar ve kazancı en çok olan ve üç ayların habercisi olan kandil geceleri 02 Ocak’ta Mevlit kandili ile başlamış oluyor. Rabbim bizi, ailemizi, milletimizi ve tüm alem-i İslam’ı bu mübarek gün ve gecelere kavuşturup ecir ve sevabına nail eylesin, Amin.

Mustafa Şevki Kavurmacı

www.NurNet.Org

Mevlit Kandili 02 Ocak 2015. Mevlit Kandilinde Nasıl İbadet Edilir?

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur’ân-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur’ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.

4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere, hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede (günahları terk etme) bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi, kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine, hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip; sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

NOT: “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur’ân, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir… Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289).

Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hâli-uzak değildir.

Selam ve dua ile…

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Melek mi? Postacı mı? Peygamberimiz (ASM) Kimdir?

Peygamber Efendimiz (sav)’in  iki yönü vardır. Birisi nübüvvet ve risalet, diğeri ise beşeri ve insani yönüdür.

Tarih ve siyer kitaplarında Peygamber Efendimizin daha çok beşeri halleri ve insani yönleri ön plana çıkmaktadır. Bu sebepledir ki Peygamber Efendimizi sadece tarih ve siyer kitaplarından anlamaya çalışanlar ve öylece değerlendirenler onun beşeri yönüne yoğunlaştığı için onun manevi büyüklük ve azametini anlamakta zorlanıyorlar. Hatta bazıları onun manevi makamını idrak ve ihata edemediği için inkara kadar gidiyor. Dolayısı ile sevgi ve hürmette ona göre şekilleniyor. Marifeti az olanın muhabbeti de az olur fehvasınca  ne kadar marifet o kadar muhabbet peyda oluyor.

Modern çağın gereklerine ve maddeci felsefenin ilcaatlarına esir olmuş bazı reformist akımlar ve onların kanaat önderleri Peygamberliği ve Peygamber Efendimizi İlahi mesajları insanlığa taşıyan işlevsel bir postacı şeklinde algılıyor. Peygamberlerin ve Peygamber Efendimizin Allah katında ki mevki ve kulluğu ile ilgilenmiyor. Ya da Peygamber Efendimizin Kur’an’ın canlı ve somut bir misali olduğunu, onun insanlık için hayatlı ve etken bir model olduğunu tasavvur edemiyor. Onu sadece belli bir zaman ve mekan ile kayıtlayıp onun dışında ki zaman ve mekanlardan soyutluyor.

Böyle görmek istemesinin ardında yine asrın hastalığı olan bencillik ve Kur’an’ı hevai ve keyfi yorumlama hevesidir. Zira canlı ve etkin bir Peygamber modeli ortada iken Kur’an’ı hevasına ve keyfine göre yorumlaması mümkün olmayacak. Bu sebepledir ki Peygamber Efendimizin manevi azametine işaret ve beşaret eden ayetleri ve hadisleri ya inkar ediyorlar ya da kendi bozuk usullerine göre yorumluyorlar. Halbuki Peygamber Efendimiz her hali ve her tavrı ile yürüyen ve yaşayan bir Kur’andır. Aynı zamanda insanlığın çıplak aklı ile çözemediği Kur’an’i tabirleri çözen ve istikametli bir şekilde yorumlayan en üst tefsir formatıdır. Kur’an’ın hedef ittihaz ettiği insan modelinin somut ve canlı bir levhasıdır aynı zamanda müşküllerin halledildiği kudsi bir mercidir. Günümüz de sünneti devreden çıkarıp doğrudan Kur’an’ı anlamaya çalışanların ne halde oldukları ve nasıl bidatlara girdikleri malum.

Bu birinci fikri akımın zıddı olarak birde Peygamber Efendimizin  Risalet ve Nübüvvet yönüne yoğunlaşıp,  beşeri yönünü aklına sığıştıramayarak Peygamber Efendimizi  insan üstü bir melek gibi tasavvur ederek, insani ve beşeri yönünü inkar eden tasavvuf geleneği vardır. Bu tarz fikir ve bakış açısının çok sakıncaları vardır. Zira Hazreti Peygamber (sav), sadece Allah’ın elçisi değil, bizim de Allah’a karşı vekilimizdir. Yani, insanlara İmam ve rehberdir. İnsan üstü bir melek olsa, bize imamlık ve modellik yapamazdı. Bu yüzden, bu muhabbet tarzının çok sivri yönleri ve  yanlışları da vardır. Mesela Peygamber Efendimizin kazay-ı hacet etmesini, nikahta bulunmasını, uyumasını, yatmasını kabullenemeyen yada bu gibi beşeri hallere kudsiyet vermeleri buna örnek olarak verilebilir.

Hatta Mekke müşriklerinin Peygamber Efendimizi inkar etme gerekçelerinden birisi de onun melek gibi olmayıp beşeri hallere de sahip olmasıdır.

Yani onların kuruntularına göre Peygamber ancak melekler gibi olur insani ve beşeri ahvalden münezzeh ve mukaddes olması gerekirmiş. Böyle safsata ve kuruntular yüzünden çokları imanını kaybetmiş. Hatta bazı dessaslar en çok şüpheyi Peygamber Efendimizin beşeri ahvalinden işlettiriyor. Yani normal beşeri bir hali Peygamberin yüksek ve ulvi hali ile bağdaştıramayıp şek ve şüpheye kapı açıyor.

Halbuki Peygamberlerin bir yönü ne kadar ulvi ve ali ise bir yönü de o kadar beşeri ve insanidir. İki hal bir birinin düşmanı ve tezadı değildir. Bu iki halin tezat ve düşman gibi görülmesi çok safsatanın ve şüphelerin memba ve kaynağıdır. Şu kaynak ve memba ancak Risale-i Nurun istikametli bakış açısı ve muvazeneli ölçüsü ile kapatılabilir.

Peygamber Efendimiz nasıl manevi açıdan çok azametli ve büyük bir makama sahip ise  aynı şekilde insanlığa her noktada model ve rehber olabilecek bir beşeri ve insani yöne de sahiptir. O da bizim gibi yer, içer, evlenir, ticaret yapar, hastalanır, savaşır, pazarlık yapar vesaire. Bu maddi hali ile manevi hali bir biri ile çatışmaz ve çelişmez.

Peygamber Efendimizin maddi ve manevi yönü Risale-i Nurda çok güzel olarak dengeli ve ölçülü bir şekilde işlenip izah edilmiştir. Risale-i Nur mesleğinde  Peygamber Efendimizin  manevi azameti noktasında  ne bir sapma var, ne de beşeri hallerini kabullenememe durumu vardır.

Üstad Bediüzzman’ın vermiş olduğu şu temsiller meseleyi tam hallediyor:

Meselâ bir hurma çekirdeği var. O hurma çekirdeği toprak altına konup açılarak koca meyvedar bir ağaç oldu. Hem gittikçe tevessü eder, büyür.

Veya tavus kuşunun bir yumurtası vardı. O yumurtaya hararet verildi, bir tavus civcivi çıktı. Sonra, tam mükemmel, her tarafı kudretten yazılı ve yaldızlı bir tavus kuşu oldu. Hem gittikçe daha büyür ve güzelleşir.

Şimdi, o çekirdek ve o yumurtaya ait sıfatlar, haller var. İçinde incecik maddeler var. Hem ondan hasıl olan ağaç ve kuşun da, o çekirdek ve yumurtanın âdi, küçük keyfiyet ve vaziyetlerine nisbeten büyük ve âli sıfatları ve keyfiyetleri var. Şimdi, o çekirdek ve o yumurtanın evsâfını ağaç ve kuşun evsâfıyla raptedip bahsetmekte lâzım gelir ki, her vakit akl-ı beşer başını çekirdekten ağaca kaldırıp baksın ve yumurtadan kuşa gözünü tevcih edip dikkat etsin-tâ işittiği evsâfı onun aklı kabul edebilsin. Yoksa, “Bir dirhem çekirdekten bin batman hurma aldım” ve “Şu yumurta, cevv-i âsumanda kuşların sultanıdır” dese, tekzip ve inkâra sapacak.

İşte, bunun gibi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın beşeriyeti, o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, şecere-i tûbâ gibi ve Cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için, çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zâtı düşündüğü vakit, Refref’e binip, Cebrâil’i arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyne koşup giden zât-ı nuranîsine hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmâresi inanmayacak.

On Dokuzuncu Mektup

Yumurta ve çekirdek nasıl tavus ve ağaca kaynaklık ve başlangıçlık ediyor ise aynı şekilde Peygamber Efendimizin beşeri ve insani yönü de onun manevi ve risalet yönüne kaynaklık ve başlangıçlık ediyor. Sadece çekirdek ve yumurtaya dikkat kesilen bir adam tavus kuşunun ve ağacın o yumurta ve çekirdekten çıktığını kabullenemez. Aynı şekilde sadede tavus kuşuna ve ağaca dikkat kesilen birisi de yumurta ve çekirdeği kabullenemez. Her iki halde dengesiz ve ölçüsüzdür. İstikamet ise her iki halede dikkat kesilmektir. Yani çekirdeği düşündüğü zaman ağacıda aklında tutmalıdır. Tavus kuşuna baktığı zaman yumurtaya da ara sıra bakmalıdır.

Peygamber Efendimizin sadece beşeri yönüne dikkat kesilen bir adam onun manevi yönünü idrak ve ihata edemediği için onu sıradan ve basit bir vahiy postacısı olarak görür ve gereken hürmet ve sevgiyi gösteremez.

Aynı şekilde  yine Peygamber Efendimizin sadece manevi ve risalet cephesine dikkat kesilen bir adam da onun maddi ve beşeri modelliğini ve rehberliğini idrak ve ihata edemez. Onu olağan üstü bir melek gibi tasavvur eder hayatta ve realitede rehbersiz ve modelsiz kalır.

Hatta daha da ifrat ederse Hıristiyanların Hazreti  İsa (as)’ı İlahlaştırdığı gibi tehlikeli bir noktaya gidebilir. Böyle ifrat ve tefrite gitmemek için Peygamber Efendimizin  her iki halini de dengede ve ölçüde götürmeliyiz. Ona göre bakmalıyız.

Son olarak Risale-i Nurlardan terbiye almış birisi sahabe kadar olmasa da Hazret-i Peygambere olan aşk ve sevgisi hem istikametli hem de fevkaladedir diyebiliriz. Bu yüzden Nurları ciddi okuyan ve tahkik edenler görürler ki, Peygamber sevgisi ve aşkı ancak onun manevi azametini ve büyüklüğünü anlamakla mümkün ve onunla orantılıdır. Sahabeler, onun iksir-i nübüvvetinden istifade ettikleri için aşk ve sevgide birinci sıra onlarındır. Sahabe mesleğinin izinden ve tarzından giden Risale-i Nurlar  sahabelerin mesleğini bu zamanda hakkıyla temsil ediyor. Nur talebelerinin Peygamber Efendimize olan sevgi ve hürmeti belki sahabelerin ki kadar  olmasa da en azından  onların tarzını ve istikametini bu zamanda yaşatıyorlar. Aynı zamanda  Risale-i Nurlarda ki Peygamber sevgisi mutedil ve istikametli bir şekilde izah edildiği için  Ehli sünnet ölçülerine tamı tamına mutabıktır.

Allah bizi  ifrat ve tefrit hallerden muhafaza etsin.

Sorularla Risale