Etiket arşivi: miracın anlamı

Miraç Kandili Nedir?

Allah’ın emriyle Peygamber Efendimiz (sas)’in rûhen ve bedenen, Burak (1) isimli semavî bir binite binerek Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan Kudüs’teki Mescid–i Aksa’ya (Beytü’l–Makdis) kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna –ki buna İsra denilir–, oradan da bir mi’râcla (manevî asansör) yedi kat göklere yükselip tâ Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref denilen ledünnî binitle Allah’ın huzuruna varıp O’nun Zât–ı Akdes’ini yakînen müşahede etmesi ve zaman–mekân üstü konuşması olaylarına Mi’râc denilir. İki aşamalı bu gökler ötesi yolculuk, peygamberliğin 12. yılında, hicretten on sekiz ay önce, mübarek üç ayların ilki olan Recep ayının 27. gecesinde (Regâib gecesinden yirmi küsur gün sonra) gerçekleşmiştir. Kadir gecesinin de Ramazan’ın 27. gecesi olması ile aralarında çok gizemli bir tevafuk vardır. Bediüzzaman Hazretleri: “Mi’rac gecesi ikinci bir Kadir gecesi hükmündedir.” (2) sözleriyle, bu gecenin Kadir gecesinden sonra en kutsal bir gece olduğunu belirtmişlerdir. Ebu Talip’in ve Hatice (ra) validemizin vefatı ile çok hüzünlenen, müşriklerin üç yıl süren ablukası ve Tâiflilerin saldırıları karşısında daralan Allah Rasûlü (sas) (ve mü’minler), bu mi’rac olayı ile çok muhteşem bir teselliye ve ihsan–ı İlâhîye ve nail olmuştur. Üç ayların ilk kandili, Regaip gecesi, ikinci Mi’rac gecesidir. Regaib gecesi, Zât–ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanıdır. Mi’rac gecesi de Zât–ı Ahmediyenin terakki hayatının zirve noktasının ünvanıdır. (3)

Kur’ân–ı Kerim’de İsrâ suresi (17/1) bu İsrâ olayını anlatır. Necm suresi de İsrâ’nın devamı olan Mi’râc hadisesini anlatır. (4) Âyetlerde biraz da kapalı olarak anlatılan bu esrarengiz yolculuğu, Peygamberimiz (sas) bir çok hadîslerinde detaylarıyla anlatmışlardır. (5)

Bir gece Kâbe–i Muazzama’nın Hatîm mevkiinde yatarken, Cebrail (as) gelip mübarek göğüslerini yardı, kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup eski hâline koydu. Sonra beyaz bir binek Burak ile (normalde bir aylık mesafedeki) Mescid–i Aksa’ya uçtular. Orada bütün peygamberlerin ruhlarına imam olup namaz kıldırdı. Bu, onların şeriatlerinin asıllarına mutlak varis olduğunu ifade ediyordu. (6) Bir de kendisine su, şarap ve süt takdim edildi. O, fıtrî ve tabiî olan sütü içti. Bu ise ümmetinin doğru yola iletildiğini ifade ediyordu. Ardından yüceliklere yükseltici bir mi’rac (manevî asansör) ile göklere çıkartılıp yedi kat semaları bir bir dolaştırılmıştır.

1. kat semada: Hz. Adem’le, 2. kat’ta Hz. İsa ve Hz. Yahya, 3. kat’ta Hz. Yusuf, 4. kat’ta Hz. İdris, 5. kat’ta Hz. Harun, 6. kat’ta Hz. Musa ve 7. kat’ta Hz. İbrahim ile görüştü.

Melekleri, Cennet ve Cehennem’e kadar bütünüyle ahiret hayatını müşahede etti. Bütün mülk ve melekût âlemlerini dolaştı. (7) Cebrail daha sonra Peygamberimiz (sas)’i daha da yükseklere çıkardı, öyle bir fezaya vardılar ki kaderleri yazan kalemlerin cızırtıları duyuluyordu.  Nihayet varlıklar âleminin son sınırı olan Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaştılar. Cebrail:

“İşte burası Sidretü’l–Müntehâ’dır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.”

dedi. Peygamberimiz (sas)’e Sidre’de dört kutsal nehir ve her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beyt–i Ma’mûr gösterildi. Sonra kendisine şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. O, yine sütü tercih etti. İçtiği süt, onun ve ümmetinin fıtratı, yani hilkat–i İslâmiyesiydi.

Ayrıca şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l–Me’vâ’yı temaşa etti. Cebrail’i geride bırakan Zât–ı Ahmediye Aleyhisselam, burada Refref’e binerek Arş–ı A’lâ’ya urûç etti ve tâ Kâb–ı Kavseyn olarak belirtilen “imkân dairesinin bitiş, vücûb dairesinin başlama sınırına” ulaştı. Huzûr–u Kibriya’da Zât–ı Akdes’e ok yayının iki ucu kadar, hattâ daha fazla yaklaştı. (8) Cemâlullah’ı perdesiz ve vasıtasız olarak müşahede etti, Onunla zaman ve mekândan münezzeh olarak bîkem u keyf konuştu. Daha sonra tekrar Refref’le Sidre’ye geri döndü. Orada Cebrail’i asıl hüviyetiyle –tıpkı ilk defa Hira’da gördüğü şekliyle– gördü. (9) Müteakiben de yine Cebrail ile birlikte göz kırpması kadar kısa bir zaman parçasında dünyaya nüzûl eylediler. (10)

“Ben mi’racdan daha güzel bir şey görmüş değilim.” (11)

diyen Peygamberler Sultanı (sas), mi’rac yüceliklerinden –âdeta bir vefa duygusuyla– geri dönerken yanında ümmetine çok büyük hediyeler getirmiştir.

Birincisi: Beş vakit farz namazı getirmiştir. İhsan şuuruyla kılınan namazlar, ümmetin mi’rac asansörleri olacaktır.

İkincisi: “Âmenerrasûlü” diye bilinen âyetleri getirmiştir. (Bakara, 2/285–286)

Üçüncüsü: İsra Suresi’nin 22–39. âyetlerinde(12) bahsedilen on iki adet İslâm prensibini getirmiştir. (13)

Dördüncüsü: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini getirmiştir.

Beşincisi: İyi amele niyetlenen kişiye –onu yapamasa bile– bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye –onu yapmadığı müddetçe– hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi.

Bir diğer hediye de, Mi’rac gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki et–Tahiyyâtü diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’racda Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir mükâlemeye namaz kılanı mazhar etmektedir. (14)

Evet Zât–ı Ahmediye, bütün velayetlerin üstünde bir külliyet ve ulviyetle tezahür eden velayetinin bir neticesi olarak İlâhî kemal mertebelerinde seyrü sülûk olan Mi’rac (15) ile huzur–u kibriyaya uzanan yolu açmıştır. Kapıyı da açık bırakmıştır ki, arkasındaki evliyayı ümmet, ruh ve kalp ile o nuranî caddede, Mi’râc–ı Nebevî’nin gölgesinde seyrü sülûk edip istidatlarına göre yüce makamlara çıkıyorlar. (16) Mi’rac’ta farz kılınan beş vakit namaz, mü’minin mi’racıdır; (17) ve Mi’rac–ı Ekber’in (Efendimiz’in Mi’racı) cilvesine mazhar (18) olan bir mi’rac–ı asgar (küçük mi’rac’tır. (19) Bu mi’racın zirvesi ise secde hâlinde yaşanır, (20) kulun Allah’a en yakın olduğu anda. Her mü’min, namazın fiil ve rükünlerine fikrini bindirip, bir nevi mi’rac ile kâinatı arkasına atıp huzura kadar gider. (21)

Bediüzzaman Hazretleri:

“Leyle–i Mi’rac, ikinci bir Leyle–i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket–i maneviye sırrıyla, inşâallah her biriniz kırkbin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisan ile bu kıymetdar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadet ile şükredersiniz.” (22)

sözleriyle bu gecenin manevî bir fırsat bilinip değenlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.

“Bu bağlamda, fıkıh kitaplarında bir Mi’rac gecesi namazından bahsedilmektedir ki, kılınması müstahsen görülmüştür: 12 rek’attir. Her rek’atında fatiha suresiyle beraber herhangi bir sure okunarak iki rek’atte bir selâm verilir. Sonra da 100 kere “Sübhânellâhi velhamdü lillahi vela ilahe illallâhü vellâhü ekber.” denilmelidir. Müteakiben ise 100 kere tövbe ve istiğfar edilip, 100 kere de Efendimiz (sas)’e salât ü selâm getirilmelidir. Gündüzünde de oruçlu bulunmalıdır; zira bu hâlde günaha dair olmaksızın yapılacak her duanın kabul edileceği inayet–i İlâhîden umulur. (27) Ayrıca bütün mü’minlere dua etmeyi de unutmamalıdır.”

Nasıl ki Efendimiz’in (sas) Mevlid kandillerinde, Onun kutlu doğumunu anlatan Mevlidler okunur; öyle de Mi’rac kandillerinde, bu semavî seyehati anlatan Mi’râciyeler okunur. (28) Mevlid–i Nebi şairi Süleyman Çelebi’nin “Söyleşirken Cebrail ile kelâm / Geldi Refref önüne, verdi selâm” beytiyle başlayan mi’raciyesi meşhurdur. Bu kandil gecesi, Mi’rac olayını anlatan hadîsler ve kitaplar yeniden okunmalı, toplantılar düzenleyip mi’raciyeler okutulmalıdır. Gönüller ilâhilerle coşmalı, ilmî–manevî sohbetlerle kendinden geçmelidir. Kur’ân’dan özellikle (İsra, 17/1, 22–39. âyetleri, Necm 53/1–18; Bakara, 2/285–286) âyetleri ve tefsirleri okunabilir. Eğer kişi, Kur’ân’ın dilinden kalp kulağıyla iman derslerini dinleyip başını kaldırıp vahdete tam yönelse, “kulluğun mi’racı”yla kemalat arşına çıkabilir. (29) Mi’rac’ta iman hakikatleri gözle görüldüğü için, bu kandil gecesi imanî konuları ve o konular içinde Mi’rac’a ait meseleleri derinlemesine okuyup mütalâa etmek lâzımdır. (30) “Mi’rac–ı imânî” (31) ile âdeta İlâhî mükâlemeye nail olmalıdır.

Camilerde cemaatle kılınan akşam ve yatsı namazları ve okunan Kur’ân’larla kıvamını bulan ruhlar, daha sonra evlerine çekilmeli, evlerindeki mescid–i haram mesabesindeki odalarından seccade burak’ına binerek ilham cebrail’i eşliğinde ihlas mescid–i aksa’sına varmalı; orada gözyaşıyla karışık bir kâse mânâ sütü içtikten sonra secdelerin mi’racıyla yükselip âyetlerin kanatlarında ruhunun mülk ve melekût semalarına yelken açmalı, her rek’atta âdeta bir kat yukarılarına doğru yücelmeli, bir noktadan sonra binit değiştirip ihsan (32) refref’ine binerek kendi kemal sidre–i müntehalarında pervaz etmeli, nihayet insanda arş–ı azam mesabesindeki kalbin derece–i ufkuna urûç ile tâ kâbı kavseyne ulaşıp “et–tahiyyâtü”nün sırrıyla huzur–u kibriya’da sünûhât ve ilhâmât ötesi bir nevi mükâleme–i İlâhiye ve müşahede–i Rabbâniyeye mazhar olmalıdırlar.

Dipnotlar:

1) Merkepten büyük, attan küçük bu göksel binit beyaz renklidir ve Cennet’ten getirilmiştir. (Nursi, Mektubat, s.303, Envar Neşriyat, İstanbul, 1992).
2) Nursi, Şualar, s.499; Tarihçe–i Hayat, s.598.
3) Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.207.
4) Necm, 53/1–18.
5) Buhari, Bed’ü’l–Halk, 6; Enbiya, 22, 43; Müslim, İman, 263, 264; Tirmizi, Tefsîr’u–İnşirâh, 33–34; Ahmed b. Hanbel, 1/309; Musannef, 14/306; İbn Hişâm, Sîretü’n–Nebî, 2/44, İhyâü’t–Türâsi’l–Arabî, Beyrut, Beyrut.
6) Nursi, Sözler, s.525.
7) Nursi, Sözler, s.560.
8) Necm, 53/9.
9) Necm, 53/1314.
10) Nursi, Sözler, s. 136, 562. Mi’rac olayının “bast–ı zaman gibi” çok kısa bir sürede olduğuna dair bkz. Nursi, Mesnevi–yi Nuriye, s.197; Nursi, Lem’alar, 
21) Buhari, Salât, 1; Hacc, 76, Enbiya, 5, Tevhid, 37, Menâkıb, 24; Müslim, İman, 259; Ahmed b. Hanbel, 3/148, 149, 5/143. Mi’rac: Semavî asansördür ki, ölülerin ruhları gökyüzüne onunla yükseltilir. Bu yüzdendir ki ölülerin gözleri yukarılara gökyüzüne doğru bakar.
12) “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ana–babanıza da iyi davranın. Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını verin. Gereksiz yere de saçıp savurarak israfçı ve cimri olmayın. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Zinaya yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Ahdinizi yerine getirerek verdiğiniz sözü tutun. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma.” (İsra, 17/22–39).
13) Müslim, İman, 264.
14) Nursi, Şualar, s.77–79.
15) Nursi, Sözler, s.561, 563.
16) Nursi, Sözler, s. 580; Nursi, Mektubat, s.306.
17) Kaynaklarda bu mânâyı gösterir şekilde bazı hadîsler bulunmaktadır: “Sizden biriniz namaza durduğunda Rabbiyle münacat edip konuşur.” “Cenab–ı Hakk’ın namaz kılan kula teveccühü ve ikbali devam eder, tâ ki kul namazdan çıkıncaya kadar (ya da kul sağına–soluna dönünceye kadar).” Buhari, Salât, 39; Müslim, Mesâcid, 54; Salât, 108, 121; Müsned–i Ahmed, 2/26, 34, 36, 129.
18) Nursi, Şualar, s. 92, 643.
19) Nursi, Şualar, s.645.
20) Nursi, Mesnevi–yi Nuriye, s.63; Nursi, Sözler, s.47.
21) Nursi, Sözler, s.572. Ümmet de insilâh–ı küllî denilen bir haletle bir nevi mi’rac yapmaktadır. İnsilâh–ı küllî: Kulun (mutasavvıfın) unsurlardan mürekkep olan kesif madde bedeninden çıkarak, bütün unsurları bırakıp âlem–i gaybdan olan latif cesediyle semalara urûc etmesi olayına denir. Bkz. Yazır, Muhammed Hamdi, 5/315152, Eser Neş.İstanbul.
22) Nursi, Şualar, s.499; Tarihçe–i Hayat, s.598, Envar Neşriyat, İstanbul, 1989.
23) Bediüzzaman Hazretleri bazen kandil gecelerini iki gece olarak değerlendirirdi. Örneğin bir defasında Mi’rac gecesini iki gece olarak kutladığını kendisi belirtmektedir. [Nursi, Emirdağ Lahikası, 2/65>.
27) Bilmen, a.g.e., s.188.
28) Nursi, Mektubat, s.307.
29) Nursi, Sözler, s.364.
30) Bu meyanda Risale–i Nur Tefsirlerinden uygun bahisler okunabilir. Zira “Risalei–Nur, hakikat–ı Kur’ân ve mi’rac–ı îmandır.” [Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.266>.
31) Mi’rac–ı İmânî için bkz: Nursi, Tarihçe–i Hayat, s.373; Asa–yı Musa, s.138).
32) İhsan: Allah’ı görüyor gibi veya O’nun gördüğü şuuruyla ibadet ve kulluk yapmaktır.

Maveranın Farklı Merdiveni; “Mirac-ı Nebevi”

Miraç, hakkında konuşulması en güç meselelerdendir. Selefin naklettiği sadece olayın tanrısal ve nebevi akışının hikayesidir. Dellalı Saltanatı İlahi Cenabı Nebi’nın Miraç denen fantastik macerasının durakları anlatılır, Kudus’e gidiş, sonra semaya uruc, sahibi Kainat ile mülakat-ı fevkal beşeri ve idraki aciz eden kudsi kavsin iki ucu gibi telakki ediş, ve kamer vari menzilden menzile bir seyyahatı acibe görülenler, seyredilenler ve eve dönüş. Giderken vakayı acibe ile neler görecek neler, gelirken neler gördü neler tavsifine muhatap olacak bir sahibi şan-ı azim, cenabı ulül azm Hazreti Seyyid ül enam, kafasında muğlak kalan esrar-ı kainatı taharriye giden çok meraklı bir zat, Burakın sırtında arkadaşı ve mihmandarı Cebrail ile birlikte uçtular uçtular, sağda solda insan gözünün görmediği farklı iklimler, semanın merdivenleri , nebiler, farklı sarayları , farklı tefrişleri , onu bekleyen yüzlerce yılın gözleri mutlu mülakatlar mülakatlar..

Bediüzzaman sözün başında bir ihtar çeker okuyucularına, hani insan birine ihtar verir, hukuki bir terimdir yerine göre, Bediüzzaman birçok bahiste konunun uzmanı kendi olduğundan bahsin önemine dikkat çeker, çekmeyi teklif eder. Esmayı sittede daha birçok bahiste. Orada Mirac’ın neden sonra gerektiğini anlatır, imanın bütün rükünlerini kabulden sonra Miraç gelir, imanın rükünlerini anlayan bir adam miracı kolay kabullenir. Sonra Büyük anlatımın esaslarını öne sürer biri Allah, diğeri peygamber, sonra melaikeler, sonra da semavat, çünkü miraç denen bu büyük tanrısal tiyatronun cereyan ettiği mekanlar ve o mekanların lazımları bunlardır. Miraç bunların arasında cereyan etmiştir. Bir ilah yüzyılların tezgahında hazırladığı bir, büyük peygamberini peygamberlik gereği olarak mülküne çağırır mülkünün dikkat çeken öğeleri, hilkatın ve miraç görütüsünün sahibi muhatabı ve seyircileri ve mekanlar zinciri semavat. Bediüzzaman anlatımda iki muhatap seçmiştir, biri şüphedeki mümin diğeri inanmış ve terketmiş mülhiddir.

Bediüzzaman tek boyutlu bakmaz olaya, bir Allah canibinden bir de peygamber canibinden bakar. Bir peygamber bir seyahata çıkmıştır,o seyahatta umumi bir seyir vardır, çünkü alemin maksadı insanın seyridir, ona iki göz verilmiştir bu alemi bütün acaibi ile seyretmek için büyük temaşagerdir o, seyirci peygamberdir, o hem kendi adına hem de ümmeti adına seyreder. Çünkü gördükleri ile hayretini teskin ettiği gibi ümmetini de tatmin etmelidir ve etmiştir, “ben miraçtan daha güzel bir şey görmedim” der. Bu seyrin cazibesinin fevkaladeliğidir. Bir külli uruç semaya oranın şartlarına göre yükselmektir, mümkün alemin bittiği noktaya sınıra son sınıra Sidret ül Müntehaya, ondan ötesi Rabbi ile iki yayın mülakatı gibi bir karabet noktasına gelir, bütün bu seyahat ve yükselmede gözü ve kulağı sanatkarı Zülcelal’in mülkünün arka planında Allah’ın esması ile inşa ettiği sanatlarını görmüştür işitmiştir.Dünyada esma insanın göz ve kulağına ve idrakine göre çizer, boyar gösterir, ama maveranın böyle bir geometrisi yok orada isimlerin cüzi değil sınırlı değil dar değil külli ihatalı tecellileri var onları görür. O onları görmek için hazırlanmıştır fizyolojisi ve manevi iklimleri ona göre şekillenmiştir. Yoksa ne göz görebilir onları ne de akıl anlayabilir, ne de idrak yanaşabilir. Onlar onun mana ve ruh ikliminin sofrasıdır, ona hastır, kurbu huzur ona hastır, bize kalan ise günah ile yastır.

Bir de sahibi kainat, miracın kurgusu kendine ait büyük organizatör bütün vakaların dramaturgu, zemin denen bu büyük tiyatroda sonsuz canlıları ve olayları bir arada tanrısal bir tiyatro gibi oynatan ve seyreden kendine has seyrini yapan bir büyük Allah .Bir kulunu bir seyahatle huzuruna davet eder, ona bir vazife verecektir, o vazife kainatın mahiyetini değiştirecek bir vazifedir, varlığa bakış açısını başkalaştıracaktır. Davet edip diyor davet eden Cebraili göndererek böyle bir seyahata çağırır, onu Mescid-i Haram’dan bütün peygamberlerin bulunduğu Mescid-i Aksaya gönderip, onlarla görüştürüp, fiilen onların dinlerini temsil ettiğini onlara gösterdikten sonra yanına çağırıp , mülkünün gizli açık her tarafında gezdirir. O seyahatinden sonra bütün kainatı alakadar eden bir emanetle geri dönecektir, kainatın rengini değiştiren bir nur ile beraberdir. Onun öncesi kainat gri, renksiz bir toz bulutu gibi manası muhtevası tayin edilmeyen bir renkte idi, o rengi mananın cuşu huruşa getiren rengi ile boyadı. Hem manası yüzyıllardır anlaşılamayan dünya ve mafihanın bütün kapalı anlamlarını açan bir anahtarla geri dönmüştür, muammayı müşkül küşa açılmıştır, onun eli ile. O emanet, o nur ve o anahtarın cihanı kaplayan , bütün kainatı içine alan , bütün canlıları kapsayan bir muhtevası vardır.

Miracın bir sırrı konuşma zorunluğudur. Öyle ya kainatın bütün sırlarını açacak biri kainatın sahibine gereklidir, insan denen kainatın maksadı olan bir canlı bu kadar büyük yaratılışına mukabil bir görev ile tavzif edilecektir, kainatın manasını değiştiren rengini değiştiren bir renk ile alemin rengini değiştiren bir peygamber, alemi yaratan ve onu kendine mukabil görevlendiren bir ilah ile konuşmalıdır. Bütün kainat onun konuşmasıdır, arıya balı öğreten bu mükalemedir, ağaca elma yapmayı öğreten bu esrarlı konuşmaktır, ya insan ile konuşmasın mı temsili konuşan ve konuştuğunu nakleden bir peygamber için konuşmak herkesten daha gerekli bir konuşmadır. Yoksa kainat denen bu büyük mektebin sahibi en büyük öğretmeni ile konuşmasa nasıl olur. Rububiyet görevini peygamberler kanalı ile yapan bir Rab, bütün kainatı yaratan bir yaratıcı ile o peygamberin konuşmaması imkansızdır.

Nasıl bir ressamın sanatı eserine , boyaları kullanmadaki mehareti resmine yansır o eser onun aynası olursa, bir Selimiye mimar Sinan’nın ruhunun yansıması bir ayna ise , insan da EzelEbed Sultanı olan Ehad ve Samed bir Zatın insanın mahiyetine yansımasıdır. Bir ressam ile eseri arasında bir mülakat vaki olduğu gibi insan da ayine mahiyeti ile kabiliyetine ve mertebelerdeki uçmasına ve yürümesine göre kendine yansıyan esma ve sıfat ile mülakata buluşmaya , sohbete gerek duyar işte miraç ayna ile sanatçı arasındaki mülakatın safahatıdır. Peygamber bütün insanlar adına bu Şemsi Ezelinin aynaya yansımasıdır. Bu sır çok harika bir örnek ile ifade edilmiştir. Ancak ve ancak Bediüzzaman’a hastır.

Miracın hakikatı, sırdan daha zahir bir görüntüdür. Tanıtmak, göstermek varlığın temel yaratılış gayelerinden biridir. Bu kainat bir sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir. Öyle ifade eder Bediüzzaman, meşher teşhir etme göstermedir, meşher teşhir edilen mekandır. Kainatın ve dünyanın tefrişi döşemesi bir gösterme mantığı ile yapılmıştır. Allah kendi sanat eserlerini teşhir etmek içingüzel yaratmış ve güzelce herşeyi yerli yerine koymuştur. Bütün sanat eserlerini en iyi anlayan dellal ki peygamberdir, o da ilahının bütün sanat eserlerini , esması ile yaptığı bütün eserlerini görmelidir.

Sanat eserlerini görmediği bir sanatkar-ı Zülcelali nasıl anlatsın, nasıl eserlerine dikkat çeksin. Varlıkların yaratılış safahatı öncesi, ve sonrası, yaratılışın daireleri, varlığın atölyeleri, tasarruf merkezleri, semanın her tabakasında gösterdiği faaliyeti bir özel kuluna gösterilmelidir. İşte bu hakikatın bir yönüdür. Cebrail bir tarif memurudur, Allah büyük kulunu bütün ilahi tecellilere ayine, hem bütün kainat tabakalarını gören, Rububiyetin saltanatının dellalı, Allah’ın rızasının tebliğ edicisi , kainatın sırlarının keşfedicisi yapmak için onu bütün mülkünde dolaştırmalıdır. Çünkü nazırlık, mübelliğlik, dellallık ancak bu görme ve düşünme ile mümkündür. Tebliğ ettiği hakikatların arka planını, görmeden nasıl onları ikna edici bir şekildeinsanlara anlatabilir. Görmediği sırlı iklimleri nasıl insanlara anlatsın. Bütün bunlar gösterme görme ve anlatma ve görevlendirme için gerekli miraç hakikatlarıdır. Bunları yapmayı şöyle harika şekilde anlatır. “Buraka bindirip, berk gibi semavatı seyrettirip, mertebeleri kat ederek, kamervari , kamer gibi menzilden menzile , yani ayın hızında dolaşmak , daireden daireye ilahi terbiyeyi temaşa ettirip, o dairelerin reisiolan peygamberler ile görüşüp, ta Kab-ı kavseyn makamına çıkarmış, kelamına ve rüyetine seyrine mazhar ayine etmiştir.” Kainat bir hükümdarın mülküdür, Peygamber bir kumandandır. Kumandanın kumandanı azamın hükümdarının mülkünü ve hükmettiği varlıkları görmesi gerekir , bir hakikat de budur.

Miracın hikmeti, yukarıdan aşağı bir görevlendirmedir. Peygamber, varlık aynalarındaki güzellikleri sanat güzelliklerini , mahlukatı kendi hedeflerine hazırlayan terbiyedeki harikalığını kendi görmek müşahade etmek ve ve kuluna müşahede ettirmek için Miracı kurgulamıştır. Ama o bir mümtaz ferddir bütün bu faaliyetleri görecek niteliklere sahiptir. Yaptığı işde bütün şuur sahiplerinin adına yapılmıştır.Allah’ın nihayetsiz cemali ve kemali vardır. Cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini sever, o kemal ve cemali mahlukatta tecelli etmektedir. Bütün masnuatında sanatlı varlıklarında kemal ve cemalini görür, bu masnuat içinde en sevimli olan insandır, bu en sevimli olan insanın en sevimlisi peygamberdir. Bu kemal ve cemalin odağı peygamberdir, bütün kemal ve cemalleri ve en cami yansıyan varlığı görmek ve göstermek için Miraç da onu yanına çağırmıştır. ”Bir sarayı alemi kendi kemalat ve cemal-i manevisini görmek ve göstermek için bir meşher hükmünde açan Celil-i Zülcemal , Cemil-i Zülcelal Sani-i Zülkemal’in hikmeti iktiza ediyor ki şu alem-i arzdaki zişuurlara nisbeten abes ve faidesiz olmamak için o sarayın ayetlerinin manasını birisine bildirsin

Miracın beşyüzden fazla meyvesi vardır. Bediüzzaman yalnız beş tanesini anlatır. İman hakikatlerini gözle görüp, melaikeyi, ahireti , hatta Zatı Zülcelali gözle müşahade etmek bu meyvelerden biridir. Bu bilmek ve görmekler öyle bir hazinedir ki insan için yüzyıllarca bunları bilmeyen insanlar pagan dönemlerde her gördüğü büyüklüğe tapmış şaşırmış kalmışlardır, bunların izahı insanlığı karmakarışıklıktan kurtarmış bir noktayı vahdete yöneltmiş ve rahatlatmış ve kainatı anlamlandırmıştır. Çünkü kainatın en önemli hakikatı onu manalandırmaktır. Manalandırmak yüzünden insanlık çok kötü günler yaşamıştır ve yaşamaktadır.

Kainatın bir bir yaratıcısı olduğu bilinmiştirçok zaman ama insandan ne istediği rızası nasıl elde edileceği, alemin sonunun ne olacağı, büyük temaların ahiret ve ölüm gibi çözümü gerekir bu da miraç ile ortaya çıkmıştır. Bu hayatın sonu ebedi bir saadetin definesidir, o defineyi peygamber görmüş ve anahtarı alıp insanlara getirmiştir, o anahtar dinin bütün zaruriyeti ve emirleridir.Kendini yaratan kainatı insan için donatan zatı görmek insan için gayeyi hayaldir, Miraç ile o Cenabi Nebiye müyesser olmuş, insana da müyesser olacaktır. En önemlisi insanın mahiyeti ve önemi Allah’ın ve emirlerinin muhatabı ve kul olduğu miraç ile anlaşılmıştır.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org