Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Hizmette “R” Geri Vites

..Birçok Büyük Sanılan Kimseler Gibi, Yere Göğe Sığmaz.. [1]

Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.[2]

Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir. Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir.[3]

Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saadet-i ebediyenin anahtarıdır. [4]

Hizmet, Lugat Manası olarak:Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet. * Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat. Olarak geçmektedir.

            Bir şey yapılacağı zaman neticenin ve işin doğru olması için usul gerekir. Buna bir misal vereyim. Bir kavanoza çakıl kum ve su koyacağız. Bunun usulü önce çakıl arasına kum üzerine de su koyarsak nizami olarak içerisine hepsini alacaktır. Bunun usulü budur.

         Şimdi bu sıralamayı değiştirmeyi deneyelim.

a) Çakıl yerine kum koyalım sonra üzerine su boşaltalım. Kum taneleri aşağıda kalacağı için çakılların arası tam dolmayacaktır ve gerekli olan su içine girmeyecektir.

b) suyu boşaltıp üzerine kum ve çakılı boşaltalım bu defa da yine usule uygun olmadığı için istenen netice hasıl olmayacaktır.

Bu deneyde tezahür eden o dur ki bir şeyde muvaffak olmak isteyen adam usule uymalıdır. Nitekim ahirzamanın mihmandarı ve Rehber-i A’zamın (a.s.m.) yaveri Bediüzzaman Said Nursi bu konuda: “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. [5]” demektedir.

          Dersen şayet neden bunları tadad edip sıraladın?

Bu deneyi şu sebeple misal olarak verdim. Demekki her şeyin bir usulü var. Bu usulü bilmeyenlere karşı tevazu yapılarak estağfirullah demek tevazu değil ihanettir. Tevazu alçak gönüllülüktür.

Bir söz söylenildiğinde ve iştildiğinde: “Evet, bir kelâm “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür etmesi noktasından, Kur’anın misli olamaz ve ona yetişilemez.[6] ” ve . “”Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.[7]” şimdi hizmet diye hemen herkes bir şeyler yapmakta ve söylenilmektedir. Risale-i Nur Külliyatına Muhalif olarak hatıralar nakledilmektedir.

Biz şunu peşinen bilmeliyiz ki: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor [8]” o halde bizler gözmüzü olabildiğince çık tutmalıyız. Kim olursa olsun sözünü ölçmeden tartmadan kabul etmeyeceğiz.

Pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, isbatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. [9]” binaenaleyh bu asırda aldanmamak ve hak içine bulaştırmalardan kurtulup istikamet üzere kalmak gerektir. “Binaenaleyh ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli.[10]” elbetteki böyle külli bir hizmetti akim bırakmak için dahili ve harici muhalifler olacaktır. Huffaş misüllü olan bu kimseler ise ancar Risale-i Nur Külliyatının Lahikaları müvacehesinde tesbit edilip bertaraf edilir ve Hizmet selamete çıkar.

            “Hattâ İlm-i Mantık’ta “kaziye-i makbule” tabir ettikleri; yani büyük zâtların delilsiz sözlerini kabul etmektir. Mantıkça yakîn ve kat’iyyeti ifade etmiyor; belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i Mantık’ta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındandır.[11]” bizler ise hüsn-ü zanna binaen oluşturduğumuz sun’i kahramanlar, abiler, hocalar, falanlar, filanlar.. bunlara bu makamı biz veriyoruz.

Halbuki bu makam vermeyi bizzat Bediüzzaman kökünden kesmektedir. Şu sözüyle “Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.[12]” tarikat tarzı olan bu müfritane ali makam vermek yerine herkese değerince kıymet vermek gerekir yoksa fazla hüsn-ü zan vererek büyük sanılan ve zannettirilen kimselerin mesleğimizce geçersiz olan delilsiz sözleri kabul edilir. Risale-i Nura muhalif hareketlerinde vardır bir bildiği denilerek yanlışına ses çıkarılmaz. Bile bile ses çıkartmamakla ihanet aynı şeydir. Çünkü ha cephaneliği senin ihtiyatsızlık ve vazifesizliğinden havaya uçurdun. Ha bu vazifesizlikten düşman geldi havaya uçurdu. Yani hizmetin esasatına taalluk eden meselelerde ihmal ile ihanet aynıdır. Çünkü netice aynıdır. Bizlerin büyük zannedip makam verdiğimiz kimselerin bu sahte ve gerçek olmayan makamı muhafaza için kendini o makamda tutmak için bir çok yalan, iftira gibi şeylere temayül etmesine de sebep olmaktayız.

Risale-i Nurda böyle yazılı; ama falan abi buna diyorki deyip Kitabı değil şahsı esas almaktadır. Bu adamın ne kadar yanlış yaptığı aşikardır. Şahsı esas alıp kitabı arkaya veren “Sofi Meşrep[13]” kimseler Hakikat mesleği içindeki tarikat meşreplilerdir. Bunların hizmetin istikametine verdiği zarar azimdir. Bilerek veya bilmeyerek hizmet yapıyorum diyerek hezimet yapmaktalar.

Başta vermiş olduğum misal ise hizmetin tarzı ya ilmen yakin ya aynelyakin ya hakkalyakin bir surette öğrenmiş olan kimseler hizmette toy, acemi, olmaları kendilerine makam yapmaları veya makam talep etmeleri neticesinde verilen ve kendisini büyük zannettirmek için verilmiş sahte makamlar neticesi olarak kedi iken aslanı boğmaktadır.

Cemaatin elinden Lahikaları alıp Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şuaları verecek olursan cemaatin tarikattan farkı kalmaz. Bizleri tarikattan veya bir hareketi başka hareketten ayıran tarzdır yani usuldür. Nurcuların usulü lahikadır.

Bunun farkında olmayan “Sofi Meşrep[14] kardeşler[15]” hakikat içerisinde tarikatçılık yapmaktalar ve tam manasıyla “bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalalet istifade ediyor.[16]” kendisini bir şey zannedip hizmet diye yaptığı her şey tahriptir geri vitese takıp yola devam ettirmektedir.

Nasıl olur bunu dersin ? derseniz

Elcevap: “Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.[17]” fiil aynı aynı şey ama..

İşte böyle yapılan iş aynı ama netice farklı bir hareket var. İleriye değil geriye bir hareket. “Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk’a aittir.[18]” bir kaidemiz var doğru ama sorgulamak gerek biz nerede yanlış yapıyoruz ki Neticeleri ve Muvaffak olmayı Cenab-ı Hak nasip etmiyor? Denilmeli. “Biz, hizmetle mükellefiz” madem bununla dertlenmekle de mükellefiz.“Bu adada (Akdamar) 10 sene kalarak 50 talebe yetiştirsem, o talebelerle İslâmı bütün dünyaya yayıp dünyayı fethedebilirim. [19]” diyen bir üstadın sayısı milyonları aşmış ama 50 talebe keyfiyetine gelememiş bir cemaat haline gelmişiz. İşte hizmetin geri vitesi bunlar.

Allahım bu geri vitesleri bertaf edip dünyaya Risale-i Nur Vasıtasıyla Kur’anın Nurlu sesini çınlattırsın ve Hak Nurunu Yaksın. Nurlanmak için yanmak lazım, hizmetimizle dertlenmek, say u gayret etmek lazım!….  (Şimdilik Sükut!)

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Tarihçe-i Hayat ( 7 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[3] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[4] Barla Lahikası ( 328 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 58 )

[6] Asa-yı Musa ( 131 )

[7] Münazarat ( 14 )

[8] Münazarat ( 14 )

[9] Şualar ( 547 )

[10] Mesnevi-i Nuriye ( 226 )

[11] Emirdağ Lahikası-1 ( 91 )

[12] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[13] Kastamonu Lahikası ( 196 )

[14] Kastamonu Lahikası ( 196 )

[15] Lem’alar ( 167 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 309 )

[17] Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 81 )

[18] Kastamonu Lahikası ( 88 )

[19] Bilinmeyen Taraflarıyla B. Said Nursî, s. 266.

Risâle-i Nur Talebelerinin Şahs-ı Mânevisi!

Hem, “Risâle-i Nur mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor.

Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir… Zâten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı A’zam’dan (K.S.) ve Zeynelâbidîn (R.A.) ve Hasan Hüseyin (R.A.) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir. [1]

شخص معنوي(Şahs-ı Manevi): Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs. * Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.  * manevi şahıs, manevi kişilik, kurum kuruluş veya şirketin manevi olarak bir vücud olarak düşünülmesi.   Olarak Lugatta ıstılahi manalarla beraber geçmektedir.               

Bu şahs-ı manevi meselesi insana huzur vermektedir. Manen bilmektedir ki bu şirketten kendisine her an gelir var. Nasıl ki insan bir şirketten hisse alıyor kendisine düşen vazifeleri yapmasıyla beraber kendi az ve cüz’i olan vazifesini yapmasıyla büyük olan işletmenin işini yapmasıyla o işletmenin gelirinden hissesini almaktadır.

Düşünelim ki bir mecliste oturmuş sohbet-i ihvan, tilavet-i Kur’an, Münacat-ı Rahman ile meşgul olurken bir kişinin tilavet ettiği Kur’an’ı dinlerken o ses bitamamiha hepimizin kulak kapısından girip dimağına yerleşmektedir. Meclisteki esir maddelerinin iletkenliğiyle bize iletilen bu sesin esirler arasındaki cezb ve celb kanunu vesilesiyle bize iletilmesibir kanundur. Sesin tamamı bize gelmesi ve herkesin işitmesi şahs-ı maneviye numunedir.

Bu tilaveti dinlerken ortamı ışıldatan lambadan herkes istifade etmektedir. Yeterki o mekanda mecliste bulunsun. İstifadesine mani olacak bir şey yoktur. İşte bu lamba misali şirket-i maneviyeye numunedir. O lambaya herkes elinde ayna tutsa ve aynasında herkesin bir lamba görünecek ve aynada görünen suret ise yansıtma aksetme hususiyeti aynanın kalitesi ve ebatına göre değişmektedir.

Burada ortak olan: lamba ve lambadan akseden ışıktır.

Farklı olan şey: Lambanın kalitesi ve ebatıdır.

O halde bizlerin şu anda bağı olmuş olduğu müceddidiyetin son halkası olan Risale-i Nurun meslek-i esası ve asıl sahibi Hz. İmam-ı Ali (r.a) kadar gitmekte ve silsile yoluyla bu Nur Dairesi Hz. Alinin yoludur.

            Bizlerin okumaları, şevkimiz, gayretimiz, cehdimiz ve Daire-i Nuriyedeki istihtamiyetimize göre şirket-i maneviyeden hissemiz artmaktadır.

İbn-i Sina, Farabî, İbn-i Rüşd bu mes’elelerde bütün mevcudatı delil olarak gösterdikleri halde, Risale-i Nur o hakikatları bir zerre ve bir çekirdek lisanıyla isbat ediyor. Eğer Risale-i Nur’un ilmî kudretini şimdi onlara göstermek mümkün olsa idi, onlar hemen diz çöküp Risale-i Nur’dan ders alacaklar idi. [2]

“Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi.[3]”

O halde Bir Risale-i Nur Külliyatının Okurları için dairemiz içerisinde sevk u gayretle istihtam olmak için dua etmeliyiz. Zübeyr GÜNDÜZALP ve Tahiri MUTLU Ağabeylerimizle 20 seneye karib hizmet etmiş olan Rüştü TAFRAL Ağabeyimizin naklettiği bir hatırayı burada alakası olması hasebiyle naklediyorum:

Tahiri Ağabey Üstad’ın en yakın talebelerinden ve Üstad “Tahiri evliya bir zattır ama Allah kendisine bunu bildirmesin” demiş öyle mi?

Rüştü Tafral Ağabey: Evet, Üstad bizzat böyle söylemiş. Gerçekten de evliya bir zattı fakat kendisi bilmiyordu. Hatta Üstad kendisine:Tahiri, keramet mi istersin istihdam mı” demiş.

– “Üstadım istihdam isterim” demiş.

Allah onu yönlendiriyor manevi cihetten. İşte Üstad o zaman demiş Tahiri Ağabeyin evliya olduğunu. Hakikaten onunla beraber vefatına kadar geçen 10 seneyi aşkın bir beraberlik sırasında onun gerçekten bir Veli olduğu kanaatine vardım. Tevazu ve ihlası, o kadar üstün derecede yani, bizzat gördük hatta zaman zaman onun o tevazuundan dolayı ağladığımda oldu.

Netice itibariyle şu ilanata kulak verelim: “Gelin, hepimiz bu hevaî ve nefsî arzulardan vazgeçelim; hakaik-i Kur’aniyenin önünde diz çökelim ve bu asrın rehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım; aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip Bedîüzzaman Said Nursî’nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim, zulmetten Nura dönelim. [4]

Ey Rabb-i Rahimim ve Ey Halık-ı Kerimim bizleri daire-i nuriyede istihtam eyle ve Risale-i Nurun en yüksek makam olan sadakat  makamında ahir dem’e dek kaim eyle. Ve sadakat makamına sühuletle vasıl eyle! Amin.. Amin.. Amin.. (Haşiye)

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

(Haşiye): Makaleyi okuduktan sonra kanaat belirtmenizi istirham ederim.

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 67 )

[2] Asa-yı Musa ( 247 )

[3] Mektubat ( 23 )

[4] Şualar ( 558 )

Âzâmî Dikkât Kaygan Ve Gevşek Zemin!

Birinci güruhu: Kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde … şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sadık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse lütfen bize bildiriniz.” Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyatı dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muamele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvad-ı Melik’e lâyık ve öyle muti ahaliye şayeste ve öyle edebli misafirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra şâyan bir surette ikram etti, daimî onları saadetlendirdi. [1]

Evet, biz nev-i beşer olarak bir çok şey ile alakadarız. Beşeriyet itibariyle hayırla şerle ve bunlarla mezcolmuş olan her mekana girip çıkmakta bu tip kişilerle irtibatımız olmaktadır. Beşeriyet içtimai bir mahluk olarak kainata mühendis değil bir seyirci olarak halk edilmiştir.

Alakadar olduğumuz kimseler ve mekanda hakim olan maneviyat insana da sirayet etmektedir. Mesela necaset dolu bir ortama girsek üzerimize necaset kokusu, hoş kokular olan bir mekana girdi isek üzerimize nezih kokular sirayet edip sinecektir. Bizler de hayatımızın usulünü belirleyerek o surette ilerlemeliyiz. Kaypak, güvenilmez kah orada kah burada kah şurada ne olduğu belli olmayan yerler ve kimselerle beraber olmamalıyız. Çünkü körle yatan şaşı kalkar. Kır atın ya huyundan ya suyundan.. gibi misal çoktur.

“Bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış”[2] Bizler de bu yolda azami dikkat ve azami sadakat ve azami ihlas ile yolumuzda ilerlemeliyiz. Bu yolun kilometre taşlarına uyarıcı levha ve işaretçilerine dikkat etmeliyiz ki yolda istikameti kaybetmeyelim. Yolda selamet ve emniyetle gitmenin şartlarından birisidir bu.

Asrın muvazzafı yol göstericisine tabi olmak onun gösterdiği tarzda ve şekilde hizmet etmek sadakat ve ihlasın şartıdır. Binaenaleyh asrın imamı Bediüzzaman Said Nursi’ye kulak vermeli ve onun tarzında hizmet etmeyi selamet ve emniyet için vazife bilmeliyiz. Sözler, Lem’alar, Şualar, Mektubat, Mesnevi, İşarat-ül i’caz yol olup Lahikalar ise selametle gitmek için dikkat edilmesi gereken işaretçilerdir. Azami dikkat kaygan ve gevşek zemin! İçeri girmiş olan kurtlar gövdeyi kemirerek ağacı kurutmak emelindedir. Bizler ise bu kurtların hal çaresine bakmakla ağacımızı kurtarmalıyız. Üstadımızın tarzından taviz vererek yapılan hizmet hezimete gitmek için atılan bir adımdır. Zahiri muvaffakiyet muvaffakiyet değildir.

Tarzımız tarzındır ey üstadım! Senin tarzın lahikalarındır. Lahikaların baştacımız ve istikamet göstergemizdir. Ey zamanın muvazzafı olan üstadımız!

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Sözler ( 121 )

[2] Sözler ( 319 )

Nur-u Muhammed (Şiir)

Mahluk Değildir Asla
Her şeyin ilk’i ondadır
ve kendisınde münkabızdır
Nur-u Muhammed
Bir çekirdekki
her şeyin mebde’i
cami bir yapısı var
Nur-u Muhammed
İsimde Tılsım
Nurdur Çünkü
Nur Allahtandır
Nur-u Muhammed
Hz. Ahmed-i Muhammed Değil
Bu bir isimdir
Lakin Bu isme mazhardır
Hz. Muhammed (asm)
esma-ül Hüsnası var
lakin onun güzel olmayan ismi yok
mutlak hüsün
mutlak hayırdır Allahım
esmasını kabz’etmiş
ismini koyuş
fıtratı muğlak gibi
Nur-u Muhammedin
tüm esmanın cem’idir
esmaya mazhariyetle anlaşılır
Tüm mesail-i umumi ondadır
o ise; Nur-u Muhammed’dir
Allahım bizleri Nur-u Muhammedi hakikatına mazhar eyle, bizleri esmanın a’zami mertebesine mazhar eyle, daire-i nurdan hissemizi azim eyle! amin amin amin
Selam ve Dua ile
Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

Latife-i Rabbaniyeni Tatmin Et Huzur Bul!

İnsanlık şu anda hemen herkes bir şeyden şikayet etmektedir. Kimisi huzurum yok kimisi her şeyim var ama mutlu değilim kimisi eskiden köyde bir şeyimiz yoktu 2 3 aile beraber yaşarken hiçbir şeye ihtiyacımız yoktu ve huzurluyduk. Ama şimdi arabam var evim var şunum bunum onum var dediği halde mutlu değilim. Demekte.

İnsan bunu düşündükten sonra sorduğu şey şu olmaktadır. Ben nerede neyi yanlış yapıyorum? Demektedir. Yanlış yaptığı şeyi aramaktadır.

Bu sadece Türkiyedekilerin değil, Müslümanların değil, Hrıstiyanların Yahudilerin, Başka şeye ibadet edenlerin değil Küre-i arzdaki insanlığın ortak sorunudur!

Demekki insanlığı ortak sıkıntısıdır bu mesele. Böyle geniş ve külli bir mevzu hakkında şudur budur bir çok kimse bir şeyler söylemiştir yazıp çizip konuşmuştur muhakkak.

İnsan sadece Akıldan kalbden ruhtan hayalden.. oluşan bir şey değildir. İnsan birbirine mezcedilmiş kanatılmış olan hassalarla madden ve manen çepeçevre sarılmıştır. Adeta birlikten hasıl olan bir kargir binadır.

Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider [1] bu kaideye ittiba ve iktidaen bizler de madden ve manen dinç, diri, pozitif olmamıza nisbeten maddi ve manevi birliğin ortak adı olan huzuru mutluluğu bulur ve elde ederiz. Bu mevzuda çapımızı genişleterek huzur ve mutluluk oranımızı arttırabiliriz.

Yani para ile saadet olmaz sözü bir hakikattır. Madde ile insan mutlu olacağını zannetmektedir. Mesele bir otomobil ile; otomobil fabrikası olan kimseler de bakıyoruz intihar ediyor. Lüks otomobiller içinde kafa hapı vs. şeyler kullanmaktalar. Demekki madde mutluluk huzur vermemektedir.

Bizler de madde ve manamızı tekemmüle tabi tutarsak her an kemalata müteveccih tutarsak huzur ve mutluluğa ereceğiz.

Halimizi tahlil edecek olursak:

Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var:

İradenin ibadetullahtır.

Zihnin marifetullahtır.

Hissin muhabbetullahtır.

Latifenin müşahedetullahtır.

Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder. [2]

Vicdan ve ruh insana yerleştirilmiş olan bir yazılımdır. İkisinin ortak noktası olan; irade, zihin, his, latife-i rabbaniyedir. Bu 4 yazılım parçası tatmin edilmez ise tatmin edilmeyen kısmı bozulmaya başlayacaktır. Düşünün ki insan bir buzdolabıdır. Dolapta bir çok gıda maddesi var. O gıda maddesini bozulmadan tutan o dolaba elektrik gelmesidir. Eğer o dolaba elektrik gelmezse içindeki şeyler taaffün edip kokuşup bozulacaktır. Zaten bozuklukluğun en bariz hassası kokuşmasıdır.

İnsan yazılımını güncellememesi, dolaba elektrik vermemesi ve içinde taaffün eden maddelerin kokusu da insanda huzursuzluk olarak, sıkıntı olarak muhtelif surette tezahür edip açığa çıkacaktır.

İradenin kuvvetlenmesi, günahları terketmesi için çare: ibadetullahtır.

Zihnin kuvvetlenip tekemmül etmesinin kapısı marifetullahtır.

Hissin kuvvetlenip kendisinden başkasına alaka kurmasının çaresi ise: muhabbetullahtır.

Latifenin inkişaf edip manevi koridordan geçmesi ise müşahedetullahtır.

Bu suretle tekemmül eden bir insanda Takva hasıl olup kuvvet meydana gelir. Bunların kemalatı nisbetinde takvaya sahip oluruz. Takva etimolojik olarak kuvvet kesbetmiş manasında gelmektedir.

Kalbe Nazar edecek olursak: “Kalb denilen avalim-i gayba karşı olan penceresinde kurulmuş olan latife-i Rabbaniyenin fotoğrafıyla alınan timsal-i nuranîyle Sultan-ı Ezel’i ilân eden harita-i nuraniyesidir ve tercüman-ı beligidir.[3]”

“Kalb dedikleri latife-i Rabbaniyenin pası ve zengârı hükmünde olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı taraf-ı muhalif ve mazur tutulmak için kendi evhamına bir hak vermek ve bir asla irca’ etmek ve mecmuun neticesini her bir ferdden istemek ki, za’fiyeti sebebiyle neticenin reddine bir istidad-ı seyyie verilir. [4]”

“Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniyeden ilân-ı Sâni’ eden itikadın misbahını ışıklandırıyorlar. [5]”

Bu mehazlardan anlaşılanmalara bakığımızda ise: Kalbin içerisinde var olan istidadlar ve hariçten sonradan kazanılan kabiliyetle beşer, insan seviyesine terakki ederek hata ve kusurlardan sıyrılıp arınarak gayb alemini temaşa edip oradan manalar ve Vehbi malumatlar getirmektedir. Bu hassa ile kalbmizi Gaybın Manevi Haritası ve o alemlerin bir dellalı bizlere izah eden müfessiri tercümanı olarak görebiliriz.

Latife-i rabbaniye olan kalbimiz ise Allahtan başka bir şeye razı olmaz bu kaideye göre bizler de kalbimizi kalbe layık şeyle tatmin etmeliyiz. Kalbimiz işlenen günahlar sebebiyle paslanır nihayetinde de mühürlenir. Bu pası gideren muhakkak kalbi layık olduğu şeyle Muhabbetullahla meşgul etmekledir. Bu meşguliyetle kalb nurlanır ziyalanır. Yani Kur’andan gelen nur Rasulü ekremin (asm) sünneti ile meşgul olmakla da ziyalanmaktadır.

 

  • Latife-i Rabbaniyenin Tatmini:

 

latife-i Rabbaniyem, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُo cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım, o iki cemaat-ı uzmayı niyet ederek demişti. [6]

  • ibadet Latife-i Rabbaniyeye Nefes Aldırır:

Hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve latife-i Rabbaniyemin hava-yı nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandırmamak gerektir. [7]

Evet, fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir zâtın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latife-i Rabbaniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.[8]

Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniye içinde ilân-ı Sâni’ eden misbah-ı imanı ışıklandırıyorlar. [9]

İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün a’zasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hacetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir. [10]

  • Latife-i Rabbaniyenin inkişafıyla Gayb Açılır:

Rü’ya-yı sadıkadır. O doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latife-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar.

O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin nümuneleri nev’inden birisine rastgelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür.

Ve o vakıatta, bazan hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok enva’ı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor. [11]

Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünki kurt geliyor.” Demek bir hiss-i kabl-el vuku’ ile, latife-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. [12]

  • Kalb Vazifesini Terketmesi İle Sıkıntılarla Bunu İhsas Ettirir:

Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.

Evet ve maddî hayat onun işlemesi ile kaimdir. Sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar. Kezalik o latife-i Rabbaniye, âmâl ve ahval ve maneviyatın heyet-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır. [13]

            O halde huzur isteyen kimse kalbinin içine mecazi mahbubları sanem misal putlaştırmasın. Mana-i Harfi için severse sıkıntıdan kurtulu mana-i ismi için severse sıkıntılar tezahür eder. Latife-i Rabbaniyenin Tatmini nisbetinde Huzur Hasıl olur Mutluluk olur.                              

         

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1]Barla Lahikası ( 124 )

[2]Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[3]Muhakemat ( 116 )

[4]Muhakemat ( 136 )

[5]Muhakemat ( 118 )

[6]Mektubat ( 394 )

[7]Sözler ( 270 )

[8]Sözler ( 270 )

[9]Mesnevi-i Nuriye ( 247 )

[10]Sözler ( 687 )

[11]Mektubat ( 348 )

[12]Mektubat ( 348 )

[13]İşarat-ül İ’caz ( 78 )