Etiket arşivi: Münazarat Sempozyumu

‘Said Nursi’ye bu sözü dedirten bu ruhtur

Umut var Anadolu kıtasında; ruh var çünkü, ruh…

Önceki haftalarda ‘fildişi kule‘mden çıkarak, Anadolu kıtasında, bir uçtan diğer uca, uzun bir yolculuğa çıktım: İstanbul’dan Ankara’ya, Diyarbakır’a Mardin’e, Niğde’ye ve Kayseri’ye uzanan bir tür ‘Anadolu turu‘na…

İşte size bu yolculukta yakaladığım, Schumacher’in ‘küçük güzeldir‘ gözlemini doğrulayan görünüşte küçük bir ‘enstantane’: Anadolu kıtasının bir noktasında, caddede yürürken, önümde güle oynaya giden iki kişinin birdenbire durduklarını, yerden bir şey alıp öperek bir duvarın boşluğuna yerleştirdiklerini fark ettim: Onlar oradan uzaklaşınca, duvarda boşluğa yerleştirdikleri şeye baktım yaklaşarak: Bir parmak ucu kadar bir ekmek parçasıydı bu! Ruhum ışıdı! Bir anda bütün dünyalar benim oldu: Şükrettim Rabbime.

‘Ne var bunda?’ demeyin lütfen! Ekmeğin kudsiyetine duyulan böylesine incelikli bir saygıdır insanı yatay ve dikey boyutlarda aynı anda varedici bir yolculuğa çıkaran. İnsana ve hayata ruh katan, anlam kazandıran.

İşte medeniyet bu! Bir ekmek parçasına duyulan bu saygı, aslında bir rızık olarak ekmeğe, o ekmeği veren Rızk’ın Sahibine duyulan katışıksız saygının ve teşekkürün bir nişânesi. Ekmeğe saygı duymayan insanların emeğe saygı duyabilmeleri mümkün mü?

* * *

Anadolu’yu herhangi bir toprak parçasından ayıran, insanlığın umut kaynağı bir kıtaya dönüştüren işte bu ruh, bu tevazu, bu ince hassasiyettir. Bu topraklarda yaşanan hayatın şiiriyetinin kanatlandırıcı ve insanlık çapında, insanlık adına umutlandırıcı resmidir bu.

İşte bu insan, hâlden anlar: Çünkü etnik-ötesi, ulus-ötesi, dünya-ötesi bir gerilim hattında yaşar: Kendisi dışındaki insanları ve varlıkları kucaklayan bir medeniyetin çocuğudur: Eğer Anadolu’da bunca propagandaya, yıkıma, kışkırtmaya, ‘medyatik operasyon‘a rağmen, hâlâ etnik bir çatışma yaşanmıyorsa, bundandır: Anadolu kıtası bilincinden. Anadolu’nun herkese bağrını açan yüce gönüllüğünden. Ruhundan…

* * *

İşte bu ruh, Mardin’de katıldığım Münazarat Sempozyumu’nda birkaç kez hatırlatıldığı gibi, bir Kürd’e, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’ne, ‘Türkler, İslâmiyet’in yılmaz hâdimleridir; saadetimiz Türklerle beraber olmaktır‘ dedirtebilmiş, sadece bu toprakların değil, bütün insanlığın şiddetle ihtiyacını hissettiği yegâne varedici kardeşlik ruhudur.

İşte bu ruh, Niğde’de YAZSANBİR’in (Yazarlar ve Sanatçılar Birliği) düzenlediği bir panelde, eski Nizam-ı Alem Ocakları Başkanı Yavuz Ağıralioğlu’na, ‘Türk, Arnavut kadar Arnavut, Kürt kadar Kürt, Arap kadar Arap olduğu zaman Türk’tür‘ dedirtecek bir medeniyet şuuru yeşertmiştir Anadolu kıtası büyüklüğündeki bu mübarek topraklarda.

* * *

Biz, bu ruhu fenâ hâlde örseledik: Siyasî darbelerle, kültürel darbelerle, zihnî darbelerle vesaire! Ama bu ruh ölmedi. O yüzden, bir ekmek parçasının yerden alınıp öpülerek duvara yerleştirilmesi bile umudumuzu diri tutmaya, bu ruhun yaşadığını göstermeye yetiyor.

O yüzden, DP eski Genel Başkanı, Anadolu kıtası’nın çocuğu Süleyman Soylu Bey’e, Niğde’deki panelde, modernleşme tarihimiz boyunca yaşadığımız serüveni, ‘başkalarını, bizim dışımızdakileri ötekileştirmek’ olarak tanımlatacak kadar özeleştiri özgüveni kazandıran, derinlerde kök salan bu ruhtur.

YAZSANBİR’in heyecanlı, çalışkan, mütevazi ve hayalleri sınır tanımayan başkanı Hayrullah Eraslan’ın öncülüğünde Niğde’de düzenlenen ‘darbeler’ panelinde söylenenlerde değil yalnızca; aynı zamanda panelin düzenlenişinde, panele katılan ve salonu hıncahınç dolduran insanların üç saatten fazla bir süre söylenenleri pürdikkat dinleyişinde de kendini gösterdi bu ruh. Öyle ki, Niğde Valisi Alim Barut, Belediye Başkanı Faruk Akdoğan ve -gece teheccüd namazları kıldığı için büyük saygı duyulan- Niğde’nin alçakgönüllü ve parlak milletvekili Ömer Selvi üç saatlik paneli sonuna kadar ilgiyle takip ettiler.

Yusuf Kaplan / Yeni Şafak

Münazarat Sempozyumundan Yansımalar

Mardin Artuklu Üniversitesi’nde 3 gün devam eden Münazarat sempozyumundan yansımalar…

Mardin Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırma Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği bu sempozyumda, 38 ayrı üniversiteden ve yarıdan çoğu Profesör olan 91 akademisyen, ASRIN REÇETESİ kabul ettikleri ”Münazarat” eserinden, “Milliyet Fikri ve Kürt Meselesi” konularına yoğunlaştılar.

Üniversitenin konferans salonunda düzenlenen sempozyumda özellikle; Rektör Prof. Dr Serdar Bedii Omay, Erzurum Üniv. Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özdemir, Eski bakanlardan Rıza Akçalı, Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in vb. konuşmaları sırasında çok duygulu anlar yaşandı.

‘Milli Eğitim Bakanlığım esnasında benimle görüşen birçok Rektör giderlerken, özellikle kısık bir sesle bana, ‘Sayın bakanım, YÖK’ün bu görüşmeden haberi olmasın’ demişlerdir. Rektörü özgür olmayan bir üniversitenin özgür olması, söz konusu olabilir mi? Bu ülkede ‘üniversitelerde Bediüzzaman Said Nursi’den veya İmam Gazali’den alıntı yapıyorsun’ diye insanlar üniversiteden atıldılar. Böyle bir üniversitede araştırma, ilim ve irfan olabilir mi?

Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay ise konuşmasına Türkçe, Kürtçe ve Arapça, ”Hoş geldiniz” diyerek başladı.

Video Haber:

Said Nursi Enstitüsü Bir İftihar Vesilesidir

Ayanoğlu, Münazarat Sempozyumu’nun çok başarılı olduğunu söyledi

Mardin Belediye Başkanı Av. Mehmet Beşir Ayanoğlu, Artuklu Üniversitesi’nde kurulacak olan “Risale-i Nur ve Said Nursi Ensitüsü”nü desteklediklerini bunun kendileri için “bir iftihar vesilesi” olacağını belirtti.

Başkan Ayanoğlu Münazarat Sempozyumu’nun çok başarılı olduğunu söyledi. Ayanaoğlu, “Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin özgürlük, hürriyet, adalet, eşitlik fikirleri, onun bu mücadeleye başladığı o günden bu ana kadar mücadelesini bu sempozyumda ete kemiğe bürünmüş halini gördük” dedi.

Bediüzzaman’ı “özgürlük savaşçısı” olarak tanımlayan Ayanoğlu, “Risaleleri yazdığı günden itibaren onun kardeşlik duygularını öne çıkarmasıyla ilgili düşünceleri bugün de çok önemli. Bunların nesiller boyunca aktarılması gerekiyor. En önemlisi de Said Nursi Hazretlerinin o özgürlük savaşçısı karakterinin baskın olduğu ve tek başına bu özgürlük mücadelesini devam ettiğini, dik durduğunu hiç bir zaman boyun eğmediğini kendi bedeninden, yaşantısından özgürlüğünü kısıtlamasında rağmen hiç bir zaman bu dik duruşundan taviz vermediğini görüyoruz. Erdemli bir hareket başlatmış” şeklinde konuştu.

RİSALE-İ NUR KUR’AN VE SÜNNETE DAYANIYOR

Risale-i Nurların Kur’an ve sünnete dayandığına dikkat çeken Ayanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kürt sorunun çözümünde de Bediüzzaman’ın önemli bir etkisi olacak. Onun kardeşlik fikirleri, daha önce de doğu ve güneydoğuda kurulması gereken üniversitlerle ilgili tavsiyeleri yerine geldi. Gerek Artuklu Üniversitesinden yapılan bu sempozyum gerek Van 100. Yıl Üniversitesindeki çalışmalar gerek diğer üniversitelerde yapılmış olan çalışmalar onun gelecekte o ideallerinin gerçekleştiğine ilişkin temel bir ipucuydu bizim için. Bu çalışmaları yapan arkadaşlara teşekkür ediyoruz. Onun öğretisi devam edecek. Bu öğreti zaten Kur’an ve sünnete dayanıyor. Çağın müçtehidi, müceddididir. İnsanların imanının korunması ihya edilmesi noktasındaki çalışmalarıdır. Mehmet Fırıncı abi bize bir şey anlattı. Said Nursi diyordu ki “bir insanın imanı kurtulacaksa ben cehennemde yanmaya hazırım.” Bu müthiş bir erdemli tavırdır. Bunu ihmal etmemek gerektir. Ben önemsiyorum bunu.”

ENSTİTÜ İÇİN ALLAH RAZI OLSUN

Artuklu Üniversitesi’nde kurulacak olan “Risale-i Nur ve Said Nursi Ensitüsü“nü desteklediklerini de vurgulayan Ayanoğlu, “Rektör Prof. Dr. Serdar Bedii Omay’ın üniversite bünyesinde kurulacağını söylediği Risale-i Nur ve Said Nursi Ensitüsü’nü destekliyoruz. Allah razı olsun. Böyle bir enstitü kurulursa bizim için bir iftihar vesilesi olur. Gelecek kuşaklara onun mirasının paylaşılması ve onun düşüncelerinin yayılması noktasında isabetli bir çalışma olur. Biz de yanındayız destekliyoruz” dedi.

Risale Haber

Çelik: Keşke Bediuzzaman dinlenseydi

Mardin Artuklu Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırma Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği ”Münazarat Sempozyumu: Milliyet Fikri ve Kürt Meselesi” konulu sempozyum, Artuklu Üniversitesi Konferans Salonu’nda Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı.

Sempozyumda konuşan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Çelik, hukuk devletinin, kendi geçmişiyle hesaplaşmasını bilen devlet olduğunu söyledi.

DEVLET MİLLETLE BARIŞMAK ZORUNDADIR

Geçmişte yapılan hataları bugün sürdürmek zorunda olmadıklarını kaydeden Çelik, ”Birçok mümin nezih ortamlarda oturup çay kahve içerek Risale-i Nur sohbeti yaptığı için ‘bunlar irtica hareketidir ayin yapıyorlar’ diye yıllarca cezaevlerinde insanlar süründürüldüler. Bu memleket bu acıları yaşadı. Bu kötü hatıraları artık silmek zorundayız. Devlet milletle barışmak zorundadır” dedi.

Mardin Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen sempozyumun çok anlamlı olduğunu belirten Çelik, şöyle konuştu:

Bakanlığım esnasında benimle görüşen birçok rektör giderken, özellikle kısık bir sesle şunu söylemiştir; ‘Sayın bakanım, YÖK’ün bu görüşmeden haberi olmasın’ demiştir. Rektörü özgür olmayan bir üniversitenin özgür olması söz konusu olabilir mi? Bu ülkede üniversitelerde Bediüzzaman Said Nursi’den, İmam Gazali’den alıntı yapıyorsun diye insanlar üniversiteden atıldılar. Böyle bir üniversitede araştırma, ilim irfan olabilir mi? Ama şükürler olsun ki bu kabus geride kalmıştır. Bugün burada düzenlenmiş olan çok anlamlı sempozyum, aslında devletle milletin barışmasıdır. Devlet milletle barışmıştır.

TÜRKLER VE KÜRTLER BİRLİKTE YAŞAMAYA ADETA MAHKUM

Türkler ve Kürtler asırlar boyunca kader birliği yapmış olan, iç içe geçmiş olan, birlikte yaşamaya mecbur değil, adeta mahkum olan insanlardır” diyen Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:

Eğer asrın başında Bediüzzaman dinlenseydi, bugün boğuştuğumuz birçok dertle muzdarip olmayacaktık. O reçeteleri ortaya koymuştu. Eğer bugün PKK’nın bütün gayretlerine rağmen, bölücü unsurların bütün çabalarına rağmen bu kadar kan, gözyaşı ve şehit olmasına rağmen, eğer bugün Türkiye’de bir Türk-Kürt kavgası yoksa, Türklerin ve Kürtlerin aynı ruh ve mana iklimini paylaşmasından, aynı Allah’a inanıp aynı kıbleye dönmesinden, aynı peygamberin ümmeti olmasından kaynaklanmaktadır. Bunu bilen Kürt ve Türk ırkçılar, bu manevi çimentoyu yok etmeye çalışıyorlar. Bir taraftan Kürtçüler, Kürtlere, ‘İslam dini ümmet anlayışıyla sizi sömürge haline getirmiştir. Kürtlerin esas dini Zerdüştlüktür‘ diyorlar. Bunu bölücü hareketin en ileri gelenleri söylüyor. Diğer taraftan yine dinden tamamen mahrum olan Türkçülük iddiasında olan bir grup da, ‘Türklerin esas dininin Şamanizm olduğunu, Türk’e adeta İslam iksiri içtirilerek tarih boyunca pasifleştirildiğini‘ söylüyorlar. Bugün hala bütün tahriklere rağmen biz yine Türk-Kürt kardeşliğini muhafaza ediyorsak, aynı camide saf tutup namız kılıp aynı üniversitede beraber çalışıp ve sosyal hayatta, ticarette birlikteliğimizi sürdürüyorsak, bütün gayretlere rağmen kardeşliğimiz devam ediyorsa işte bu manevi bağın devam etmesinden dolayıdır. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bütün ömrü boyunca buna hizmet etmeye çalışmıştır.”

YOK SAYAN ZİHNİYET

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, yıllar yılı yanlış uygulamalar ve politikalar nedeniyle bugünlere gelindiğini de ifade ederek, ”Kürt yoktur, Kürtçe yoktur noktasından, 24 saat devletin televizyonu Kürtçe yayın yapıyor, Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü var, devlet tiyatrosunda Kürtçe eserler sahneye konuluyor ve Kültür Bakanlığı ünlü Kürt edebiyatçılarının eserlerini yayınlıyor. Annelerin gidip cezaevinde kendi çocuklarıyla ana dilinde konuşmasının önündeki yasaklar kalkmıştır. Yani o yok sayan, inkar eden zihniyet bertaraf edilmiştir, bir tarafa itilmiştir. Bu birileri inanıyor olsun diye yapılmamıştır, bu böyle olması gerektiği için yapılmıştır. İnsan olmak, Müslüman olmak bunu gerektirdiği için yapılmıştır. Onun için diyoruz ki Bediüzzaman dinlenseydi bunlar olmazdı” diye konuştu.

TÜRKÇE, KÜRTÇE, ARAPÇA HOŞ GELDİNİZ

Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay ise konuşmasına Türkçe, Kürtçe ve Arapça, ”Hoş geldiniz” diyerek başladı. Omay, Bediüzzaman Said Nursi’nin Kur’an-ı Kerim’i tefsir eden Risale-i Nur Külliyatı gibi muazzam ve mücessem bir hayat kitabını eser olarak bıraktığını anlatarak, ”İşte bu külliyatın içinde, engin basiretinin bir tezahürü olan Münazarat adlı eseri, bizim can yakıcı meselelerimizden biri olan Kürt meselesi ve tefrikaya sebep bir nispete varabilen milliyetçilik fikirleri üzerine düşünmemizi sağlayacak niteliktedir” dedi.

Sempozyumun üniversite açısından öneminin büyük olduğunu kaydeden Omay, konuşmasını şöyle sürdürdü:

”Türkiye’de bir üniversite, Bediüzzaman ve eserleri merkezinde sosyal bir sorunu ele alan böyle bir sempozyumu ilk kez düzenliyor. Üniversitemiz, aynı zamanda Kürtçe, Arapça, Süryanice ile coğrafyamızın diğer dillerini geliştirmek için adım atan bir akademik kurumdur. Son asırda yapılan siyasi ve sosyal hatalar yüzünden kendini dışlanmış hisseden kesimler, üniversitemizin akademik alanda attığı bu önemli adımları ilgiyle ve büyük bir zevkle izliyor. Biz, ülkemizin son 10 yılda demokrasi ve hürriyetler yönüyle kat ettiği mesafeden güç alarak, halkın itimat ve hürmet ettiği Bediüzzaman gibi mümtaz şahsiyetlerin fikirlerinin akademik camianın gündemine aktarılmasının öteden beri sorunlu bir alan olarak görülen din, devlet ve halk ilişkilerinde normalleşmenin sağlanmasına katkı sağlayacağına inanıyorum.”

Konuşmanın ardından Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Mehmet Fırıncı, Rektör Omay’a Risale-i Nur hediye etti.

Sempozyumda konuşan eski Çevre Bakanı Rıza Akçalı da Mardin’de tarihi bir gün yaşandığını belirterek, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur’unun bütün insanlık için birlikte yaşama projesi olduğunu söyledi.

Risale Akademi Sempozyum Düzenleme Kurulu Üyesi Dr. İsmail Benek de Kürt meselesinin 100 yıllık bir yara olduğunu ifade ederek, ”Münazarat doğru okunsaydı, Kürt meselesi olmayacaktı” dedi.

Akademik Araştırmalar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy ise Kürt meselesinin bölgenin en yakıcı problemi olduğunu ve bunun söndürülmesi gerektiğini ifade etti.

Herkesin elini taşın altına sokması gerektiğini kaydeden Aksoy, sadece travmaya maruz kalanların değil, herkesin bu acıyı duyması gerektiğini vurguladı. Aksoy, 33’ü yurt içi, 5’i yurt dışından olmak üzere 38 üniversiteden 91 akademisyenin sempozyuma destek verdiğini sözlerine ekledi.

Gazikent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özdemir ise bölgenin birçok sorunu olduğunu ifade ederek, ”Nasıl ki Berfo ninenin çığlığı hepimizin vicdanını rahatsız ediyorsa 12 Eylül’e sebep olanlardan hesap soruyorsak, 27 Mayıs’tan da soralım, 31 Mart’a kadar bu millete acı çektirmiş herkesle hesaplaşalım. Urfa’daki mezarın hesabını da soralım. Ama bunu sorarken bazılarının yaptığı gibi yıkarak yakarak değil, tarihi anlayarak, anarken anlamaya çalışarak yapalım” diye konuştu.

Açılış konuşmalarının ardından Doç. Dr. Ahmet Yıldız, ”1910’dan bugüne, ‘Birlikte düşünmeye‘ davet ya da Bediüzzaman Said Nursi’nin Münazaratı” konulu sunumunu yaptı.

Sempozyum 3 gün sürecek

Kaynak: ensonhaber.com

Said Nursi’nin Kürd Dünyası dışına çıkışı

MÜNAZARAT NEYİN REÇETESİ

Mardin Artuklu Üniversitesi 6-8 Nisan tarihleri arasında azim bir hizmete imza atamaya hazırlanıyor: Mardin, Münazarat Sempozyumu’na ev sahipliği yapacak…

Risale Akademi işbirliği ile yapılacak sempozyumda milliyet fikri ve Kürt meselesi tartışılacak. Şerif Mardin’in de katılacağı sempozyumda çok sayıda bilim adamı, sosyolog ve akademisyen sunum yapacaklar. Eminim ki İslam âlemi, bu ülke ve Kürt halkı adına olumlu neticeler hâsıl olacaktır. Hem de olmalı…

Zira Mardin, bugün hepimizi fikirleri etrafında yeniden düşünmeye sevk eden Bediuzzaman’ın, sosyo-politik kimliğinin oluşumunda en ciddi kırılmanın yaşandığı, Said Kürdî’nin, Said Nursî ve ardından da Bediuzzaman Said Nursî olmaya yöneldiği şehirdir.

Bediuzzaman, Kürt dünyası dışında bir dünya bulunduğunu orada fark etmiş; sadece Kürtlerin değil, İslam’ın ve Osmanlı’nın da başının derde olduğunu idrak etmiştir.

Cemaleddin Efgani’nin iki talebesiyle yaptığı konuşmalar, onda derin kırılmalara yol açmış, başta İslam birliği ve bireyin hürriyeti olmak üzere tüm Kur’anî kavramları yeniden gözden geçirmesini sağlamıştır.

Mardin, Bediuzzaman’ın; Osmanlı’nın, Türk dilinin, istibdat ve hürriyet fikrinin farkına vardığı; bireyleri gelişmemiş bir din ve toplumun inkişaf edemeyeceğini, hürriyet olmadan da insanda bir gelişmeden söz edilemeyeceğini fark ettiği yerdir. O ana kadar kendisi serazat bir serbestîlik içinde olduğu için başkalarını da aynı hal içinde sanıyordu. İşte Mardin’deki yılları, onun yüreğinde, herkesin hür olmadığını ama herkesin imandan kaynaklanan hürriyete ihtiyacı bulunduğunu kavradığı dönemdir. Ve tabii ‘İslam İttihadı’ fikrini ta yüreğinde hissettiği yer! Nitekim ileride Risale-i Nur ile tamir etmeye çalıştığı şeyi şöyle tarif edecektir:

Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor; ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen (yığılan) müfsit âletler ile dehşetli rahnelenen (yaralanan) kalb-i umûmî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’ân’ın i’caziyle o geniş yaralarını, Kur’ân’ın ve imanın ilaçları ile tedavi etmeye çalışıyor.

İşte Mardin, Bediuzzaman’ın ‘tahribin’ ve ‘onu tamir etme ihtiyacı’nın farkına vardığı yerdir. O yüzden de Mardin’den Van’a gider gitmez harıl harıl Türkçe öğrenmeye koyulmuştur. Nitekim bugün Türkçeyi yeniden kendisi ile kelam ve felsefe yapılabilir bir lisan haline yükselten Risalelerin dilidir…

Dolayısıyla şu sempozyumun, tam da onun maksadına uygun neticeler vermesi çok önemlidir. Şayet bir şekilde, mesele, -Kürt(!) açılımında olduğu gibi- sadece popüler Kürtçü söylemlere yeni yaklaşımlar getirmekten ibaret kalırsa, hem Münazarat’a hem de Üstadın gayesine yazık etmiş oluruz.

Bugün gerek Arap Baharı dediğimiz hadiseler, gerek İslam dünyasında yeniden yaşatılmak istenen bir Şii–Sünni çatışması için zeminin hâlâ müsaitmiş gibi görünmesi gösteriyor ki, Bediuzzaman’ın tamir etmek istediği o küllî kalbin yaraları yerli yerinde duruyor. Elbette bunda kusur bize, yani onun davasına inanmış olanlara aittir.

Nasıl ki Müslümanlar, Kur’an’ın hâlâ, sadece insanlığın dörtte birine ulaşmış olmasından hesaba çekileceklerse, Nur talebeleri de sanırım, aradan geçen 50 küsur yıla rağmen Bediuzzaman’ın fikirlerinin bırak İslam dünyasına Türk halkının bile hâlâ üste ikisine ulaştırılmamış olmasının bedelini öderler ve ödemektedirler. Nitekim Kürt meselesi ve Türk unsurundaki inşikak, o bedellerdendir…

Bediuzzaman tevhid inancının yeniden ihyası noktasında kitap ehlinden inananlara bile yüreğini uzatırken, İslam içinde hâlâ ayrılıkların bulunması anlaşılır değildir. Ben dilerdim ki bu sempozyumda Ermenilerle dostluktan tutun da Şii/Sünni meselelerinin yeni açılımlarına, Alevilere olan yaklaşımlara kadar birlik çatısı içinde pek çok mesele incelensin.

İlk olması hasebiyle sempozyumun elbette eksiklikleri olabilir ve bu da normaldir. Hatta lokal bile kalsa beis değil amma bilinmeli ki Bediuzzaman ‘İslamiyeti de içine alan’ bir kaleyi yani beşerin ruhunu tamir etmeye çalışıyor.

Bu açıdan ona salt bir İslam alimi yahut sadece Müslümanların meselelerini dert edinmiş bir İslam alimi olarak değil, beşerin ıstıraplarını kendi derdi edinmiş ve o ıstırapları dindirecek reçeteler hazırlamış bir insan olarak bakmak yerinde olacaktır.

Yani amiyane tabirle Nur hareketinin münşisi olduğu için onu Nurcu sanmayın. Nurculuk hatta İslamcılık onu anlamada eksik kalır. Evet, o bir İslam âlimidir amma Kur’an’dan çıkarıp insanlığa sunduğu reçeteler beşerîdir ve umumîdir.

Onun derdi sadece Kürt değildir. Osmanlı ve İslam da değildir. Onun derdi insandır ve insanlıktır. Güya insanlığı aydınlatma iddiasında olan Batı medeniyetinin tanrı tanımazlıkla sersemlettiği, ruhunu zedelediği, manik depresif hale getirdiği beşerin ruhunu tamir etmeye terapi sunmaya çalışıyor. Beşeri yeniden Rabbi ile buluşturmaya gayret ediyor.

Fardipli Sinha romanında da temas ettiğim gibi, o, yırtılan insanlık matriksini yeniden tamir eden, beşeri, “Karasetrililer”in hışmından kurtarıp dünyanın ömrünü uzatmaya çalışan bir Asa-yı Musa, ve iman hakikatlerini beşere yeniden talime çalışan bir Ayetü’l-Kübradır.

Dolayısıyla onu dar bir Kürt meselesine tıkıştırmak veya sadece İslam âleminin dertleriyle meşgul bilmek ona haksızlık olur diye düşünüyorum. Ve sempozyumu düzenleyenlere ve katılımcılara teşekkür ve saygılarımı şimdiden sunuyorum…

M. Ali Bulut / Haber 7