Etiket arşivi: Mustafa Nutku

Bir Yumurta Nasıl Paketlenir?

Bir yumurta hiçbir zaman elimize paketlenmeden ulaşmaz.

Yirmi dört saatlik bir üretim faaliyetinin neticesi olan bu leziz nimet, mutfağımıza kadar güvenle ulaşabilmesi için son derece dikkatle planlanmış bir ambalaj içinde bize sunulur.

Yumurta kabuğu deyip geçmeyin.  Kırıp çöp sepetine attığımız bu mükemmel ambalaj, mimarisi ve estetiğiyle akılları hayrete düşüren bir sağlamlık, pratiklik ve geometri şaheseridir.

Yumurtanın sarısı ve akı, tavuk vücudunda ayrı ayrı yerlerde imal edilir. Sonra bu mamul yaklaşık on altı saat süren bir işlemle ambalajlanır.

Önce yumurtanın şekline bir bakın. Parmaklarınızla iki ucundan ne kadar kuvvetle bastırsanız, kırılmadığını göreceksiniz. Bu sağlamlığın yanında pürüzsüz ve kusursuz bir şekli de vardır. Normalde çok iyi bir kalıba ve tezgaha ihtiyaç duyan böyle bir eser, içinde hiçbir kalıp bulunmayan tavuk vesilesiyle bize sunulmaktadır.

Yumurtayı paketlemekle görevli olan bez, tavuğun vücudundaki bütün kalsiyum ve karbonat iyotlarını çekecek şekilde düzenlenmiştir.  Öyle ki, tavuğun besininde kalsiyum eksildiği zaman, kabuğun hammaddesi olarak tavuk, kendi kemiklerini kullanır.

Öyle bir fabrika düşünün ki, tavuk kanı gibi pek de iştah açıcı olmayan bir maddeden hem yumurta sarısını hem yumurta akını hem de kabuğunu ayrı ayrı çıkarsın ve beş-on santimlik bir üretim şeridi içinde bütün bu işleri tek tek gerçekleştirdikten sonra kan ve dışkı gibi iki pisliğin içinden yumurta gibi tertemiz ve faydalı bir gıda üretsin. Bir şeyden her şeyi yapan bir ilim ve kudretin sahibinden başka bu fiile mührünü basabilecek kim var?

Modern teknoloji tavuğun besininden veya kanından yumurta yapabilecek bir fabrikayı kuramadı. Olmaz ya, eğer kurmuş olsaydı bugün bir yumurtayı on beş kuruşa değil, yüzlerce liraya yiyemezdik.

İnsan yediği şeylere bir baksın.” (Abese Sûresi, 24)

Her yumurta kırışınızda, kabuğu atmadan önce ona uzun uzun bakın.

Size bu nimeti böyle mükemmel bir ambalaj içinde göndereni düşünün. O’nun adını anın, afiyetle yiyin ve O’na(C.C) şükredin.

Mustafa Y. Nutku

www.NurNet.Org

Dumlupınar Denizaltısı Faciası

4 Nisan 1953’de, NATO deniz tatbikatından avdet etmekte olan Dumlupınar adlı denizaltı gemimiz, gece saat 02.08’de Çanakkale Boğazı’na girdikten sonra, Nara burnu açıklarında su üstünde seyrederken, karşı istikametten İstanbul’dan gelmekte olan İsveç bandıralı Naboland ismindeki şileple çarpışarak batmıştı.

Aldığı mühim yara sebebiyle 3-4 dakika içinde sulara gömülen Dumlupınar’ın, üstünde oldukları için kurtulmak imkanı bulan 5 kişinin haricindeki 81 kişilik mürettebatı, bütün gayretlere rağmen kurtarılamamıştı. Kazayı takip eden iki gün bütün Türkiye, 90 metre derinlikteki çok akıntılı suların içinde kayalara oturan Dumlupınar denizaltımızı kurtarma teşebbüslerine ait faaliyetler ile, fevkalâde bir merak ve alâka hissi ile meşgul olmuştu.

Dumlupınar kelimesi böylece, Çanakkale Boğazında senelerce evvel meydana gelen bir denizaltı faciasının ismi halinde o günlerin heyecanını yaşayanların hâfızalarına nakşolurken, o kazada kurtarılamayan 81 denizcimizin aile ve dostlarının yaşlı gözlerinin her biri, bu hadisenin elemiyle birer dumlu-pınar (gözyaşlı pınar) olmuştu.

Bu dünya dâr-ül hikmettir. Dumlupınar denizaltımızın 81 mürettebatı ile Çanakkale Boğazı’nın 90 metre derinliğindeki akıntılı sulara batması ve ne kendisinin ne de içindeki denizcilerimizin kurtarılamaması hadisesinin de, insanlara manevî ders ve ibret mevzuu olacak çok hikmetleri bulunabilir.

Bu unutulması güç hadisenin hatırlanması, hikmetleri olabileceğinin düşünülmesi ve hikmetlerinin araştırılması, bizi hemen Hazret-i Yunus Aleyhisselam’ın Kur’anda bahsedilen kıssa-i meşhuresi ile mukayeseye sevk ediyor.

Hazret-i Yunus Aleyhisselam denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı, gece dağdağalı, karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette… Sebepler tamamen sukut etmiş. Bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine ona hiç faydaları olamazdı. Demek sebeblerin tesiri yok! Hazret-i Yunus Aleyhisselam, o halde Müsebbib-ül-Esbabtan başka bir melce olamadığını ayn-el yakin görüp O’na münâcaatta bulunmuş. Bu münâcaatı ona süratle vasıta-i necat olmuş.

Dumlupınar denizaltımızın içindekilerle beraber bir daha su yüzüne çıkmamak üzere batması hadisesinin hâfızalardan yıllardır silinmeyen izlerinin mahiyetinde, kendimizi sanki sahil-i selamette görüp, batan denizaltıda şehîd olanlara acımak manası hissediliyor.

Hakikatte ise, gaflet ve dalalet denizlerinin mâneviyat alemimizdeki karanlığından, dehşetinden ve korkulu dalgalarından habersiz, ebedî hayatımızın mahvına çalışan heva-yı nefsimizin esiri olmak, Dumlupınar gibi bir denizaltının içinde Çanakkale Boğazı’nın derin sularına batıp boğulmuş olmaktan binlerce defa daha tehlikeli bir haldir!…

Allah’tan bize bu meseleyi böyle anlamayı ve bu anlayışın icabına göre yaşamayı mümkün kılacak şuurlu bir iman talep edelim.

Mustafa Y. NUTKU

www.NurNet.Org