Etiket arşivi: müze

Ayasofya

Bir zamanlar ilâhi bir seda yükselirdi

Günde beş kez Allah’ın şanını yüceltirdi

 

Müminleri çağırır Mevlâ’nın huzuruna

Herkesi davet eder Yaradan’ın nuruna

 

Bu çağrı Ayasofya Camiinden çıkardı

Pasaklaşmış kalpleri pak ve temiz yıkardı

 

O bir cennet kapısı bir nur meşalesiydi

Gönüllerde akacak iman şelalesiydi

 

Yükselirdi her zaman oradan Hakk’ın sesi

Oradan açılırdı müminlerin nefesi

 

İstanbul’u fethinde Fatih Sultan Mehmet Han

İbadete açtırdı Ayasofya’yı o an

 

Tekbir sedalarıyla çınlanırdı her taraf

Müminler namaz için toplanırlardı saf saf

 

Şimdi ise müşrikler onda dolup taşıyor

Aklı olan her kişi bu duruma şaşıyor

 

Zira müze yapıldı Ayasofya Camisi

Müslüman bir ülkede hiç çıkmadı hamisi

 

Öksüz bir yavru gibi himayesiz kalmıştı

Mümin geçinenler de tam gaflete dalmıştı

 

Oysa yüz karasıdır bütün Müslümanlara

Nasıl izin verdiler yazık olsun onlara

 

Hiç Allah’ın mabedi bir müze yapılır mı?

Yüce Mevla’dan başka kimseye tapılır mı?

 

Hani o bülbül gibi şakıyan minareler?

Hani günde beş vakit tekbir getiren diller?

 

Fakat bu böyle kalmaz mabede açılmalı

Oradan gönüllere vaazlar saçılmalı

 

Yükselsin tekbir sesi yüce minarelerden

Yüce Allah’ın adı işitilsin her yerden

 

Ey şanı yüce Rabbim yardım et müminlere

Kâinatta bulunan mümin ins ve cinlere

 

İstiyorum susmasın minareler lal gibi

Müslüman uyumasın durmasın aptal gibi

 

Onlara bir şuur ver uyanmak nasip eyle

Birlik ve beraberlik içinde kaim eyle

 

İlâhi Tanyeri’nin duasını kabul et

AYASOFYA’da namaz kılmayı da nasip et

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hz. Muhammed Müzesi açıldı

Es-Selam Aleyke Eyyuha-n Nabi (Sana selam olsun ey peygamber) isimli dev bir projenin parçası olarak açılan müzenin amacı Peygamber efendimizi hayatının tüm aşamalarıyla birlikte anlatmak, o dönemde başta Mekke ve Medine olmak üzere Arap Yarımadasını tüm yönleriyle aktarmak.

Projenin başında bulunan Şeyh Nasır Al Zahrani tarafından tanıtılan müze peygamber efendimiz zamanından izler taşıyor.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed dönemini insanlara anlatmak için kurulmuş müzede o döneme ait bin 500′den fazla eşya yer alıyor.

Ziyaretçilerin dönemin savaşlarından ev hayatına kadar birçok alanda bilgilendirildiği müzenin en dikkat çekici yanı ise yaklaşık bin 400 yıl öncesine ait bilgilerin son teknoloji ile sunulması…

Bilim adamları tarafından inşa edilmiş en son teknoloji ile donatılan müzenin duvarlarındaki dev ekranlarda farklı bir tur imkanı da sunuluyor.

TurkArabNews.com

Risale-i Nur Müzesi Açılıyor

İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, Barla Platformunun Risale-i Nur ile ilgili olarak düzenlediği sergilerin beşincisi, Risale-i Nur Müzesi ile birlikte açılıyor. Nur’a Uçan Pervaneler adlı sergi ile müzenin açılışı, 14 Ekim Pazar günü İstanbul İlim ve Kültür Vakfının Rüstempaşa Medresesi’ndeki yerinde yapılacak.

Her iki açılışa da Risale-i Nur Külliyatı müellifi Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hayatta olan talebelerinin katılması bekleniyor.

NUR’A UÇAN PERVANELER

İİKV bünyesinde Barla Platformu tarafından düzenlenen serginin bu yılki konusunu, Risale-i Nur’un etkilediği hayatlar teşkil ediyor. Sergi, Risalelerin Isparta, Barla’da ilk olarak kaleme alınmaya başladığı andan itibaren onun etrafında toplanan insanlarla başlayan ve bugün dünyanın dört bir yanındaki Risale-i Nur talebelerine kadar uzanan bir zaman dilimini kapsıyor.

Sergide, Risale-i Nur talebelerinden başka, yurt içinde ve dışındaki belli başlı yazar, düşünür ve aydınların Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur ile ilgili yorumları da yer alıyor.Nur’a Uçan Pervaneler, Risale-i Nur’un insanlar üzerindeki benzersiz tesirini gerek içerik, gerekse dil açısından inceliyor. Büyük düşünür Cemil Meriç’in “Risale-i Nur’ları okumadan ne Türk dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir. Risale-i Nur’lar bizim milli hazinelerimizdir” şeklindeki tesbitleri sergide yer alan yorumlar arasında.

Barla Platformu, daha önce de Risale-i Nur ile ilgili olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını, sürgün ve hapishanelerde geçen yıllarını konu alan dört ayrı bölümde ele alınan sergiler düzenlemişti. Birinci Said, Barla Yılları, Kastamonu Yılları ve Emirdağ Yılları adlarıyla düzenlenen bu sergiler, yurt içinde ve dışında pek çok yerlerde tekrarlandı ve yoğun ilgiyle karşılaştı.

RİSALE-İ NUR MÜZESİ

Risale-i Nur ile ilgili sergilerin bir özeti, bundan böyle, İstanbul İlim ve Kültür Vakfının bünyesinde açılan bir müzede daimi olarak sergilenecek.

Bediüzzaman Said Nursi’nin ve Risale-i Nur’un hikayesini Birinci Said döneminden başlayarak sırasıyla Barla, Isparta, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Afyon, Emirdağ ve İstanbul dönemleriyle ziyaretçilerin tetkikine sunan müzede, bütün bu dönemlerle ilgili önemli belge ve bilgiler yer alıyor.

Bediüzzaman’a savaşta gösterdiği kahramanlıklar sebebiyle Padişah tarafından verilen savaş madalyası, yüksek bir ilmi rütbe anlamına gelen Mahreç payesi, hapishanede kesekağıdı parçalarına yazılan risaleler, üzerlerine duvar örülerek saklanan el yazması risaleler, en dayanıklı insanların dahi tahammül sınırlarını aşan şartlar altında telif edilen risalelerin orijinalleri, bu belgeler arasında.

AÇILIŞA AĞABEYLERDE KATILIYOR

Nur’a Uçan Pervaneler adlı sergi ile Risale-i Nur Müzesinin açılışı, Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinin de iştirakiyle, 14 Ekim Pazar günü saat 14.00’de İİKV’nin Rüstempaşa Medresesindeki yerinde yapılacak. Medresenin adresi şöyle:

Yer: İstanbul İlim ve Kültür Vakfı, Rüstempaşa Medresesi, Sururi Mahallesi, Medrese Sokak No: 2, Eminönü, İstanbul. Tel : 0212 527 81 84

Medya İletişim :Said Yüce

Cep Tel : 0532 274 43 59

Mail : saidyuce@gmail.com

Risale Ajans

26 Mayıs’ta Ayasofya Camiinde 30 Bin Kişiyle Namaz Kılınacak

AGD’li yöneticiler, İstanbul’un fethedildiği Mayıs ayı içerisinde Ayasofya’nın ibadete açılmasını gündeme getirdi. AGD Genel Başkanı Salih Turhan, “Sümela Manastırı’nda 88 yıl sonra ilk kez ayin yapılmasına müsaade eden hükümetimiz 78 yıldır Kur’an’a hasret bulunan Ayasofya’yı ibadete açmalıdır” dedi.

26 MAYIS’TA ZİNCİRLER KIRILACAK

Her yıl geleneksel olarak düzenlenen İstanbul’un fethi şöleni bu sene 26 Mayıs’ta İnönü Stadyumu’nda gerçekleştirilecek. Türkiye’nin dört bir yanından davetlilerin olacağı fetih şölenine yurtdışından da çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve siyasi parti temsilcilerinin katılması bekleniyor. İstanbul’un fethi kutlamaları kapsamında Ayasofya’da 78 yıl aradan sonra namaz kılacaklarını ifade eden Turhan, “26 Mayıs’ta saat 14.30’da öğle namazını kılmak üzere Ayasofya önünde toplanacağız. Bu eylem ve ibadetimize yaklaşık 30 bin kişinin katılımını bekliyoruz” dedi.

İSTANBUL’DA İLK CUMA AYASOFYA’DA KILINMIŞTI

İstanbul’un fethinden sonra ilk Cuma namazının Ayasofya’da kılındığını söyleyen Turhan,” İstanbul’un fethinin 559. Yıldönümü münasebetiyle yıllardır vicdanımızı rahatsız eden bir durumdan bahsetmek istiyoruz. Ayasofya’nın camiye tahvil edilişinin üzerinden 559 sene geçti. Sultan Fatih, İstanbul’u fethinde büyü bir kalabalıkla Ayasofya’ya gelip burada ilk Cuma namazını kılmış ve Ayasofya resmen camii olmuştu. Ayasofya’da kılınan bu ilk Cuma namazında hutbeyi Fatih okumuş, namazı da hocası Akşemseddin hazretleri kıldırmıştı. Bilindiği gibi 1934 yılından bu yana Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilen Ayasofya, ibadete kapalı bir şekilde durmaktadır. Ayasofya 78 yıldır mahzun bir halde hemen yanı başında bulunan Sultanahmet Camii’ne imrenerek bakmaktadır” diye konuştu.

FATİH’İN EMANETİ

Ayasofya’yı “Hakk’ın batılı kuşatması” olarak değerlendiren Turhan, bugünkü durumun Fatih’in ve şehitlerin kemiklerini sızlattığını söyledi. Turhan şöyle konuştu: “Fatih’in bizlere emanet olan ve Hakk’ın batıla galebesinin simgesi olan Ayasofya, ibadete açılacağı günü beklemektedir. Ayasofya ne taş, ne de binadır. Ayasofya Hakk’ın batılı kuşatmasıdır. Ayasofya, üzerinde yaşadığımız bu diyarın İslam beldesi olduğunun sembolüdür. Fethin nişanı ve Sultan Fatih’in vakfıdır. Ayasofya’nın ibadete kapatılması Fatih’in ve şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktır. Bu konu sadece bizim değil bütün ümmetin derdidir. Herkesi bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz. En kısa zamanda Ayasofya üzerindeki oyunların bozulup hak ettiği değerine kavuşması ve kıyamete kadar da cami olarak kalması istediğimiz büyük bir dua ve beklentimizdir.”

SÜMELA’DA AYİNE İZİN VERİLMİŞTİ

Hükümetin azınlık gayri Müslimlere tanıdığı haklara değinen Turhan, hükümete şu sözlerle yüklendi: “Sümela Manastırı’nda 88 yıl sonra ilk kez ayin yapılmasına müsaade eden, üç milyon liralık bütçe ile Van Akdamar Kilisesi’ni restore eden hükümetimiz 78 yıldır Kur’an’a hasret bulunan Ayasofya’yı ibadete açmalıdır. Bu ülkenin azınlıklarına gösterilen hoşgörü ve özgürlük ülkemizin kahir ekseriyetini oluşturan Müslümanlardan esirgenemez. Anadolu Gençlik Derneği olarak dün olduğu gibi bugün de ‘zincirler kırılsın Ayasofya açılsın’ demeye devam ediyoruz. Dolayısıyla İstanbul’un fethinin içinde bulunduğumuz 559. yıldönümünde Ayasofya’nın ibadete açılmasını savunuyoruz. Bu mücadelemiz ise sonuç alıncaya kadar devam edecektir.”

Rota Haber

Ayasofya Kime Satıldı?

Şu cami satıldı, bu ahır yapıldı, filancası yıktırıldı, öbürü cephane oldu… Bir süredir siyaset meydanı cami tartışmasına açıldı. Gazetelerden, televizyon kanallarından arayanın haddi hesabı yok.

Soruyorlar: Gerçekten de Tek Parti devrinde camiler kapatıldı mı? “İbadete kapatılan Ayasofya örneği taş gibi önümüzde dururken başka kanıt aramaya ne hacet.” diyorum kendilerine. Bir şaşkınlık vakfesi. Yüzleri karışıyor. Kimilerinin buruşuyor hatta. “Nasıl yani?” diye soruyorlar. Bu yazı, işte o “Nasıl yani?”nin cevabıdır.

Son sözümü başta söyleyeyim: Cami tartışmasının gelip dayanacağı yer, 78 yıldır ibadete kapalı bulunan Ayasofya’nın açılması meselesidir. Er veya geç Türkiye bu gerçekle yüzleşecek ve bu meseleye bir hal çaresi bulacaktır. Belki de Yunanistan’daki bir partinin seçim kampanyasında minareleri yıkılmış “Ayasofya Kilisesi” resimlerini kullanması birilerini uyandırır. Kim bilir?

“Ayasofya’nın sahibi kimdir?” diye soruyorum genç muhabire. Dudağını büküyor. Belli ki hiç aklına gelmemiş bu. Tapudaki sahibini soruyorsanız diyorum “Ebu’l-Feth Fatih Sultan Mehmed Vakfı”. Nerede bu vakıf peki? Neden tapuda üzerinde görünen eserine sahip çıkmıyor? “Muhatabınız Vakıflar Genel Müdürü” diye cevap veriyorum, “Ona sorun.” Cevap alamayacaklarını bile bile böyle diyorum.

Bir vakıf düşünün ki, tapulu malına sahip çıkamasın. Olur mu? Oluyor bizde. Peki Ayasofya’nın sahibi resmen Fatih ise (yoksa XI. Konstantin ve I. Jüstinyen mi?), eserin onun vakfiyesinde belirttiği şartlarda kullanılması gerekmez mi? Üstelik vakfiyedeki şu ateşten satırları okurken vicdanınız kanamayacak mı: “Kim ki bâtıl gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya vakfın değiştirilmesi ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksat ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın.” (A. Akgündüz, S. Öztürk, Y. Baş, “Kiliseden Müzeye Ayasofya”, OSAV: 2006, s. 141-2.)

Aslı Arapça olan vakfiyenin nüshaları Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde, Topkapı Sarayı ile Türk ve İslam Eserleri müzelerinde mevcutken ve şartları herhangi bir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde bağlayıcıyken, nasıl olmuş da Ayasofya Camii ibadete kapatılabilmiştir? Vakıflar Kanunu mu değiştirilmiştir yoksa? Hayır, hem 1934’teki hem de yürürlükteki Vakıflar Kanunu bir vakfın, vakfedenin koyduğu amaçlar dışında kullanılamayacağını emrediyor. Sahibi olan Fatih, vakfının amacı dışında kullanılmasına tehditkâr ifadelerle karşı çıktığı halde 1934’te bir Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya Camii müze yapılmıştır. Altında Atatürk’ün, İnönü’nün vs. imzalarının bulunması hukuk nazarında bir şeyi değiştirmez. Hukuksuzluk hukuksuzluktur. Bu hukuksuzluğu kimin yaptığı hukuku ilgilendirmez. (Adalet Tanrıçası’nın gözleri bağlıdır, unutmayın.)

Kaldı ki, 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi de bir garabet abidesidir. İlk cümlesi şöyle: “Maarif Vekilliği’nden yazılan tezkerede (…) Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle müzeye çevrilmesi istenmiş…” Acaba 1934’te Şark, yani İslam âleminde Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine sevinecek bir Allah’ın kulu var mıdır? Yoksa kararname sahiplerinin kafalarındaki ‘Doğu’, bizim zannettiğimiz gibi İslam dünyası değil de, Sovyetler Birliği miydi? Halkı Ortodoks olan Sovyetler Birliği’nden başka Ayasofya ile ilgilenecek bir Doğulu devlet kim olabilir o tarihte?

Sonra müze yapılarak insanlığa bir bilim kurumu kazandırılacağı ifade ediliyor. Sanki camiyken Ayasofya’da inceleme yapılamıyor muydu? Üstelik medreseler kapatılmadan önce Ayasofya’da her sütunun dibinde bir alimin ders verdiğini, yani tam da kapatılmasıyla bir bilim kurumunun tarihe gömüldüğünü bile söyleyebiliriz. Üstelik kararnamede Ayasofya’nın müzeye çevrileceği ifade edilirken, ibadete kapatılacağından söz edilmemiştir. Denilebilir ki, ‘Canım, müze yapılınca anlaşılmıyor mu ibadete kapatılacağı?’ Ama bir kararname çıkarıyorsanız muradınızı yarım yamalak ifade edemezsiniz. Müze yapılacak. Tamam da ibadete kapatılacağı nerede yazıyor?

Burada avukat Abdullah Mehmet Çalışkan’ın değerlendirmesini paylaşmak istiyorum. “Ayasofya Camii Meselesinin Etrafındaki Gerçek” adlı kitabında şöyle diyor: “Ayasofya kararnamesinde hukukî bir gerekçe bulmaya imkân yoktur. Bakanlar Kurulu kararının hangi kanuna dayandığı da yazılmamıştır. Çünkü Bakanlar Kurulu’nun dayanak yapabileceği bir kanun mevcut değildir. Bakanlar Kurulu’nun hangi yetkiye istinaden bu konuyla ilgilendiği hususunda hukukî bir mütalaa da yazılmamıştır. Çünkü bu konu, ne TC. Anayasası ne de Türkiye’de yürürlükteki kanunlar tarafından Bakanlar Kurulu’na verilen yetkiler dahilinde bulunmamaktadır. Anayasadan bahsedilmemiştir, çünkü Anayasa’ya aykırıdır. Vakıf hukukundan bahsedilmemiştir, çünkü vakıf hukukuna zıttır. Görülüyor ki, Bakanlar Kurulu bu kararı ile anayasa ve kanunları yok saymıştır.”

Kararnameye bir sıra numarası verilmemiş olması gariptir. Daha da garibi, Resmi Gazete’de yayınlanmamıştır. Kararnamelerin bulunduğu resmi dairede aslı bulunmadığı gibi resmi kanun kitaplarında da mevcut değildir. Hukukî açıdan sakat kararnamenin tartışılmasını ehline bırakalım ve kamu vicdanını yansıtan bir sese kulak verelim. Bediüzzaman Said Nursi, ezanı özgürlüğüne kavuşturarak “on derece kuvvet bulan” Demokrat Parti’den Ayasofya’yı da özgürlüğüne kavuşturmasını ister. Ona göre bu bir “yara”dır ve hükümet bu yaraya “merhem” sürmeli, Ayasofya’yı ibadete açmalıdır.

Ayasofya’nın, 1930’larda iyi ilişkiler kurmaya çalıştığımız Yunanistan’a, dolayısıyla Batı dünyasına göz kırpmak için müze yapıldığını kabul edelim. Bence kararnamedeki “bütün Şark alemi sevinecek” ifadesinde bir dil sürçmesi olmuş. “Garp, yani Batı âlemi” diyeceklerdi besbelli. Baksanıza, Yunanistan’daki Yeni Demokrasi Partisi, Ayasofya’yı yalnız minaresiz göstermekle kalmamış, kubbesine bir de haç dikmiş! Unutmayalım ki, Mütareke döneminde yapılan Sultanahmet mitinglerinden biri de Ayasofya’ya haç takılacağı söylentisi üzerine gerçekleşmişti.

Mustafa Armağan

Zaman