Etiket arşivi: N. Kağan Çetin

Marifet…

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış…

Necip Fazıl

İçinde yaşadığımız galaksi: Samanyolu.

Samanyolu Galaksisi’nde 300 milyar yıldız olduğu tahmin ediliyor. Kâinatta Samanyolu gibi 300-500 milyar galaksi olduğu düşünülüyor.

Bu nasıl bir büyüklük, nasıl bir tecelli?

Bu büyüklükleri Yaratan, kim bilir ne kadar büyük?

Dünya, uzayda bir saatte 108.000 kilometre hızla uçuyor. Güneş ve Güneş Sistemi de uçuyor. Samanyolu Galaksisi uçuyor. Kâinattaki bütün galaksiler uçuyor. Gökler uçuyor…

Çarpışma yok… Kaos yok…

Bütün kâinatta dakik bir düzen… Dakik bir işleyiş…

Kâinat saatini böyle dakik kuran kim, çalıştıran kim?

Güneş Sistemi’nde Güneş merkezde…

Çevresinde diğer gezegenler… Merkür, Jüpiter, Neptün, Üranüs, Plüton ve diğerleri…

Güneş, bütün gezegenleri kendine doğru çekerken, diğer gezegenler büyük bir süratle Güneş’ten uzaklaşmak ister gibiler.

Yine Merkezkaç Kuvvet ile Merkezcil Kuvvet arasında hassas bir denge kurulmuş.

Bu hassas dengeyi kuran kim?

Atomlar…

Merkezde proton ve nötron, yani atom çekirdeği. Yörüngede elektronlar…

Atom çekirdeğinde çok büyük bir çekim kuvveti var. Atom çekirdeği, elektronları kendine yapıştırma amacı taşıyor sanki… Buna “Merkezcil Kuvvet” deniyor.

Elektronlar ise çok büyük bir hızla çekirdek etrafında dönüyorlar. Süratle atomdan kopmaya çalışır gibiler… Buna da “Merkezkaç Kuvvet” deniyor.

Her iki kuvveti dengeleyen, elektronları çekirdek etrafında dengede tutan kim?

İnsan…

İnsanın yaratılış hamuru toprak ve elementler…

İnsan, tek bir hücreden başlayıp, milyarlarca hücreyle ilerleyen bir sanat şaheseri…

İnsan, biyolojik olarak mükemmel sistemlerle donatılmış.

Kas sistemi, iskelet sistemi, sinir sistemi, dolaşım sistemi, damar sistemi, lenf sistemi…

İnsan, anatomik ve fizyolojik açılardan mükemmel…

İnsanın bir de kalp, duygu ve ruh boyutları var ki, onları yazmaya kitaplar yetmez…

İnsanı madde ve mânâ yönüyle bir sanat şaheseri olarak yaratan kim, yaşatan kim?

Toprağı insana dönüştüren Sanatkâr kim?

İnsanı konuşturan, düşündüren, gördüren, işittiren, terbiye eden kim?

Dünya…

Toprak ve denizlerle kaplı…

Çevresinde atmosfer…

Atmosfer, hiçbir göktaşına geçiş izni vermiyor. Bütün göktaşları atmosferde yanıyor, yeryüzüne ulaşamıyor…

Denizler ve atmosfer, dünyanın sıcaklığını belli bir aralıkta tutuyor. Atmosferdeki oksijen, azot ve karbondioksit oranları, yeryüzünde hayatın devam etmesine imkân tanıyor.

Toprağın katmanları, yerkürenin merkezindeki lavların dışarı çıkmasına izin vermiyor.

Dünyayı böyle hassas denge ve denklemlerle ayarlayan kim?

Güneş, tıpkı bir avize gibi… Ay, kandil misal… Işıl ışıl yıldızlar… İnsanın emrine âmâde…

Dünya, denizler ve atmosfer, insana hizmetkâr…

Bitkiler, hayvanlar, madenler, insana boyun eğdirilmiş.

Yağmur, kar…

Dünyanın eğimi, gece ve gündüz, dört mevsim… İnsan için, insana hizmet ediyor.

Casiye Suresi’nin 13. ayetine bakalım:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsini O kendi tarafından bir lütuf olarak sizin hizmetinize verdi. Tefekkür eden bir topluluk için bunda nice âyetler vardır.”

Koca kâinat, Allah’tan gelen bir emir olmasa, insana hizmet eder miydi?

Koca kâinat insan için yaratılmış.

İnsan ne için yaratılmış?

Üstad Bediüzzaman cevaplasın:

“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.”

N. Kağan Çetin – Nuraniyyat

Faiz Sosyolojisi

“Ey iman edenler! Eğer inanmış kimselerseniz, Allah’tan korkun ve faizin geri kalanını terk edin. Bunu yapmazsanız, Allah ve Resulü ile savaş halinde olduğunuzu bilin.”

Bakara Suresi 278-279. ayetler

Faizin sosyolojisi olur mu?

Elbette olur.

Eğer faiz, ekonomide, finans sisteminde, toplumda, üretimde, yatırımda kendine yer bulmuşsa, bunun sosyolojisi de olur.

Faizin neden olduğu yıkımlar herkesin malûmu.

Boşanmalar, aile faciaları, ekonomik krizler, intiharlar, faiz-enflasyon bağlantısı günümüzün gerçekleri arasında.

Şu faiz neden Batı Uygarlığında kök salmış acaba?

İslâm, faizi neden yasaklamış?

Faizler yükselince ekonomi neden tökezler?

Bu sorulara medeniyet felsefecileri, ilahiyatçılar ve iktisatçılar cevap arasınlar.

Ya sosyologlar?

Onlar da cevap arasın.

Bir açıdan bakılırsa faiz, dünyadaki bütün krizlerin temelindeki gerçek.

Hırsları kamçılayan faiz…

Ekonomiyi zehirleyen faiz…

Zengini daha zengin, fakiri daha fakir eden yine faiz…

Bu konunun reklam, pazarlama, iletişim ve silahlanma boyutları var.

Dünya finans devleri ile silah üreticileri arasında nasıl bir bağ olabilir?

İşte bütün bunlar “Faiz Sosyolojisi” alanına girer.

Aman ne güzel…

Literatüre yeni bir terim kazandırmış olduk.

Terimin İngilizce’sini de yazalım:

“Interest Sociology” veya “Sociology of Interest”

Böyle bir terim İngilizce’de yok.

Haydi sosyologlar…

Size büyük iş düşüyor.

Araştırın bakalım konuyu…

Bir ülkede faizler tavan yapmışsa, ne gibi problemler, hangi sonuçlar ortaya çıkar?

Faizin, faiz çevrelerinin darbe ve ihtilallerdeki rolü nedir?

Faiz, dünya ekonomisini, sosyolojisini nasıl etkiler?

Faaliyet dışı kâr nedir, ne değildir, nedenleri, sonuçları?

Bazı çevreler neden faiz gelirine ihtiyaç duyarlar?

İktisatçılarla, psikologlarla, ilahiyatçılarla, başka uzmanlarla el ele verip sonuçları ortaya koyun.

1929’da dünya ekonomisinde yaşanan “Büyük Bunalım” sürecinde faizin rolüne mümkünse bir bakın.

28 Şubat sürecinde Türkiye’de faizin, faiz çevrelerinin rolünü inceleyin.

Meselenin boyutları öylesine büyük, öylesine büyük ki…

Hattâ koca İslâm dünyasını 2016’da ateşe verenler acaba kimler, hangi çevreler bir incelensin.

Faiz deyip geçmeyin…

Dünya nüfusunun neredeyse tamamı faiz ödemek için malını, canını, işini, huzurunu, ailesini, dünyasını, ahiretini feda ediyor.

Tehlikenin farkında mıyız?

N. Kağan Çetin – Nuraniyyat

Bu dünya kime kalır? – 2

“Resulünü, bütün dinlere üstün kılmak üzere hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna şahit olarak Allah yeter.”

    Fetih Suresi 28. Ayet Meali

 

Bu dünya, Allah’ın dilediğine kalır.

Acaba Allah’ın dilediği, muradı nedir, Allah kimin yanındadır?

Bunu Kur’an-ı Kerim pek çok ayette anlatır.

Allah, takva sahiplerinin, merhametlilerin, iyi insanların, mü’minlerin, haklıların yanında…

Zalimlerin karşısındadır.

Şu ayeti dikkatle okuyalım:

 “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği teşvik eder, kötülükten sakındırır, Allah’a hakkıyla iman edersiniz. Eğer Kitap Ehli de iman etseydi, onlar için hayırlı olurdu. Gerçi onlardan mü’minler de vardır; fakat çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.”

Bu ayetle birlikte manzara-yı umumiyi değerlendirirsek, İslam dünyası adına ümitleniriz.

Telaşa gerek yok.

Ümmet derlenip toparlanma sürecine girdi.

Bu iş her ne kadar sadece Türkiye’nin komuta ve kontrolünde yürüse de, telaşa gerek yok.

Bir tek aslan, sürüyle çakalı mağlup eder.

Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Ortadoğu’da, Afrika’da, Asya’da hiç kimse Türkiye’ye rağmen oyun kuramaz.

Türkiye’ye rağmen plan proje yapamaz.

Yakın tarihte bunun en iyi örneği, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı.

1974’te Türkiye bir defa Kıbrıs’a adım attı, bir daha da Kıbrıs’tan çıkmadı.

Nokta.

1974’ten sonra Batı çok feryat etti ama nafile…

Nükleer bombaları işe yaramadı.

Tek mermi dahi sıkamadılar yahu!

Nato, Birleşmiş Milletler dut yemiş bülbüle döndüler.

Tek yapabildikleri, Türkiye’ye ambargo uygulamak oldu.

Şimdi de benzer şeyler yaşanıyor.

Suriye, Irak, Şam, Halep, Musul veya Kerkük…

Eski ismiyle Vilâyât-ı Şam.

Yani Osmanlı Devleti’nin Şam vilayeti.

Onlar bizi bilirler, biz de onları biliriz.

Hepsiyle akrabayız, kardeşiz.

Oralardaki aşiretler toplanmışlar, Türkiye’yi çağırıyorlar.

Türk Ordusu zaten 15-20 yıldır oraları yakından takip ediyor.

O topraklarda askeri birliklerimiz var.

Suriye ve Irak’taki Türkmenler, Araplar, Kürtler, Türk Ordusu’na güveniyor.

Önemli olan işte bu güven.

1974’te Türkiye’ye tek fiske dahi vuramayan Vahşi Batı, 2016’da Türkiye’ye hiçbir şey yapamaz.

2016’da Türkiye’ye yapacakları en küçük yanlış hareket, Batı Uygarlığı’nın sonunu getirir.

Batı Uygarlığı…

Tükenmiş, çürümüş, dişleri dökülmüş bir iskelet…

Batı Uygarlığı…

Dışı süs, iç pis bir uygarlık…

Tek vuruşta devrilecek Batı Uygarlığı.

Acaba o tek vuruş nereden ve kimden gelecek?

Rusya’dan mı, Çin’den mi?

Yoksa hiç tahmin edilmeyen bir başka yerden mi?

Evet…

  1. yüzyılın denge ve denklemlerinin kilit noktasında Türkiye var.

Biz ne tarafta yer alırsak, dengeler o yönde değişiyor.

Görüyorsunuz işte, Türkiye’ye yanlış yapmaya cesaret edemiyorlar, edemezler.

İki milyar Müslüman, bizim bir işaretimizi bekliyor.

Öyle ya, ne de olsa bize bakınca ister istemez Osmanlı Devleti’ni hatırlıyorlar.

Batı Uygarlığı bin sene Selçuklu ve Osmanlı karşısında titredi.

Dile kolay, tam bin sene!

Türkiye’ye karşı yapacakları en ufak ters bir hareketin sonuçları kendileri açısından öldürücü olur.

Selçuklu ve Osmanlı’yı yeniden tarih sahnesine çıkarmak, bir karara, bir kıvılcıma, bir işarete bakar.

Kimse sabrımızı zorlamasın…

N. Kağan Çetin – Nuraniyyat

Bu dünya kime kalır? -1

And olsun, Biz Tevrat’tan sonra Zebur’da da ‘Yeryüzüne, onu ıslah ve imar eden kullarım vâris olacak’ diye yazdık.

Enbiya Suresi 105. ayet meali

Bu dünya kime kalır?

Sağlam soru.

Tarih ışığında düşünelim bakalım.

Bilhassa da Peygamberler Tarihi…

Dünya Firavun’a kalmamıştı.

Musa’ya kalmıştı.

Dünya Nemrut’a değil…

İbrahim’e kalmıştı.

Diğer örnekler de bunlar gibi…

Peygamberler Tarihinin bütün örnekleri.

Dünya, yeryüzünü ıslah ve imar edenlere kalır.

Gelelim 2016’ya…

Şimdilerde manzara Müslümanların aleyhine gibi görünüyor.

Güç zehirlenmesi yaşayanlar… Reklam ve silah manyakları…

Petro-Dolar heveslileri… Borsa endeksleri…

Euro Dolar pariteleri…

Hepsi Müslümanların üzerine üzerine geliyor.

Nükleer başlıklar… Kıtalararası füzeler…

Mü’minleri tehdit ediyor.

Hemen bir ayeti hatırlayalım:

 “Hani o inkâr edenler seni yakalayıp zindana atmak veya öldürmek yahut yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Oysa onlar tuzak kurdukça Allah da onların tuzağını başlarına geçiriyordu. Zira Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

Evet, yine tarihin en zorlu dönemeçlerinden birindeyiz.

Acaba bu viraj nasıl alınacak?

Bu süreç nasıl aşılacak?

Bu sorular, manevi denge ve denklemler dikkate alınarak cevaplandırılır.

Bu sorular ekonomiyi, sosyolojiyi aşıyor.

Ekonomi-politik mevzuları aşıyor.

Bu sorular, dünyanın manevi göstergelerine gelip dayanıyor.

Dünyanın manevi dengeleri, manevi haritaları da ne ola ki?

Şimdi düşünelim:

Bütün kusurlarına rağmen, Allah’a iman eden iki milyar Müslüman var.

İslamiyeti yaşayan, yaşamaya çalışan iki milyar mü’min…

Bunlar olmasa Allah’a kim inanır?

Kur’an-ı Kerim’i kim okur?

Kim mazlumların yanında, zalimlerin karşısında olur?

İşte dünyanın manevi denge ve denklemleri bu sorularda saklı.

….

Zalimlerin karşısında heybetli bir ülke var:

Türkiye Cumhuriyeti.

Bu ülkenin heybeti coğrafyadan, tarihten, jeostratejiden geliyor.

Ama en mühimi de…

İmanından, inancından, mazlumun yanında oluşundan, zalimin karşısında duruşundan geliyor bu ülkenin heybeti.

Bakın bu ülkenin yumruğu, öyle elin Coni’sine, Hans’ına benzemez.

Gülle gibidir.

Merak edenler şöyle yakın ve uzak tarihlere bir baksın.

Kıbrıs’tan, Kore’den, Çanakkale’den geçsin…

Kutül Amare’den taaa Preveze’ye…

Oradan Malazgirt’e uğrasın.

Dünya kime kalır?

Bu soru önemli, bu soru ufuk açıcı.

Cevabı, Tarih ve Kur’ân-ı Kerim ışığında yeniden düşünün.

Hakiki imanı elde etmişseniz, dert etmeyin.

Gelişmeleri ibret penceresinden izleyin.

Bediüzzaman’a kulak verin:

Şu istikbal inkılâbâtı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır.

 N. Kağan Çetin – Nuraniyyat

Dünya Cehenneme Dönüşmüyorsa Eğer…

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği teşvik eder, kötülükten sakındırır, Allah’a hakkıyla iman edersiniz. Eğer Kitap Ehli de iman etseydi, onlar için hayırlı olurdu. Gerçi onlardan mü’minler de vardır; fakat çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

Âl-i İmran – 110

Yedi milyar insanın yaşadığı dünyanın bir buçuk milyarı Müslüman…

Bir an için dünyada hiçbir Müslüman yaşamadığını düşünelim:

İnsanları iyiliğe kim teşvik ederdi?

Kimler kötülükten sakındırırdı?

Allah’a hakkıyla kim iman ederdi?

Ahiret yurduna kim inanırdı?

Evet, belki dünya tam anlamıyla yaşanabilir, tam olarak emniyetli bir yer değil… Ama şu haliyle dahi insanlar dünyada huzur bulabiliyorsa, bunda Müslüman nüfusun çok önemli bir payı olsa gerek…

Günde beş defa gürül gürül okunan ezanlar… Her namaz vaktinde camilere koşan mü’minler… Manevî anlamda günde beş defa nefes alabilen insanlık… Her Ramazan ayında bütün coğrafyalarda açıkça görülen bolluk ve bereket… Okunan Kur’an-ı Kerim’lerle yumuşayan kalpler…

Aslında ahiret alemlerine kıyasla küçük bir bahçeye benzeyen dünyamız, Müslümanlar sayesinde daha yaşanabilir bir hale geliyor.

Alnı secdeli, ağzı dualı mü’minlerle ferahlayan dünyamız, yine iman ve İslamiyet sayesinde gelecek adına ümit vaat edebiliyor.

Mü’minler tarafından verilen zekât ve sadakalarla rahatlayan ihtiyaç sahipleri…

Camilerde, Kur’an kurslarında, Allah ve Peygamber sevgisiyle bir şeyler öğrenmeye gayret eden çocuklar…

İman, tevhid, teslim ve tevekkül sahibi nur yüzlü ihtiyarlar…

Dünyanın manevî kalbi hükmünde olan Mekke-i Mükerreme,

İki Cihan Güneşi’nin aziz hatıralarıyla dolu Medine-i Münevvere…

İslâm sanatlarının şaheserleriyle dolu, Müslümanların ümit kaynağı şehr-i İstanbul…

İslâmiyet ve Müslümanlara ait manevî güzelliklerin olmadığı bir dünyada yaşamak kolay olur muydu?

Öyle bir dünya, nasıl bir anlam ifade ederdi?

Evet…

İslâmiyet ve Kur’an, dünyanın manevî güneşidir.

Mü’minler, dünyayı manevî anlamda ayakta tutan en önemli direktir.

Üç asırdan beri dünyanın dizginleri ne yazık ki koptu…

Dengeler altüst oldu… Hayata sadece maddî yönden bakıldı.

Demokrasi ve insan hakları nutukları atanlar, bunları sadece kendileri için geçerli saydı.

Dengeleri yeniden kurmak isteyenler, Müslüman dünyayı hesaba katmadıkları için, çatışmalara engel olamıyorlar.

Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de gerçek anlamda bir barış ortamı kurulmasına izin vermedikleri için, Batılıların farklı coğrafyalarda yaktıkları ateşler, şimdilerde Batıyı yakmaya başlıyor…

Bütün mukaddes kitapları inceleyin.

Bütün peygamberlerin hayatlarını inceden inceye yeniden gözden geçirin.

Medeniyetleri kıyaslayın, karşılaştırın.

Maddî, manevî, ekonomik, sosyolojik ve kültürel analizler yapın…

Şunu göreceksiniz:

İslamiyet’in dışında kalan bütün alternatifler geçerliliğini yitirdi.

İslamiyet’in insana, dünyaya, değerler sistemine, hayata ve geleceğe dair söylediği her şey, hayat kaynağı olmaya devam ediyor.

Zaman ihtiyarladıkça, Kur’an gençleşiyor.

Üstelik İslamiyet, diğer kültür ve dinleri ötekileştirmiyor.

İnsanlık neyi aradı da, Kur’an-ı Kerim’de, Sünnet-i Seniyye’de bulamadı?

Batı dünyası ne söylerse söylesin, Müslümanlar, Allah’a iman etmekten gelen büyük bir kalp huzuruna sahiptir.

İşte Batı’nın her yerde ve her şeyde arayıp da bulamadığı budur.

Kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.

Madem ki insanı manevî anlamda besleyen en önemli şey, Allah’a iman etmektir, Allah’ı anmaktır…

Batının hayat tablosunda noksan kalan parça, “iman-ı kâmil”dir.

Dünyayı çok büyük bir ateşin içine düşmekten alıkoyan şey, İslâm dünyasının varlığıdır.

Son sözü Mehmed Akif Ersoy söylesin:

 

Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır…

Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdan’ın…

Ne irfanın kalır te’sîri kat’iyyen, ne vicdanın.

Hayat artık behîmîdir… Hayır ondan da alçaktır;

Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.

Behâim çıkmaz amma hilkatin sabit hududundan,

Beşer hâlâ habersiz böyle bir kaydın vücûdundan!

Meğer kalbinde Mevlâ ‘dan tehâşî hissi yer tutsun…

O yer tutmazsa hiç manâsı yoktur kayd-ı namusun.

Hem efradın, hem akvamın bu histir, varsa, vicdanı;

Onun ta’tîli: İnsâniyyetin tevkî-i hüsranı!

Budur hilkatte câri en büyük kanunu Hallâk’ın:

O yüzden başlar izmihlali milletlerde ahlâkın.

Fakat, ahlâkın izmihlali en müdhiş bir izmihlal;

Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyyet, ne istiklâl.

Oyuncak sanmayın! Ahlâk-i millî, rûh-i millîdir;

Onun iflâsı en korkunç ölümdür: Mevt-i küllidir.

Olur cem’iyyet artık çaresiz pâmâl-i istilâ

Meğer kaldırmış olsun, rûh-î sânî indirip, Mevlâ.

Evet bir ba’sü ba’de’l-mevte imkân vardır elbette…

Bunun te’mîni, lâkin, bir yığın edvara vabeste!

O cem’iyyet ki vicdanında hâkim havf-ı Yezdan’dır;

Bütün dünyâya sahiptir, bütün akvama sultandır.

Fakat, efradı Allah korkusundan bî-haber millet,

Çeker, milletlerin menfuru, Kıbtîler kadar zillet;

Meâlî meyli hiç kalmaz, şehâmet büsbütün kalkar;

Ne hâkimlik tanır artık, ne mahkûm olmadan korkar.

Şeref hırsıyle istihkar-ı mevt etmişken ecdadı,

Bırakmaz öyle bir pâkîze neslin şimdi ahfadı,

Hayât uğrunda istihfafa şayan görmedik hüsran!

Gebersin tekmeler altında razı… Çıkmasın, tek, can!

Yürekler en mülevves, en sefil âmâl için çarpar;

Sinirler en muhal endîşeden titrer durur par par!

Olur cem’iyyet efrâdınca şahsî menfa’at “ma’bûd!”

Sorarsan kimse bilmez var mı “hak” nâmında bir mevcûd.

O, doymak bilmeyen ma’bûda kurbandır haya hissi,

Hamiyyet, âdemîyyet hissi, ulvî hislerin hepsi!

Bu hissizlikle cem’iyyet yaşar derlerse pek yanlış:

Bir ümmet göster, ölmüş maneviyyâtıyle, sağ kalmış?

N. Kağan Çetin

yazarumitsimsek.com