Etiket arşivi: Nakış

Kâinat Kitabı Kimi Anlatıyor? (2)

       Kainat  Gördüğünüz şu evren kitabı, kudret defterinin satırları üzerinde düzgün yazılmış bir kitapdır. Bu kitabın her bir sayfası; her şeyi saklayan, muhafaza eden Hafiz olan yazarının  büyük yansımalarını gösterir.

*Kitab-ı Mübînin mistarı üstünde yazılan şu kâinat kitabının sayfalarına baksan, ism-i Hafîzin cilve-i âzamını ve bu âyet-i kerimenin bir hakikat-i kübrâsının nazîresini çok cihetlerle görebilirsin.(M.NURİYE, Zühre)

         Bu kâinat kitabının her harfi kudretin bir mucizesi olduğu gibi yazılması da büyük bir mucizedir ki benzerini yazmaktan herkesi aciz bırakır. Bütün tabii sebeplerin, kendi istek ve arzularına göre iş yapabileceklerini kabul etsek bile tam bir acizlik içinde bu işleri yapamıyacaklarını itiraf edeceklerdir. Çünki bu iş sonsuz bir kudret, ilim ve ezeli bir irade işidir.

*Her kelimesi, her harfi birer mucize-i kudret olan bu kitab-ı kainatın telifinde öyle bir i’caz var ki, bütün esbab-ı tabiiye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fail-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i’caza karşı secde ederek ’’Sen her türlü noksandan münezzeh ve uzaksın. Bizim hiç bir kudretimiz yoktur. şüphesiz ki Sen Azizsin, Senin kudretin herşeye galiptir; Hakimsin, Senin her işin hikmet iledir.’’  diyeceklerdir. Herbir kelimesi bütün kelimatıyla münasebettardır. Ve her harfi, bahusus zihayat bir harfi, bütün cümlelere karşı müteveccih birer yüzü, nazır birer gözü var olan bu kitabın öyle bir muzaaf iştibak-ı tesanüd-ü nazmı vardır ki, bir noktayı yerinde icad etmek için, bütün kainatı icad edecek bir kudret-i gayr-ı mütenahi lazımdır. Demek sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi o halk etmiştir. Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.(M.NURİYE, Nokta)

*kitab-ı kainattaki nazım ve nizam, intizam ve telifindeki i’caz güneş gibi gösteriyor ki, bir kudret-i gayr-ı mütenahi, bir ilm-i layetenahi, bir irade-i ezeliyenin eserleridir. (M.NURİYE, Nokta)

*ulûhiyet ve mâbudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı Samedânî ki, her sayfası bir kitap kadar ve her satırı bir sayfa kadar mânâları ifade eder ve öyle cismânî bir Kur’ân-ı Sübhânî ki, herbir âyet-i tekvîniyesi ve herbir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mucize hükmündedir ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş ve mescid-i Rahmânîdir ki, herbir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah. (A.MUSA1.Kısım)

*bu kâinatı bir kitab-ı Samedânî, bir şehr-i Rahmânî, bir meşher-i sun’-i Rabbânî olarak o câmidâtı canlandırıp birer vazifedar suretinde birbiriyle konuşturup ve birbirinin imdadına koşturup. (A.MUSA, 1.Kısım)

*Bu kâinat, o kadar mânidar ve muntazamdır ki, mücessem bir kitab-ı Sübhânî ve cismânî bir Kur’ân-ı Rabbânî ve müzeyyen bir Saray-ı Samedânî ve muntazam bir şehr-i Rahmânî suretinde görünüyor. O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hattâ harfleri ve babları ve fasılları ve sayfaları ve satırları, umumunun her vakit mânidarâne mahv ve ispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri, icma ile, bir Alîm-i Külli Şeyin ve bir Kadîr-i Külli Şeyin ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşeyi ile münasebetini bilen, riayet eden bir Nakkaş-ı Zülcelâlin ve bir Kâtib-i Zülkemâlin vücudunu ve mevcudiyetini bilbedâhe ifade ettikleri gibi, bütün erkân ve envâıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri ve müştemilâtiyle ve varidat ve masarıfatıyla ve onlarda maslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecditleriyle, bil’ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âli bir Ustanın ve misilsiz bir Sâniin mevcudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azametine münasip iki büyük ve geniş hakikatın şehadetleri, kâinatın bu büyük şehadetini ispat ediyorlar. (A.MUSA, 2.Kısım)

*o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini ispat eder. Çünkü bir harf kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifade ediyor.

Evet, bu kitab-ı kebîrin bir sayfası, zemin yüzüdür. O sayfada nebâtat, hayvânat taifeleri adedince kitaplar birbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlışsız, gayet mükemmel bir surette, bahar mevsiminde yazıldığı gözle görünüyor.

Bu sayfanın bir satırı, bir bahçedir. O bahçede bulunan çiçekler, ağaçlar, nebatlar adedince manzum kasideler beraber, birbiri içinde, yanlışsız yazıldığını gözümüzle görüyoruz.

O satırın bir kelimesi, çiçek açmış, meyve vermek üzere yaprağını vermiş bir ağaçtır. İşte bu kelime, muntazam, mevzun, süslü yaprak, çiçek ve meyveleri adedince, Hakem-i Zülcelâlin medh ü senâsına dair mânidar fıkralardır. Güya çiçek açmış her ağaç gibi, o ağaç dahi, Nakkaşının medîhelerini tegannî eden manzum bir kasidedir.

Hem güya Hakem-i Zülcelâl, zeminin meşherinde teşhir ettiği antika ve acip eserlerine binler gözle bakmak istiyor. Hem güya o Sultan-ı Ezelinin o ağaca verdiği murassâ hediye ve nişanları ve formaları, hususî bayramı ve resm-i küşâdı olan baharda, padişahın nazarına arz etmek için, öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, mânidar bir şekil almış ve öyle İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle çağır. (A.MUSA 2.Kısım)

*kâinatta ne kadar hüsün ve cemal ve kemal varsa, umumundan lâyuhadd derecede yüksek tabakada evsaf-ı cemaliye ve kemâliyeyle Sâni muttasıftır (MUHAKEMAT,1.Maksat)

Bu kitabın yazarı; Hakîm, Rahîm ve Vedud’tur. O’nun bu özellikleri evren fabrikasına hareket verir. 0;Ölümlü varlıkları, ölümsüz varlıklara dönüşecek çekirdekler gibi yaratmıştır. Varlıklar, O’nun amaçlarına ve işlerine uygun davranırlar. Bu kitabın bütün harfleri, kader kalemine mürekkep, kudret dokumasına mekik olurlar. Daha henüz bilmediğimiz pek çok yüce amaç için de kitabın yazarı, kendi kudretinin gücüyle evreni harekete geçirir. Gezegenler, hayvanlar, bütün varlıklar ve atomlar ile daha küçük parçacıklar hep aynı kanun içinde hareket ederler.

Yeryüzündeki bütün canlılar, hava, su,  toprak ve ışık; O’nun rububiyetini, emir ve iradesini, ilim ve hikmetini, ihsan ve rahmetini gösterirler. Hava, su ve ışık; yeryüzündeki canlı varlıkların üzerine bir hayat kaynağı olarak yaratılmıştır.

*Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd, mukteza-yı rahmet ve hikmet ve vedûdiyet olarak kâinat fabrikasına hareket veriyor. Herbir vücud-u fâniyi çok bâki vücutlara çekirdek yapar, makasıd-ı Rabbâniyesine medar eder, şuûnât-ı Sübhâniyesine mazhar kılar, kalem-i kaderine mürekkep ittihaz eder ve kudretin dokumasına bir mekik yapar. Ve daha bilmediğimiz pek çok inâyât-ı galiye ve makasıd-ı âliye için, kendi faaliyet-i kudretiyle kâinatı faaliyete getirir. Zerrâtı cevelâna, mevcudatı seyerâna, hayvânâtı seyelâna, seyyârâtı deverâna getirir, kâinatı konuşturur, âyâtını ona sessiz söylettirir ve ona yazdırır. Ve mahlûkat-ı arziyeyi, rububiyeti noktasında, havayı emir ve iradesine bir nevi arş, ve nur’ unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş, ve suyu ihsan ve rahmetine başka bir arş, ve toprağı hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış; o arşlardan üçünü mahlûkat-ı arziye üstünde gezdiriyor. (MEKTUBAT,24.Mektup)

Yeryüzündeki bir ağaç o kitabın bir kelimesi, meyvenin içindeki çekirdek ise bir harfidir. Ve o çekirdek içinde ağacın programı yazılıdır. İşte bu örneğe bakıldığında büyük evren kitabının bütün satırları, sayfaları O’nun yazarının Hakem ve Hakîm ismini yansıtırlar. O kitabın her bir sayfasında, satırında, kelimesinde, harf ve noktasında birer mucize gizlidir.

*Ve bu bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın fihristesini, programını taşıyan küçük bir sandukçadır. Ve hâkezâ, buna kıyasen, kâinat kitabının bütün satırları, sayfaları, böyle, ism-i Hakem ve Hakîmin cilvesiyle, yalnız herbir sayfası değil, belki herbir satırı ve herbir kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktası, birer mucize hükmüne getirilmiştir (LEMALAR,30.Lema)

Evrenin her tarafında tek bir yazarın, sanatkârın imzası görülür. Yeryüzündeki hayat da ruh da O’nun varlığına ve birliğine vurulmuş bir mühürdür. Her canlı varlıkta gözlenen ince sanat, O’nu gösteren bir damgadır, bir imzadır ki her canlı adedince yazılmış birer mektuptur. Her canlı mektup; yazarlarının; Hayy, Kayyum, Vahid ve Ehad olduğunu, hayatlarıyla imza atarak gösterirler. İnsanın da yüzünde de yaratıcısının bir olduğunu gösteren bir mühür vardır.

*hayat nasıl ki kâinatın yüzünde parlak bir sikke-i tevhiddir; ve herbir zîruh dahi hayat noktasında bir sikke-i ehadiyettir; ve hayatın herbir ferdinde bulunan nakş-ı san’at bir mühr-ü samediyettir; ve zîhayatların adedince bu kâinat mektubunu Zât-ı Hayy-ı Kayyûm ve Vâhid-i Ehad namına hayatlarıyla imza ediyorlar; ve o mektupta tevhid mühürleri ve ehadiyet hâtemleri ve samediyet sikkeleridirler. Öyle de, hayat gibi, herbir zîhayat dahi, bu kitab-ı kâinatta birer mühr-ü vahdâniyet olduğu gibi, herbirinin yüzünde ve simasında birer hâtem-i ehadiyet konulmuştur. (LEMALAR,30.Lema)

         Evren denilen bu büyük kitap, nakış gibi işlenerek yazılmıştır. Her nakış, küçük olsun büyük olsun onu işleyen, bir ve tek olan Vahid, kimseye muhtaç olmayan Samed bir nakkaşının muazzam sanatını gösterir. Ve kendi diliyle, az çok O’na övgülerini sunar.

Bu kitabın her bir yazısı, her bir noktası ve her bir nakışı; Rahman ve Rahim olan yazarının güzelliklerini sergiler, ayna olup O’nu yansıtır. O’nun güzel isimlerini gösterir. O’na hürmet, övgü ve büyüklüğüne saygı gösterilmesine aracılık eder.

*O kitab-ı kebîrin herbir nakşı, küçük olsun, büyük olsun, karınca kaderince, Vâhid ve Samed olan Nakkaşının evsaf-ı celâliyesini izhar ile hamd ü senâlar eder. Ve kezâ, o kitabın herbir yazısı, Rahmân ve Rahîm olan Kâtibinin evsâf-ı cemâlini göstermekle senâhan oluyor. Ve kezâ, o kitabın bütün yazıları noktaları, nakışları, Esmâ-i Hüsnânın tecelliyat ve cilvelerine mâkes ve mazhar olmak cihetiyle, o Zât-ı Akdesi takdis, tahmid, temcid ile senâhandır. (ŞUALAR,29.lemadan 2.bab)

         Kâinat; Allah’ın güzel isimlerini gösteren birçok aynadan oluşturulmuştur. Hallak ismi; varlıkların yoktan yaratılmasını, Rahman ve Rezzak ismi ise; rızka ve merhamete muhtaç canlıların yaratılmalarını isterler. Allah’ın bazı isimleri ise o kadar geniş manalar ifade ederler ki diğer isimlerin manalarını da içinde barındırırlar. Bunlara İsm-i A’zam denir. O’nun bütün güzel isimleri hakikidir, bazıları bazı isimler içinde gölge değillerdir.

*esmâ-i İlâhiyenin herbiri ayrı ayrı birer ayna ister. Hem meselâ Rahmân, Rezzâk, hakikatli, asıl oldukları için, kendilerine lâyık, rızka ve merhamete muhtaç mevcudatı ister. Rahmân, nasıl hakikî bir dünyada rızka muhtaç hakikatli zîruhları ister; Rahîm de, öyle hakikî bir Cenneti ister. Eğer yalnız Mevcud ve Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid-i Ehad isimleri hakikî tutulup öteki isimler onların içine gölge olmak haysiyetiyle alınsa, o esmâya karşı bir haksızlık hükmüne geçer.(18.Mektup)

*Cenâb-ı Hak, Hallak ismiyle vücud veriyor ve o vücudu idame ediyor .(18.Mektup)

*saltanat-ı ulûhiyet, Rahmân, Rezzâk, Vehhâb, Hallâk, Fa’âl, Kerîm, Rahîm gibi pek çok esmâ-i mukaddeseyi hakikî olarak iktiza ediyor. O hakikî esmâ dahi, hakikî aynaları iktiza ediyorlar. (18.Mektup)

* mevcudat, evham ve hayalât değil. Görünen eşya dahi, Cenâb-ı Hakk’ın âsârıdır. “Heme Ost” değil, “Heme Ezost”tur. Yani herşey O değil, belki herşey Ondandır. (18.Mektup)

Kâinatta hiç durmadan devam eden hayretverici bir faaliyet vardır. Hiçbir şey durmuyor, daima dönüp tazeleniyorlar. Bunların sebebi o güzel isimlerde yatar. Çünki onlar daima görünmek , kendilerinin nakışlarını aynalarda göstermak isterler.

*Esmâ-i Hüsnâsının had ve hesaba gelmez envâ-ı tecelliyâtı var. Mahlûkatın tenevvüleri, o tecelliyâtın tenevvüünden geliyor. O esmâ ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani nakışlarını göstermek isterler. Yani, nakışlarının aynalarında cilve-i cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen feânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye mânidar yazmak ve herbir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemmâ-yı Akdes ile beraber bütün zîşuurların nazar-ı mütalâasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. (18.Mektup)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.org