Etiket arşivi: Necip Fazıl Kısakürek

Sakın nefsine uyma ha!

Yıllardır kendimi, güyâ tanırdım;
Sanık ben, yargıç ben, hep aklanırdım.
Şeytanı, en büyük düşman sanırdım;
Ondan da beteri..Nefsimmiş meğer…

Gönlümü, hevâya kaptıran oymuş,
Şuûru şehvete saptıran oymuş,
Tutkuları, putlar yaptıran oymuş,
En sinsi düşmanım.. Nefsimmiş meğer…

Övgü dolu sözlerine kanmışım;
”Kalbin temiz” demiş, gerçek sanmışım.
Hakk’ı ancak, zor günümde anmışım,
İçimdeki nankör.. Nefsimmiş meğer…

Öyle sevdirmiş ki,dünyayı bana;
Saraylar kurmuşum, üç günlük cana.
Hevâ heves denen, çöplükten yana
Beni sürükleyen.. Nefsimmiş meğer…

Meyhâne meyhâne, hayâl kurmuşum,
Çamurlu yollarda, yalpa vurmuşum,
Adresi hep, münâfıktan sormuşum;
Koynumdaki yılan.. Nefsimmiş meğer…

Dalmışım.. Her akşam cümbüşle meşke,
Kalmamış dilimde, riyâdan başka.
Bir kadehlik, ömrü olan bir aşka;
Beni kul eyleyen.. Nefsimmiş meğer…

Tutkuya döndükçe, giyim markası,
Yerde paspas olmuş, hayâ hırkası.
Kuşatmış kaleyi, şeytan fırkası;
İçindeki casus.. Nefsimmiş meğer…

Ne kadar soyarsa, insan bedeni;
O kadar olurmuş, güyâ medenî.
Bu afyonu,bir çağdaşlık nedeni,
Diyerek yutturan.. Nefsimmiş meğer…

İkbâl korkusuyla, kıstırmış beni,
Kur’ân kapısına, küstürmüş beni,
Zulüm karşısında, susturmuş beni;
Nefsimin zâlimi.. Nefsimmiş meğer…

Namaza, ”Bayramlık” fetvâsı veren,
Kullukta, ”Mevlid”i yeterli gören,
Farz dururken, nâfileyi gösteren;
Dalâlet rehberi.. Nefsimmiş meğer…

Ağzım bağlı, güya oruç tutmuşum,
Haramları, gözlerimle yutmuşum.
Seher vakti, yorgan döşek yatmışım;
Secdeye musallat.. Nefsimmiş meğer…

Bağ bahçede, hasat vakti gelince;
Hesaplar yapmışım, inceden ince,
Lâkin, Allah için zekât denince;
Elimi bağlayan.. Nefsimmiş meğer…

Vermişim, ”Ne cömert” desinler diye;
Üç beş çürük çarık, güyâ hediye.
Arkasından, dilenmişim medhiye;
Bu alkış delisi.. Nefsimmiş meğer…

Komşuda katık yok, ben tok yatmışım,
”Tembel” demiş, gıyâbında çatmışım,
Şevkât dersi vermiş, nutuk atmışım;
Bu sahtekâr maske.. Nefsimmiş meğer…

Kur’ân ehli görmüş, küçümsemişim,
Üstelik cür’etle ”Yobaz” demişim.

Nice kul hakkını, böyle yemişim;
Oysa gerçek yobaz.. Nefsimmiş meğer…

Necip Fazıl Kısakürek 
Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Avrupalı Olmamak Şerefi

Yazılarıma karşı alaka duymak lütfunda olanlar bilir ki kafamın merkezi bir tarafı Asyacılıktır. Asyacı olmak da ne demek mi?‬

‪Bu, kitaplık mikyasta bir koca dava! Fakat ben bu davayı bir iki basit cümle çerçevesi içinde özleştirmekten korkmıyacağım.‬

‪Benim kafamda Asyacılık, eski Yunandan beri seyrini, istihalelerini bildiğimiz Avrupa medeniyeti dışında ve ona rakip ayrı bir medeniyet tasavvurudur. Bütün peygamberlere ve ruhî fenomenlere yataklık eden büyük Asya, şenliği tükenmiş mazisiyle olduğu kadar, onu zenginliklere boğacak şahsiyetli ibdaların davet edeceği istikbaliyle de ayrı ve tam bir varlıktır. Benim gözümde Avrupa medeniyetinin Asyayı esir eden zaferi, müsbet bilgiler manzumesinden başka hiçbir fevkaladeliğe malik değil… Ayni Avrupa, büyük filozoflarının pekala bildiği ve acı acı şikayet ettiği gibi, ruha ve ruhun namütenahi derin tekevvün alemine yüzde yüz yabancı… Avrupanın bugün içinde yaşadığı hercümerci de, madde dünyasiyle ruh alemi arasında artık tamamiyle kaybedilmiş bir muvazene sebebinde arıyalım!‬

‪Bir taraftan Asya, müsbet bilgiler manzumesine ve madde ahengine, öbür taraftan da Avrupa girift ruh iklimlerine ve büyük imana hasret çekedursun, bugünkü vaziyet Avrupanın, sargıları çözülmüş kangrenli bir yara halinde inhilalini ilana kalkmasıdır.‬

‪Şimdi Avrupaya dışından baktığımız zaman orada, ezelî ve ebedî iman, irade, ahlak, nizam, gençlik, huzur ve şevk kıymetleri yerine, şüphe, uyuşukluk, hile, karışıklık, ihtiyarlık, rahatsızlık ve kasvet afetlerinden başka bir şey göremiyoruz.‬

‪Tarihleri, doğuşları ve ruh mayaları bakımından Avrupa camiasının dışında olup da kendilerine yeni, köklü, şahsiyetli bir tekevvün ariyan milletlerce bugün, Avrupalı olmamak şerefini haykıran bir gün …‬

‪Kendi hesabıma diyorum ki, Avrupalı olmamanın şerefi bana yeter!‬

‪28 Eylül 1939‬
‪Necip Fazıl Kısakürek | Çerçeve 1‬

Necip Fazıl Kısakürek ve Bediüzzaman Said Nursi Transkritik

Necip Fazıl dinin temalarını şiirle ifade etmiş, Bediüzzaman ise sanatlı bir din yorumu ile felsefe, sanat ve edebiyat ile karışık bir sentezden yorumlara gitmiştir. Necip Fazıl’ın şiir imajlarına bakınca onların dinin hakikatlerini sanata dönüştürerek ifade ettiğini görmekteyiz. Bediüzzaman ‘ın ifadeleri ile şairin imajlarının hakikatlere nasıl yorumlar getirdiğini anlatmak büyük bir çalışma konusudur. İki büyük adam da dalaletin ve inkârın çok yönlü saldırıları ile bu saf millete yöneldiği, okulların ateizmin salonlarına döndürüldüğü, sistemin inkârı uysallaştırmaya çalıştığı bir dönemde ciddi anlamda onlarla savaşmışlardır. Her iki insan da birbirlerinden haberdardır, Bediüzzaman Büyük Doğu’yu takib eder ve kapandığını görünce üzülür, o yoksul haliyle öğrencisi Zübeyir Gündüzalp’e “Zübeyir yorganımı sat Necib’e ver , o dergi  çıksın” der. Necip Fazıl bunu duyunca  yüzünü arkaya döner ve ağlar “Hoca Efendi büyük adammış“ der. Bediüzzaman yıllarca hapislerde sürgünlerde, mahkemelerde hayatını geçirmiş görmediği zulüm ve hakaret kalmamıştır. Necip Fazıl da beş buçuk yıl hapis yatmış, gariban ve yoksul bir şekilde  davam dediği mukaddes yükü sırtından bırakmamıştır.

Her iki insan da tesirsiz hale getirilmek istenmiş ama hiç iltifat etmemişlerdir. Necip Fazıl’a Recep Peker yüz bin lira teklif etmiş ta ki kendilerini eleştirmesin diye altmış beş lira süt borcu olan Necip Fazıl bu teklifi hakarete varacak şekilde reddetmiştir, yine partinin bir adamı ona bir matbaa sözü vermiş o yine yanaşmamıştır. Paranın ve makamın şımartmadığı bir insandır. Bediüzzaman kendisine sunulan şark vilayetleri umumi vaizliğini ve yüksek statüde devlet memurluğunu kabul etmemiş, sistemin kendi mantığına aykırı olduğunu görünce sistemin münşilerini terk etmiş ve Van’a gitmiş, daha sonra Barla, Isparta, Denizli, Eskişehir, Kastamonu da hayatlarını geçirmiş ve büyük bir velvele ile darı dünyadan göçüp gitmiş ama hesabını açık bırakmıştır.

Bediüzzaman ahiretin varlığını İslam uleması ve İbn-i Sina akli mesele değildir diyerek oraya yanaşmadıkları halde otuz üç değişik epizottan ahiretin varlığını ispat etmiştir. Necip Fazıl ahiret yolcusunun mücrim halini anlatır.

Beni şafak vakti bir el dürtükler

İdam mahkumu kalk bekliyor savcı

Zindan avlusunda öter düdükler

Bir güneş doğar ki zakkumdan acı

Bediüzzaman,  dördüncü söz, dokuzuncu söz, 21 inci söz gibi eserlerinde namazın insan için ne kadar lüzumlu bir davranış olduğunu anlatır. Necip Fazıl da sadece seccadede  şefkat görür, gerçekten büyük adam zulümden başka bir şey görmemiştir. Yüzünün hatlarına bakan ne kadar büyük bir zulme maruz kaldığını ifade eder.

Beni kimsecikler okşamaz zaten

Öp beni alnımdan sen öp seccadem

Der şair.

Bediüzzaman Kayyum ismi, Hakem ismi, İkinci şua isimli eserlerinde kâinattaki dünyadaki birbirinden farklı sayısız nesnelerin nasıl iç içe hayata biri tarafından hizmet ettirilmek için tanzim edildiğini armonikal birliğin nasıl sağlandığını anlatır. Necip Fazıl bu hakikati şöyle anlatır.

Fikret nasıl kurulmuş iç içe bu iklimler

Nasıl kaynaştırılmış sesler renkler hacimler

Tevhidin bu kaynaştırması estetiğin konusudur estetiğin anası tevhiddir. Tevhid aynı zamanda tevhid etme bir araya getirmektir. Bütün farklı nesneleri bir araya getirmektir.

Bediüzzaman atom konusunu çok irdeler, eserlerinin temel argümanlarındandır atom konusu . Marksizm ve kadim filozoflar Epikür ve Demokritos bu konuyu insanlığın başına bela etmiş atomu kendi başına dışardan bir gücün değil kendi kendine oluşan bir tasarım olduğunu iddia etmiştir. Klişe filozofları onun tasarımı inkar etmesini  kaldıramamış ve üniversiteden klişe atılmasını sağlamıştır. Bediüzzaman marksın bu iddiasını eserlerinde tahlil eder mukayese eder ve zerrenin âlemin inşasındaki mühendis tavrın kaynağı olamayacağını söyler, iddiayı çürütür, “küfrün bel kemiğini kırdım“ der, çünkü küfrün iki bel kemiği vardır biri tabiat diğeri atom. Necip Fazıl atom için;

Atomlarda cümbüş  donanma şenlik

Ve çevre çevre nur çevre çevre nur

İç içe mimari iç içe benlik

,,

Suda ezel fikri ebed duygusu

Gökyüzünden suyun indirilmesi ezel ve ebedi hazırlar.

Ve enzeleminessema i maen

Ayetini müteaddid yerlerde açıklar Bediüzzaman ve suyun hayat için ve insan için zaruretini ortaya koyar.

Bediüzzaman hayretin alemi seyreden insanın manevi hayatındaki önemini anlatır. Bütün hayatı seyrettiği kainat ve hakikat yüzünden hayret ile geçmiştir. Edebiyatımızın ve fikir tarihimizin en çok hayret eden insanıdır. Alemdeki güzellikler hayreti doğurur insan hayreti ile secdeye kapanır, estetik de sanat da din de hayretten doğmuştur, eserlerinde hayreti tebcil eden önemli ifadeler vardır. Peygamberimiz de hayreti yüceltir ve” Allah’ım hayretimi artır “der. Necip Fazıl ise;

Şeh-i ekber diyor ki en büyük makam hayret

İki bir iki eder demek bile cesaret

Necip Fazıl hayreti âlimler için gerekli bulur.

Âlim ki hayreti yok, ne boş yere gayrette

Necip Fazıl vahye ve vahiysel değerlere göre yaşamıştır, onu sevmeyenler köşede bucakta bir iki akıllarının almadığı durumu onu eleştirmek gibi bir densizlikte kullanmışlardır. Vahiysel değerlerin başında âlemdeki ahenk gelir. Ahenk farklı nesneler arasında sağlanan hareketli birliktir, şair ahenksiz dünyasından dolayı bu ahenge seslenir.

Kaçır beni ahenk al beni birlik

Artık barınamam gölge varlıkta

Ahenk ve birlik âlemin düzenini sağlar arkada onu sağlayan Allah’ın armonikal gücü yani tevhid edici tasarımı ve yönetimidir. Bediüzzaman ahengi tevhidi izah ederken söyler ” Tevhid ve ve vahdette cemal ve kemal-i ilahi tezahür eder”  der. Yani farklı eşyaların ve nesnelerin bir araya getirilmesinden birlik ve ahenk doğar bu da tevhid edici bir güç tarafından sağlanır. Ahenk davranışın üyeleri arasındaki birliktir aynı zamanda. O sonsuzluk kervanı isimli şiirindeki insanlığın yıldızı ayı güneşi olan insanları da ahenkli olarak yorumlar ve onlar için, “Ölçüden ahenkten daha güzeller “ der.

Akıl konusunda Necip Fazıl’ın hayli imajları vardır. Aklı cüceye benzetir çünkü o kâinatın büyük düzeni karşısında bir cücedir. Aklın ermezliğini yetersizliğini vurgular. Âlemi aklın çözemeyeceği sorunlar yığını olarak görür.

Bir âlem ki gökler boru içinde

Akıl almazların zoru içinde

Üst üste sorular soru içinde

Düşün mü konuş mu  sus mu unut mu ?

Bediüzzaman arsın fen ve felsefesinden dolayı aklın yetersiz bir çözümcü olduğunu görür ve aklı anlayacak bir boyuta getirmek için büyük gayret sarfeder. Onuncu söz isimli eserinde ahiretin varlığını anlamayan aklı bir anlayan akıl durumuna getirmek için onu geliştirir ve büyütür. İkinci şua da tevhidi anlamayan aklı geliştirir, Münacat’da fenlerin ve diğer ilimlerin nesneler gibi gördüğü eşyanın yaratılış içindeki yerini  görür ve onları hem yerlerine sadakatle anlatır hem de onları dua da kullanır. Allah’ın büyük sanat eserlerini varlık içinde yorumlar.

Necip Fazıl aklın gelişeceğini düşünür, ama nasıl

Bir akıl gelecek ki akıllar delirecek.

Bediüzzaman Tabiat ile ilgili eserinde Tabiat’ın nasıl Allah’ın bir sanat eseri olduğunu anlatır. Atomun nasıl külli bir akılla varlığın vazifelerine dönük çalıştığını ortaya koyar.

Necip Fazıl aklı bir çürük diye benzetir, at kurtul der.  Akıl ile kalbin anlaşmazlığını anlatır şair

Seni dağladılar değil mi kalbim

Her yanın içi su dolu kabarcık

Bulunmaz bir halden anlar bir ilim

Akıl yırtık çuval sökük dağarcık

Ancak necip fazıl aklı büsbütün yetersiz görür, Bediüzzaman ise aklı eğiterek yeterli hale getirir.

Akla yoktur çıkar yol

Ne hesap ne hendese

Hesap ve hendesenin varlığı anlamanın iki önemli aracı olduğu Bediüzzaman’ın  eserlerinden anlaşılır. “ Kainatın envaını insanın etrafında hikmet tahtında insanın hacetlerine koşturan” derken büyük geometriyi izah eder. Çünkü her varlık insana belli bir geometrik uzaklıkta durur ve bu duruş hikmetli duruştur.

Necip Fazıl akşamı bir varlık görüntüsü olarak Bediüzzaman ise insan hayatının namazla birleşerek âlemin faniliğini ihtar eden bir durum olarak görür, dokuzuncu söz insan hayatının ve günün önemli anlarının insan ve ibadetle bağlantılarını anlatır.

Necip Fazıl ise günün vakitlerini büyük şöleni hatırlatan bir şekilde görür.

Sabah akşam öğlende

Aklım büyük şölende

Bediüzzaman zaman üzerinde çok durur, zamanın yaratılmış olduğunu, zamanı aşan ebediyeti anlatır. Güneş ay ve dünya arasındaki bağlantıdan doğan zamanın arkasındaki ebediyeti anlatır. Onunla kader hakkında yorumlar yapar, çünkü kadar zaman ötesi bir kavramdır, ancak zamanın anlaşılması ile ortaya çıkar. Peygamberimizi anlatırken ondan önce zamanın olmadığını anlatır.

Düşünüyorum ondan evvel zaman var mıydı?

Hakikatler boşluğa bakan aynalar mıydı?

Onun gelişi ile hakikat anlaşılmıştır, zaman onun gelişi ile değer olmuştur. İnsan ve varlık onun ile anlam kazanmıştır. Ancak vahyin ışığı eşyayı manası ile göstermiştir.

Necip Fazıl aynayı bir yönden sorulama aleti olarak görür, Bediüzzaman ise hem sanatın fonu hem Allah’ın sanatına ayna olan varlıkları ayna olarak görür. Necip Fazıl da o yolda konuşur.

Rüzgâr öyle esti öyle esti ki,

Her şey uçup gitti kaldı Yaradan

Ayna düştü hayal perdelerdeki

Bir akisçik gibi çıktı aradan

Aynalardaki akislerin Allah’tan olduğunu söyler.

Senden senden hep senden

Akisler aynalarda

Her iki insan da  gençleri kurtarmak peşindedirler, ikisinin de etrafında dönemin geçleri yer almıştır. Bediüzzaman gençlerle bir yeni dünya ortaya sürmüş ve Necip Fazıl da aynı işi yapmıştır. Bugün ülkenin idaresindeki insanlar bu birbirine yakın imi manevi memeden emmişler değerlerine sahip olmuşlardır. Her ikisi de sorgulayan ve arayan bir gençlik peşindedir.

Daha keskin eliyle başını ensesinden

Ayırıp o genç adam uzansa yatağına

Yerleştirse başını iki diz kapağına

Soruverse ben neyim  ve bu hal neyin nesi?

Yetiş ey hey sonsuz varlık muhasebesi

Bediüzzaman insanın bu evren içinde kendini nereden geldiğini nereye gideceğini burada işinin ne olduğunu argümanların başına koymuş ve insanın bir düşünen yolcu olduğunu vurgulamıştır. Onun Ayet ülkübra isimli eseri bir yolculuk temasıdır ve kainattan halıkını soran bir yolcudur seyyahtır oradaki roman kahramanı.

Bediüzzaman kainatı insanı ve esmayı Rabbaniye’yi bir bilmece, bir müşkül küşa olarak görür. Necip Fazıl da daha sınırlı bir düzeyde bilmece der.

Bir çözülmez bilmece

Hep sayı harf ve hece

Peçe üstüne peçe

Böyle aynı noktanın

Üstünde saatlerce

Benliğime eğilsem

Sabah akşam ve gece

Ortasında odanın

Karınlıkta çevrilsem

Bir çözülmez bilmece

Hep sayı harf ve hece

Necip Fazıl da Bediüzzaman’da mülübanların avukatıdırlar. Bediüzzaman eserlerini uhrevi mahkemenin avukatı olarak görür ve onu avukat olarak tutanın kazanacağını ifade eder. Necip Fazıl ise;

Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım

Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım

Necip Fazıl davanın sahipsizliğini anlatır. Bediüzzaman ise kendini namazın Kur’an’ın ve dinin davasına adadığını her şekilde vurgular. “Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cennet i de istemem “ der.

Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük

Der.

Bediüzzaman insanın dünyaya gönderilişi ile fikirlerini söyler. “İnsan şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş. Ve o istidada göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş(emanet edilmiş)Ve o insanı o gayeye ve vazifelere çalıştırmak için şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. “ İnsanın çok yönlü gönderilmesini ve kendisine verilenlerin emanet olduğunu ve emanet geri alınınca bunların değerlendirileceğini söyler. Necip Fazıl ise gençlik yıllarının emanete karşı kayıtsız olduğunu belirtir” Kutsi emaneti yedim bitirdim” der.”Bizde kudsi emanet “ diyerek farklı olduğumuzu anlatır. Kendini daha sonra “mukaddes emanetin dönmez davacısı olarak “ görür. Mukaddes emanete ihanet edildiğini belirtir. “Ne yaptık ne yaptılar mukaddes emaneti “ der.

Gayb kelimesi Bediüzzaman’ın öğretisinde önemli bir yere sahiptir. İnsan biri mazide biri istikbalde iki gaybın ortasındadır. Birinden gelmiş birine gidecektir. İnsanın imanı gaybdır, gayb bilgisidir. İkinci söz isimli eserinde “ellezineyüminüne bilgayb” kelimesini anlatır. Konu imanın büyük saadet ve nimet olduğudur. Bediüzzaman gayb bilgisini müşahade ve gözlemleri ile anlatır, bu uzun bir bahistir. Necip Fazıl kendini “gaybı kurcalayan çilingir“ olarak vasfeder. O da açamayacağını bilir ama kurcalar. Dönüşü gaiplerden gelen ses iledir.

Gaiplerden bir ses geldi. Bu adam

Gezdirsin boşluğu ense kökünde

Gaybın kapılarından biri gökyüzüdür,

 şair otuz yıl oradan habersiz oraya bir uçurtma uçuran çocuk gibi bakmıştır.

Tam otuz yıl saatim çalışmış ben durmuşum

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum

Bediüzzaman “günah kalbe işleyin siyahlandıra siyahlandıra ta nuru imanı çıkarıncaya kadar” götürür der.

 Necip Fazıl günahlarına  üzülür…

Günah günah  hasat yerinde demet

Merhamet suçumdan aşkın merhamet

Olur mu dünyaya indirsem kepenk

Gözyaşı döksem Nuh tufanına denk

Günaha başka bir yorum getirir.

Sana şah damarından daha da yakın Allah

Günah mı dedin ondan uzağa düşmek günah

Hakikat kelimesi her iki insanın da hayatın önemli bahsidir. Bediüzzaman çok yönlü hakikatler üzerinde durur, imanın her bir rüknü bir hakikattir onların ispatı ve izahı gerekir. En önemli hakikat tevhid hakikatidir, alemi bir zatın yaratma  ve yönetmesi . Ayetül Kübra tevhid  vakıasının bir büyük yolcu romanıdır. Kahraman alemde hakikatleri yaratan Allah’ı arar. Kerem’in Aslı’yı sorduğu gibi her şeyden o da Allah’ı sorar her şeyden. O eski dünyasının yıkılması ile hakikati görmüştür.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya

Söndü istikamet yıkıldı boşluk

Al sana hakikat al sana rüya

İşte akıllılık işte sarhoşluk

Bediüzzaman ölüme “hakikat-ı müdhişe” der, Necip Fazıl;

Altımda gacır gucur

Kişner durur sansız at…

İşte servili çukur

Ve ölümsüz hakikat

Bediüzzaman’ın üzerinde durduğu bir hakikat da haşir hakikatidir. Haşir ile ilgili eseri bunu açıkça ortaya koyar.

Bir hakikatte insanın ene yani benlik hakikatidir, bunun için de Otuzuncu söz isimli eserini kaleme almıştır.

Bediüzzaman insanın hayatını iman ile hayatlandıracağını, feraizle ziynetlendireceğini ve günahlardan çekinmekle koruyacağını anlatır. Necip Fazıl yaygın hayat anlayışının hayata pusu kurduğunu anlatır.

Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu

Bu hayat anlayışında olanları

Hayat süren leşler” olarak yorumlar.

Necip Fazıl toplumun hürriyet anlayışını hokkabazlık olarak niteler. Bediüzzaman  ile birlikte dinin bu ülkede hürriyeti için çalışmışlardır. Bediüzzaman yaygın hürriyeti esaret olarak yorumlar ve “ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam der” Zulm ile bidad ile hürriyeti bastırılamayacağı fikrinde Namık Kemal ile birleşir.

Bediüzzaman zulme ve inkara karşı savaşmış bütün talebeleri kahraman özellikle eserlerinin telifinde büyük rol oynayan Isparta ve civarındaki kardeşlerini Isparta kahramanları olarak niteler. Necip Fazıl adsız kahramanların neden olmadığını sorgular. Gelecek kahramanlarla olacakları anlatır.

Kurtulur dil tarih ahlak ve iman

Görürler nasılmış neymiş kahraman

Asıl kahramanlığın “ölümü öldürmek” olduğunu söyler.

Bediüzzaman insan beninin alemin sırrını kendinde sakladığını anlatır, alemdeki sırların insan beninin çözülmesi ve onun ile de kainatın sırrının çözüleceğini Otuzuncu Söz  isimli eserinde anlatır.

Necip Fazıl beni kendi beninden izah eder.

Geceler toprağa benimle inmiş

Kasırga benimle kopmuş denizde

Sanırım vebalı elim gezinmiş

Gürüyen ağaçta  hasta benizde

Başka bir şekilde

Ne azap ne istem yalnızlıktan

Kime ne aşılmaz duvar bendedir

Süslenmiş gemiler geçse açıktan

Sanırım gittiği diyar bendedir

Yaram var havanlar dövemez merhem

Yüküm var bulamaz pazarlar dirhem

Ne çıkar bu yola düşmemiş gölgem

Yollar ki Allah’a çıkar bendedir.

Necip Fazıl ile Bediüzzaman’ın temalar ve konular konusundaki bakış açıları büyük benzerlikler taşır. Bu bir kitabın konusu olabilecek kadardır. Çünkü her ikisi de farklı yollardan aynı hakikatleri anlatmışlar, nesilleri etkilemişlerdir.

Prof. Dr. Himmet Uç / www.NurNet.Org

Kaynaklar

Necip Fazıl, Kısakürek, Çile, Büyük D Yayınları

Müdafaalarım Büyük Doğu Yayınları

Bediüzzaman Said Nursi , Bütün Eserleri

Necip Fazıl Kısakürek’i Rahmetle Anıyoruz (1905 – 1983)

25 Mayıs 1983’de hakkın rahmetine kavuşan Necip Fazıl Kısakürek’i rahmetle anıyoruz…

Necip Fazıl Kısakürek’i Kimdir?

26 Mayıs 1905’da doğdu. Maraş’lı bir soydan gelen Necip Fazıl’ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş’ta ki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi’nde (Askeri Deniz Lisesi) tamamladı. Lisedeki hocaları arasında dönemin ünlülerinden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi (Akseki), İbrahim Aşkı gibi isimler vardı.

İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten (1924) sonra gönderildiği Fransa’da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümünde okudu. Paris’te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye’ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde hocalık yaptı(1939-43). Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı.

Şairliğe ilk adımını on yedi yaşında iken, annesinin arzusuyla başladı ve ilk şiirleri Yeni Mecmua’da yayımlandı. Milli Mecmua ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle kendinden söz ettirdikten sonra, Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Henüz otuz yaşına basmadan çıkardığı yeni şiir kitabı Ben ve Ötesi (1932) ile en az öncekiler kadar takdir toplamayı sürdürdü

Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Bohem hayatını en koyu rengiyle yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii’nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Necip Fazıl’ ın hemen tümünde üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu tiyatro eserlerini birbiri ardına edebiyatımıza kazandırması bu döneme rastlar. Tohum, Para, Bir Adam Yaratmak gibi piyesleri büyük ilgi görür. Bu eserlerden Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun en güçlü oyunlarındandır.

Necip Fazıl’ın şairliği ve oyun yazarlığı kadar önemli yönü, çıkardığı dergiler ve bu dergilerde çıkan yazılarla sürdürdüğü mücadeledir. Haftalık Ağaç dergisi(1936, 17 sayı) dönemin ünlü edebiyatçılarının toplandığı bir okul olmuştur. Büyük Doğu dergisinde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti (CHP) yönetimine şiddetli bir muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi, Cinnet Mustatili adlı eserinde hapishane anıları yer alır.

Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu’nun çıkmadığı sürelerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlandı. Büyük Doğu’da çıkan yazılarında kendi imzası dışında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi müstear isimler kullandı. 1962 yılından itibaren de hemen hemen tüm Anadolu şehirlerinde verdiği konferanslarla büyük ilgi topladı.

1980’de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü, ‘İman ve İslam Atlası’ adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı’nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü’nü (1982) almıştır. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı’nca 1980’de verilen beratla ‘Sultan-üş Şuara’ (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.  kimkimdir.gen.tr

Necip Fazıl Kısakürek’in Bediüzzaman’ı Ziyareti

Bediüzzaman’ın İstanbul muhakemesi sırasında bende kendini yakından görmek ve İslâm yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak planında tanımak arzusu doğdu. Otel, kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu. Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar. O katta da hizmetine bakan talebeler… Bu gençlerin yüzlerinde ziyaretimden memnunluk duyduklarını ilan eden mânâlar… Beni, içinde, dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve:

-İşte Necip Fazıl!;

Der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar. Derinlerden bakan hummalı gözlerin hâkim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık bir hâl… Heybet hissinden ziyade, davasına teslim olmuş çilekeş bir insan intibaını aldım.

Beni “Büyük Doğu” faaliyetimle tanıyorlar ve o tarihlerde henüz başlarında olduğum hapislerimi biliyorlardı. Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler:

Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş kabul ediyorum!” (sene sayısını tam hatırlamıyorum; daha az veya daha çok olabilir)

Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim. İtiraf edeyim ki, beni 20 veya 40 yıl Nur Risalesine hizmet etmiş kabul etmelerindeki tevcih (sözle işaret etmesi) biraz garibime gitmişti. Ben Nur talebesi değildim ve olmama imkan yoktu. Benim kendisinde taktir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi. İslâmî kemâl davası ayrı mesele…

Necip Fazıl Kısakürek

Son Devrin Din Mazlumları

Uluslararası Necip Fazıl Sempozyumu (Maraş 23 Mayıs 2013)

Maraş’ın  devlet ricali ve uleması arasında ortaklaşa düzenlenen Necip Fazıl sempozyumu Üniversitenin Cahit Zarifoğlu  salonunda başladı . Başbakanın da bir  tebrik telgrafı ve duygularını ilettiği sempozyuma tebrik mesajları gönderen meşahirin isimleri anıldı. TRT’nin düzenlediği bir  filimde  onun arayış içinde olduğu anlatıldı, bir büyük şairi bir zavallı adam gibi  gösteren bu filmin pek takdir topladığı söylenemez.

Necip Fazıl’ın  çocukuğu her büyük adam gibi garip karşılandı. Marazi birhassasiyet ve korku   onun    kişiliğinin ve dehasının  çekirdekleri idi. O da   bir seyyah idi  , o meçuller caddesinin seyyahı idi . Bediüzzamanın   Allah’a açılan kapıları kapatılmış bilim din ve sanatın vadisinde bir seyyahtı. Eserlerinde yolcu ve seyyah imajlarını her ikisi de kullandılar. Türkiye’de Necip Fazıl’ı sevener lütfen Bediüzzaman okuyun iki büyük adamın rüzgarlarını görün, herkes şeyhinin muhabbetiyle hareket edince hakikatler havada kalıyor.   Bediüzzaman kainattan halıkını soran bir  seyyahtı. Filimde  şairin kendi  dilinden otobiyografisi  anlatılır, bir  sahne sanatı ile kendini ve ailesi   büyük babası  babasından gelen tesirler anlatılır.  psikanalitik sanatçı tesirleri  büyük annesinden gelir.

Bütün dehalar gibi  ciddi bir hafızaya sahiptir ta çocukluğuna sanatçılığı  dayanır, son derece hassas bir babadır. Karmaşık dünyası anlatılır, ortada  bir   sembolik elma hikayesi vardır. Konakta imtiyazlı bir çocuktur okullar değiştirir, evham onun hafakanlarının kaynağıdır.   Kitaplarla ve romanlarla tanışır, romanların dünyasından bir sürü kahraman edinir  dünyası  onların  kirleri ile doludur. Hassasiyet ten varlık yorumlarına gider, varlık ve kainat yorumu başlar, bu onun arayıcı zekasının belirtileridir, Maddenin manaya mağlubiyetini anlatır. Nihayet bir resmi  tahsil bitirir , dehaların çoğu kararsızdır.Bu yüzden bir Şeyda sebat edemez, sanatçılık onu çağırır.

İmparatorluğum  yıkım ve yılları içinde  kendini hisseder  ve yazı yazmaya  başlar.

Hocaları onu  şair diye çağrılır artık yeni bir dünya ve yorum tasarımı vardır, şair olmaya karar vermiştir annesine söyler, şair olmaya karar verdiğini . Baba ile anne ayrılır onun ana baba imagosu başlar geçim dertleri vardır,anne baba  geçimsizliği Yahya Kemal de de vardır, bir büyük sancıdır bu şairleri doğuma itekleyen psikanalitik nedendir. Sefalet başlar bahriye mektebinden ayrılır ,felsefe bölümünde okumaya başlar Yakup kadriyi görmek için  ikdama gider , onunla konuşur kendini tanıtır, on yedi yaşındaki çocuğun  şiirleri  üstadların arasında yayınlanmaya başlar   sonra “çocuk bu sesi  nereden buldun” diye yankılanmalar. Yıl yirmi dört Avrupa yolcusudur , batıyı fethetmeye gider. Her garip adam gibi  Paris’te  bohem bir hayat yaşar “ye iç eğlen para bul harca yeterki kalbini  bana  sakla “  Aylarca  şehrin gündüzünden habersiz bir gece  yaşayışı ile yaşar gözünün önünde kadehler dumanlar  garip kokular vardır.” Allahım beni kendimden kurtar” der kendini aşamaz  huzursuzdur .

Dönüşte Paris’ten  ona kalan huzursuzlukları vardır baba  mirasını bitirir bir bankaya gider daraldığı  istanbuldan kaçar anadoluya gider  ama istanbula  dönmek yine bohem bir hayat adı olan ama kendi olmayan kararsızlık yılları bir nokta üzerinde durmaz

Anne   Aksarayda oturur , evde onu şair yapan olumsuzluklar vardır bu yüzden şair olmaya şairlerin garip dünyasına gitmeye başlar, bir yere tutunamamak ve bir şey  olamamak arasında vicdan azapları ile yaşar .

“Bir  şey koptu benden her şeyi tutan bir şey “ mucibince sokaktadır ardık, onu tutan şeyden kopmuş kopuklar gibi sokakta kalmıştır , o ruh halini Kaldırım‘larda Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında  diyerek başlar ve anlatır. Şair  gökyüzünden habersizdir , mana dolu gökler ona göre kara renkli görülür.

Şair bir  sigara dumanında  saklıdır, sigara onun ile Tanpınar ve Freud’un dünyasında bir nesne değil bir yaratıcı hamlenin dumanı gibidir.   Nefis muhasebesi  başlar ve insanın varlır sebebini  araştırır ,çatışma başlamıştır psikanalitik  olarak . KAFASINDAKİ FİKİRLERİ  ATAR VE EŞYA VE HADİSELERİN ASLINI ARAŞTIRMAYA BAŞLAR .

SİGARA  DUMANINDA HAYATINI  sorgular , bu duman sanki onun araştırma filminin fonudur, onunla düşünür gibi .   ALLAH VARLIK VE YOKLUK Konularına  DüŞER .

Çilede ense köküne bir şamar yemiş ve birden dünyası yıkılmıştır,  yeni bir dünyanın şaşkınlığını  gösterir, Hira’dan Haticeye kaçan peygamberin hakikat ile ilk temasının heyecanlarını yaşar gibidir.  Sonra dünyası durulur aramaya başlar mutlakı , çok da şey bulamaz , mutlakı arayan Bediüzzaman , Yunus, Yesevi vadisinin , sonsuzluk kervanının topal köpeğidir kendi yorumunca. Onlar bulur bu ise kurcalar.

Mistik şairdir artık şairdir  statükodan ayrılmıştır,tiyatrolarına geçer  Bir Adam Yaratmak ile tevhidi  tiyatroya taşır. Bediüzaman ve Necip Fazıl tevhidin büyük aktörleri kendi yollarında  kendi yorumlarınca düşünürler.   Memuriyetten kopuş ve  yazarlığı mesken etmek. Dokuzyüz kırk üçden itibaren büyük doğu hareketini kurar ve genç yazarlara  mekteplik eder, yüz civarında eser verir ve hapis  yatar , günlük yazılar yazar ,yetmiş beşte elli nci yılını kutlar ödüller alır ,sultan uş şuara   olur.

Ölümü zemzem isteyerek bekler,defteri kapatmıştır. Ezilmiş ve derbeder hakikat yolcularının romanıdır Sakarya, vatanın sahipsizliğini davanın sahipsizliğini anlatır. Şimdi vatanın sahibi vardır ama sahipti vatanın sahipsizliğini anlatan şairleri yoktur. Bu yüzden Sakarya bir milleti bir dini bir davayı anlatır, ona ayağa kalk Sakarya der.

Sempozyuma  seksenüç bildiri  sunulmuştur .

Aileden biri ruh cevheri yüsek  ve bakına kabına sığmayan bir aile olarak  ifade eder aileyi .  Anadolu’ya yayılmış insanlardır , çok yönlü insanlar  vardır, şairlik  ailede genetiktir ve  beş asırlık Maraş hayatı vardır alimler ve müftüler yetiştirmiştir varlığı hala devam etmektedir.

Turan Karataş   sanatkar olarak şairi,  düşünce  dünyamızı   şenlendiren  insanı anmak ve ona vefamızı  millet olarak millet adına ödemek için bir araya gelinmiştir. Dava adamı konuşulacak  usta bir kalem savaşcısıdır ,bilinmeyen yönleri ortaya konmuştur. Kurum  düşünce  ve sanatcıları    korumaya  azmetmiştir, onları anlamak ve anlatmak  görevlerimiz  arasındadır. Fikir  ve haysiyet sahibi  millet evlatlarını anmak durumundayız. Türkiyenin  bilim ve sanat  alanında bir dirilişe ve ivassız garassız bir  anlayışa ihtiyacı varır. Bizi dost kılmaya neden olan sebepleri bir araya getirmeliyiz.

Mustafa Kaçalin  konuştu. Şair  altmış yıl yazı yazmıştır, farklı alanlarda. Kırk iki yıl gazete Büyük Doğuyu çıkarmak , korkuyu reddeden ölümü vurgulayan ve dilimizi  canlı şekilde kullanan  şair otuz yıl önce ölmüştür, hala yaşamaktadır, daha canlı olarak bizim görevimiz onu yeni nesillerle bir ruh plancısı olarak sunmaktır. Anlamalı ve olmalıyız.

Özdenören , Necip fazıldın  kişilik özelliklerini  anlattı. Bunarın birçoğu dehaların özellikleridir. Psikanalistler  dehaların sıradan insanlardan farkını anlatmış ve kategorize etmişlerdir.  Eleştirel olarak ortayı bulamayan kendi büyüklüğünün gölgesinde her şeye bakan bir insadır. Turan Karataş   Necip Fazıl’ın  edebiyatımızın bazı eşhası hakkında yapmış olduğu eleştirel mantıktan uzak  yergileri anlattı. Tansiyon yükseldi. Tansiyon düşürücü bulundu.

Mehmet Doğan Necip  Fazıl’ın   fikir ve mücadelesinden bahsetti, bu arada Bediüzzaman ın hapishanede zulüm altında otuz yıla yakın surede eserlerini yayınlayıp binlerce öğrenci kazandığını takdirkarane ve hayranca   anlattı. Necip Fazıl’ın  hem şair hem  Büyük Doğu dergisini çıkardığını ve daha sonra  konferanslar vermek suretiyle Büyük Doğucular diye bir grup oluşturduğunu ifade  etti. Necip Fazıl bir insan  modeli ve dünya görüşü üzerine çalışmış, insanın evren yorumuna ağırlık vermiştir. Yakup Çelik  Necip Fazıl’ın şiirindeki sesi anlattı. Farklılığı fark ettirmeye gayret eti.

Sempozyum şairin ve yazarın farklı yönlerine  temas etti. Ancak eleştiriye açık bir teknik olmadığını belirteyim eleştirisiz bilimsel toplantılar, yağsız tuzsuz  pilava benziyor.

Prof. Dr. Himmet Uç / NurNet.Org