Etiket arşivi: nedir

NEDİR BU 4 MEZHEP?

Mezhep Nedir?
«Mezhep sözlükte gidilen yol demektir. Bir terim olarak ise mezhep, en kısa haliyle “dinin inanç, ibadet ya da siyaset alanıyla ilgili olarak ortaya çıkan yorumlar ve bu yorumlar etrafında gelişen gruplaşmalar” anlamındadır.
Biraz daha geliştirilmiş haliyle mezhep şöyle tanımlanmıştır: “Dinin inanç esaslarını veya amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce bütünü, bu yaklaşımlar etrafında meydana gelem ekolleşme, bu ekolleşmelerin ürünü olan ilmî birikimdir”» (1)
Lügat anlamı olarak Mezhep; “Dinde tutulan yol.” (2) demektir.
«İslâm dininde de mezhepler vardır. Bunlar arasında temelde bir ayrılık yoktur. Hepsi de Kur’ân-ı Kerim’i ve peygamberimizin sünnetini esas almışlardır. Ancak, hakkında açık ve kesin nass (âyet veya hadîs) bulunmayan hususlarda İslâm bilginleri ictihad etmişler, görüş bildirmişlerdir.
Peygamberimiz, Sahabilerden Mu’az’ı (ra.) Yemen’e hâkim olarak gönderirken kendisine şöyle sormuştu:
-Yemen’de ne ile hükmedeceksin? Mu’az,
-Allah’ın kitabı Kur’an ile hükmedeceğim, dedi. Peygamberimiz,
-Aradığını Kur’an’da bulamazsan ne yapacaksın, buyurdu. Mu’az,
-Resulullah’ın sünnetiyle hükmedeceğim, dedi. Peygamberimiz,
-Onda da bulamazsan ne yapacaksın, buyurdu. Mu’az,
-Kendi görüşümle hükmedeceğim, diye cevap verdi. Mu’az’ın bu cevabından Peygamberimiz memnun oldu ve bundan ötürü Allah’a hamdetti. (3)
Bundan anlaşılıyor ki bir olay hakkında Kur’ân-ı Kerim’de ve Peygamberimizin sünnetinde kesin bir ifade yoksa müctehid, ictihad ederek konuya çözüm getirir.
İctihad etme yetkisi olan bilginler, bir olay hakkında aynı görüşü ortaya koyabilecekleri gibi birbirinden farklı görüşler de belirtebilirler.
İşte, mezhepler, böyle hakkında açık ve kesin hüküm bulunmayan olaylardaki birbirinden farklı yorumlardan meydana gelmiş bulunmaktadır.» (4)
«Şanlı Peygamberimizin içtihada «izin vermeleri», gerçekte «mezheblere» izin vermeleri demektir. Çünkü «mezhebler» , içtihad farklarından doğarlar. Bunu önlemek mümkün değildir. Yüce İslâm âlimleri, meseleyi böylece anlamasalardı ve ele almasalardı, hiç «mezhebler» doğar mıydı? Elbette doğmazdı. O halde, «mezhebler de nereden doğdu? diye sormak abes olmaz mı?
Mecelle’nin 16, maddesine göre, «içtihad ile içtihad nakzolunamaz». Yine, bilindiği gibi, «Müctehidlerin, içtihadlarınca âmel etmeleri vâciptir». Yani, müçtehidler; Kitab’a, Sünnet’e ve Ashab’ın İcmâı’na uymak zorunda olmakla birlikte, sadece «içtihadlarında» ayrılabilirler ve üstelik onlar, «kendi içtihadlarına uymak zorundadırlar». Esasen, müctehidlerin içtihadlarında «itilaf etmeleri» (birleşmeleri) kuvvettir de içtihatlarında «ihtilafa düşmeleri» (farklı içtihadda bulunmaları), ümmet için rahmettir. Evet, bizzat Şanlı Peygamberimiz böyle buyurmuşlardır.» (5)
Bizim ele alacağımız konu ise “fıkhî mezhepler yahut amelî mezhepler” diye bilinen 4 mezheptir.
«Dinimizde, Kitab, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet, «İslâm’ın ana caddesini» tâyin eder. Müçtehidler, bu «ANA CADDE»de yürümeyi kolaylaştıran vazifeliler, onların içtihadları da birer «işaret taşı» veya «levhası» gibidir. Maksat, «ANA CADDE»den çıkmadan, rahat, kolay ve emin hareket etmeyi sağlamaktır. Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat Yolu’nun gerek «İtikadi Mezhebleri» (Matürîdilik ve Eş’arîlik), gerek bugün taraftarı bulunan dört «Fıkhî Mezhebi» (Hanefîlik, Mâlikîlik, Şafiîlik ve Hanbelîlik) böylece doğmuş ve yayılmışlardır. Bunların hepsi de haktır. Hepsi de «Edille-i Şeriye»nin sınırları içindedir. Sadece «dinin fer’i meselelerinde» farklı içtihadlara göre hareket etmektedirler.» (6)
«İbadet konularıyla ilgili olarak ortaya çıkan gruplaşmalar ise fıkhî mezhepler yahut amelî mezhepler diye anılır. Hanefîlik, Şafiîlik, Hanbelîlik, Malikîlik gibi.» (7)

Mezheplere Gerek Var Mı?
Bu sorumuzun cevabını Allame-i Asır Üstâd’ımız Bediüzzaman Hazretleri 27. Söz olan “İçtihad Risalesi” eserinin Hatime’sinde şöyle vermektedir;
“Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiya’dan sonra şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.” (8)
Her asrın şartları farklıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen «And olsun ki, her ümmet içinde: “Allah’a kulluk edin ve tâğuttan (Allah’ın yerine tutacağınız herşeyden) kaçının!” diye (kendilerine nasîhat etmesi için) bir peygamber gönderdik.» (9) buyurulmasından da, her ümmete/millete/kavme bir peygamber gönderildiğini anlıyoruz.
Her asrın şartlarına göre yeni şeriatlar ve o şeriatları onlara gösteren Peygamberler olmuştur. Hattâ aynı asırda bile birden fazla Peygamber farklı bölgelere gelmiştir. Peygamberlerin bir kısmına müstakil kitap verildiği gibi, bir evvelkinin kitabıyla amel edenler de olmuştur. Mesela Musa (as)’ın kitabıyla Harun (as) da amel etmiştir Hazreti İsa (as)’ın kitabıyla da Yahya ve Zekeriya (as) amel etmişlerdir. Peygamberler, Kur’ân-ı Kerim’de ismi zikredilen yirmi beş peygamberden ibaret değildir. Bir hadîs-i şerîfte de işaret edildiği üzere 124.000 peygamber gelmiştir. (10) Ama “Hâtemü’l-Enbiya’dan sonra şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.” Bu yüzden de teferruatta farklılıkların oluşması bir realitedir. Çünkü zamanın şartları değişiyor, insanların sorunlarına cevapların verilebilmesi için “ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.”
“Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar tebeddül eder. Öyle de asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünkü ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar. Ona göre gelir, ilaç olur.” (11)
Mezheplerin gerekliliğinin daha iyi anlaşılması için verilen örnek çok güzeldir. Nasıl ki “mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar tebeddül eder” yani değişir. Aynen bunun gibi de “asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder.” Yani milletlerin kabiliyetlerine göre de hükümler değişir. Buradaki değişim teferruat kısmındadır. Yoksa esasat değişmez.
İslâm’ın şer’î hükümlerinin teferruat kısmı, insanların hallerine bakar. İnsanların hallerine ilaç olabilmesi için de şartlar göz önüne alınarak fetva verilmelidir.
“Enbiya-i sâlife zamanında, tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba hem şiddetli ve efkârca iptidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıtada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş.
Sonra Âhir Zaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya iptidaî derecesinden idadiye derecesine terakki ettiğinden çok inkılabat ve ihtilatat ile akvam-ı beşeriye bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.” (12)
Daha önce gelmiş peygamberlerin zamanında insanların tabakaları birbirinden çok uzak, karakterleri kaba ve şiddetli, fikirleri basit, ilkel, ilkokul düzeyinde ve medeniyetten uzak bir hale yakın olduğundan; o zamanki şeriatlar, onların hallerine muvafık ve uygun olarak gelmiştir. Hattâ öyle olmuş ki bir kıtada ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş. Hz. Şuayb (as) ile Hz. Musa (as)’ın ve Hz. İbrahim (as) ile Hz. Lut (as)’ın aynı asırda yaşamaları gibi.
Âhir Zaman Peygamberinin gelmesiyle birlikte insanlar iptidaî yani ilk okul düzeyinden idadiye yani orta okul düzeyine ilerlediğinden çok inkılaplar ve ihtilaller ile insanlık kavimlerini bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır. Ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir. Son ders, Kur’ân-ı Kerîm’in dersi; son şeriat, İslâm’ın şeriatı; son muallim de, Muallim-i Ekmel ve Ekber olan Hazreti Muhammed Mustafa’dır (asm).

Mezhepler Birleşebilir Mi?
“Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiye de giymediğinden mezhepler taaddüd etmiştir.
Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse o vakit mezhepler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi mezahib de bir olmaz.” (13)
Bu yerlerin izahı sadedinde Said Özdemir’in hazırladığı “Açıklamalı Şafiî İlmihâli”nde şöyle geçmektedir;
“Elhâsıl: insanlar bir seviyede bulunmadıklarından ve bir içtimaî hayat tarzında gitmediklerinden mezhepler teaddüt etmiştir.” (14)
Yani insanların seviyeleri bir olmadığı ve sosyal hayatları da aynı tarzda olmadığı için, mezhepler bir değil dört olmuştur.
“Eğer beşeriyetin ekseriyet-i mutlakası bir yüksek mektebin talebeleri gibi bir ictimaî hayat tarzını giyse, bir seviyeye girse o vakit mezhepler birleştirilir. Fakat âlemin hâli buna müsaid olmadığı için mezhepler de birleştirilmez.” (15)
Görüldüğü üzere insanların çoğunluğu yüksek mektebin yani üniversitenin talebeleri gibi bir sosyal hayat tarzına giyse, hepsi bir seviyede olsa; işte o zaman mezhepler birleştirilir. Fakat âlemin hali buna müsait olmadığı aşikardır. Bu yüzden mezhepler de birleştirilmez ve birleştirilemez.
“Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi mezahib de bir olmaz.” cümlesinden de anlaşılacağı üzere; bir mezhebin diğerine oranla daha fazla tabileri olabilir. Ancak bütün insanların maddi ve manevi olarak aynı seviyeye gelmeleri hikmeten mümkün olmadığı için, ikinci bir mezhebin varlığını devam ettireceğini anlıyoruz. Çünkü fıtraten – yaratılış olarak- insanların yapıları farklıdır. Bu yapı farklılığından dolayı da farklı mezheplere tabi olmaları en mantıklı ve makul olanıdır. Fıtratlar nasıl ki tek tip olamaz ise, mezhepler de kalkıp bir mezhep olamaz.
Hak Bir Olur, Neden Dört Mezhep Var?
Mezheplerin Ortaya Çıkış Sebepleri Nelerdir?
«Eğer desen: Hak bir olur, nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?
Elcevap: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilaçtır, tıbben vâcibdir. Diğer birisine hastalığı için zehir gibi muzırdır, tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir, tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: “Su yalnız ilaçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur.”
İşte bunun gibi ahkâm-ı İlahiye, mezheplere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir hem hak olarak değişir ve her birisi de hak olur, maslahat olur.» (16)
Bu konu ile ilgili bazı misaller ise şunlardır;
«Mesela, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî’ye ittiba eden, ekseriyet itibarıyla Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedevîliğe daha yakın olup cemaati bir tek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, her biri bizzat dergâh-ı Kàdıyü’l-Hâcat’ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için imam arkasında Fatiha’yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
İmam-ı A’zam’a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, bir tek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalp edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.
Hem mesela, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına set çekmekle onu ta’dil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevî ve amelelikle meşgul olan Şafiî mezhebine göre “Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir.” Ekseriyet itibarıyla hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre “Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var.”
İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibarıyla ecnebi kadınlarla ihtilata, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya müptela olduğundan; sanat ve maişet itibarıyla, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için şeriat onların hakkında, o tecavüzata set çekmek için “Abdest bozulur, temas etme! Namazını iptal eder, bulaşma!” manevî kulağında bir sadâ-yı semavî çınlattırır. Amma o efendi, (namuslu olmak şartıyla) âdât-ı içtimaiyesi itibarıyla, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa müptela değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namıyla ona şiddet ve azîmet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. “Elin dokunmuş ise abdestin bozulmaz. Hicab edip kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır.” der, onu vesveseden kurtarır.» (17)
Mezhepler konusu ile ilgili “iki katre misal”e bakarak bizler de bunun gibi bir çok bulabiliriz. Nitekim bu ifadelerden sonra Üstâd’ımız Bediüzzaman Hazretleri şöyle der;
«İşte denizden iki katre sana misal, onlara kıyas et. Mizan-ı Şa’ranî mizanıyla, şeriat mizanlarını bu suretle muvazene edebilirsen et.» (18) [İnşaAllah yakın bir istikbâlde Üstâd’ımızın Bediüzzaman Hazretleri’nin söylediği bu cümlesindeki vazife deruhte edilmeye çalışılacaktır. İmâm-ı Şa’ranî Hazretleri’nin Mizan-ı Kübra eserinden, aynen Üstâd’ımız Bediüzzaman Hazretleri gibi mukayeseli bir şekilde misaller verilmeye çalışılacaktır.]
Bu şekilde haller vuku bulduğu için mezhepler ortaya çıkmıştır.
Aynı zamanda Kur’ân-ı Kerîm’de geçen Âyet-i Kerîmelerin ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’den gelen Hadîs-i Şerîflerden farklı istinbatlar olmuştur. Bu istinbatları ancak müctehid olanlar yapabilir. İ̇sti̇nbât : “Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş hükümleri, bilgileri, açıkça bildirilenlere benzeterek, meydana çıkarmak.” demektir.
«“Ey İmân edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanmaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursunuz veyahut biriniz abdest bozmaktan gelirse ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi din. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır” (19) âyetinde geçen “lamese” fiilini Hamza ve el-Kisai elifsiz olarak sülasiden “lemestüm” diğer kıraat imamları da “müfaale” babından “låmestüm” şeklinde okumuşlardır. Birinci kıraat şekline göre fiil, tek kişide cereyan etmektedir. Buna göre “lems” in anlamı, “dokunmak” demektir. Yani söz konusu fiil elle dokunmak veya öpmek gibi cinsel ilişki dışı bir eylemi ifade etmektedir. Nitekim İbn Ömer de “Dokunmak cimanın dışında bir şeydir” derken elle dokunmayı kastetmiş, İbn Mes’ûd, Sa’id b. Cübeyr, İbrahim b. Yezid en-Nehaî ve ez-Zühri de aynı görüşü benimsemiştir.
İkinci kıraat tarzına göre de fiil “müfáale” bâbından geldiği ve “müşâreket” ifade ettiği için meydana gelen eylemin iki kişi arasında vuku bulduğunu göstermektedir. Buna göre “lâmese” fiili, cinsel ilişkiden kinayedir. İşte bu iki kıraat tarzından hareketle, İslâm hukukçuları farklı sonuçlara ulaşmışlardır. Şöyle ki: Ebû Hanife “Lâmestüm” şeklindeki kırâatı esas alarak söz konusu kelimenin cinsel ilişki anlamına geldiğini ve el ile dokunmanın abdesti bozmayacağını ileri sürmüştür. Zira, her ne kadar bazı âlimler, “mülámese” fiilinin de “lems” gibi elle dokunmak anlamına gelebileceğini söylüyorlarsa da o, bu görüşün aksini savunarak, söz konusu kelimenin cima anlamını ifade ettiğinde ısrar etmektedir.
İmam Şâfiî ise, “lemestüm” kırâatını tercih ederek, anne, kız kardeş, hala ve teyze gibi nikâhı ebedi olarak haram olanları istisna ettikten sonra, yabancı kadının herhangi bir yerine dokunmanın abdesti bozacağını ileri sürmektedir.
İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel de mutlak anlamdaki dokunma fiilini şehvetli veya şehvetsiz dokunma diye ikiye ayırarak, şehvetli olarak dokunma sonucu abdestin bozulacağını, diğer şekilde bozulmayacağını savunmuşlardır Buna göre Hanefiler, çoğunluğun kıraatına dayanarak söz konusu fiili “cinsel ilişki” anlamında ele almışlar, diğer mezhepler de Hamza ve el Kisai’nin kıraatını esas alarak bu kelimenin “dokunma” anlamını ifade ettiğini ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla onların istinbat ve istihraç ettikleri hükümlerde, sünnetin etkisi görülse de ağırlık noktasını mütevatir kıraatlerdeki farklılıklar oluşturmuştur. Bu da mütevatir kıraatlerin, Kur’ân tefsirinde hem anlayış farklılıklarına yol açtığı hem de önemli bir işlev gördüğü anlamına gelir.» (20)
Görüldüğü üzere müctehidler, bir tek ayetten 3 farklı hüküm istinbat etmişlerdir.
Eşlerin birbirine elinin değmesi veya temas olması meselesinde; İmam-ı Azam Ebu Hanîfe’ye göre bozmaz, İmam-ı Şafiî’ye göre bozar, İmam Ahmed bin Hanbel ve İmam-ı Malik’e göre ise şehvetli ise bozar ama şehvetsiz ise bozmaz. Bu şekilde farklı anlayışlar ve anlam çeşitliliği rahmettir.
Bir Âyet-i Kerîmeden bu şekil farklı görüşler ortaya çıktığı gibi bunun gibi birçok misal de verilebilir.
On İki Mezhep İmâmı Kimdir?
On iki hak mezhebi ve imamlarını şu şekilde sıralayabiliriz;
1) İmam-ı Azam Ebu Hanife
2) İmam-ı Mâlik
3) İmanı-ı Şafiî
4) İmam-ı Ahmed b. Hanbel
5) İmam-ı Evza’î
6) İmam-ı Sufyan b. Ûyeyne
7) İmam Sufyan es-Sevrî
8) İmam Davud
9) İmam Muhammed İbn-ül Cerir et-Taberi
10) İbni Hazm
11) İmam-ı Ebu Bekir b. Münzir
12) İmam-ı İshak İbn-i Rahvey
Bu 12 İmam için bilinmesi gereken bir şey vardır ki, o da bulundukları çevreye, bölgeye göre verdikleri hükümler değişiklik göstermiştir.
Meselâ; İmam Evza’, “Birçok defa hacca giden Evzâî hacda Mâlik b. Enes, Süfyân es-Sevrî ve Hakem b. Uteybe başta olmak üzere çok sayıda âlimle karşılaşmış ve ilmî tartışmalarda bulunmuştur. Çağdaşı âlimler arasında saygın bir yere sahip olmuş, Şam (Suriye) bölgesinin fıkıh otoritesi sayılmıştır. Evzâî döneminin ve sonraki nesillerin fıkıh âlimleri ve imamları tarafından bağımsız fıkıh ekolü, ictihad usulü, re’y ve fetvaları bulunan bir müctehid ve imam olarak benimsenmiş, görüşleriyle amel edilmiş ve fıkıh tarihi içinde Süfyân b. Uyeyne, Hasan-ı Basrî, Süfyân es-Sevrî, Leys b. Sa‘d, İshak b. Râhûye, İbn Cerîr et-Taberî, Dâvûd ez-Zâhirî ve Ebû Sevr gibi mutlak müctehidler arasında yerini almıştır.” (21)
Süfyân Es-“Sevrî, sahip olduğu hadis ve sünnet birikimini esas alarak yaşadığı dönemin fıkhî meseleleri hakkında fetvalar vermiş, fıkıh alanında görüşleri esas alınan bir otorite haline gelmiştir. Abdullah b. Mes‘ûd’a dayanan Kûfe fıkıh geleneğinin temsilcilerinden Ebû İshak es-Sebîî, A‘meş ve Hammâd b. Ebû Süleyman’a öğrencilik yapmış olmakla birlikte özellikle İbn Şübrüme ve İbn Ebû Leylâ’nın yolunu takip eder. Kûfeli hocalarından aldığı fıkıh bilgisi ve nosyonunu Mekke, Medine, Basra ve Şam bölgelerinin zengin hadis ve sünnet birikimiyle bir araya getirmiş, gerek döneminde gerekse daha sonraki yüzyıllarda bilhassa ehl-i hadîs eğilimine sahip olan âlimlerce Ebû Hanîfe’ye karşı Kûfe fıkhının temsilcisi diye öne çıkarılmıştır.” (22)
Buna benzer şekilde bilinen “4 Hak Mezhep İmamı” haricinde 8 tane daha hak mezhep imamı vardır. Ama onlar tabileri kalmadığı, içtihadları revâc bulmadığı, sistematik hale gelip yaygınlaşmadığı için zaman içinde unutulmuşlardır. Günümüze 8 diğer hak mezhep gelmemiştir. 4 hak mezhep olan “Hanefîlik, Şafiîlik, Hanbelîlik ve Malikîlik” gelebilmiştir.
4 Mezhep ve İmamları Kimlerdir?
4 Mezhep, bilindiği üzere “Hanefîlik, Şafiîlik, Hanbelîlik ve Malikîlik”tir. Bunların imamları da sırasıyla şunlardır;
1-İmâm-ı Azam Ebu Hanife (Numan bin Sabit)
2-İmâm Şafiî (Muhammed bin İdris)
3-Ahmed bin Hanbel
4-Malik bin Enes
1-İmâm-ı Azam Ebu Hanife (Numan bin Sabit): «Esas adı Numan bin Sabit’tir. İslâm dünyasında “Ebu Hanife” olarak anılır. İslâm müçtehidlerinin en büyüklerindendir.» (23) «Tercih edilen görüşe göre, “Hak dine meyleden kişi” anlamına gelen “hanif” kelimesine atfen bu şekilde [yani Ebu Hanife diye] isimlendirilmiştir.” (24)
Dedesi Zuta ile ilgili anlatılan bir rivayet şöyledir; «Zuta’nın, Müslüman olduktan sonra Sabit adındaki oğlu dünyaya gelmişti. Sabit de babası gibi Hz. Ali’ye (ra) ilgi duyuyordu. Gelen birçok rivayete göre İmam Ali bin Ebi Talib, Sabit için hayırlı bir zürriyet duasında bulunmuştur. Allahu Teâlâ, Hz. Ali’nin (ra) bu duasını kabul buyurmuş ve Sabit’e Irak fakihi – İslâm fakihi de diyebilirsiniz- Numan bin Sabit’i ihsan etmiştir, İmam Şafiî bu büyük insan hakkında, “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.” demiştir. Tarihin Ebu Hanife adını verdiği Numan, bu künye ile tanınıp meşhur olmuş, onun ismi, ilmî ve düşünceleri nesilden nesile aktarılmıştır.» (25)
«Kendi mezhebinden olmayan Muhammed b. İshak en-Nedim, İmam Azam hakkında şöyle söylüyor: “Karada ve denizde, doğuda ve batıda, uzakta ve yakında ilim namına ne varsa hepsini o tedvin etmiştir.”» (26)
Tabiinden olduğunu dair rivayetler vardır. (27) Çünkü şu şekilde bir bilgi kitaplarımızda yer almaktadır; «Ashab-ı Kiram’dan birkaç zâtı görmüş olmak şerefini kazanmıştır.» (28) «Enes bin Malik’i görüp ondan, “İlim tahsili her Müslümana farzdır.” hadîsini rivâyet ettiği de söylenmiştir.» (29)
«Fıkıh ve usûlü’d-din sahasındaki hizmetlerinden ve bu hususta başı çekmesinden ötürü İmâm-ı Âzam yani “Büyük İmam” diye anılmıştır.» (30)
Aynı zamanda İmâm-ı Azam Ebu Hanife, Fahr-i Kainat Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in de bir hadîs-i şerîflerinde belirtilen vasıflara masadak olmuştur ki, Bediüzzaman da “Mu’cizât-ı Ahmediye Risalesi”nde şöyle belirtmiştir;
« Hem –nakl-i sahih-i kat’î ile– ferman etmiş ki:
اِنَّ الدّ۪ينَ لَوْ كَانَ مَنُوطًا بِالثُّرَيَّا لَنَالَهُ رِجَالٌ مِنْ اَبْنَاءِ فَارِسَ
deyip başta Ebu Hanife olarak İran’ın emsalsiz bir surette yetiştirdiği ulema ve evliyaya işaret ediyor, haber veriyor.» (31) Hadîs-i Şerîfte meâlen şöyle buyurulmaktadır; “Eğer din, Ülker Takımyıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi.” (32)
«İmam-ı Azam’a uyanlardan her birine Hanefî veya Hanefîyyü’l-Mezheb denir.» (33)
«Hicretin 80. yılında Kûfe’de doğmuş ve 150 tarihinde Bağdad’da vefat etmiştir. Allah’ın rahmeti üzerine olsun…» (34) Amin…
2-İmâm Şafiî (Muhammed bin İdris): «O dönemlerde Resûlullahla akrabalıkları olan başka müslümanlar, Muttalip oğullarına yaptığı gibi, niçin kendilerine de ganimetten hisse ayırmadığı sorulmuş. Resûlullah Efendimiz, Muttalip oğullarının hem Cahiliyede, hem de İslamiyette kendisinden ayrılmadıkları gerçeğini hatırlatmıştır.
Şafii’nin annesi ise Yemenli olup Ezd kabilesine mensuptur.
Şafii’nin babası Şafii (R.A.) daha beşikteyken vefat etmesi dolayısıyla Şafii’nin ilk ailevi terbiyesi annesi vasıtasıyla olmuştur.
Şafii (R.A.), ilim tahsiline hususen annesinin isteği üzerine on yaşında başladığını ifade etmektedir. Mekke’de yakın akrabaları arasında ilim tahsilinin daha uygun olacağı düşünülmüştür.
İmam Şafii, ailece soylu bir nesebe sahip olmakla birlikte fakir bir ailenin çocuğu olarak hayata gözlerini açmıştır. Ancak içinde bulunduğu muhit ve sahip olduğu meziyetler onun yüksek idealler peşinde koşmasına imkan hazırlamıştır.
Şafii’nin (R.A.) İlim tahsiline ciddi olarak Mekke’de başlamış olmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’i Gazze’de hıfzetmiştir. Mekke’de ise Kur’an-ı Kerim’in bir sonraki halkası olan Hadis ilmiyle iştiğal etmiştir.
Hadisleri ezberlemekle yetinmeyen İmam Şafii bunları yazmak, böylece zihninde muhakemesini arttırmak yolunu takipten de geri kalmıyordu. İfade edildiğine göre İmam Şafii bazı kimselere müracaat ederek kullanılmış kağıt isterdi. Kendisine verilen bu kullanılmış kağıtların diğer yüzlerine hadis yazardı.» (35)
«İmam Şafii’nin en önemli telifatından olan El-Ümm kitabında bu husus şu şekilde ifade edilmektedir: “İlim çeşitli bölümlere ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi, Kitap ve sıhhati sabit olan Sünnettir. İkincisi, hakkında Kitap ve Sünnette her hangi bir hükmün bulunmadığı İcma’dır. Üçüncüsü, Resûlullah’ın Sahabilerinden bir bölümünün söylemiş olduğu sözlerdir. Ancak bu diğer sahabelerin onlara muhalif olanların bulunduğunu bilmemiz şartına bağlıdır. Dördüncü, sıraya oturtulan kaynak ise Sahabelerin ihtilafa düştükleri sözlerdir. Beşincisi ise Kıyastır. Bu da Kitap ve Sünnette var olandan başka bir şeye dayandırılamaz.”» (36)
«Şafii’nin, Sahabelerin sözlerini değerlendirmeyle ilgili olarak bazı değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre İmam Şafii Sahabilerin sözlerini kaynak kabul ettiği biçimindeki görüşünden vazgeçtiğidir. Buna rağmen, daha önce de beyan ettiğimiz gibi İmam Şafii Sahabelerin sözlerine Kur’an ve Sünnetle ilgileri dolayısıyla bir değer atfetmiştir. Kur’an’ı en iyi anlayan ve yaşayan Sahabeler olması onların farklı bir mertebeye konulmalarında müessir olduğu şüphesizdir.» (37)
İmam Şafii’nin «Mezhebi, şark ve garpta intişar etmiş, her asırda milyonlarca Müslüman kendisini imâm tanımış, hattâ bilfiil ictihad iktidarını haiz bulunan nice büyük fakihler, onun açtığı ictihad yolunu eyleye lüzum görmemişlerdir.» (38)
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz «ferman etmiş ki:
عَالِمُ قُرَيْشٍ يَمْلَءُ طِبَاقَ الْاَرْضِ عِلْمًا
deyip İmam-ı Şafiî’ye işaret edip haber veriyor» (39) Hadîs-i Şerîfte meâlen şöyle denilmektedir; “Kureyş’in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır.” (40)
«İslâmiyet’in hak ve hakikat yolunu Allah’tan ve O’nun Peygamber’inden aldığı ilim nuru ile aydınlatarak, Müslümanlara kıyamete kadar sönmeyecek ilim meşalesini yakan, bu büyük zâtın mazhar-ı rahmet olarak en büyük makama ulaşmasını ve ilâ yevmilkıyame nur içerisinde müstağrak kalarak yatmasını Allahu Zü’l-Cemal’den niyaz eyleriz.» (41)
3-Ahmed bin Hanbel: «164 (780) yılı Rebîülevvelinde (veya Rebîülâhir) Bağdat’ta doğdu. Ailesi Merv’den Bağdat’a göç ederken annesi ona hamile olduğu için Merv’de doğduğunu söyleyenler de vardır. Oğlu Sâlih’in rivayet ettiği şecereye göre soyu Hz. Peygamber’in dedelerinden Nizâr’la birleşerek Hz. İsmâil’e kadar uzanır. Dedesi Hanbel b. Hilâl Emevîler devrinde Serahs valiliği yapmış, Abbâsîler’in idareyi ele geçirmesinde önemli görevler üstlenmiş, babası da Abbâsî ordusunda görev almıştı. Ahmed b. Hanbel, babası otuz yaşlarında öldüğünden, Şeybânoğulları’ndan olan annesi Safiyye bint Meymûne’nin himayesinde büyüdü. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten ve Bağdatlı âlimlerden bir müddet gramer ve fıkıh okuduktan sonra hadis öğrenmeye başladı (795). İlk hocalarından biri, kendisinden pek çok hadis yazdığı tanınmış muhaddis Hüşeym b. Beşîr olup diğer hocaları arasında Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Saîd el-Kattân, Abdurrahman b. Mehdî, İmam Şâfiî ve Abdürrezzâk b. Hemmâm gibi âlimler bulunmaktadır. En çok hadis yazdığı hocası Vekî‘ b. Cerrâh’tır. İmam Şâfiî’den ise fıkıh ve usûl-i fıkıh öğrenmiştir. El-Müsned’deki rivayetlerine göre hocalarının sayısı 280 kadardır. Birini doğrudan, öbürünü başka bir râvi vasıtasıyla ondan iki hadis rivayet eden Buhârî’nin yanı sıra diğer tanınmış talebeleri arasında Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, akranlarından Yahyâ b. Maîn ile Ali b. Medînî, Ebû Zür‘a er-Râzî, Ebû Hâtim er-Râzî, iki oğlu Sâlih ve Abdullah bulunmaktadır. Hocaları İmam Şâfiî, Abdürrezzâk ve Abdurrahman b. Mehdî de kendisinden hadis dinlemişlerdir. Yalnız İmam Şâfiî onun adını açıkça söylemek yerine, “güvenilir kimse bana rivayet etti (haddesenî es-sika)” demeyi tercih etmiştir (42).
Ahmed b. Hanbel’in vecize mahiyetinde hakîmane sözleri vardır. Çok sevdiği Ali b. Medînî bir tavsiyede bulunmasını isteyince ona, “Azığın takvâ olsun, âhiret hep gözünün önünde bulunsun” demiştir. Yakınlarına da, “Değerli bulduğunuz hayırları araya bir engel girmeden yapmaya bakın” tavsiyesinde bulunmuştur.
Ahmed b. Hanbel’in hayatını dolduran yegâne meşgale hadis olmuştur. Hayatını hadise göre tanzim etmiş, yazdığı her hadis ile mutlaka amel ettiğini söylemiş, kendisinden istenen fetvaları da hadise dayanarak vermiştir. Örnek davranışlarıyla İbn Hanbel’in takdirini kazanmış olan muhaddis ve zâhid Abdülvehhâb b. Abdülhakem el-Verrâk ona altmış bin fetva sorulduğunu, hepsini de “haddesenâ” ve “ahberenâ” diyerek hadislerle cevaplandırdığını söylemiştir. Ebû Zür‘a er-Râzî’nin birlikte yaptıkları müzakerelerde tesbit ettiğine göre Ahmed b. Hanbel -mükerrerleriyle birlikte- 700 bin (veya bir milyon) rivayeti ezbere bilmekteydi. Oğlu Abdullah da onun bir milyon rivayet derlediğini ve yazdığı her rivayeti ezberlemeyi prensip edindiğini söylemektedir.» (43)
Ahmed bin Hanbel; «İmam-ı Şafiî’nin talebesidir. Ayrıca İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin talebesi İmam-ı Ebu Yusuf’tan da ders almıştır.» (44)
Ahmed bin Hanbel, “Kur’ân Mahluktur” denildiği zamanda karşı çıkarak zulümlere maruz kalmıştır.
Müslümanların “sırat-ı müstakim” yani “dosdoğru yol” üzere yürümelerini temin etmek ve işlerini kolaylaştırmak için samimiyetle ve ciddiyetle çalışan iman, ilim ve ahlak kahramanlarından biri de; İmam Ahmed bin Hanbel’dir. (45)
Genç nesiller zulme karşı direnen Ahmed bin Hanbelleri örnek almalıdırlar. Allah rahmet eylesin… Amin…
4-Malik bin Enes: «Hicri 95 yılında Medine’de doğdu, yine Hicri 179 yılında (Milâdî 759’da) orada vefat etti.» (46)
«Hayatının yarısını Emevîler, yarısını Abbâsîler devrinde geçiren Mâlik’in kendi dönemindeki siyasî olaylardan uzak durduğu, mevcut yöneticilere de karşıtlarına da açık bir destek vermediği anlaşılmaktadır. Onun siyasî olaylar karşısındaki tarafsızlığında gerek kendisinden önce Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm’ın Emevî yönetimine karşı çıkışları, gerekse kendi zamanında Hâricî lideri Ebû Hamza eş-Şârî’nin Haremeyn’deki (130/748), Muhammed en-Nefsüzzekiyye’nin Medine’deki (145/762) isyanları ile diğer çeşitli isyanlar sırasında çok kan dökülmesinin yol açtığı olumsuz durum ve bunun Haremeyn halkında meydana getirdiği hayal kırıklığının büyük etkisi olmalıdır. Gayri meşrû veya adaletsiz görülen bir yönetime karşı çıkılırken daha büyük zararlara yol açmanın doğurduğu tedirginlik yanında karşı çıkanların diğerlerinden farklı olup olmayacağına dair tereddütler, dönemindeki birçok büyük âlim gibi Mâlik’in de isyanı hoş karşılamayıp devlet adamlarına hakkı tavsiye etme yolunu tutmasının başlıca sebebi olmuştur. Gerek bu tavrı gerekse halk ve yöneticiler katındaki itibarı dolayısıyla doğacak yankılardan ötürü hilâfet konusunda açıkça fikir beyan etmediği görülmektedir.
Yöneticilerle iyi ilişkiler içinde bulunmasına rağmen zaman zaman İmam Mâlik de haksız muamelelere mâruz kaldı. Derslerinde, baskı altında meydana gelen boşamanın geçersiz olduğuna dair hadisi rivayet etmekle Ebû Ca‘fer el-Mansûr’a yapılan biatın da geçersiz olduğunu ima ve Muhammed en-Nefsüzzekiyye’ye biatı teşvik ettiği iddiasıyla 146 (763) yılında Medine valisinin emriyle tutuklanıp kırbaçlandı ve omuzu sakatlandı. Anılan hadisi Nefsüzzekiyye’nin isyanı sırasında rivayet etmesi onun taraftarlarınca işaret edildiği şekilde yorumlanmış olabileceği gibi sevmeyenleri tarafından yönetim katında aleyhine kullanılmış olması da muhtemeldir. Gerçekte İmam Mâlik’in yönetime karşı bir tavrının olmadığının anlaşılması, ayrıca halkın ona yapılan haksızlığa büyük tepki göstermesi sebebiyle Halife Mansûr hac için geldiğinde kendisini çağırarak özür diledi ve gönlünü aldı. Ayrıca ondan derlediği hadisleri kitap haline getirmesini, bunu çoğaltarak bütün şehirlere göndermeyi ve onunla amel edilmesini emretmeyi düşündüğünü belirttiyse de Mâlik bunun doğru olmadığını söyleyerek karşı çıktı (47). Daha sonra Mehdî ve Hârûnürreşîd’in de aynı talepte bulunduğu, ancak onun yine kabul etmediği rivayet edilir (48). Halifelerin idarede ve yargıda birlik ve istikrarı sağlamaya yönelik bu tekliflerine, her âlimin kendisine ulaşan sünnet mirası ve yaşadığı çevrenin şartlarına bağlı olarak farklı görüşler taşımasının tabii olduğunu, aksi bir görüş ve uygulamaya zorlamanın doğru sayılmadığını belirterek karşı çıkmıştır.
Hac veya umre için Mekke’ye gidişleri dışında Medine’den ayrılmamış, Medine’nin mânevî değeri yanında buradaki zengin ilmî ortam da gerek talebeliği gerek hocalığı zamanında başka yere gitmekten onu müstağni kılmıştır. Bu sebeple Halife Mehdî-Billâh’ın onu Bağdat’a davetine de olumlu cevap vermeyip affını istemiştir.
İmam Mâlik, geçirdiği kısa süreli bir rahatsızlıktan sonra 14 Rebîülevvel 179 (7 Haziran 795) tarihinde Medine’de vefat etti, cenaze namazını Medine valisi kıldırdı ve Bakī‘ Mezarlığı’na defnedildi.» (49)
«Çok büyük bir fıkıh, hadîs ve tefsir âlimi idi.» (50)
«İmam Azam ve İmam Ebu Yusuf’la da görüşmüştür. Medine halkının bilgini ve imamıdır. İmam Malik’in belli başlı eseri “Kitâb El-Muvatta”dır. Fıkıh (İslâm Hukuku) tertibine göre yazılmış ilk hadis kitabı sayılır.» (51)
«Maliki mezhebi Medine’de ortaya çıkmış; Hicaz’da, Afrika’da ve Endülüs’te yayılmıştır.» (52) Allah ebeden razı olsun. Âmin.
Bir Mezhebe Bağlanmaya Gerek Var Mıdır?
«İslâm tarihini incelediğimizde, müctehid imamlar döneminden sonra, her ne kadar ictihad derecesine ulaşmış imamlar gelse de onların dahi dört mezhep imamından birine tâbi olduklarını görebiliriz. Elbette bu, onların ictihada elverişli olmayışları anlamına gelmez. Aksine ehliyeti haiz olmalarına rağmen gerek sahabenin, gerek tâbiinin ve gerek se müctehid imamların, naslardan hüküm istinbat etme noktasında bütün kuralları tedvin etmiş olmaları ve sonraki nesiller için bir şey bırakmamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu durum aynen matematik, geometri, fizik, kimya ve buna benzer ilimlerin temel kurallarının yüzyıllar öncesinden belirlenmiş olmasına benzer.» (53)
«Bütün müçtehitlerin sözlerinin kaynağı olan şerîatin menbaına, kalb gözü ile eriştim. Her bir fakih için, ondan ayrılan bir cedvel, yani bir kanal gördüm… Ve herbir müçtehidin, zan ve tahminle değil, keşf ve yakîn ile içtihadında isabet ettiğini bildim ve Şerîate göre, bir mezhebin, diğer bir mezhebden evla olmadığını anladım.» (54)
Bütün hak mezhebler Kur’ân-ı Kerîm’den alınmıştır. Fahr-i Âlem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz, kendisine inzal olunan Kur’ân-ı Kerîm ve ilham buyrulan hadis-i şerifler ile İslâm dinini tekmil etmiştir. İşte İlâhî hükümlerin büyük bir kısmı (yüzde doksanı), bu iki ulvî kaynağın açık hükmü ile beyan edilmiştir. Üstâd Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle, “Şeriatın yüzde doksanı –zaruriyat ve müsellemat-ı diniye– birer elmas sütundur. Mesail-i içtihadiye-i hilafiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altının himayesine verilmez.” (55)
«Evet, müçtehidler, kendileri için içtihat etmişler ve hiçbir kimseye, “Gelin bana uyun.” dememişlerdir. Bediüzzaman Hazretleri de; “Her müstaid; nefsi için içtihad edebilir, teşri edemez.” (56) buyurmuş ve bu hakikati veciz bir surette ifâde etmişlerdir.
İçtihada ehil olmayan müminler ise, bu müçtehitlerin içtihatlarına göre amel etmiş ve müşkillerini halletmişlerdir. Böylece mezhepler teessüs et­miştir. Bu mezheplerden dördü, bütün ümmet-i Muhammedin gönlünde yer tutmuş ve vicdan-ı umûminin kabulüne mazhar olmuştur.» (57)
«Hak mezheplerde, akıl ve mantığın tasdik etmediği hiçbir mes’ele yoktur. Çünkü onların nokta-i istinadı Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukahadan ibaret olan edille-i şeriyyedir. Dağlardan daha metin olan o edille-i şeriyye, hiçbir beşerî kuvvetin tahrib edemeyeceği çelikten bir kaledir. Bu kaleden çıkanların, ehl-i sünnete düşman olan menfi cereyanlara kapılmaları veya alet olmaları kuvvetle muhtemeldir.
Şunu da ehemmiyetle nazara vermekte fayda görmekteyim: Mezhebleri beğenmeyen, onlardan birine uymayan veya mezheplerin kolay yanlarını alan bir kimse, asırlardan bu yana gelip geçmiş milyonlarca müslümanın yolundan ayrılmış, kendi başına yeni bir yol tutmuş olur. Böyle kimseler, Kur’an-ı Kerim’in;
“Kim, Peygambere karşı çıkar ve kendisi için doğru yol belli olduktan sonra mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (58) tehdidinden de hissedar olurlar.
Mukallid olan bir kimse hangi mezhebe intisab etmiş ise, artık her meselede o mezhebin hükümleriyle amel etmesi ve mezhebinde sebat etmesi lâzım gelir. Ancak zaruret hâllerinde herhangi bir meselede yine kendi mezhebinde kalmak şartıyla, diğer bir mezhebin hükmüyle amel edebilir. Bu ise ancak bir âlimin fetvasıyla mümkün olabilir.
İmam-ı Gazali Hazretleri de bu görüştedir. (59) Mademki taklid sahibi bir mezhebi iltizâm etmiştir, artık onda sebat etmesi gerekir.
Netice olarak; kişinin kendi hevesine uyarak sık sık mezheb değiştirmesi, onları hafife almak manasına gelir.
Son asrın müdakkik alimlerinden Muhammed Kevserî, “Makalât” adlı eserinde bu gibi kimselerin hâlini şöyle tasvir eder:
“Evet, her grubun kendi­siyle gördüğü fakat gerçekte ne onunla ne de bununla olan, yani Arap şa­irinin dediği gibi: ’Yemenlilere vardığında Yemenli, Maadlilere vardığında Adnani’ görünen kişiden daha bozguncusu yoktur.” (60)
Kevserî aynı eserinde, mezhepsizliğin dinsizliğe götüren bir köprü olduğunu da söyler.
Dr. Ramazan el-Bûti ise bu konuda, “Evet, bütün İslâm milleti uzun tarihi boyunca İslâm’ı aynıyla yaşatma imkânını en geniş ölçüde veren müçtehitlerin bu dört imam (İmam-ı A’zam, İmâm-ı Şafi’i, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Hanbel) olduğu üzerinde ittifak edegelmişlerdir.” (61) der ve bu imam­ların yolunu bırakıp insanları mezhepsizliğe davet etmenin “İslâm dinini tehdid eden en tehlikeli bid’at.” (62) olduğunu ilâve eder.
Ramazan el-Bûti, mezhepsizlik dava edenlerin yeni hâdiselere çözüm getirmek yerine, İslâm’ın temel rükünlerini sarsmaya çalıştıklarına dikkati çekerek şöyle der: “Ben bu mezhepsizlerden hiçbirinin bir gün kalkıp da, halkın her gün sorup durduğu yeni mes’elelerden birini araştırdığını görmüş değilim. Onların bütün dertleri, binası ta­mamlanan, hükümleri yerleşmiş bulunan ve mucibince amel edilmekle Müslümanların borçtan kurtulup selamete çıkacak­ları İlâhî emirler hususunda yol gösterici olan hak mezhebleri yıkmak için bütün güçlerini sarfetmekten ibarettir!..” (63)
Dr. Ramazan el-Bûti mezhepsizlik dava edenlere şu iki soruyu sorar:
“Bütün insanları, inşaat işlerinde mühendislere uymaktan vazgeçmeye çağırsan ne olur? İnsanları teşhis ve tedavi hususunda doktorlara tabi olmaktan uzak kalmaya davet etsen ne olur?”
Bu soruya kendisi şöyle cevap verir:
“Hiç şüphe yoktur ki, bunun arkasından gelecek olan şey, insanların ta’mir edeceğiz diye kendi evlerini bile bile tah­rip etmeleri, tedavi zannıyla kendi canlarına kendilerinin kıymalarıdır.” (64)
Mezhep tanımayanları bu tehlikenin kapısına getiren ve müçtehitlere ittibadan men eden en mühim sebep kendi rey ve düşüncelerini müçtehitlerin görüşlerine müsavi, hatta onlardan daha üstün görmeleridir.» (65)
Mezheplerdeki Farklılıkların Rahmet Olması
«İlk devir müctehidlerinden Süfyân- Sevrî [rahmetullahi aleyh], “Şu konuda âlimler ihtilaf etti demeyiniz. Bunun yerine, ‘Alimler bu şekilde ümmete genişlik sağladılar’ deyiniz”» (66) demesi bize hakikati bir cihette anlatır.
“Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.” (67) hadîs-i şerifi de bu meselemizde bize ışık tutmaktadır.
«İhtilaf ise tarafgirliği iktiza ediyor. Hem tarafgirlik marazı; mazlum avamı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler mazlum avamı ezerler. Tarafgirlik olsa mazlum bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır. Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehalüf-ü ukûlden hakikat tamamıyla tezahür eder.» (68) şeklinde bir itiraz olursa diye Üstâd Bediüzzaman Hazretleri şöyle cevap vermiştir; «Hadîsteki ihtilaf ise müsbet ihtilaftır. Yani her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfî ihtilaf ise ki: Garazkârane, adâvetkârane birbirinin tahribine çalışmaktır; hadîsin nazarında merduddur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler.» (69)
«Allahu Zülcelal Hazretleri, Habib-i Ekremi (a.s.m.) hürmetine, mezhepler arasındaki ihtilaf ile nihayetsiz rahmet ve suhulet kapılarını açtı. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde
“Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir.” (70) buyurmakla bu hakikati ifade etmiştir. Evet bu hadis-i şerif her türlü müsbet ihtilafı içine aldığı gibi, mezhepler arasındaki ihtilaflara da şamildir.
“Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” (71)
“Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” (72)
Bazı âyet ve hadislerdeki kelime ve cümleler ayrı ayrı hükümleri ihtiva etmiştir. Bir tek sedefte müteaddid inciler bulunabilir. İşte müçtehitler âyet ve hadîslerin sedefindeki cevherlerde ihtilaf etmişlerdir. Bu ise muhtelif kapıların açılmasına vesile olmuştur. Bu ihtilaf ümmet-i Muhammed için büyük bir kolaylıktır. Cenâb-ı Hak;
“Ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar (yani, hata ile adam öldürmekte kısas icrasını ve günah işle­yen azaların, pislik değen elbisenin kesilmesi gibi ağır teklif­leri kaldırır.)” (73) gibi âyet-i kerimelerle şeri’at-ı Muhammediye’nin gâyet derecede suhuletli olduğunu ifade buyurmaktadır.
Meselâ, İmâm-ı Şâfiî’nin “kadına el değince abdestin bozulması” şeklindeki içtihadı, günümüz şartlarında hac ibadeti esnasında çok sıkıntıya sebebiyet verir. Zira tavafın abdestli olarak yapılması lazımdır. Milyonlarca insanın toplandığı o kalabalıkta bu hükmün uygulanması adeta imkansız olduğundan, bu mezhep mensupları diğer mezhepleri takliden tavaf yaparlar.
Abbasi halifesi Harun Reşid, İmâm-ı Mâlik’e “Senin kitaplarını yazdıralım, âlem-i İslâm’ın her tarafına dağıtalım. Ümmeti bunlara sevkedelim”, teklifinde bulunur. İmâm-ı Mâlik şu cevabı verir:
“Ya emire’l-mü’minin, ulemanın ihtilafı Allah’tan bu ümmete rahmettir. Herbiri kendi nazarında sahih olana tabi olur. Hepsi hidâyet üzeredir ve hepsi Allah’ın rızasını ister.” (74)
Müsbet ihtilaf, sahabe döneminde sıkça vuku’ bulmuştur. Hazret-i Peygamber de (a.s.m.) ümmetini, dilediği sahabenin İçtihadıyla amel etme hu­susunda serbest bırakmakla böyle bir ihtilafa razı olmuşdur. Sahabelerini içtihat farklılığından dolayı muaheze etmemiş, her iki tarafın da hükmünü hak ve münasib görmüşdür.
Sefere çıkan iki sahabi, namaz vakti geldiğinde su bulamayınca teyem­mümle namazlarını kılarlar. Sonra vakit içinde su bulurlar. Biri namazı iade eder, yeniden kılar. Diğeri ise önceki kıldığını yeterli görür. Dönüşte durumlarını Resûlullah’a sorarlar. Hazret-i Peygamber iade etmeyene “Sünnete isabet ettin”, diğerine de “Sana iki defa ecir var” cevabını verir.
“Sahabelerim yıldızlar gibidir, onlara uyarsanız hidâyete erersiniz.” (75)
Hadis-i şerifi de bu hakikata işaret etmektedir. Buna binaen herhangi bir insan hak mezheplerden dilediğini tercih edebilir.
Kıblenin bilinmediği yerde namaz kılan bir mümin, kendi içtihadı ile bir yön tayin etse veya her rekatını bir başka yöne doğru kılsa namazın sıhhatine fıkhen hükmolunur.
Bu sayede müslümanlar zaruret hallerinde ruhsatı azimete tercih ede­bilmektedirler. Bu ise onlar için büyük bir rahmet olmuştur. Evet, müslümanlar kendi mezheblerinde çözümü olmayan bir mesele hakkında, zaruret halinde, diğer bir hak mezhebin ruhsatı ile hareket edebilir ve böylece sıkıntıdan kurtulurlar.
Zaten şeriat-ı Muhammediye insanların fıtratına uygun olarak taraf-ı İlâhîden vaz’ edilmiştir.
Müçtehitler arasındaki ihtilaflar ümmet-i Muhammed hakkında rah­met olduğu hâlde; geçmiş ümmetlerin helakine sebep olmuştur. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde “ihtilaf geçmiş ümmetlere azab olduğu halde, benim ümmetime rahmet olmuştur,” buyurmuşlardır.» (76)
Mezheplerin Müslümanlar Açısından Fayda ve Zararları
Mezheplerin faydaları, “Mezheplerdeki Farklılıkların Rahmet Olması” başlığında ele alınmıştır. Kolaylık sağlaması ve zenginlik oluşturması bunun başında gelir.
Mezhepler arasındaki ihtilafların sebebleri ise kısaca şöyledir;
«Mezhepler, büyük şehirlerde kuruldu. İhtilaflar da şehirlerde fıkhi ekollerinin kurulmasıyla başladı. Irak’ta, Hicaz’da ve Şam’da fıkıh ekolleri vardı. Sonra Şiiler, kendi fıkıh ekollerini oluşturdular. Daha sonra her ekolün başında, çevresinde talebeleri olan bir şahsiyet kendini gösterdi, bu şahsiyet, rivayet ve fıkhî dirayet konusunda onlara yardım ediyor, rivayet edilenleri çıkarıyor, olayları onlar üzerine bina ediyor, olayları araştırıyor ve hükümlerini veriyordu. Kufe’de kıyas üstadı Ebu Hanife vardı. Medine’de İmam Malik, Şam’da Evzai, Mısır’da da Leys bin Sa’d bulunuyordu. Sonra, ikinci tabakayı teşkil eden İmâm Şafii, Ahmed bin Hanbel ve Davud ez-Zahiri gibi İmamların devri geldi. İçtihad, bunlardan sonra da devam etti. Sonra, mezhep taraftarlığı başladı. Müctehidler, mutlak ictihâdı bırakıp kendi mezheplerinin çerçevesinde ictihât eder oldular. Daha sonra ise ictihat, mezhebin esaslar çerçeve dinde kalmayarak, mezhep İmamının görüşleriyle ve mezhepte hakkında nass bulunmayan konularla sınırlı hale geldi. Bundan sonra ictihat, sadece mezhep müctehidlerinin görüşleriyle sınırlı kaldı. Ve böylece, öncekilerin bıraktıkları yerde bir donukluk ve duraklama devri başladı. Çünkü, artık kimse ictihât etmiyor, yalnızca öncekilerin görüşüyle yetiniliyordu.
Fer’î fıkıh meselelerindeki görüş farklılığı, öncekilerin icmâ ettikleri şer’i hükümlerin kapsamından çıkmadığı müddetçe, dinde bozulma olduğunu göstermez. İhtilafın sebebi hakkı aramak oldukça, insanlar için, seçtikleri şeyler de kolaylık kapısı açmış olur ve doğru olanını seçmelerini sağlar. Çünkü ha hakikat nuru, görüşler arasındaki ihtilâf ile, çeşitli bakış açılarının bilinmesiyle açık ve kesin bir şekilde parlar.
Bütün müctehid imamlar, farklı görüşleri öğrenmeye özel bir önem vermişlerdir. Ebû Hanife, şöyle diyordu: “İnsanların en bilgini, insanlar arasındaki ihtilâfı en iyi bilendir. Bilginlerin tartıştıkları konulardaki görüşlerini bilmek, delil çıkarma metodlarını, zayıf ve kuvvetli delili araştırıp öğrenen kişinin önüne gerçeği çıkarır. Bu, olaya her yönüyle bakışı sağlar. Olaya her yönüyle bakan kişi ise, olayın doğru mu yanlış mı olduğu hakkında hüküm ver meye daha lâyıktır.
Üzerinde icmâ edilen fer’i meselelerde ve ihtilâf konusu haline getirilemeyecek değişmez İslâmî prensipler üzerinde ihtilâf olmaz.
Mezhepler arasındaki ihtilâf, bunların dışında kalan fer’i meselelerde olmuştur. Dinin değişmez hükümleri şunlardır: Namazın beş vakit olması, Namazda Kâbe’ye dönülmesi, Namazın rükünleri, oruç, zekat ve haccın farziyeti, zekâtın ölçüsü ve bunun gibi, kabul etmeyenin Müslüman sayılmayacağı İslâm’ın temeli olan konular. Yine, şüpheye mahal olmayacak şekilde Kur’ânla sâbit olan; nikahı haram olanlar, miras miktarı ve benzeri konular da temel prensipler olarak kabûl edilir. İslâm bilginlerine göre, bunlar icmâ ile sâbittir, bunları inkâr eden dinden çıkar.» (77)
Yani ihtilaf konuları ayrıntı ve muamelat kısmındadır. 4 hak mezhepten birisi “Namaz 3 vakittir” diğeri de “Namaz 5 vakittir” demez. Hepsine göre de namaz “5 vakittir”. Farklılık namazda her rekatta el kalkar mı, kalkmaz mı gibi konulardadır. Hepsinde de oruç farzdır. Ama ayrıntılarda farklılık vardır. Abdestsiz 4 mezhepte de namaz olmaz. Ama abdesti bozan şeyler de, birine göre mess-i nisvan yani kadına dokunmak bozar, diğerine göre bozmaz. Zekât 4 mezhebe göre de zekât vermek var. Ama farklılık; ziynet eşyasından verilir mi verilmez mi gibi konulardadır. Yani ana konularda ihtilaf yoktur. Teferruat konularda farklılıklar mevcuttur.
Mezheplerin zararlarına gelecek olursak; doğrudan doğruya değil dolaylı olarak bazı zararları vardır. O da insanların bilinçsiz davranması sonucu oluşan şeylerdir. Mesela mezhepçilik, mezhep taraftarlığı, mezhepçilik yapanlar arası çatışmalar ve benzeri durumlar örnek verilebilir. Bu durumlarda suçlu mezhepler değil, mezheplerin hakikatini anlayamayan basiretsiz insanlardır.
«”Mezhep” ve “Fırka” tabirlerini karıştırmamak gerekir.» (78) «Bugün, birçokları “mezhep” ve “fırka” tabirlerini, bilerek veya bilmeyerek birbiri ile karıştırmaktadır. Halbuki, kesin olarak bilinmelidir ki İslâm’da “mezhepler haktır” da “fırkalara ayrılmak yasaktır”.» (79)
Mezhepleri fırka olarak görenlerin halleri zararlar arasında sayılabilir.
«”Hep birlikte Allah in dinine sarılın, fırka fırka olmayın (parçalanıp bölünmeyin)” âyetinde “fırka fırka olmayın (parçalanıp bölünmeyin)” ifadesiyle yasaklanan tefrika, “kendine çekerek ayrılmak, fırka kurmak ve ayrımcılık yapmak, bölünmek ve bölüklere ayrılmak” demektir. Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanların, böyle bölüklere, fırkalara ayrılarak birbirlerinden sıyrılmalarını ve ayrı düşmelerini kesin bir dille yasaklamış, Müslümanları ayrılığa düşüren inançları ve kitleleşmelere ön ayak olan fikirleri yermiş ve kötülemiştir. Bu nedenle bu anlamdaki “fırka” yani “tefrika” İslâm kültüründe pek sevilmeyen bir ad olmuş, Kur’ân’da her zaman olumsuz manada kullanılarak yerilmiş ve yasaklanmıştır.» (80)
«Nasslardaki kullanımları dikkate alındığı zaman tefrika, Kur’ân ve Sünneti anlama girişimini “sahte bir bilinç” üzerine temellendirerek Allah ve Rasûlü (s.a.v.) tarafından belirlenen emir ve yasaklara kulak asmayarak İslam’dan yüz çevirmek, fıtrî İslâm’a aykırı düşmek; nefse, şehvete, heva ve hevese uyarak ayrılığa düşmek ve neticede bölünüp parçalanmaktır. Bir başka ifadeyle tefrika, vahiy ve sahih Sünnet’le belirlenen itikad, ibadet ve ahlaki konularda düşülmesi yasaklanan görüş ve ameli ayrılıklardır.» (81)
Yani «”Edille-i Şeriyye”ye bağlı olarak doğan “mezhepler” hak, Müslümanların bilhassa “itikatta” bölünmeleri ve dağılmalarına sebep olan “fırkacılık” bâtıldır ve yasaktır.» (82)
Fırkalara bölünmenin yasak olduğunu anladığımız âyetlerden birkaçı şunlardır;
«O hâlde hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın ve parçalanmayın! Hem Allah’ın size olan ni’metini hatırlayın!» (83)
«Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâfa düşenler (yahudi ve hristiyanlar) gibi de olmayın! Hem işte onlar yok mu, kendileri için (pek) büyük bir azab vardır.» (84)
«Allah’a ve Resûlüne itâat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şübhesiz ki Allah, sabredenlerle berâberdir.» (85)
«(Hepiniz) O’na yönelen kimseler olarak, O’ndan sakının, namazı hakkıyla edâ edin ve müşriklerden olmayın! O (müşrik) kimselerden ki, dinlerini parçalayıp kısım kısım oldular. (Ve üstelik onlardan) her tâife, kendi yanlarında olan (din) ile sevinen kimselerdir.» (86)
Netice; İslâm dininde mezhepler vardır. Ama mezhepçilik yoktur. Mezhepler fayda verir, mezhepçilik ise her daim zarar verir. Mezhepler rahmettir, mezhepçilik azaptır. Mezhepler fırka değil, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfleri anlama, yorumlama biçimi ve metodudur. Mezhepler; İslâm dininin fiiliyata dökülmesinde ve karşılaşılan durumlarda kolaylıklar verir. Ve bu şekilde insan fıtratına da uygundurlar. Müçtehidin-i İzam Hazeratı başta olmak üzere bütün ulemâ-i İslâm’a Allah rahmet eylesin ve bizleri de ehl-i sünnet ve’l-cemaat yolundan şaşırtmasın. Âmin.

Abdulkadir Çelebioğlu

Dipnotlar
1- DİB Yayınları, Sorularla İslâm, s. 73
2- Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Mezhep maddesi
3- Ebû Dâvûd, Akdıye, 11: Tirmizî, Ahkâm, 3
4- Lütfi Şentürk-Seyfettin Yazıcı, İslâm İlmihâli, DİB Yayınları, s. 29
5- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 147
6- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 147
7- DİB Yayınları, Sorularla İslâm, s. 74
8- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 600
9- Kur’ân-ı Kerîm, Hayrat Neşriyat Meâli, Nahl Sûresi 36. Âyet Meâli
10- Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 5/265-266; İbn Hibbân, es-Sahîh, 2/77
11- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 600
12- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 600
13- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 600
14- Said Özdemir, Açıklamalı Şafiî İlmihâli, s. 8
15- Said Özdemir, Açıklamalı Şafiî İlmihâli, s. 9
16- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 600-601
17- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 601-602
18- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 602
19- Kur’ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, 43. Âyet Meâli
20- Muhsin Demirci, Tefsir Tarihi, s. 43-45
21- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 11, s. 546-548
22- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 38, s. 23-28
23- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 155
24- Hüseyin Okur, Yolumuz Dört Mezhep, s. 75
25- Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 369-370
26- Muhammed Zahid el-Kevserî, Mezhepsizlik Dinsizliğin Köprüsüdür, s. 5
27- Bkz. Hasan bin Ammar Şürünbülali, Nuru’l-İzah Tercümesi Nuru’l-Misbah, s. 5
28- Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, s. 39
29- Hasan bin Ammar Şürünbülali, Nuru’l-İzah Tercümesi Nuru’l-Misbah, s. 5
30- Hüseyin Okur, Yolumuz Dört Hak Mezhep, s. 75
31- Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s. 118
32- Buhârî , Tefsir: 62; Tirmizî, 47. Sûrenin tefsiri: 3
33- Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, s. 39
34- Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, s. 39
35- Halil Günenç, Şafiî İlmihali, s. 605-606
36- Halil Günenç, Şafiî İlmihali, s. 616
37- Halil Günenç, Şafiî İlmihali, s. 618
38- Said Özdemir, Açıklamalı Şafiî İlmihâli, s. 291
39- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 117
40- El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:53, 54
41- Said Özdemir, Açıklamalı Şafiî İlmihâli, s. 293
42- Zehebî, XI, 182-183
43- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 2. , s. 75-80
44- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 155
45- Bkz. Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 156
46- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 155
47- İbn Sa‘d, s. 440; İbn Abdülber en-Nemerî, el-İntiḳāʾ, s. 80-81
48- İbn Abdülber en-Nemerî, el-İntiḳāʾ, s. 80; Süyûtî, s. 71
49- TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 27, s. 506-513
50- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 155
51- Lütfi Şentürk-Seyfettin Yazıcı, DİB Yayınları, İslâm İlmihâli, s. 32
52- Lütfi Şentürk-Seyfettin Yazıcı, DİB Yayınları, İslâm İlmihâli, s. 32
53- Hüseyin Okur, Yolumuz Dört Hak Mezhep, s. 30
54- Ebu’l-Mevahib Abdülvehhâb bin Ahmed bin Ali eş-Şârânî, Mizan-ı Kübra, s. 44
55- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 534
56- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 535
57- Mehmed Kırkıncı, Bütün Eserleri-2, İçtihad Nedir?, s. 356
58- Nisa Sûresi, 4. Âyet Meâli
59- Muhammed Seyyid, Medhal, s. 306
60- Muhammed Zahid el-Kevserî, Makalât, s. 163
61- Muhammed Said Ramazan el-Buti, Mezhepsizlik, s. 146
62- Muhammed Said Ramazan el-Buti, Mezhepsizlik, s. 182
63- Muhammed Said Ramazan el-Buti, Mezhepsizlik, s. 206
64- Muhammed Said Ramazan el-Buti, Mezhepsizlik, s. 192
65- Mehmed Kırkıncı, Bütün Eserleri-2, İçtihad Nedir?, s. 359-361
66- Hüseyin Okur, Yolumuz Dört Hak Mezhep, s. 46
67- El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:64; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:210-212
68- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 299
69- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 300
70- Keşfu’l-Hafa, I, 64,66
71- Bakara Sûresi, 185. Âyet Meâli
72- Hac Sûresi, 78. Âyet Meâli
73- Araf Sûresi, 157. Âyet Meâli
74- Ebu’l-Mevahib Abdülvehhâb bin Ahmed bin Ali eş-Şârânî, Mizan-ı Kübra, s. 77
75- Müstedrek, 1, 286; Sünenü’d-Darimi, 1, 207
76- Mehmed Kırkıncı, Bütün Eserleri-2, İçtihad Nedir?, s. 377-379
77- Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 308-309
78- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 147
79- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 147
80- Mehmet Kubat, İslâm Mezhepleri Tarihi, s. 62
81- Mehmet Kubat, İslâm Mezhepleri Tarihi, s. 62
82- Seyyit Ahmet Arvasî, İlm-i Hâl, s. 150
83- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmrân Sûresi 103. Âyet Meâli
84- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmrân Sûresi 105. Âyet Meâli
85- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Enfal Sûresi, 46. Âyet Meâli
86- Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Rum Sûresi, 31-32. Âyet Meâlleri

Bu Dünyada İsyan Eden Kafirlerin Başına Neden Hemen Felaket Gelmez? Neden Cezalarını Çekmezler?

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde

“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir.”1 buyururlar.

Gerçekten de kâfirlerin içinde bulundukları maddî imkân ve rahat ile mü’minlerin çektikleri sıkıntı ve meşakkatlere baktığımızda, bu hadis-i şerifin mânâsını daha iyi anlamış oluruz.

Mü’minin hizmet ve meşakkat yeri dünyadır. Zira ebedî saadeti kazanmak için devamlı bir imtihana tâbidir. İmtihan ise, beraberinde sıkıntı ve meşakkati taşımaktadır. Mü’min dünyada ibadetin külfetine, imanın üzerine yüklediği vazifeye kendisini uydurmakla imtihanı kazanabilecektir.

Onun dünyadaki küçük hata ve günahlarına Cenab-ı Hak birtakım belâ ve musibetleri musallat ederek affına vesile yapmaktadır. Hatta bir hadis-i şerifte

“Ayağına batan dikene varıncaya kadar, mü’mine eza veren her şey onun günahlarının silinmesine ve manevî makamının artmasına birer vesile”2

olduğu buyurulmaktadır.Bu bakımdan dünya mü’min için bir nevi ceza ve imtihan yeri olmaktadır. Ebedî saâdete nisbetle hayatı, görünürde meşakkat ve sıkıntı ile geçtiğinden “Dünya mü’minin zindanıdır.” buyurulmuştur.

Kâfirlere gelince, görüp görecekleri rahmet yalnız bu âlemdedir. Yani kâfirin bütün saâdeti kısa dünya hayatındaki zahirî rahat ve saadetidir. Kâfir ebedî cehennemi hak ettiğinden, bazı iyiliklerine mükâfat olarak dünyada rahat içinde bir nevi cennet hayatı yaşamaktadır.3 Cezası kısa dünya hayatında çekmekle kurtulacak cinsten olmadığından âhirete bırakılmaktadır. Nitekim dünyada da öyle olmuyor mu? Bazı küçük dâvâlar mahallî mahkemelerde hemen halledilip karara bağlanırken, büyük dâvâlar, daha büyük merkezlere havale edilmektedir. Bunun için kâfirler dünyada kısa da olsa bir nevi cennet hayatı yaşamaktadırlar.

Yalnız bu husus hadisin ifade ettiği maddî ve zahirî cihetlere bakmaktadır. Yoksa mânen ve hakikaten mü’min dünyada bir cennet hayatı yaşadığı gibi, kâfir de mânen cehennem gibi ruhî ıztıraplar çekmektedir. Çünkü rahat ve refah içinde yaşamak başka, mânevî bir huzur ve saadet; vicdanî bir rahat içinde yaşamak daha başka bir şeydir.

İlk bakışta ne kadar meşakkatli olursa olsun, mü’minin imanı ruhunda manevî bir cennet hükmüne geçmektedir. Kâfirin küfrü ise onun mahiyetinde mânevî bir cehennemi saklamaktadır.

Evet, maddî vücudun rahatı demek, her zaman ruhun ve vicdanın rahatı demek değildir. Nice maddî saltanat ve imkân içinde olup da ruhî ıztırapların kıskacında kıvrananlar olduğu gibi, maddî sıkıntılar içinde olup da ruhî ve vicdanî huzur ve rahat içinde olanlar vardır. Buna delil olarak, bugünkü Avrupa cemiyetinde görülen ve gittikçe artan intihar vakalarıdır. Dıştan bakıldığında her türlü konfor ve rahat vasıtaları ile kuşatılmışlardır.

Fakat insan ruh ve kalbinin gıdası başka şeylerdir. Madde, ruha bir şey veremiyor. Bunun içindir ki, aklı hareket halinde olan insan, içinde bulunduğu hayatın mânâ ve mahiyetini kavrayamayınca bin bir türlü manevî işkence içinde kıvranmaya başlıyor. Neticede, çareyi düşüncenin kökünü kesecek olan sefâhet, meşru olmayan oyun ve eğlencelerde arıyor. Halbuki sefâhet ve günahların ruhî ıstıraplara yaptığı tesir, sadece ve sadece geçici bir uyuşturucu rolünden ibarettir. Tesiri gidince, ruhtaki ıstırap bütün dehşetiyle kendini açığa çıkarıp, insanı, nihayet hayatına son vermeye kadar götürebilmektedir.

Mü’min ise, ne kadar maddî sıkıntı ve meşakkat içinde olsa da, önünde ebedî bir saadet olduğunu düşünerek sabreder ve tevekkül eder. Ondaki bu ruh teslimi, ruh sükûnuna, bu da iki cihan saadetine vesile olur. Bunun içindir ki,

Ehl-i sefahet ve dalâlet, dünyada dahi bir manevî cehennem içinde azap çektiklerini ve ehl-i iman ve salâhat, dünyada dahi bir manevî cennet içinde İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyatıyle ulvî zevkler tadabilecekleri4

ifade edilmektedir. Hattâ iman derecesine göre bu zevkin ve lezzetin artacağı bir gerçektir.

Evet, iman, cennetin bir manevî çekirdeği ve küfür ise cehennem zakkumunun bir tohumu olduğu muhakkaktır.

Bunun için, mü’min zahiri sıkıntılarına aldırmaksızın Allah’ın çizdiği hayat programı içinde kalmaya, haram dairesine girmemeye çalışmalıdır. Aslında“Cennet ucuz olmamakla beraber” helâl dairesinde kalmakla kazanılan ebedî saadet de o kadar pahalı değildir.

Hülâsa,

Her kim hayat-ı fâniyeyi (geçici hayatı) esas maksat yapsa, zâhiren bir cennet içinde olsa da mânen cehennemdedir. Ve her kim hâyat-ı bâkiyeye (ebedî hayata) ciddî müteveccih ise saadet-i dareyne (iki dünya saadetine) mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını cennetin intizar (bekleme) salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder…5

Dipnotlar:

1. Müslim, Zühid, 1; Tirmizi, Zühd:16, İbni Mace, Zühd, 3
2. Müslim, Birr:46
3. Lemalar s. 43
4. İman ve Küfür Muvazeneleri, s 9.
5. Sözler, s.35, 36.

Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet

Pratik İslami Bilgiler (Soru – Cevap)

S.1-Cenaze Namazı kaç rekattır?
C.1-Cenaze Namazı ayakta kılınır, 4 Tekbirlidir.

S.2-İslamın şartları kaçtır?
C.2-Beştir, bunlar; Kelime-i Şehadet, Namaz, Oruç, Hac ve Zekattır.

S.3-Abdesttin Farzları nelerdir ?
C.3-Dörttür, bunlar; Ellerini ve kollarını dirseklere kadar yıkamak, Yüzünu yıkamak, Başın dörtte birini meshetmek, Ayaklarını topukları ile beraber yıkamak.

S.4-Guslün Farzları nelerdir ?
C.4-Üçtür, Mazmaza [Ağıza su alıp çalkalamak] İstinşak [Buruna su çekip sümkürmek] Tüm bedeni yıkamak.

S.5-Peygamberimizin [s.a.v.] iki kızı ile evlenen kimdir ?
C.5-Hz. Osman [r.a.]’dir.

S.6-Rasulullah’ı [s.a.v.] hicret sırasında yakalamak isterken atı çöle batan kimdir ?
C.6-Suraka’dır.

S.7-Mirac nedir ve Mirac sırasında Peygamberimizin bineği ne idi?
C.7-Mirac; Peygamberimizin bir gece yatağından alınarak önce mescidi Aksaya sonrada semaya götürülmesidir, bineği ise Buraktır.

S.8-Ezanı ruyasında öğrenen sahabi kimdir ?
C.8-Abdullah bin Zeyd’dir.

S.9-Bedir savaşında müslümanların sayısı kaçtı ve kaç kişi şehit oldu?
C.9-Müslümanların sayısı 300 idi ve 14 kişi şehit oldu.

S.10-Bedir savaşında Müşriklerin sayısı kaçtı ve kaç Kafir öldürüldü?
C10-Müşriklerin sayısı1000 idi ve 70 Kafir öldürüldü.

S.11-Kaç mezhep vardır ve nelerdir ?
C.11-İtikatta Mezhep ve Amelde Mezhep olmak üzere 2 Mezhep vardır.

S12-İtikatta Mezhep İmamlari kimlerdir?
C.12-İmam ebu Mansur Muhammed Maturidi ve imam ebu’l Hasani’l Eşaridir.

S.13-Amelde Mezhep kaçtır ve nelerdir?
C.13-4’tür; Bunlar; Hanifi, Şafii, Maliki, Hanbeli Mezhepleridir.

S.14-Itikatta Mezhebin nedir?
C.14-Ehli sünnet velcemaat mezhepleridir .

S.15-Amelde mezhep imamların adları nelerdir?
C.15-İmami Azam ebu Hanife, imam Malik, imam Şafii, imam Ahmed bin hanbel’dir.

S.16-İlk Cuma Namazı nerede kılındı?
C.16-Raruna vadisinde kılınmıştır.

S.17-Yolculuk halinde ve yolculuk hali dışında Meshin muddeti ne kadardır?
C.17-Yolculuk halinde 3 Gündür, yolculuk hali dışında 1 Gündür.

S.18-İmamı Azam Ebu Hanife’nin asıl ismi nedir?
C.18-Numan bin Sabittir.

S.19-Sahabi ve Tabiin kimlerdir ?
C.19-Sahabi Rasulullahı [s.a.v. görüp sohbetinde bulunan Muminlere denir. Tabiin ise Sahabilerden sonra gelen ve onlarla sohbet edenlerdir.

S.20-Rasulullah’ın [s.a.v.] zamanında ortaya çıkan yalancı Peygamber kimdir ?
C.20-Museylemetül Kezzap’tır.

S.21-Edilleí Şeriyye [şerí deliller ] kaçtır?
C.21-4’tür; Kitap, Sünnet, İcma ve Kiyas’tır.

S.22-Rasul kime denir?
C.22-Allah tarafından kendisine kitap verilen Peygamber demektir.

S.23-Peygamberlerin vasıfları nelerdir?
C.23-Sıdk [doğruluk], Emanet [güvenirlik], Fetanet [zeka ve yüksek anlayış], İsmet [masumiyyet], Tebliğ.

S.24-Hangi Kitaplar hangi Peygamberlere indirilmiştir?
C.24-Tevrat; Musa[a.s.], Zebur; Davut [a.s.], İncil; İsa [a.s.], Kuran’ı Kerim; Hz. Muhammed [s.a.v.] indirilmiştir.

S.25-Hz. Asiyye kimin hanımı idi ?
C.25-Kafir Firavunun hanımı idi.

S.26-Kendisi ilk Rasul olan ve oğullarından biri iman etmeyen Peygamber kimdir, bu Peygamber kavmini kaç yıl hakka davet etmiştir?
C.26-Nuh [a.s.] ‘dır, Kavmini 950 sene hakka davet etmiştir.

S.27-Hangi Peygamberlerin Hanımları iman etmeyerek helak oldular ?
C.27-Lut [a.s.] ve Nuh [a.s.]’ın hanımları.

S.28-Doğduğunda konuşan ve körlerin gözünü açma mucizesi verilen kimdir ?
C.28-Hz. İsa [a.s.] ‘dır.

S.29-Topukları altından zemzem çıkan ve kendisini bıçak kesmeyen çocuk kimdir?
C.29-Hz. İsmail [a.s.]’dır.

S.30-Firavunun sarayında büyüyen Peygamber kimdir ve kiminle yolculuk yapmıştır ?
C.30-Hz. Musa [a.s.]’dır ve Hızır [a.s.] ile beraber yolculuk yapmıştır.

S.31-Ömrü boyunca bir gün oruç tutup bir gün iftar eden Peygamber kimdir ve bu Peygamber geçimini nasıl sağlardı ?
C.31-Hz. Davut [a.s.]’dır ve geçimini demircilikle sağlardı.

S.32-Nuh [a.s.]’ín kavmi nasıl helak oldu?
C.32-Tufan sonunda boğularak helak oldu.

S.33-Cennetten gelen taşın adı nedir ?
C.33-Haceru’l esved ‘dir.

S.34-Yer yüzündeki ilk Mescid hangisidir ve kim tarafından yapılmıştır?
C.34-Kabe’dir ve Hz. İbrahim [a.s.] ve oğlu İsmail ile birlikte Allah’ın emri ile yapmışlardır.

S.35-Yer yüzünde yapılan ikinci Mescid hangisidir, kim yapmıştır ve nerededir?
C.35-Mescidi Aksad’ır,Yakup [a.s.] yapmıştır ve kudüste bulunmaktadır.

S.36-Hangi tepeler arasında Sa’y yapılır ve bu tepeler arasında su bulmak için koşan kadın kimdir ?
C.36-Safa ile Merve arasında Sa’y yapılır ve koşan kadın Hz. Hacer ‘dir.

S.37-Ulu’l –Azmdenilen Peygamberler hangileridir?
C.37-Hz. Nuh [a.s.], Hz. İbrahim [a.s.], Hz. Musa [a.s.], Hz. İsa [a.s.], Hz. Muhammed [a.s.]’dır.

S.38-Ashabi Kehf kaç yıl uyudu?
C.38- 309 Sene uyudular.

S.39-Abbasi Devleti ne zaman kuruldu veyıkıldı, bu devleti kimler yıktı ?
C.39-Hicri 132 Yılında kuruldu, Hicri 656 yılında yıkıldı. Bu Devleti Moğollar yıktı.

S.40-İspanya’da kurulan Müslüman Devletin ismi ne idi?
C.40-Endülüs Emevi Devleti.

S.41-Tarihte ilk Müslüman Türk Devleti hangisidir, nerede ve ne zaman kurulmuştur ?
C.41-Karahanlılar Devleti M.840 yılında Türkistan’da kurulmuştur.

S.42-Rasululah [s.a.] şairi ve müezzini kimdir ?
C.42-Şairi; Hassan bin Sabit, müezzini; Hz. Bilâl‘dir.

S.43-Hz. Ebubekir [r.a.] kaç yıl Halifelik yaptı ?
C.43-2 sene 3 ay 8 gün.

S.44-Savaşa katılmadıkları için haklarında Ayet inen üç Sahabi kimlerdir?
C.44-Kaab bin Malik, Murare bin Rebi, Hilal bin Umeyye.

S.45-Medinede ilk inşa edilen mescid hangisidir?
C.45-Kuba Mescidi.

S.46-Kur’án-ı Kerim kaç senede Nazil oldu ,Kuránı Kerimde kaç cüz ve sure vardır?
C.46-23 Senede Nazil oldu, Kur’án-ı Kerimde 30 Cüz ve 114 Sure vardır.

S.47-Kur’án-daen fazla geçen kelime hangisidir, bu kelime hangi sure’nin her Ayetínde geçiyor ve bu kelime Kur’án-ı Kerimde kaç defa zikredilir?
C.47-ALLAH Kelimesidir, Mucadele suresinin her Ayetinde geçiyor ve 2697 defa zikredilir.

S.48-Kur’án-i Kerimde kaç yerde tilavet secdesi vardır?
C.48-14 yerde vardır.

S.49-Mekkede Kur’án-ı Kerim’i ilk kez açıkça okuyan kimdir ?
C.49-Abdullah bin Mesud [ra.]’dir.

S.50-Hangi Ayetlere Mekki, hangi Ayetlere Medeni denir ve Hüküm AyetleriMekki midir yoksa Medenimidir ?
C.50-Hicretten önce inen Ayetlere Mekki, Hicretten sonra inen Ayetlere Medeni denir. Hüküm Ayetleri Medinede Nazil olduğu için Medeni Ayetlerdir.

S.51-Kur’án-ı Kerim’e göre insanlar ve cinler niçin yaratıldı ve insanın yer yüzündeki konumu nedir ?
C.51-İnsanlar ve cinler yalnız Allah’a kulluk etmeleri için yaratıldı ve insan Yer yüzünde Allah’ın halifesidir.

S.52-Hangi Surenin başında Besmele yoktur ve hangi Surede 2 tane Besmele vardır?
C.52-Tevbe Suresinde yoktur ve Neml suresinde 2 tanedir.

S.53-Sened ve Metinneye denir?
C.53-Hadisi Rivayet eden kişiler zincirine Sened denir, Sened’den sonraki Peygamberimizin [s.a.] sözlerine ise Metin denir.

S.54-Ravi nedir?
C.54-Peygamberimizin [s.a.] sözlerini veya fiillerini Rivayet eden her kişiye Ravi denir.

S.55-Sahabilerden en çok Hadis Rivayet eden Kadın ve Erkek Sahabi kimdir?
C.55-Kadın Sahabi Hz. Aişe r.a. ve erkek Sahabi Ebu Hureyre ra.’dır.

S.56-Muttefekun Aleyh ne demektir ve iki büyük Hadis Kitabı hangileridir ?
C.56-Buhari ve Muslimin bir Hadis üzerindeki ittifakıdır, iki büyük hadis kitabı ise Sahihi Buhari ve Sahihi Muslimdir.

S.57-Mevzu Hadis ne demektir ?
C.57-Peygamber Efendimizin ağzından uydurulan gerçek olmayan sözlerdir.

S.58-Hz. Muhammed s.a. kaç yaşında evlendi ve kaç yaşında Peygamber oldu ?
C.58-25 yaşında evlendi ve 40 yaşında Peygamber oldu.

S.59-Peygamberimiz [s.a.] é ilk Vahiy nerede geldi Peygamberimiz s.a. kaç sene gizli olarak islamı yaydı ve ilk defa açıkça Peygamberliğini nerede ilan etti ?
C.59-İlk Vahiy; Hira Dağında geldi, 3 sene gizli olarak İslamı yaydı ve Safa Tepesinde Peygamberliğini ilan etti.

S.60-Hz. Bilalé dininden döndürmek için kızgın taşla işkence eden kimdir ve bu kişiyi kim nerede öldürdü ?
C.60-Umeyye bin Halef ‘tir ve bu kişiyi Bilali Habeşi Bedir savaşında öldürdü.

S.61-Gördükleri işkenceler yüzünden Müslümanlar nerelere Hicret ettiler ?
C.61-Habeşistana ve Medineye hicret ettiler.

S.62-Medineye Hicret ne zaman gerçekleşti ve ilk hicret eden kimdir?
C.62- 622 tarihinde gerçekleşti ve ilk hicret eden Ebu seleme bin Abdul Esad r.a.’dır.

S.63-Peygamberimiz s.a. Medineye kiminle birlikte hicret ettisaklandıkları mağaranın ismi nedir, bu Mağaraya gizlice yemek taşıyan kimdi, kafirlerin durumu hakında kim bilgi taşıyordu?
C.63-Hz. Ebu bekir ile birlikte hicret etti, Mağaranın ismi Sevr Mağarasıdır, yemek taşıyan kişi o civarda koyun otlatan Amir bin Fuheyre‘dir ve kafirlerin durumu hakkındanHz. Ebu bekir r.a. oğlu Abdullah bilgi taşıyordu.

S.64-Rasulullah s.a. evi yapılmadan önce Medinede kime misafir oldu, kaç ay kaldı ?
C.64-Ebu Eyyub el Ensari r.a.‘nin evine misafir oldu ve buradayedi aya yakın kaldı.

S.65-Peygamberimizin son savaşı hangisidir ve ne zaman olmuştur?
C.65-Tebuk savaşıdır ve Miladi 630 yılında olmuştur.

S.66-H.z. Peygamberimizin kaç çocuğu olmuştur,isimleri nelerdir?
C.66-Yedi çocuğu olmuştur, bunlar; Kasım, İbrahim, Rukiye, Zeynep, Ümmü gülsüm, Fatıma ve Abdullah’tır.

S.67-Peygamberimizin s.a. süt Annesinin ve süt kardeşinin isimleri nedir?
C.67-Süt Annesinin ismi; Halime’dir, süt kardeşinin ismi; Şeyma’dır.

S.68-Cennetle kaç kişi müjdelendi, bu kimselere ne ad verilir ve bunlar kimdir?
C.68-10 kisi mujdelendi, bu kimselere Aşereí Mubeşşere denilir, bunlar; Hz.EbuBekir r.a., Hz. Ömer r.a., Hz. Osman r.a., Hz. Ali r.a., Zubeyr b.el Avam r.a., Abdurrahman b. Avf r.a., Sád b. ebi Vakkas r.a., Sa’d bin Zeyd r.a., Ebu ubeydebin Cerrah r.a., Talha bin ubeydullah r.a.’dır.

S.69-Akabe biatınedir, 1.ve 2. Akabe biatında kaç kişi vardır?
C.69-Peygamberimizle s.a. Medinelilerin hicretten önce yaptıkları anlaşmadır, 1.inde 12 kisi, 2’sinde 75 kişi bulunuyordu.

S70-Gazve ve Seriyye nedir?
C.70-Gazve; Peygamberimizin bizzat katıldığı savaşlara denir, Seriyye; Rasulullah s.a.’ín emri ile haraket eden, ancak bizzat kendisinin katılmadığı askeri birliğe denir.

S.71-Hendek savaşı ne zaman olmuştur ve bu savaşta Hz. Peygamberimiz s.a.’e hendek kazılmasını kim tavsiye etti?
C.71-Hicri 5. yılında olmuştur ve Selmani Farisi hendek kazılmasını tavsiye etmiştir.

S.72-Ehli Suffe kimdir?
C.72-Hicretten sonra Rasulullahıns.a. evinin avlusunda kalıp ilim öğrenen yoksul Müslümanlardır.

S.73-Ravza-i Mutahhara neresidir ?
C.73-Peygamberimizin kabri ile Minberi arasındaki kısma denir.

S.74-Asrı Saadet ne demektir?
C.74-Rasulullahın a.s. yaşadığı çağa asrı saadet yani mutluluk çağı adı verilir .

S.75-Mihrab ve Minber neye denir ?
C.75-Mihrab; Camide İmamın namaz kıldırdığı yere denir, Minber; Camide Hutbe okunan yerin adıdır.

S.76-Yahudilerle yapılan en büyük savaş hangisidir ve ne zaman yapılmıştır ?
C.76-Hayber savaşıdır, Hicretin 7.  yılında yapılmıstır.

S.77-Dünyada gelmiş geçmiş en hayırlı 4 kadın kimlerdir ?
C.77-Hz. Meryem, Hz. Asiye, Hz. Hatice, Hz. Fatıma.

S.78-İslamda kutsal sayılan 3 Mescid hangileridir?
C.78-Mescidi Haram, Mescidi Nebevi, Mescidi Aksa.

S.79-Hulefa-i Raşidin kimlerdir ve bunlardan hangileri vahiy katipliği yapmıştır?
C.79-Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Alive hepsi Vahiy katipliği yapmıştır.

S.80-Emevi Devleti ne zaman kuruldu ve yıkıldı, Müslümanların 5. Halife dedikleri Emevi Halifesi kimdir?
C.80-Hicri 41 Yılında kuruldu, Hicri132 yılında yıkıldı. Emevi Halifesi; Ömer bin Abdul Aziz’dir.

S.81-Fatiha suresinde sapanlar ve gazaba uğrayanlar olarak nitelenenler kimlerdir?
C.81-Sapanlar; Hiristiyanlardır ve gazaba uğrayanlar ise Yahudilerdir.

S.82-Hz. Lut a.s.’ín gönderildiği şehir hangisidir?
C.82-Sedum’dur.

S.83-Kaç kandil gecesi vardır ve nelerdir?
C.83-5 Tanedir; Kadir gecesi, Mevlid kandili, Regaib kandili, Mirac kandili, Beraat kandili.

S.84-Kadir gecesinde ne olmuştur?
C.84-Kur’an-ı kerimin Dünya semasından Peygamberimize indirilmeye başladığı gecedir.

S.85-Mevlid kandili nedir?
C.85-Rasulullah s.a.’ın Doğum gecesidir.

S.86-Regaib kandili nedir ve nezamandır ?
C.86-Hz. Amine’nin Yüce Peygamberimize hamile olduğunun farkına vardığı gecedir, Recep ayının ilk cuma gecesidir .

S.87-Mirac nedir ve Mirac gecesi ne zamandır ?
C.87-Peygamberimizin bir gece yatağından alınarak önce Mescidi Aksaya sonrada Semaya götürülmesidir ve bu gece Recep ayının27. gecesidir.

S.88-Beraat nedir ve bu gece ne zamandır ?
C.88-Kur’an-i Kerim’in Levhi Mahmuzdan Dünya Semasına indirildiği gecedir bu gece Şaban ayının 14’ünü15’íne bağlayan gecedir.

S.89-Mükellef ne demektir?
C.89-Çocukluktan çıkıp erkeklik veya kadınlığa ermiş aklı başında her müslüman mükelleftir. Yani İslamın emir ve yasaklarına uymaklayükümlüdür.

S.90-Ef’ali Mükellefin kaçtır ve nelerdir ?
C.90- 8 dir, Farz, Vacip, Sünnet, Mustehap, Mubah, Haram, Mekruh, Mufsid.

S.91-Farz ne demektir ve kaç kısımdır?
C.91-Kesin deliller ile sabit olan ilahi emirlere Farz denir, Farzı ayın ve Farzı kifaye olmak üzere iki kısma ayrılır.

S.92-Farzı ayın ve Farzı kifaye ne gibi şeylerdir ?
C.92-Farzı ayın; her akıl ve baliğ olan Müslümanın işlemesi Farz olan şeylerdir. Bunlar; 5 vakit Namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak, Zenginlerin zekatlarını vermesi, kudreti olanların Hacca gitmesi gibi şeylerdir. Farzı kifaye; bazı Müslümanların işlemesi ile öteki Müslümanlardan düşen şeylerdir. Cenaze Namazı, selam vermek ve almak gibi.

S.93-Vacip ne demektir ?
C.93-Allahu Tealanın emir edip Alimlerin delilinde şüphe ettigi hususlardır. Hanefilerce; şüpheli delil ile sabit olan şey demektir. Bunlar; Vitir namazı kılmak, Ramazan Bayramında sadaka-i Fitir vermek, Kurban Bayramında Kurban kesmek ve Bayram namazlarını kılmaktır.

S.94-Sünnet nedir ?
C.94-Farz ve Vacip olmayarak Peygamber Aleyhisselamın ibadet sureti ile her daim işleyip pek az terkettikleri şeylerdir. Misvak kullanmak, Teravih namazını kılmak, cemaatle namaz kılmak, çocukları sünnet etmek gibi şeylerdir.

S.95-Sünnet kaç kısımdır ve nelerdir?
C.91-Sünnet iki kısımdır. 1. Sunneti Müekkede, 2. Sünneti gayri Müekkede’dir. Sünneti Müekkede; Peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v.’in asla terk etmiyerek devam üzere işleyip ancak özür ile terk eylediği işlerdir.Sabah, Ögle, Aksam namazının sünnetleri ve Yatsı namazının son sünneti ve cuma namazının evvelki ve son sünnetleri gibi şeylerdir. Sünneti Gayri Muekkede; Peygamberimiz Hz.Muhammed s.a.v. in bazı kere işleyip bazı kere terk ettiği işlerdir. İkindi namazının sünnetini kilmak, mubarek günlerde oruç tutmak gibi şeylerdir.

S.96-Müstehap neye derler?
C.96-Peygamber efendimiz s.a.v.’in ömründe bir kaç kere işlediği veyahut işleyene sevap var buyurdukları şeye denir, bunlar; nafile sadaka vermek, nafile namaz kılmak, mubarek günlerde oruç tutmak gibidir.

S.97-Mubah ne demektir?
C.97-İşlenmesinde sevap, terk edilmesinde günah olmayan işe derler. Bunlar; oturmak, kalkmak, yemek, içmek, uyumak gibi şeylerdir.

S.98-Haram ne demektir ?
C.98-Subut ve delaleti kati olan ve mukellefin yapmaması hususunda kati delili ile sabit bulunan şer-i bir hükümdür. Haram olan şeyler; İnsan öldürmek, rakı, şarap içmek, hırsızlık yapmak, yalan yere şahitlik yapmak, namusa tecavüz etmek, Ana Babaya karşı gelmek, yer yüzünde fesat çıkarmak.

S.99-Mekruh nedir ?
C.99-İşlenmesi fena olan seylerdir ki, işlediği amelin sevabını giderir. Bunlar;Güneş doğarken ve zevalde iken ,batarken namaz kılmak, Camide sadaka vermek, At etini yemek, namazda gözünü yummak gibi şeylerdir. Güneş batarken nafile ve kaza namazı kılınmaz, ogünkü ikindi kılınır, kaza namazlarıda kılınır, fakat mekruhtur.

S.100-Kaç çeşit mekruh vardır ? Her birini tarif ediniz?
C.100-Mekruh iki çeşittir; a-Tahrimen mekruh; Harama daha yakın olan mekruha denir [Güneş batarken namaz kılmak gibi] b- Tenzihen mekruh; helale daha yakın olan mekruhtur. [sağ elle burnun temizlenmesi] gibi.

S.101-Rasulullah s.a’í diğer Peygamberlerden üstün kılan başlıca üç özelliği vardır, bunlar nelerdir?
C.101- 1.Son Peygamber oluşudur, 2. insanların olduğu gibi ,gözle görülmeyen cinlerede Peygamberoluşudur. 3.Şeriat’ının ve getirdiği ilkelerinDünyanın sonuna kadar devam edecek oluşudur.

S.102-Ehli Beyt kimlerdir ?
C.102-Peygamber efendimizin aile fertleri ve bunların soyundan gelenlerdir.

S.103-Cihat meydanında ilk şehit olan Müslüman kimdir ve Uhud’da ilk şehit olan Sahabi kimdir?
C.103-Hz. Mihca r.a. Bedir savaşındaki ilk şehittir, Uhud savaşındaki ilk şehit Abdullah bin Amr r.a.’dır.

S.104-Annesi, Babası, dedesi, anne annesi, amcası ve teyzesi bakımından İnsanların en kısmetlisi olan iki kardeş kimdir?
C.104-Hz. Hasan ve Hz. Huseyindir. Babaları Hz. Ali r.a. Anneleri Hz. Fatıma r.a. Dedeleri Rasulullah s.a. Anne anneleri Hz. Hatice r.a.,Teyzeleri Hz. Peygamber s.a. kızı Zeynep r.a. .

S.105-İslamı tebliğ için Rasulullah s.a. hangi ülkelere elçi göndermiştir ?
C.105-Habeşistan, Mısır, Doğu Roma imparatorluğu, İran.

S.106-Allah yolunda ilk kılıcı kim çekti ve ilk oku kim attı?
C.106-İlkkılıcı Ebu Zerr-el Gifari r.a., ilk oku Sa’ d bin ebi Vakkas r.a.

S.107-Ensar ve Muhacirler kimlerdir ve ensardan ilk Şehit kimdir ?
C.107-İslam dinini destekleyip, Muhacirlere evlerinive yüreklerini açanMedineli MüslümanlaraEnsar denir. İnancları yüzünden zulme uğrayıp, Mekkeden Medineye göç eden Müslümanlarada Muhacirler denir. Ensardan ilk Şehit Haris bin Suraka r.a.‘dır.

S.108-Muellefe-i Kulub kimlerdir ?
C.108-Müslüman olmayıp, kalpleri İslama ısındırılmak istenen kimselerdir.

S.109-Rasulullah s.a.’ın buyurduğuna göre, kıyamet günü Allahın gölgelendireceği  [himaya edip koruyacağı] yedi sınıf İnsan hangileridir ?
C.109-Adil yöneticiler, Allaha ibadet yolunda yetişen gençler, Camilere kalben bağlı kimseler, Allah için birbirini seven, onun yolunda birbirinden ayrılan kimseler, Makam sahibi güzel bir kadının harama davetini ben Allah’dan korkarım diyerek red edenler, sağ elinin verdiğini, sol eli bilmeyecek bir şekilde sadakayı gizli verenler, yalnızken Allah’ı anıp, göz yaşı dökenler.

S.110-Kendilerine kitap verilmeyip sayfa gönderilen Peygamberler hangileridir, bu Peygamberlere kaçar Sahife gönderilmiştir?
C.110-Hz. Adem a.s. 10 sahife, Hz. Şita.s. 50 sahife, Hz. İdris a.s. 30 sahife, Hz. Ibrahim a.s. 10 sahife .

S.111-Fasık kime denir?
C.111-Büyük günahlardan birini işlemiş veya küçük günahlara devam eden kimseye denir. .

S.112-Keramet nedir ?
C.112-Allah Tealanın Peygamberler dışındaki veli kulları elinde gösterdiği olağan üstü hallerdir .

S.113-Halkı Müslüman olan kaç ülke vardır ve Müslümanların Dünyadaki nufusu ne kadardır?
C.113- 46 Ülke vardır. Müslümanların nüfusu yaklaşık1.5milyardır.

S.114-Babası, dedesi ve büyük dedesi Peygamber olan Peygamber kimdir ?
C.114-Hz. Yusuf a.s.’dır. Babası Hz. Yakub a.s., dedesi İshak a.s., büyük dedesi İbrahim a.s.’dır

S.115-Zekat nedir?
C.115-Dinen zengin sayılan müslümanın, seneden seneye malının kırkta birini müslüman yoksullara vermesidir.

S.116-Zekat ne zaman farz olmuştur ve kimlere verilmez?
C116-Hicretin ikinci yılında (oruçtan önce ) farz kılındı. Zekat; Ana, baba, dede ve ninelere, oğul, kız ve torunlara, karı veya kocadan her biri diğerine, zekat vermekle yükümlü olanlara, müslüman olmayan fakirlere, cami, mescid, çeşme ve benzerlerini yaptırmak veya onarmak için zekat verilmez.

S.117-Kaç gram altına ve kaç gram gümüşe zekat düşer?
C.117-80,18 gram altına ve 561 gram gümüşe zekat düşer.

S.118-Dinimize göre misafir (yolcu) kime denir ve yolculukta farz namazları nasıl kılınır?
C.118-15 günden daha az oturmak niyeti ile90 km. lik veya daha uzak yolculuğa çıkan kimseye denir. Yolculukta farz namazları;dört rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılınır.

S.119-Kaza namazı nedemektir, hangi vakitlerde kaza namazı kılınmaz?
C.119-Vaktinde kılınamayan beş vakit namazı ödemek üzere, başka bir vakitte kılmaktır. Güneş doğarken, güneş tam tepemizde iken, güneş batarken kaza namazı kılınmaz.

S.120-Kimlerin cenaze namazı kılınmaz?
C.120-Düşük ve ölü doğan çocukların, bilerek anne veya babasını öldüren katillerin, yol kesicilerin, Allaha, Hz. Peygambere a.s., Kur’ana, kısacası İslama karşı çıkanların namazı kılınmaz.

S.121-Tevekkül ne demektır?
C.121-Bir şeyi elde etmek için gereken maddi ve manevi vesilelerin hepsine yapıştıktan sonra Allaha güvenip, ondan sonrasını Allaha bırakmaktır.

S.122-Karz-ı hasen nedir ?
C.122-Çıkar gözetmeksizin Allah rızası için ödünç para vermek.

S.123-Belli bir zaman içinde sünnetide kaza edilebilen namaz hangisidir?
C.123-Sabah namazı, o günün öğle vaktine kadar sünneti ile birlikte kaza edilebilir.

S.124-Mekke ile Medinenin bulunduğu bölgeye ne ad verilir, Yesrib hangi şehrin diğer adıdır?
C.124-Bu bölgeye Hicaz adı verilir. Yesrib Medinenin diğer adıdır.

S.125-Teyemmüm nedir? Ve teyemmüm ne zaman bozulur?
C.125-Suyun bulunmadığı veya kullanılmasının sakıncalı olduğu durumlarda, abdest veya gusül yerine vücudun belli yerlerini Hz. Peygamber s.a.v.’in öğrettiği şekilde temiz bir toprakla meshetmeye teyemmüm denir. Abdesti bozan hallerde, su bulununca veya su kullanma mahzuru ortadan kalkınca, teyemmüm bozulur.

S.151-Metaf ve Mesa nereye denir?
C.151-Metaf: Tavaf edilen yere denir. Mesa: Safa ile Merve arasında Say edilen yere denir.

S.152-İstilam ne demektir?
C.152-Ellerin kulak hizasına her gelişte Haceri esvedi Bismillahi Allahu ekber diyerek selamlamaktır.

S.153-Tilavet secdesi ne zaman yapılır ve nasıl yapılır ?
C.153-Secde Ayeti okunduğu yada dinlendiği zaman yapılır. Ayağa kalkılır, eller kaldırılmadan tekbir alınır ve secdeye gidilir, secdede üç defa sübhane rabbiyel ala dedikten sonra tekrar Allahu ekber denilerek ayağa kalkılır .

S.154-Bir Müslüman diğer bir Müslümanın vefatını duyduğu zaman nedemesi gerekir?
C.154-İnna lillah, ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allaha aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz ).

S.155-Müslümanınmüslüman üzerinde beş hakkı vardır. Bunları sayınız.
C.155-Selamına karşılık vermek, hasta ise ziyaretine gitmek, aksırınca dua etmek, meşru olan davetine gitmek, vefatında cenazesinde bulunmak..

S.156-Aksıran müslümanın “Elhamdülillah” demesi gerekir. Yanında bulunan kimse buna ne karşılık verir ?
C.156-Yerhamükellah (Allah sana rahmetiyle muamele etsin).

S.157-Hz. Adem ile Hz. Havva’nın Cennet’ten çıkarıldıktan sonra yer yüzünde buluştukları yer neresidir?
C.157-Arafatta Rahmet dağı.

S.158-Yakub Peygamber a.s.’ın lakabı ne idi ve Peygamberlere karşı en büyük zulmü hangi kavim işlemiştir?
C.158-Yakub a.s.’ın lakabı ”İsrail“ idi. Bu nedenle oğullarına ve torunlarına “Beni İsrail ”(israil oğulları) denildi. Peygamberlere karşı en büyük zulmü bu kavim işlemiştir.

S.159-Hud Peygamber a.s. hangi kavme gönderildi ve cenabı Hak, bu kavmi sonunda nasıl cezalandırdı?
C.159-Hud a.s. “Ad” kavmine gönderildi. Bu kavim şu şekilde cezalandırıldı: Önce siyah bir bulut göründü, sonra şiddetli bir fırtına esti. Ağaçları kökünden çıkarıyor,surları yıkıyor, kum ve çakılları havada uçuruyor, bunları kafirlerin yüzlerine çarparak gözlerini kör ediyordu, yok olup gittiler. Sütunlar şehri “İrem” geride bir rüya olarak kaldı .

S.160-Nuh a.s. a iman ederek gemisine binen oğullarının isimleri nelerdir?
C.160-Sam, Ham, Yafes.

S.161-Semud kavmini hangi Peygamber uyarmıştır, bu kavmin akıbeti ne oldu?
C.161-Salih a.s. uyarmıştır. Şehir halkı müthiş bir sayha (ses) ile sarsıldı, korku ve dehşet içinde, dizüstü kalarak öldüler. Geride sadaca kayalar içinde oyulmuş evleri kaldı.

S.162-“Medyen ve Eyke” halkına hangi Peygamber gönderildi? Bu kavmin sonu ne oldu?
C.162-Şuayb a.s. gönderildi. Bu kavim, havanın sıcaklığı nefes aldırmayacak kadar arttı. Sonra güneşe perde olan bir duman göründü, ardından korkunç bir zelzele oldu. Binaları başlarına yıkıldı. Yıkıntıların altında öldüler. Eykelilerin üstüne ise bu kara dumandan yıldırımlar yağdı, kavrulup gittiler.

S.163-Hz. Şit a.s.’dan sonra kendisine Peygamberlik geldi. İlk önce kalem ile yazı yazan ve elbise diken odur. Sonunda Cenabı Hak tarafından göğe kaldırılan bu Peygamber kimdir?
C.163-Hz. İdris a.s.’dır.

S.164-Hangi Peygamber, Peygamber olmadan önce, Şuayb a.s.’ın kızıyla evlenmiştir?
C.164-Hz. Musa a.s.

S.165-Kadisiye savaşı hangi halife zamanında yapıldı? Bu savaşta müslümanların baş komutanı kimdi? Bu savaş kiminle yapıldı?
C.165-Hz. Ömer r.a. zamanında, Hz. Peygamberin dayısı Sa’d bin ebi Vakkas komutanlığında, Rüstemin kumandasındaki İran ordusuyla yapılmıştır.

S.166-88 yıl Frankların elinde kalan kudüsü alarak, haçlılara en büyük darbeyi indiren müslüman hükümdar kimdir?
C.166-Selahaddin Eyyubi(1137 –1193)

S.167-Nevton’2dan çok önce diferansiyel hesabını keşfeden, cebir”igeometri’yi ilk uygulayan, Dünyanın çapını ve iki meridyen arasını doğru olarak hesaplayan Müslüman bilgin kimdir?
C.167-Sabit b. Kurra dır.

S.168-Dünyanın en meşhur 20 Astronomundan biri, trigonometri’nin mucidi, sinüs ve kosinüs tabirlerini ilk defa kullanan müslüman bilgin kimdir?
C.168-Battani (858-929)

S.169-Astronomi, Matematik, fizik, jeolojı, formatoloji, botanik alanlarında eserler vererek asırlar sonrasına ışık tutan; Dünyanın yuvarlak olduğunu, hem ekseni, hemde güneşin etrafında döndüğünü Kopernıkten tam 500 sene önce ispat eden büyük müslüman Türk dahi kimdir ?
C.169-Beyruni(973-1051)

S.170-Avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfeden müslüman bilgin kimdir?
C.170-İbnün –Nefis (1210-1288)

S.171-İslam geleneğine göre çocuk doğduğunda ne yapılır ?
C.171-Çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur ve dua edilir .

S.172-Sadaka’i Fıtırnedir ?
C.172-Müslümanların hem kendileri, hemde çocukları ve hizmetçileri için yoksullara yardım olmak üzere, Ramazan bayramından önce yada bayram günleri süresince verdikleri (en az miktarı her yıl Müftülüklerce belirlenip ilan edilen) sadakadır.

S.173-Kurban ne zaman ve nasıl kesilir?
C.173-Kurban kesimi Kurban bayramı namazından sonra başlamak üzere bayramın üçüncü günü güneş batımı öncesine kadar devam eder. (Şafii Mezhebine göre 4. günü de kesilebilir). Kurban kıbleye karşı yatırılarak niyet edilir, Tekbir getirilerek ve “Bismillahi Allahu Ekber” diyerek kesilir. Kasden terk edilirse Kurbanın eti yenmez.

S.174-Bid’at nedir? Kaç çeşittir?
C.174-Sonradan konulan adetler olup, iyi ve kötü olarak iki çeşittir.

S.175-İnsanların en akıllısı kimdir, sorusuna Peygamberimiz s.a.v. hangi cevabı vermiştir?
C.175-Ölümü en çok hatırlayıp, onun için en fazla hazırlıklı olandır, buyurmuştur.

S.176 Dinimiz ilim öğrenmeyi neden her müslümana farz kılmıştır?
C.176 Çünkü İslamın erişilmez yüceliği, bilim aydınlığı ile daha çok ortaya çıkar.

S.177 “Zaman ihtiyarladıkça Kuran gençleşiyor” sözü kimindir?
C.177 Bediüzzaman’ın .

S.178 Peygamber efendimiz a.s. doğduğu gece hangi tarihi olaylar meydana geldi?
C.178 Rasüli ekrem s.a.v. doğduğu gece, kisra’nın sarayında ondört sütun yıkıldı, mecusilerin ateşleri söndü ve sava gölü kurudu.

S.179 Kameri ayları sayınız ?
C.179 Muharrem, Sefer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce.

S.180 “Hasbunallah ve niğmel vekil” ne demektir?
C.180 Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.

S.181 Rasülullah s.a.v.’ınbuyurduğuna göre kimlerin duası Allah indinde reddedilmez?
C.181 Babanın ve Annenin evladı için, Bir müslümanın din kardeşi için yaptığı dualarla, iftar edinceye kadar oruçlunun, birde adaletten ayrılmayan hükümdarın yapmış olduğu dualar Allah katında geri çevrilmez.

S.182 Sırat’ı Müstakim nedemektir?
C.182 En doğru yol İslamiyet yolu.

S.183 Hasenat ve seyyiat ne demektir?
C.183 Hasenat; iyi ameller, iyilikler, Seyyiat; kötülükler, günahlar, suçlar.

S.184 Ganimet ne demektir? İslamda ilk ganimet ve esir ne zaman alındı?
C.184 Ganimet; Harpte düşmandan alınan mal demektir. İlk ganimet Abdullah bin Cahş seriyyesi tarafından alınmıştır.

S.185 “Adalet Mülkün temelidir” sözü kimindir?
C.185 Hz. Ömer r.a.’ ın.

S.186 Kuranı Kerimin diğer isimleri nelerdir?
C.186 Kitap, Furkan, Mushafı Bürhan, Hablullah, Hablül Metin, Kelamullah, Zikr, Hüda, Nur, Şifa

S.187 Hadisi Kudsi neye denir?
C.187 Rasulullah s.a.v.’ın Kur’an dışında Allah’tan rivayet ettiği sözlere denir. Manası Allaha, söz ve ifade Rasulullaha aittir.

S.188 Hz. Adem’in üçüncü oğluve ikinci Peygamber kimdir?
C.188 Şit a.s.’dır.

S.189 Allah için buğz ne demektir?
C.189 Kötülüğü gidermeye gücü yetmeyen müslümanın, Allahın emrini ve rızasını düşünüp, hiç olmazsa o fiili hoş karşılamaması, kalben üzüntü ve öfke duyması.

S.190 Hangi sünneti yerine getirmek ,hangi farzı yerine getirmekten daha fazla sevap kazandırıcıdır?
C.190 Selam vermek sünnet, almak farz olduğu halde, selam vermenin sevabı daha fazladır.

S.191 Rasulullah s.a.v.’ın ve dört Halife r.a.’ın gümüş yüzükleri üzerinde hangi yazılar vardı?
C.191 Peygamberimiz s.a.v. ın yüzüğünde üç satır halinde “Allah, Rasul, Muhammed”, H.z. Ebubekir r.a.’ın “Allah ne güzel kudret sahibidir”, H.z. Ömer r.a.’ın “Ya Ömer, sana vaiz ve nasihatçı olarak ölüm kafidir”, H.z. Osman r.a.’ın “Ya, bela ve musibetlere sabredersin, yada nedamet edersin”, Hz. Ali r.a.’ın “Mülk Allahındır” yazılı idi .

S.192 İmam ebu Mansur Muhammed Maturidi nerelidir ve nezaman vefat etmiştir?
C.192 Semarkandın Maturid köyündendir, Türk’tür. Hicri 333 tarihinde vefat etmiştir.

S.193 Ebul Hasenil Eşari hazretleri nerelidir ve nerede vefat etmiştir?
C.193 Basralı olup Hicri 324 tarihinde vefat etmiştir .

S.194 Namazın kazaya kalmasına meşru sebep kaçtır?
C.194 Üç tür; Uyku, Muharebe esnasında düşmandan hiç fırsat bulamamak, unutmak.

S.195 Bütün kabileler Peygamberimize elçiler göndererek İslama girdiklerini söylüyorlardı. Bu sebepten dolayı bu yıla elçiler yılı denildi. Bu yıl hicretin kaçıncı yılıdır?
C.195 Hicretin 9. yılıdır.

S.196 Bedir muharebesi Ramazan ayının kaçında ve hangi gün başladı?
C.196 Ramazanın 17 sinde salı günü başladı.

S.197 Bedir savaşına Ensardan kaç kişi katıldı?
C.197 231 kişi katıldı.

S.198 Peygamberimizin s.a.v. emri ile Medineyi 10 gün içerisinde terk etmelerini emir ettiği aksi halde boyunlarının vurulacağını bildirdiği yahudi kabilesi kimdir?
C.198 Nadiroğulları.

S.199 Yahudilerin çalışması sonucu bir cephe oluşmuştu, Mekke müşrikleri ve müttefikleri Medineye saldırmak için 10.000 kişilik bir ordu hazırladılar. Bu orduyu kim komuta ediyordu?
C.199 Ebu Sufyan.

S.200 Hangi putun getirilmesi ile Suudi Arabistanda put perestlik başladı?
C.200 Hubel.

S.201-Hendek kazasının diğer bir adıda Ahzap kazasıdır.Bu kaza hicretin kaçıncı yılında oldu
C.201-Hicretin 5. yılında.

S.202-Mekke müşrikleri Kusay tarafından hükümet konağı olarak yaptırılan bir binada toplanarak meselelerini görüşürlerdi. Bu binaya nasıl bir isim verilmiştir?
C.202-Dar’unnedve .

S.203-Kudüsün Romalılar tarafından tahrip edilmesi üzerine Medineye gelen yahudi kabilelerinin adları nedir?
C.203-Nadr, Kureyza, Kaynuka.

S.204-Kıblemizin mescidi Aksadan Kabeye değiştirilmesini emreden Ayet Kuranı Kerimin hangi suresindedir?
C.204-Bakara 244. Ayet.

S.205-2. Akabe Biatı yapan Müslümanlar nereli idiler?
C.205-Medineli.

S.206-Medinede kurulan ve sınırları belirlenmiş ve yönetimin başına Peygamberimizin geçtiği devlete nasıl bir isim verilmiştir?
C.206-Medine site devleti.

S.207-İslamiyet döneminin ilk müstakil Mescidinin adı nedir?
C.207-Kuba Mescidi.

S.208-Peygamberimiz yazışmalarında yahudilere güvenmediği için ashabından birini yahudi yazısını öğrenmekle görevlendirdi, bu sahabe kimdir?
C.208-Sabit oğlu Zeyd.

S.209-Peygamberimiz Medineye geldiklerinde bu şehirde iki büyük kabile vardı. Bu iki büyük kabilenin adları nedir?
C.209-Evs ve Hazrec kabileleri.

S.210-Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Zübeyr, Abdurrahman ibni Avf gibi değerli insanlar ilk müslüman olanlardır. Bunların hepsine birden ne ad verilir ?
C.210-Es-Sabikunelevvelun.

S.211-Ensar ve Muhacir kimlerdir?
C.211-Ensar; Medinenin yerlisi olan Müslümanlardır. Muhacir; Mekkeden Medineye dinini yaşamak ve yaşatmak için her şeyini terk ederek hicret eden Müslümanlardır.

S.212-Gaza ve Seriyye nedir?
C.212-Gaza; Peygamberimizin bizatihi kendisinin katıldığı askeri harekata denir. Seriyye; Peygamberimizin katılmadığı Ashabının birisinin komutasında gönderdiği askeri birliklerin gerçekleştirdiği askeri faaliyetlere denir.

S.213-Aişe Annemize münafıklar tarafından atılan iftira, ifk hadisesi olarak tarihe geçmiştir. Bu olay hangi gaza esnasında oldu?
C.213-Mureysi gazasında olmuştur.

S.214-Su bulunmadığı için teyemmümün farz kılınması hangi gaza esnasında oldu ?
C.214-Müreysi gazası.

S.215-Mekkenin Fethinin sebebi nedir?
C.215-Hudeybiye andlaşmasının bozulması.

S.216-İslam Alimleri İmanı inanma yönünden 2 kısma ayırmışlardır, bunlar nelerdir?
C.216-1. İcmali İman ve 2. si Tafsili İman. İcmali İman; Allah cc.ve ondan gelen her şeye iman etmektir. Bu kelimei tevhid veya kelimei Şehadetle ifade edilir.

Tafsili İman;

a)Allah cc. Varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed s.a.v. Onun son Resulu olduğuna ve Ahiret gününe iman etmek.

b)İmanın 6 şartını sayıp iman etmek.

c) Kuranı Kerim ve Hadislerde açıklanan, bize tevatür yoluyla ulaşan bütün hususlara ve hükümlere ayrı ayrı, Allah cc. İstediği gibi iman etmeye denir.

S.217-Allah cc. sıfatları kaça ayrılır ve nelerdir?
C.217-1. Zati Sıfatları, 2. Subuti Sıfatları olmak üzere ikiye ayrılır.

1-Zati Sıfatları; a)Vucud: Allah cc. var olması demektir. O, ezeldede var idi gelecektede var olacaktır. b) Kıdem: Allah cc. varlığının başlangıcı olmaması. O, ezelidir, onun varlığının bir başlangıcı bir doğumu yoktur. c)Beka: Allah cc. varlığının sonu olmaması.

O ebedidir, varlığı ölümle, kıyametle veya başka bir şekilde sona ermeyecektir. d)Vahdaniyyet: Allah cc. varlığında ve fiillerinde tek olması. Onun ortağı ve benzeri yoktur. e)Muhalefetün lil Havadis: Allah cc. sonradan yaratılanlara hiç benzemez. O, sıfatlarında ve fiillerinde yarattığı hiç bir şeye benzemez. F)Kıyam bi Nefsihi: Varlığı kendindendir, hiç bir şeye muhtaç değildir. O, başka bir kuvvet tarafından meydana getirilmemiştir.

2-Subuti Sıfatları; a) Hayat: Allah cc. diri olmasıdır. Her şeye can veren ve onları diri kılan Allah cc.’tur. b) İlim:Allah cc. her şeyi bilmesi. O, olmuşu, olacağı, gerek bütün olarak ve gerekse ayrı ayrı, gerek eskiden, gerekse gelecekte her şeyi olduğu gibi bilir. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır. c) İrade: Allah cc.’ın dilemesidemektir. O, yaratmak istediği, öldürmek ve değiştirmek istediğini kendi iradesi ile yapar. O, bir şeyi kendi hikmetine göre diler ve yapar.

d)Kudret: Allah cc. güç ve kuvvet sahibi oluşu. Onun kuvvet ve kudretinin sonu yoktur.

O, bir şeyi irade sıfatı ile diler, ilim sıfatı ile bilir ve kudret sıfatı ile güç yetirir, tekvin sıfatı ile yaratır. e) Semi: Allah cc.’ın işitici olması. O, bütün sesleri işitir. İşitmesinin bir sınırı yoktur.

f) Besar: Allah cc.’ın görmesi. O,her şeyi görür. g)Kelam: Allah cc. konuşması. O, harf veya sese muhtaç olmadan konuşur veya söyler. O, bu sıfatıyla kullarına şeriat göndermiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. h)Tekvin: Allah cc. Yaratması demektir. Bütün varlıkların yaratıcısı odur.

S.218-Meleklerin özellikleri nelerdir?
C.218- Nurdan yaratılmışlardır, Erkeklik ve dişilikleri yoktur, yemezler ve içmezler, insanların onları gözleri ile görmesi mümkün değildir, onlar asla Allah cc. isyan etmezler, ne ile emrolunmuşlarsa onu yapmakla meşgul olurlar, her yerde bulunurlar, her biri vazifesine göre isim alır.

S.219-Büyük Melekler kaçtır ve görevleri nelerdir?
C.219-Cebrail: Vahiy Meleğidir.Peygamberlere Vahiy getirmekle görevlidir. Mikail: Tabiat olayları ile ve canlıların rızıkları ile ilgilenir. Azrail: Canlıların ruhunu kabzetmekle (almakla) görevlidir. İsrafil: Kıyameti ve Mahşer gününü Sur denilen alete üfürerek ilan edecek olan Melektir. Münker ve Nekir: Mezarda İnsanlara dinle ilgili soru sorarlar. Kiramen Katibin Melekleri: İnsanların sağ ve sollarında bulunurlar ve onların Amellerini yazarlar.

Hazin: Cennet kapıcısı.Malik: Cehennem bekçisi. Muakkıbat Melekleri: İnsanları koruyan Melekler. Rıdvan: Cennet nimetleri ile ilgilenen Melekler.

S.220-Suhuflar halinde vahıy olarak hangi Peygamberlere kaçar suhuf gönderilmiştir?
C.220-Adem a.s.(10) suhuf, Şit as. (50) suhuf, İdris as. (30) suhuf, İbrahim as. (10) suhuf.

S.221-Kitap halinde hangi Peygamberlere Vahiy inzal edildi?
C.221-Tevrat: (Musa as.), Zebur: (Davud a.s.), İncil: (İsa a.s.), Kuranı Kerim: (Muhammed s.a.v. ) indirildi.

S.222-İslamdan başka dinin geçerli olmadığını hangi ayetle açıklayabiliriz?
C.222-Ali İmran suresi 85. Ayetle: “Kim İslamdan başka din ararsa, o aradığı din kendisindenkabul edilmeyecektir ve o Ahirette sonsuz zarara uğrayanlardan olacaktır.

S.223-Ezelde Ruhların Allaha verdikleri sözü hangi Ayet açıklar?
C.223-“Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı. Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? Demişti. Onlarda, evet Rabbimizsin, şahit olduk, demişlerdi.”(Rabbinin böyle yapması ) Kıyamet günü, bundan haberimiz yoktu, dememeniz içindir. Yada “bizden önceki atalarımız şirk koşmuşlardı, biz ise onlardansonra gelen kuşağız. İşleri batıl olan (atalarımız) yüzünden bizleri helakmı edeceksin, dememeniz içindir. El-A”raf –172-173.

S.224-İslam, hangi kaynaklara başvurularaköğrenilir? (yani edille-i şeriyye ) nelerdir?
C.224-İslam Alimlerinin çoğunun görüşüne göre bu temel kaynaklar dört tanedir:

1) Kitap (Kuranı Kerim),

2)Sünnet (Peygamberimizin sözleri ve işleri),

3-) İcma-i Ümmet (Alimlerin ortak hükmü), 4-) Kıyası Fukaha (Alimlerin kıyas yapmaları).

S.225-Bugün Astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. ”Büyük patlama”, orjinal adıyla “Big Bang” teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Bu olay Kuranda bize 1400 yıl öncesinden hangi Ayetle haber verilmektedir?
C.225-“O gökleri ve yeri yoktan var edendir…”(En’am Suresi,101)

S.226-“Geceyi, gündüzü, Güneş’i veAy’ı yaratan o’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” (Enbiya Suresi, 33) “Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir”. (Yasin Suresi, 38) Kuran’da geçen bu Ayetler bize neyi bildirmektedir?
C.226-Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyuncaVega Yıldızı doğrultusunda saatte 720 bin km.’lik muazzam bir hızla hareket etmektedir. Bu kabaca bir hesapla, Güneş’in günde 17 milyon 280 bin km. yol katettiğini gösterir. Tüm Gezegenler ve Uyduları ve ayrıca, evrendeki tüm yıldızlar da buna benzer planlı bir harekete sahiptirler.

S.227-“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.” (Enbiya Suresi,32). Bu Ayet bize hangi olayı açıklıyor?
C.227-Yerküremizi çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Dünyaya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek yok eder.
Atmosfer, bunun yanısıra, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları da filtre eder. İşin ilginç olan yanı, atmosferin sadece zararsız orandaki ışınları, yani görünür ışık, kızıl ötesi ışınlar ve radyo dalgalarını geçirmesidir. Örneğin atmosfer tarafından belirli oranda geçmesine izin verilen ultraviyole ışınları, bitkilerin fotosentez yapmaları ve dolayısıyla canlıların hayatta kalmaları açısından büyük önem taşır. Güneş tarafından yayılan şiddetli ultraviyole ışınlarının büyük bölümü, atmosferin ozon tabakasında süzülür ve Dünya yüzeyine yaşam için gerekli olan az bir kısmı ulaşır. Dünya,uzayın ortalama eksi 270 derecelik dondurucu soğuğundan yine atmosfer sayesinde korunur.

S.228-“Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık…”(Enbiya Suresi,31)

“Biz ,yeryüzünü bir döşek kılmadıkmı? Dağları da birer kazık?.” (Nebe Suresi,6-7)

“…Arzdada, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı…”(Lokman Surasi ,10)

Bu ayetler bizlere hangi bilimsel gerçekleri açıklıyor?

C.228-Günümüzde modern jeolojinin bulgularına göre dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir.

İki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Yani dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yeraltına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır. Bu şekilde, yer kabuğunu sabitleyerek mağma tabakası üzerinde yada kendi tabakaları arasında kaymasını engeller. Kısacası dağları, tahtaları birarada tutan çivilere benzetebiliriz.

S.229-“…Ve kendisindeçetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli )yararlar bulunan demiri de indirdik…” (Hadid Suresi,25). Bu Ayet bize ne bildiriyor?
C.229-“İndirme” kelimesi, mecazi olarak insanların hizmetine verilme anlamında düşünülebilir. Fakat kelimenin ,”Gökten fiziksel olarak indirme “şeklindeki gerçek anlamı dikkate alındığında, ayetin çok önemli bir bilimsel mucize içerdiği görülmektedir. Çünkü modern astronomik bulgular, Dünyamız’daki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğiniortaya koymuştur. Evrende ağır metaller, büyük yıldızların çekirdeklerinde üretilir. Güneş sistemimiz ise demir elementini kendi bünyesinde üretebilecek yapıya sahip değildir. Demir ancak Güneşten çok daha büyük yıldızlarda birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir. Nova veya süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz ve patlar. Bu patlama sonucu, içinde demir bulunan gök taşları uzaya dağılır ve bir gök cisminin çekimine yakalanıp çarpana kadar boşlukta dolaşır.

S.230-“Ki o, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi diriltti(ve her yanına hayat) yaydı; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip)çıkarılacaksınız” (Zuhruf Suresi,11) Bu ayet bize neler bildiriyor?
C.230-Yağmurdaki bu ölçü çağımızdaki ölçümlere göre, yer yüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır. Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Bu, aynı zamanda bir yılda Dünya’ya yağan yağmur miktarıdır. Yani su, sürekli bir denge içinde, ”bir ölçüye göre “dönüp durmaktadır.

S.231-“Birbiriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.”(Rahman Suresi,19-20) Bu Ayet bize hangi mucize olayı bildiriyor?
C.231-Akdeniz’de ve Atlas Okyanusu’nda büyük dalgalar, güçlü akıntılar ve gelgitler vardır. Akdeniz’in suyu, Cebelitarık Boğazı’nda Atlas Okyanusu ile karşılaşır. Ama bu karşılaşma sonucu kendi sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk özellikleri değişmez. Çünkü iki deniz arasında görülmeyen bir sınır vardır.

S.232-“Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecekmisiniz? Şimdi (rahimlere)dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?” (Vakıa Suresi, 57-59) “Sonra o su damlasını bir Alak (hücre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak’ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik;sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah,ne yücedir.”(Müminun Suresi,14).Bu Ayetler bizlere neler bildiriyor?
C.232-İnsanın yaratılışı ve bunun mucizevi özelliği, daha pek çok ayette vurgulanır. Ancak bu vurgular arasında öyle bilgiler vardır ki, bunlar 7. yüzyılda yaşayan insanların asla bilemeyeceği detaylardır. İşte bunlardan bazıları;

1-İnsan, meni sıvısının tamamından değil, aksine çok küçük bir parçasından (spermadan) yaratılır.

2-Bebeğin cinsiyetini erkek belirler.

3-İnsan embriyosu ana rahmine adeta bir sülük gibi yapışır.

4- İnsan ana rahminde üç karanlık bölge içinde gelişir. Erkekten atılan 250 milyon kadar spermden çok az bir miktarı yumurtaya ulaşmayı başarır.Yumurtayı dölleyecek olansa sağ kalmayı başaran 1000 kadar spermden sadece bir tanesidir.Anne karnındaki bebek, gelişiminin ilk aşamasında annesinin kanından beslenebilmek için rahim duvarına yapışıp tutunan bir zigot halindedir. Kur’an’da,”asılıp tutunan”anlamına gelen, deriye yapışıp kan emen sülükler içinde kullanılan “alak” kelimesiyle 14 yüzyıl önceden mucizevi bir biçimde bildirilmiştir. Anne karnındaki embriyonun ilk aşama olarak kıkırdak dokusu kemikleşir. Ve daha sonra bu kemiklerkas hücreleri tarafından sarılmaya başlanır. Allah bu gelişimi, “….daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik…..”ifadesiyleen açık şekilde tarif etmiştir.

S.233-“Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı)tavsiye ettik. Annesi onu,zorluk üstüne zorlukla(karnında ) Taşımıştır. Onun(sütten )ayrılması, iki yıl içindedir.”Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.”(Lokman Suresi, 14) Bu ayet bize neyi bildiriyor?
C.233-Anne sütü, bebeğin besin ihtiyaçlarını eksiksiz olarak gidermek ve bebeği olası enfeksiyonlara karşı korumak üzere Allah tarafından yaratılmış eşsiz bir karışımdır. Bilimin Anne sütü ile ilgili yeni keşfettiği gerçeklerden biri ise bebeğin anne sütü ile 2 yıl boyunca beslenmesinin son derece faydalı olduğudur.

Derleyen: Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Selimname Nedir? Tarihteki Yeri ve Önemi

Selimname, I. Selim (Yavuz Sultan Selim) ile II. Selim’in hükümdarlık yıllarının anlatıldığı manzum, mensur veya manzum mensur karışık tarihî eserlere verilen addır. Bilinenler içerisinde yalnız Kazasker Vusulî Mehmed Çelebi’nin Selimnamesi II. Selim’i anlatmakta, geri kalanları I. Selim’i anlatmaktadır. Çoklukla Türkçe olmakla birlikte Arapça ve Farsça Selimnameler de yazılmıştır.

I. Selim’den itibaren Osmanlı hükümdarlarının tek tek devirlerini anlatan tarihî eserler yazılmaya başlanmış, bunlar Selimname, Süleymanname gibi adlarla anılmıştır.

Selimnameler Osmanlı tarihçiliği bakımından önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Çünkü bu eserleri yazanlar, çoklukla ya bu hükümdarların devrinde yaşamış, onunla sarayda veya seferlerde birlikte olmuş, ya da yakınlarında bulunmuş kişilerin anlattıklarına dayanmışlardır. Yavuz Sultan Selim’in sağlığında başlayan (Örn. Keşfî’nin eseri) Selimname yazarlığı Kanuni Sultan Süleyman zamanında doruğa ulaşmıştır.

I. Selim devri olaylarını anlatan eserlerin büyük bir kısmı bu büyük hükümdar zamanında yazılmıştır. Özellikle Osmanlı Devletinin sınırlarının ve gücünün doruğa çıktığı bu devirde sanat faaliyetleri de artmış, şair ve ediplere değer verilmiş, onlar korunmuş ve yazıp getirdikleri eserler hükümdar tarafından ödüllendirilmiştir. Bu sebeple de birçok tarihçi, kahramanlıklarla dolu fakat kısa bir hayat süren Sultan Selim’in ilgi çekici devrini farklı kaynaklara dayanarak defalarca yazmışlar ve oğlu Sultan Süleyman’a sunmuşlardır.

Bu yazarların bazıları sarayda önemli mevkilere getirilmiş, Şükrî-i Bitlisî gibi bazıları da yüklü miktarda para yanında tımarla da ödüllendirilmiştir. Selimnamelerin bazıları, daha Sultan Selim’in 1509 yılında Trabzon valisiyken Gürcülerle yaptığı savaşları anlatarak başlarlar.

Birçok eserde onun kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yaptığı taht mücadelesi geniş bir yer tutar. Hatta kimi yazarların bu eseri Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman’a sunmaları ve Selim’in mücadeleyi kazanarak iktidara gelmiş olması sebebiyle bu taht mücadelesinde taraf olduğu ve Sultan Selim’i tuttukları görülür.

Selim’in tahta geçişi, babasının ölümü, İran ve Mısır seferleri bütün canlılığıyla ve teferruatıyla anlatılır. Eser genellikle Selim’in ölümü ve oğlu Sultan Süleyman’ın tahta geçmesiyle son bulur. Selimnamelerin hepsi Sultan Selim’in hayatının tamamını anlatmazlar.

Meselâ İshak Çelebi’nin Selimnamesi, II. Bayezid Türk Edebiyatında Selimnameler 33 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009 devrinin sonlarından başlayıp Selim’in cülusuna kadar getirip bırakmıştır. Eserlerin tarihî değerleri oldukça yüksektir. Bunlar, bizzat saray çevresinde bulunmuş, hükümdarla birlikte seferlere katılmış kişiler tarafından ya da birinci derecede kaynaklara dayanarak yazılmış oldukları için birer vesika durumundadırlar.

Bu yüzden de Yavuz Sultan Selim devri tarihi yazılırken başvurulan en önemli kaynaklar arasında yer alırlar. Selimnameler sayesindedir ki, Osmanlı hükümdarları arasında dönemi en iyi aydınlatılan ve kolay yazılabilen I. Selim olmuştur.

Selimnameler yalnız birer kuru tarih kitabı değildir. Bir yandan çoğu vesikalı tarihî bilgiler verirken, diğer yandan devrin bütün özelliklerinin bu eserlere yansıdığı görülür. Devlet yönetimi, saray, Osmanlı coğrafyası, ordunun durumu, gelenekler, kültürel yapı, kullanılan silâhlar, savaş taktikleri, hükümdarın ruh hâli, dil, edebiyat, folklor vb. konularda oldukça sağlam bilgiler de bu eserlerde yer almaktadır.

İstanbul ve Anadolu kütüphaneleriyle birlikte Avrupa kütüphanelerinde de çok sayıda Selimname nüshası vardır (Bunlar hakkında bkz. Babinger, Tekindağ, Uğur ve Kartal’ın çalışmaları). Bu eserler üzerinde kimi zaman toplu, kimi zaman da bağımsız çalışmalar yapılmış, özellikle son yıllarda Türkiye’de bazı Selimnamelerin metinleri yayımlanmıştır.

Selimnameler Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmıştır. Türkçe metinler çoğu zaman 16. yüzyılın Arapça ve Farsça kelime oranı oldukça yüksek ağdalı diliyle yazılmış olsalar da içlerinde Şükrî’nin Selimnamesi gibi dil bakımından oldukça önemli ve orijinal olanlar da vardır.(Makale Mustafa Argunşah’a aittir)

Süleyman Demirel Üniversitesinde  Yahya Kemal’i okuttuğumda Selimname’yi  ödev olarak verdim. Daha Sonra Mehmet Kırkıncı Hoca Hazretlerinin Yavuz Sultan Selim isimli eserini ödev yapan çocuklara karşılıksız dağıttım. Şimdi Yukarıda Mustafa Argunşah’ın  bu konudaki yazısı ile birlikte bu kısmı daha sonra da şiiri alıyorum. Himmet uç

 

Selimname Yahya Kemal Beyatlı

eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür

kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür

tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tûğlar

···

SEFER

tebrîz’e doğru çıktı sefer şâhrâhına
ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına

at üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
râmoldu şîrler gibi yâvuz nigâhına

yekser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
câlis budur erîke-i âlem-penâhına

münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
bir devlet ermegaan edecektir ilâhına

âhır ağardı tan yeri re’s-î cibâlden
serhad’de yol göründü acem tahtgâhına

fermân-ı bî-eman kalkan hümâ gibi
tuğrâlu nâme gitti kızılbâş şâhına

hâkan-ı rûm leşkeri yaklaştığın görüp
iran gerektir ağlasa baht-ı siyâhına

hengâm-ı remzi bildiren âvâz-ı hâtifî
aksetti her tarafta cibâlin cibâhına

sahrâ-yı çaldıran’da gazâ vardır erteye
ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına

meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
rehyâb-ı milk-i nûşirevân oldu tûğlar
···
ÇALDIRAN

her tûğ-ı pür-fürûğ verirken hücûma şan
her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşan

meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
andırdı rûz-ı mahşeri hengâm-ı imtihan

saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yaman

garkoldu hûna rûmeli beğlerbeği’yle ceyş
üç malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı can

uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
lâyık mıdır felâkete ey rabb-ı müste’an

her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
hiç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehan

sağ kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
şirâne bir taarruzu sevk eyliyen sinan*

şâh-ı adûya karşı kopan sarsar-ı zafer
indirdi yıldırım gibi bir darbe-î giran

pâmâl-i rahşı kıldı acem tâc ü tahtını
tâ arşa astı tîgıni sultan selîm han

sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tûğlar
···
TOPLAYIŞ

tebrîz’e uçtu feth-i celîlin hümâları
bir böyle hâli görmedi iran semâları

tevhîd içün bu halkı döğüşmüş yiğitlerin
yüz şehre rekzedildi muzaffer livâları

bir kutba bağlı cümle gönüller bir olmalı
mâdâm kâinâtta bir hudâları

her kişverinde kırmağa zencir-i şîa’yı
azmetti askerin ulu kîşver-küşâları

mer’aşla kayserriye’yi fethetti bir dilîr
yükseldi rabb-ı izzet’e şükran duaları

zülkadr’i sildi tîg-i selîmî harîtadan
engin göründü mısr ü hicâz’ın fezâları

···

MERCİDABIK
seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
fethetti bir seferde nebîler diyârı’nı

sahrâ-yı mercidâbık’a nakş eylemiş kader
islâm fikr-i vahdetinin kârzârını

memlûk pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını

bir kaahirâne hırs ile memlûk leşkeri
gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını

bâran misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını

eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
bâkîsinin de tîg tamâm etini kârını

sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-î zafer
görsün bahârının bu yaman lâlezârını

tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını

itmâm-ı gaalibiyyet içiün şanlı pâdişah
mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını

şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
bâd-ı zaferle mısr’a vezân oldu tûğlar
···

RİDANİYYE

memlûkler bakıyyesi pür gayz edüp kıyâm
mısr içre kalmasun dedi bir tîg der-niyâm

vadî-i nîl-i tuttu anûdâne ser-te-ser
ordû-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm

pür-zûr saldıran kölemen fârisanını
saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm

kat’î hücûma geçti nihâyet mücâhidîn
mutlak bu harbe vermek içün şanlı bir hitâm

birden serildi hâke ridâniyye cephesi
bed’etti feth-i kaahire’den izhizâm-ı tâm

gazî vezîr-i âzamı a’dâ şehîd edüp
gûyâ büyük zaferden o gün aldı intikam

on mısr’a bir sinan* bedel olmazdı ey kazâ
şevketlü pâdişâhı bu hâl etti telhkâm

fevkindedir zaferden alınmış ganâimin
mü’minler etti vahdet-i islâm-ı iğtinâm

hem şark’ı hem cenûb’u açan bir cihâddan
aksetti dehre nâ-mütenâhî bir ihtişâm

hakka ki ser-firâz-ı cihân oldu tûğlar
ferman-dih-î zamân ü mekan oldu tûğlar

···

RIHLET

bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
ukbâda yol göründü hudâ’dan bu dâvete

doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
kudretlü pâdişâh veda etti millete

tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete

râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayat hayât eyleyen
ervâha pîşdâr olarak girdi cennete

yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
her cenkten getirdiği binlerce râyete

dîdâr-ı fahr-ı âlem-i görmekti gayesi
gark-ı huşû çıktı huzûr-ı risâlete

alnından öptü fahrederek fahr-ı kâinât
şabâş sundu sarfedilen bunca himmete

divân-ı hak’da mağfiret-î kirdigâr’dan
şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate

dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete

yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
sultan selîm’e girye-künân oldu tûğlar

···
râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Faraklit Kimdir? İncil’de Hz. Muhammed (ASM)’den Bahseden Ayetler..

PARACLETOS (παράκλητος): [Paraklit, Yeni Ahit’in bazı İngilizce çevirilerinde Tesellici (Comforter) ya da yardımcı / Tavsiyeci (Advocate) olarak çevrilmiştir. Sözcük antik Yunanca’da mahkemede yardım eden kişi anlamında da kullanılmıştır.]

SORULARLA FARAKLİT / PARACLETOS (παράκλητος)

-İncilde Hz. İsa (as)’nın son peygamber olduğuna dair işaret var mıdır?

İncil’in hiçbir yerinde Hz. İsa (as)’dan sonra peygamber gelmeyeceği söylenmez. Eğer Hz. İsa (as) son peygamber olsaydı benden sonra peygamber gelmeyecek diyerek kesin bir yargı ortaya koyardı. Oysaki İncil-Matta-7 (15-20)’den anlaşıyor ki başka bir peygamber daha gelecek ki aşağıdaki uyarılarda bulunuyor.

15- Yalancı Peygamberlerden sakının. Onlar size koyun postu içinde yaklaşırlar, ama özde yırtıcı kurtlardır.

16- Onları yaşam ürünlerinden tanıyacaksınız. Hiç dikenlerden üzüm, devedikenlerinden incir toplanır mı?

17- Her iyi ağaç iyi ürün verir. Çürük ağaç ise kötü ürün verir.

18- İyi ağaç kötü ürün vermediği gibi, çürük ağaç da iyi ürün vermez.

19- İyi ürün vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır.

20- Demek ki onları yaşam ürünlerinden tanıyacaksınız.
[ İncil-Matta-7 (15-20) ]

-Hz. Muhammed (sav) kendisinin son peygamber olduğunu açıkça bildirmiş midir?

Hadis-i şerifte vardır ki:

“Benim beş ismim vardır: Ben Muhammed’im; ben Ahmed’im; ben, Allah’ın benimle küfrü yok ettiği Mâhî’yim; ben, insanların önüne toplanacağı Hâşir’im; ben Âkıb’ım (benden sonra peygamber yoktur).” [ Buhârî, Menâkıb,18.]

-Hz. Muhammed (sav), Hz. İsa (as)’nın kendisini müjdelediğini bildirmiş midir?

Evet, şu şekilde bildirmiştir:

“Ben, atam İbrahim’in duâsı, İsa’nın müjdesi, annemin rüyasıyım; annem rüyasında, kendinden bir nûrun çıktığını ve Şam saraylarını aydınlattığını görmüştür.” [Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 127; V, 262.]

– Paraklit veya Faraklit (Latince paracletus Yunanca: παράκλητος (Parakletos) ne demektir ?

İslami kaynaklarda faraklit şeklinde yer alan bu kelimenin aslı Grekçe’dir. Latince’ye paracletus olarak geçen kelime parakalô fiilinden gelmektedir ki “yanına çağırmak ” demektir. Kilise dilinde ise “teselli etmek” anlamında kullanılmıştır. Parakletas da “yardıma çağrılan müdafaa eden, şefaatçi”, kilise dilinde “teselli veren” gibi anlamlar taşımaktadır (H. Lesetre. IV 1 2. s. 21181) Yahudi din bilginleri bu kelimeyi “yardım eden, savunan, elçi ve aracı” şeklinde anlarken bir yahudi filozofu olan Philo “savunucu, aracı” manasında kullanmış­tır (JE, IX, 514-515)  [bkz: http://www.diyanetislamansiklopedisi.com/faraklit/]

Ayrıca, Yeni Ahit’in bazı İngilizce çevirilerinde Tesellici (Comforter) ya da Yardımcı/Tavsiyeci(Advocate) olarak çevrilmiştir. Sözcük antik Yunanca’da mahkemede yardım eden kişi anlamında da kullanılmıştır. [ http://tr.wikipedia.org/wiki/Paraklit ]

– Paraklit kelimesinin kökenini dil bilimi açısından analiz eder misiniz?

Bu konuda Abdulahad Davud şöyle demektedir: “Paraklit kelimesi ‘Periqlytos’ kelimesinin bozulmuş şeklidir. ‘Periqlytos’ gerek etimolojik, gerekse lugat anlamı itibariyle ‘şanı yüce, övülmeye layık olan’ demektir. Bu hususla ilgili şahidim Alexandre’nin “Dictionnaire Grec Français” isimli eseri olup kelimeyi şöyle açıklar: Bu birleşik isim ‘Peri’ ön eki ile övmek kökünden türeyen ‘kleotis’ kelimesinden mürekkeptir. Bu kelime Arapça’da en meşhur, en çok öven, şanı en yüce olan ‘Ahmed’ kelimesinin tam karşılığıdır. Burada halledilmesi gereken tek mesele Hz. İsa tarafından kullanılan bu ismin Arami dilindeki aslını bulmaktır.” [bkz : Davud, Abdulahad; Tevrat ve İncil’e Göre Hz. Muhammed, s. 276 ]

– Paraklit kelimesi incilde nerelerde geçmektedir?

Paraklit sözcüğü Yuhanna İncili’nin 14:16, 14:26, 15:26 ve 16:7’inci ayetleri ile Yuhanna’nın Birinci Mektubu’nun 2:1 no’lu ayetinde geçmektedir.

-Hristiyanlar paraklitin Kutsal Ruh bazıları da şeytan olduğunu söylüyorlar siz neden öyle düşünmüyorsunuz?

a-Yuhanna incilde paraklit,  Gerçeğin Ruhu şeklinde tercüme edilen kısımlardaki Gerçeğin Ruhuna işaret eden zamirlerin hepsi erildir. Oysa Ruh eril değildir. Nitekim Yunancada kullanılan zamirler eril, dişil, cansız ve cinsiyetsizdir. Bu durumda burada işaret edilen Kutsal Ruh olsaydı cinsiyetsiz zamirin kullanılması gerekirdi. Eril zamirin kullanılması O’nun eril bir şahsa işaret etmesi demektir.

[ bkz : Çanakkale Onsekiz mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012/1, Cilt 1, Sayı 1 (Sayfa 11-25) ]

b- İncil, “Ben de Baba’ya yalvaracağım ve o size başka bir Paraklit gön­derecektir.” (İncil-Yuhanna: 14/15-16) demektedir. Kutsal Ruh’un gelmesi için “İsa’nın gitmesine” (Yuhanna 16: 7-8) gerek yoktur. Çünkü Hıristiyanlığa göre Kutsal Ruh, Hz. İsa’dan önce de sonra da ve her zaman peygamberler ve inananlarla birliktedir. Bunun yanında Paraklit’in, Yuhanna’da zikredilen“onlara her şeyi öğretmesi” (14: 26), “İsa’nın söylediklerini haber vermesi” (15: 26), “dünyayı suçlu olduğuna ikna etmesi” (16: 7-8) gibi özellikleri de onun, insanlarla birlikte yaşayan, insanların kendisini gördüğü ve sözünü işittiği bir insan ve peygamber olmasını gerektirir.

c- Yuhanna İncil’inde geçen Paraklit’in, Kutsal Ruh diye açıklanmaya çalışılmasını eleştiren Prof. Dr. Maurice Bucaille, bu anlayışı reddederek Paraklit’in (Parakletos) Hz. İsa’dan sonra gelecek, Hz. İsa gibi bir Peygamber olduğunu Yunan dili etimolojisine dayanarak şöyle açıklar: “Burada öne sürülen insanlara bildirme işi hiçbir surette Kutsal Ruh’un işlerinden olan bir ilhamdan ibaret değildir. Aksine kendisini belirleyen Yunanca kelimedeki yayma kavramı sebebiyle, onun açıkça maddi bir niteliği vardır. Şu halde Yunanca ‘Akouo’ ve ‘Laleo’ fiilleri bir takım maddi işleri ifade ederler ve bu fiiller ancak işitme ve konuşma organlarına sahip bir varlıkla ilgili olabilirler. Dolayısıyla bu fiilleri Kutsal Ruh’a uygulamak mümkün değildir. [ Tevrat, İnciller Kur’an-ı Kerim ve Bilim – Maurice Bucaille ]

d- Yuhanna Birinci Mektub. 2/1’de paraklet kelimesi yine Yuhanna tarafından şefaatçi anlamında Hz. İsa için kullanılmıştır. Şeytan olarak yorumlanacak bir kelime Hz. İsa için kullanılamaz…

e- Yuhanna İncil 16/13’deNe var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” Denmektedir. Babda geçen “tüm gerçeğe yöneltecek” ifadesi kutsal ruh kabul edildiğinde şu soru ortaya çıkar. Hz. İsa’dan(as) sonra insanlık âleminin ırkçılık, emperyalizm, uyuşturucu, alkol, kumar vs. problemlerine kutsal ruh bir çözüm önerisi getirebilmiş midir? Ayrıca yine burada geçen duymak, söylemek ifadeleri ruha değil insana yöneliktir.

d-Paraklit kelimesi hiçbir İncil tefsirinde veya ilgili sözlüklerde “şeytan” olarak anlamlandırılmamıştır.

 

-İlk devir Hıristiyanlarından Yuhanna İncilde geçen Paraklit/Periqlytos kelimesini Hz. İsa’nın (as) haber verdiği insan olarak anlayıp ortaya çıkan olmuş mudur?

Hristiyanlarca zındık sayılan, pek çok taraftarı bulunan bir mezhebin lideri, kendisinin, Hz. İsa’nın müjdelediği ‘övülmeye en çok lâyık kimse’ olduğunu söyleyerek, kendisinin ‘Periqlytos’ olduğunu iddia etmiştir. Bu sahte Periqlytos hareketinden, ilk devir hristiyanlarının, geleceği va’dedilen bu ‘hakikat ruhu’nu, belli bir şahıs ve Allah’ın son peygamberi olarak anladıkları sonucuna varılmıştır.

[ bkz : Davud, Abdülahad, Tevrat ve İncil’e Göre Hz. Muhammed, s.291; ayrıca bkz: el-Hindî, Rahmetullah, İzhâru’l-Hakk Tercümesi, s.677; el-Cisr, Hüseyin, Risâle-i Hamîdiyye, s.60. ]

 

-Bazı hristiyan çevreler kelimenin Períklytos  değil Paráklêtos olduğunu dolayısıyla yanlış anladığımızı söylüyorlar ne dersiniz?

Períklytos ile Paráklêtos’un fonetik olarak birbirlerine yakınlığı karşısında, çevirmenlerin -yahut, daha büyük bir ihtimalle sonraki tarihlerdeki yazıcıların- bu iki ifadeyi nasıl karıştırdıklarını anlamak kolaylaşır. Hem Ârâmî Mawhamana hem de Yunanca Períklytos’un ikisinin de hamide (“övdü/hamdetti”) fiilinden ve hamd (“övgü”) isminden türetilmiş olan Son Peygamber’in iki ismi Muhammed ve Ahmed ile aynı anlamı taşımış olmasının önemi büyüktür. [ bkz: M.Esed 61/6 dipnot ]

Öte yandan İbn İshak (151/768), Yuhanna İncili’nin 15/26-27. âyetlerini şöyle tercüme etmiştir: “Babanın size göndereceği Münhamanna, Baba’dan çıkan hakikat ruhu geldiği zaman, benim için şahitlik edecektir. Siz de şahitlik edeceksiniz; çünkü başlangıçtan beri benimle berabersiniz. Bunu size, yanlışa sapmayasınız diye söylüyorum.” Münhamanna, Süryanice’de Muhammed karşılığındadır. Yunanca’sı Paraklitos’tur.

[  bkz: İbn Hişam, es-Sîratü’n-Nebeviyye, I, 187-188, Riyad, 1413/1992.]

 

-Paraklit anlamında Barnaba İncilinde geçen başka bir peygamberden bahis var mıdır?

Aşağıdaki ifadeler açıkça gelecek son peygamberden bahsetmektedir:

“Bana gelince, ben şimdi, dünyaya selâmet getirecek olan Allah’ın Elçisi’nin yolunu hazırlamak için dünyaya gelmiş bulunuyorum.” (Barnabas, Bölüm 72)

“Kâhin karşılık verdi: “Allah’ın Elçisi geldikten sonra, (daha) başka Peygamberler gelecek mi?”

İsa cevap verdi: “O’ndan sonra Allah tarafından gönderilen gerçek Peygamberler gelmeyecek ama pek çok yalancı peygamber gelecek.” (Barnabas, Bölüm 97,)

-Barnaba incilini Müslümanların yazdığı söyleniyor, ne dersiniz?

Hz. Peygamber’in dünyaya gelişinden 75 yıl önce (M.S. 496), Papa I.Gelasius döneminde ‘yanlış ve dînî düşüncelere aykırı kitaplar’ adı altında hazırlanan listede, Barnaba İncili’nin adı geçmektedir; o çağda, bu İncil’i yazacak bir müslümanın var olamayacağı açıktır; çünkü o zaman daha Hz. Peygamber bile doğmamıştı. [ bkz: Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, (Terc: Heyet), İstanbul, 1996; VI, 277.]

-Hristiyan çevreler paraklit konusunda İncillerden örnekler vererek savunma geliştirmektedirler, bu duruma bilimsel açıdan nasıl bakabiliriz?

Hristiyan çevrelerin savunma yapabilmeleri için ellerindeki delil ve materyallerin tutarlı ve net olması gereklidir. Oysaki birçok bilimsel araştırma hiçbir hristiyan doktrinin sağlam bir zemin üzerine oturtulamayacağını göstermektedir. İşte o çalışmalardan birkaç örnek :

a-Holy Bible (Revised Standart Version, New York Glasgow 1971) baskısında, Markos İncili’nin ilk cümlesinde, Hz. İsa (as)’dan “Allah’ın oğlu” şeklinde bahsedilmektedir. Buraya bir bir dipnot düşülmüştür ve şöyle denmektedir “diğer eski otoriteler (Allah’ın oğlu) ifadesini yazmamışlardır.” [bkz: Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bir Hristiyan Dogması Teslis, Ankara okulu yayınları, Eylül 2007, s. 163 ]

b-BART D. EHRMAN, ABD’de North Carolina Üniversitesi’nde din araştırmaları bölüm başkanıdır ve İncil metinlerini inceledikten sonra şunları yazmıştır : “(önceden fikrim) İncili’in tamamıyla ve vahiy, Tanrının değişmez sözü olduğu temeline dayanıyordu. İncil bana pekâlâ insan yapımı bir kitap gibi görünmeye başladı. Kutsal metinleri insan yazıcılar kopyalamış ve değiştirmiş oldukları gibi aynı zamanda Kutsal Yazıların başlangıçta da insan yazarlar tarafından yazılmışlardı. Bu, başından sonuna kadar insani bir kitaptı….. Tanrı tarafından esinlendiklerini hissettiler fakat kendi bakış açıları, kendi kanaatleri, kendi istekleri vardı; bu bakış açıları, kanaatler, görüşler ve inanışlar da söyledikleri her şeyi şekillendirdi….Markos, Luka’nın dediğinin aynını söylemedi…. Yakup, Pavlus’tan farklı….Dolayısıyla İncil, pekala insani bir kitaptır.” [bkz: İncil Nasıl Değiştirildi, BART D.EHRMAN, Truva Yayınları,2007, s.24 ] Prof. Bart D. EHRMAN’ın bu konuda son derece aydınlatıcı diğer eserleri için tıklayınız. http://www.bartdehrman.com/books.htm

c-1985 yılında Amerika’nın California eyaletinde Westar Enstitüsü bünyesinde Prof.Robert W. Funk ve Prof. Roy W. Hoover başkanlığında 200 Katolik ve Protestan akademisyenden oluşan İsa Okulu (Jesus Seminary) adı altında bir çalışma grubu oluşturuldu. Bu Hıristiyan ilahiyatçılarının amacı İncillerde artık, inkar edilemeyecek kadar açıkça kanıtlanmış olan farklılıkları incelemek. Kanonlaşmış ve kanon dışı kalmış İncilleri tarayarak, Hz. İsa’nın gerçek sözlerini ve işlerini belirlemek gerçek İsa’nın kim olduğunu ortaya çıkarmak, kiliseyi asırlardır meşgul eden konulardan kurtarmak. Aslında bu çalışma grubu, yeni bir konsil sayılacak çalışmalar yapmaktadır. İncillerdeki Hz. İsa’ya ait olduğu sanılan söz ve fiillerin gerçekten O’na mı ait, yoksa sonradan İncil yazarları tarafından yapılmış ilaveler mi olduğunu belirlemek? İsa Okulu bu amaçla Hz. İsa’ya ait olduğu sanılan İncillerde bulunan 518 sözün 1544 versiyonunu inceleyerek bunlardan ancak %18’inin Hz. İsa’ya ait olduğuna karar vermişlerdir.104 Ancak bu sözlerden yalnızca 15 tanesi için hiç kuşku bırakmaksızın Hz. İsa’ya ait olduğu belirlenebilmiştir. Bu çalışmanın sonucu olarak 7 yıl sonra 1993 yılında, The Five Gospels:The Search for the Authentic Words of Jesus (Beş İncil:İsa’nın gerçek sözlerinin araştırılması) isimli bir eser yayınlamışlardır.

[ http://www.hzisahristiyanmiydi.com/incil-nasil-degistirildi/incil-nasil-degistirildi.html#more-213 ]

Son Söz Yerine :

Kutsal Kitap, İşaya 29/12 de denir ki :

“Ve kitap okuma bilmeyen bir adama; ‘rica ederiz, bunu oku’ diye verilir. O da ‘okuma bilmem’ der.”

Yıl 610, aylardan Ramazan:

Melek O’na:

-“Oku” Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):

-“Ben okuma bilmem”, diye cevap verdi.

Zafer Karlı

Araştırma Dizisi (03.06.2015)

www.NurNet.Org