Etiket arşivi: nur cemaati

Endonezya’nın Republika Gazetesinde yayınlanan Bediüzzaman makalesi

Bediuzzaman Said Nursi en çok tesiri olan müceddid bir Türk alimidir. Dini ilimlere vâkıf olmasının yanında Matematik ve Coğrafya gibi fen ilimlerini de öğrenmiştir. Said Nursi’ye göre Kur’an’ın mucizeliğini anlatmada din ve fen ilimleri birbirinden ayrılmaz ve birbirini tamamlayıcı bir bütündür. 
Said Nursi’nin ilme bu bütüncül yaklaşımı onu bu modern asırda hikmetli bir müteffekkir yapmıştır. O İslam dininin dinamik ve verimli olması cihetiyle Kur’an ve sünnetin hayata tatbikine gayret göstermiştir. Hatta Nursi uyumlu ve sulh içinde bir toplum hayatına ulaşmak için taassub ve istibdata karşı çıkan “Kur’anî bir davet yöntemi” geliştirmiştir. 
Said Nursi’nin nazarında içtimai hayattaki uyuma ulaşmak ve karışıklıklardan uzak kalmak için 5 prensip gerekir. Bu beş prensibin “Birincisi, merhamet; ikincisi, hürmet; üçüncüsü, emniyet; dördüncüsü, haram ve helâli bilip haramdan çekilmek; beşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir.” Bu zikredilen prensiplere ulaşmak için Said Nursi, Nur Talebeleriyle imanın ve İslâmî değerlerin tecdidi vizyonuyla ümmetin ittihadı için gayret etmiştir. 
Nur cemaatinin temel karakteri; sulhu ve emniyeti muhafaza eden anarşist fiillerden uzak, manevi ve ahlâkî cihadı ön planda tutan müsbet harekettir. Nur cemaati medeni bir sosyal yapıya ulaşılması için kucaklayıcı, akademik ve çatışmadan uzak bir davet yöntemini ön planda tutmuştur. 
Bu muhteşem İslam Medeniyetinin inşasında ve sosyal hayatın ilerlemesinde müslümanlar geçmişteki hatalarından ders çıkarmalılar. Said Nursi’ye göre müslümanların önceki dönemde ilerlememelerinin 8 engel vardır (Bu sekiz engel Hutbe-i Şamiye’den okunabilir).
Dinî ve Fenni ilimlerin entegrasyonu ve Dikotominin reddedilmesi
Said Nursi dinî  ilimlerin yanında fennî ilimlere vâkıf olmuştur. Fennî ilimlere vâkıf olması Batının seküler düşüncesinin tehlikesine karşı entelektüel bir ufuk kazandırmıştır. Bu durum Said Nursi’yi hem ilmî dikotomiye karşı çıkması hem de idareci ve siyasilere okullardaki dini müfredatın yenilenmesi çağrısını yaptırmıştır. Said Nursi İslâmî bakış açısı, entelektüel zenginliği ve maneviyatı Batının dikotomik bakış açılı düşünce ve kültüründen daha üstün olduğu inancını taşır. Bu yüzden Said Nursi “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.” demektedir.
 Nurcu (Nur Cemaati)
Nur cemaati Said Nursi’nin fikirlerinden ilham alan sosyal yapının içindeki İslâmî değerlerin bir tezahürüdür. Nur hareketi “batılılaşma” potasında erimeden zamanın gelişimiyle birleşen modern İslâmî düşünceyi neşreden nur talebelerinden teşekkül eder. Onlar batıdan gelen müspet değerleri alıp menfi değerleri reddetmişlerdir. Bu bağlamda nurcular halkın genelinde değişime vesile olan dini ve sosyal bir harekettir.  Medenî ve gelişmiş bir İslâmî düşünceye sahiptirler. Onlara göre İslamın zaferi siyasi sistemi değiştiren bir devrim değil, materyalist düşünceden insanları kurtarıp şuurlu müslümanlar yetiştirmektir. Nurcular manevi cihadla meşguldürler.
Ayasofya Hâdisesi
Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilişinde Said Nursi’nin rolü vardır. Said Nursi dönemin başbakanı Adnan Menderes’e mektub yazıp Ayasofya’nın tekrar cami olarak açılması ve Risale-i Nurların devlet eliyle basılması ricasında bulunmuştur. Her nekadar bu taleplere o zamanda ulaşılamasa da Said Nursi’nin talebeleri bu uğurda çalışmışlardır. 2012 yılında Said Nursi’nin talebelerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile olan görüşmelerinde Tayyip Erdoğan Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilecegine söz vermiş, cami olarak açılması için uygun bir zemin hazırlanması gerektiğini ifade etmiştir. Elhamdülillah 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay kararından sonra Erdoğan Ayasofya’yı camiye çeviren kararı imzalamıştır. 24 Temmuz’da ilk cuma namazı kılınmıştır. 
Sonuç olarak Tayyip Erdoğan’ın Said Nursi’yi takdir ederek onun dinî, sosyal ve siyasî olarak Türk medeniyetinde katkısı olduğunu söylemesine şaşırmamak gerekir. 2017’deki Müspet Hareket Sempozyumu açılış konuşmasında Tayyip Erdoğan “Said Nursi’nin rolü ve katkıları olmadan bugünkü gelişmiş Türkiye’ye ulaşmak mümkün değildir” demiştir. 
Dr. Sujiat Zubaidi Saleh,
Gontor Darussalam Üniveristesi öğretim üyesi..

“Bediüzzaman’ın Aziz Hatırasını İstismar Edenlere Silleyi Tedip”

Risale-i Nur Talebeleri Arasında Büyük İttifak ve “Bediüzzaman’ın Aziz Hatırasını İstismar Edenlere Silleyi Tedip”

Risale-i Nur’u Sadeleştirme Teşebbüsü Nur Talebelerini Uyandırdı:

Hain FETÖ örgütü, Paralel Devlet Yapılanmasından (PDY) önce, Paralel Nur Cemaati Yapılanmasını (PNCY) gerçekleştirmeye çalıştı. Bediüzzaman hazretlerinin tesis ettiği nurlu hizmetin temel kavramlarını ve değerlerini gasp etti. Risale-i Nur kitaplarını, tesbihatını, medresesini, hizmetini, abisini, ablasını, şakirdini, sohbetini, çayını, çorbasını, her şeyini istismar etti. Kıymetli kavramların içini boşalttı. Bugün, insanlar dini kavramlara şüpheyle bakıyorsa ve cemaat ve hizmet denildiğinde mesafeli duruyorsa, bunun temel müsebbibi, hain FETÖ örgütünün mukaddes olan her şeyi istismar etmesidir.

Sadeleştirme meselesine ilk defa Necip Fazı Kısakürek tarafından iyi niyetle teşebbüs edilmiş fakat üstadımız buna cevaz vermemiş ve bizzat has talebelerinden Zübeyr Gündüzalp’i göndermek suretiyle bu teşebbüse mani olmuştur. Daha sonra hain FETÖ lideri bu meseleden haberdar olduğunu da anlatarak 1990’lı yıllardan itibaren gazetesinde küçük sadeleştirme denemeleri yayınlamaya başlamıştır. Bu konuda 2004 yılında gazetesinde yayınlanan bir röportajda sadeleştirme meselesini savunur. Üstadımızın o zaman hayatta olan talebeleri sadeleştirme meselesine şiddetle karşı çıktılar. Bu karşı çıkışlardan sonra Nur Talebeleri sadeleştirme meselesinin farkına varmaya ve uyanmaya başladı. Nur Talebelerinin bu uyanışı, FETÖ’nün yıkılışını getirecek müthiş bir öze dönüş ve diriliş hamlesidir.

Üstadımızın Kahraman Nur Talebeleri yapılan bu ihaneti affetmedi ve asla müsamaha göstermedi. Nur Talebeleri Risale-i Nur’un tahrif edilmesini önlemek için hizmetin aslına ve saf haline sahip çıkmaya başladı. Bu tarihten sonra, alçak FETÖ örgütü belini bir daha doğrultamadı.

İktidarın FETÖ mücadelesinde iktidara en büyük desteği veren Nur Talebeleri, bu tavırlarıyla Nur hizmetini büyük bir töhmetten kurtardı. Bu cihetiyle, FETÖ hainlerine en büyük darbeyi ilk önce Üstadımızın Talebeleri indirdi.

Gezi Parkı Olaylarında Nur Talebeleri Net Bir Tavır Koydu:

27 Mayıs 2013 tarihinde “Taksim Gezi Parkı’nda”  bir darbe kalkışması başladı. Çapulcuların başlattığı ayaklanmanın başlangıç tarihi manidardı! Kanlı bir darbe tarihi! Bu isyanın açık hedefi, “meşru olan bir iktidarı devirmek ve Recep Tayyip Erdoğan’ı indirmekti.” Masum gibi görünen bu hain amaç, isyancıları hemen ele veriyordu. Bu olayın destekçisi olan konsorsiyum içerisinde hain FETÖ örgütü baş rolde görünmese de, gizli bir lojistik sağlayan bir taşeron olarak hükümete karşı dişini göstermeye başladı.

Bu hadiseler sırasında Nur Talebeleri safını net olarak belirledi ve hainlerin karşısında ve meşru iktidarın yanında sağlam bir duruş sergiledi.

17-25 Aralık Hain Darbe Oyununu Nur Talebeleri Bozdu:

Gezi olayları yatıştırılmıştı, fakat sular bir türlü durulmuyordu. Hainler asla boş durmuyordu. Milletin parasıyla kurdukları yazılı ve görsel medya kuruluşlarında iktidar aleyhinde yazıp çizmeye devam ediyorlardı. Komplo teorileri birbiri ardına devam ediyordu. MİT tırları operasyonuyla köşeye sıkıştırılmaya çalışılan iktidar hain bir darbeyle indirilmeye çalışılıyordu. Kulislerde hain FETÖ yandaşlarının darbe yapacağı haberleri dolaşıyordu. Sözde “imam” olarak geçinen “hain haşhaşiler”, esnafı dolaşarak darbe çığırtkanlığı yapıyordu.

Nur Talebeleri yapılan bu hainlikleri gördü ve bu kirli oyunları bozdu. Yapılanların alçaklık olduğunu ve meşru bir hükümeti darbe yoluyla indirme teşebbüsünün ihanet olduğunu yüksek sesle ifade ettiler. Oyun planlarının sosyal medyada deşifre olduğunu gören FETÖ yandaşları 28 Şubat tarihinde yapmayı planladıkları hain darbe girişimini 17 Aralık’ta apar topar yapmak zorunda kalıp, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.

Bu oyunu Nur Talebelerinin bozduğunu anlatan vesikalar delilleriyle birlikte 15 Temmuz Darbe Araştırma Komisyonuna ulaştırılmıştır. 

15 Temmuz Darbe Gecesi Nur Talebeleri Meydanlardaydı:

15 Temmuz darbe girişiminin ayak sesleri duyulurken hain FETÖ yandaşları gemi iyice azıya almıştı. Aleni olarak hükümet aleyhtarlığı yapıyorlardı. Kulislerde darbe çığırtkanlığı yapmayı bırakmışlardı ve artık meydanlarda alenen darbenin yaklaştığından bahsediyorlardı. Sözde gazetecileri ve yayıncıları iktidarı tehdit eden cüretkâr açıklamalar yapıyorlardı. Bu milletin korkak olduğundan dem vurarak, asker sokağa çıktığında herkesin korkarak evlerine gireceğini iddia ediyorlardı. Nihayet hain darbe girişimini başlattılar. Fakat bu gafillerin hesap edemediği bir şey vardı. İmanlı sinelerin göğsünü kurşunlara siper edeceğini ve adil kader programının fetvasını millet lehine verdiğini bilmiyorlardı. Bu necip ve asil millet, imanına, hürriyetine ve istikbaline sahip çıktı. Anadolu’nun yiğit evlatları “cihat” kavramını tekrar hatırladı ve meydanlara çıktı. Milletin iradesi tanklara meydan okudu. Sıcak ve uzun bir Temmuz gecesinde kadın, erkek, çoluk çocuk herkes meydanlara indi. Bankalar kapanmasın diye cevşen okuyanlar ise meydanlarda görünmüyordu.

Meydanlarda sinsi mermilere göğsünü siper ederek şehit olan Nur Talebeleri hiç te az değildi. Nur talebeleri, bir ellerinde bayrak bir ellerinde Kur’an olduğu halde nöbet tuttular ve nöbetleri reis tamam diyene kadar devam etti.

FETÖ Soruşturmalarının Hedefi Kesinlikle FETÖ Mensuplarıdır:

……….

İfade etmeye çalıştığımız bütün bu süreç incelendiğinde, Nur Talebelerinin hükümet aleyhinde tertiplenen olaylarda milletin, ümmetin ve adaletin yanında saf tuttuğu net bir şekilde görülmektedir. Risale-i Nur talebeleri, büyük bir mutabakatla “EVET” oyu kullanacaklarını kamuoyuna alenen beyan etmişlerdir.

Lider yapısının olmadığı ve “Kitabi ve İlke Merkezli Bir Cemaat” olan Nur Talebelerinin bu büyük mutabakatı, basiretlerini ve ferasetlerini göstermektedir. Doğru İslam anlayışını temsil eden ve Kur’an ve Sünnet yolunun dönmez bir müdafisi olan Nur Talebelerinin isabetli kararları, istifade ettikleri kaynağın sıhhatinin bir delilidir. Eserlerden ve üstatlarından müspet hareket dersini alan ve aklını kimsenin cebine koymayan ehli tahkik Nur Talebeleri, milletin ve ümmetin selameti için “EVET” kararında ittifak etmişlerdir.

Nur Cemaatlerinin “EVET” kararında ittifak etmesinin baş mimarı, “Üstad Bediüzzaman’ın Mutlak Vekili” sıfatıyla “Yaşayan Son Nur Kahramanı” ve “Ortak Akıl” manasının tahakkuk ettiği “Meşveret” ruhudur.

Hüsnü Bayramoğlu ağabeyimiz, “EVET” tercihinin, “Bu Milletin Prangalarından Kurtulmasının Kararı” ve bir “Vatan Millet Meselesi” olduğunu, “EVET” tercihinin kazanmasıyla terör yandaşlarını destekleyen şımarık Avrupa’ya sert bir tokat vurulacağını ifade etmekte ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a hususi olarak dua etmektedir.

Bütün Nur Talebeleri, 16 Nisan 2017 Pazar günü, büyük bir mutabakatla “EVET” mührünü vuracaktır. Bu suretle, Bediüzzaman’ın aziz hatırasını ve resmini istismar ederek kamuoyunu aldatmaya çalışan “Sözde Gazetecilere” ve “Hain Terör Örgütlerine” sert bir silleyi tedip indirecektir.

Dr. Nadir Çomak – nurdanhaber.com

“Lahikaları Okutmayandan Korkarım”

Dıştan güdümlü din ve vatan hainleri fetöcüler şimdi de vefat etmiş olan mutlak vekil ağabeylerin adını kullanmaya çalışıyorlar.

Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey (R.A), dışarının maşası olan Feto İzmir’e yeni geldiğinde, lahikaları okutmadığını duyunca:“Lahikaları okutmayandan korkarım. Sonu doğru çıkmaz.” demişti. 

Sonra sadeleştirme adıyla tahrif ihaneti için Zübeyir Ağabey’den -sözüm ona- cevaz almak için geldiğinde, Merhum Zübeyir Ağabey’in çok şiddetli mukabele ettiğini, kitabında “İyi bir zılgıt yedik” tabiriyle yazmış. 
 
Mel’unun o gelişinde ifade ettiği bir itirafı aynen yazıyorum: “Onbinlere vaaz ediyoruz; mendillerini ıslatıyorlar. Camiden çıkınca aynı tas aynı hamam. Değişen birşey olmuyor. Ben şimdi onbinleri ağlatmaktansa; şöyle 7-8 kişiyle Risale-i Nur dersi yapmayı tercih ediyorum.” demişti.

İşte enaniyet-i fir’avuniyesinin sevkiyle ve dıştan aldığı bir ihaleyle sadeleştirme adı altında, te’sirine böylesine şahid olduğu asrın Kur’an dersi ve manevi mu’cizesi olan böyle bedi’ bir tefsire üç defa ihanet teşebbüsünde bulunmuştur. 
 

Birincisinde Merhum Zübeyir Ağabey’den (R.H) -kendi tabiriyle-zılgıt yemiş.
İkincide bütün Nur Cemaati’nin şiddetle reddiyesine muhatab olmuştu.
Üçüncüsünde Merhum Mustafa Sungur Ağabey, Üstadımızın altı mutlak vekilinin imzaları ile bir mektupla ikaz edilmek istenmiş.

Red ile tuğyan edince -videoda var- Merhum, Üstadımızın Mutlak vekili Mustafa Sungur Ağabey; elli sene sabır ile tahriften vazgeçirmeye çalışmasından sonra yine tuğyan edince.. yani Allah’ı bırakıp emperyalist kafirlere dayanmayı tercih edince; videoda var: “Bu niye böyle oldu!. olmaması lazımdı….Ha! Bunun içinde Üstadımıza karşı bir çekememezlik vardı. Üstadımızın makamında gözü vardı. Lanet olsun!. Elleri, bacakları kırılsın!..” buyurdular.

İşte o zamandan beri AZİZÜN-ZÜNTİKAM, İslam kahramanı Sayın Erdoğan’ın, istihdam-ı Rabbani ile, dirayetle istihdamı ile emperyalist İslam düşmanları örgütünün öznesi olan bu mel’unun ellerini, bacaklarını kırmak üzere ve İslam’ın bekası ve Asr-ı Saadet’ten sonra bir de ilim ve fen asrında, Kur’anın ilmi ve manevi mu’cizesi Risale-i Nur’la güneş gibi parlamasının hamlelerini idrak ediyoruz.
 

Merhum Tahir Mutlu Ağabey üzerine uydurdukları yalan ise; üç isimden bir isim olarak o menfurun Hizmet Vakfı heyetine girme teklifi, Merhum Rüştü Tafral’dan gelmiştir. Hizmet Vakfı’nın ilk başkanı Tahiri Mutlu Ağabey idi. Şimdi Hüsnü Bayram Ağabey’dir. Onun başkan olma mes’elesi de menfur bir yalandır. Bizzat Merhum Tahiri Ağabey’in hizmetinde bulunan kardeşimiz Hizmet Vakfı’nda bulunmaktadır. 
 
Şürür-uş-şeyatıynın uşaklarının da malumatı olsun.
Eyüp Ekmekçi – risaleajans.com

Fatih, Bütün Ümmetin Sultan’ı Olsun!

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetheder. Fetihten sonra İstanbul’un manevi büyüklerinden birisi olan Ebul Vefa hazretlerini ziyarete gitmek ister. Ebul Vefa’nın evinin önüne gelen Fatih, içeri girmek için kapıların açılmasını bekler. Fakat hiç beklenmeyen bir şey olur. Ebul Vefa’nın evinin kapıları kilitlenir. Fatih ve etrafındakiler hayret içindedirler. Açılması gereken kapı kapanır. Bir şey anlayamazlar. Cihanı titreten koca Fatih, Ebul Vefa’nın kapısında sessizce beklemektedir. Lakin bir anlam da veremez.

Dışarıda Fatih, içeride ise Ebul Vefa düşünceler içindedirler. Fatih gözlerini göğe doğru çevirir. Derin ufuklara bakar. Fatih Sultan’da, Ebul Vefa da ağlamaktadırlar. Fatih’in dudaklarından şu cümleler dökülür.  “Katillere, canilere, hırsızlara kapanmayan bu kapı bize niye kapanır ki! Zağanos Paşa, bizim suçumuz nedir? Biz canilerden daha mı günahkârız. Vefa sultan niçin bizi kabullenmez.”

Fatih bu tavrın sebebini merak etmektedir, diğer yandan da üzülmektedir. Zağanos Paşa bir an hamle yapar.  “İçeri girip bunu öğreneceğim”  der. Lakin Fatih büyük bir edep içinde;  “hayır Zaganos”  der.  “Ebul Vefa hazretleri bizi kabul etmiyorsa elbet bir bildiği vardır. Demek ki huzura kabul edilecek duruma gelmedik henüz”  der ve atının yularını çekip sarayına döner.

Ebul Vefa hazretleri Fatih’i niye kabul etmedi?

Ebul Vefa’nın tavrını merak eden talebeleri üstadın huzuruna girip bunun sebebini öğrenmek isterler. Sultan Fatih’in döndüğünü öğrenen Ebul Vefa gözyaşlarını siler ve sessizce şunları söyler;

“Fatih’in bizim yanımızda özel bir yeri vardır. Bizim ona büyük muhabbetimiz vardır. Onu dergâhımıza kabul etmedik. İki sebepten dolayı dergâhımızın kapısını Fatih’e açmadık:

Birincisi;  Fatih bu dergâha girer ve tasavvufun güzelliğini, manevi halin tadını alırsa korkarım ki tahtına bir daha dönmez. Biz, Fatih’in Fatihliğine muhtacız, dergâhımızda ki talebeliğine değil. Fatih, Fatih olarak kalmalıdır. Eğer o tahttan inerse İslam ümmeti çok şey kaybeder.

İkincisi;  Fatih bizim dergâhımıza gelip-gider, dergâhımızda ki manevi hali görürse korkarım ki her türlü iyiliği ve yardımı bize yapar. Her türlü himmeti bizim dergâhımıza döker. Sadece bu dergâha çalışır. Diğer Müslümanları ihmal eder. Halbuki biz isteriz ki Fatih bütün ümmetin Fatih’i olsun, sadece bu dergâhın değil. İşte onun için biz Fatih’e dergâhımızın kapısını açmadık.”

***

Ara’dan 500 sene (5 asır) geçtikten sonra diğer bir maneviyat büyüğü, yüzyılın müceddidi BEDİÜZZAMAN Said Nursi, 1950 senesinde iktidara gelen Demokrat Partili Başbakan Adnan MENDERES’in kendisini ziyaret talebeni geri çeviriyor, kabul etmiyor. Hem de İSLAM KAHRAMANI olarak tavsif ettiği ve çok sevdiği bir Lideri.

Bediüzzaman Hazretleri Barla’ya sürgün edilip, Risale-i Nurların telifine başladığı tarihten, vefat edene kadar ki dönemde, siyasetten ve siyasetçiden hep uzak durmuştur. Sadece Başbakan Adnan Menderes’i değil, kendisini ziyaret etmek isteyen, Bakan, milletvekili ve Parti üst yöneticilerinin ziyaretlerine de müsaade etmemiştir.

Bu davranışının bazı istisnaları olmuştur. Bir nevi emrivaki tabir edilen, izin almadan bulunduğu beldeye gelip görüşmek için çok ısrarcı davranan, -ki bunların içerisinde 2 veya 3 tanesi CHP milletvekilidir- siyasilerdir. Bediüzzaman’ın bu ısrar karşısında kaidesini bozması da, “DİNİ, SİYASETE ALET ETMEK DEĞİL, SİYASETİ DİNE ALET ETMEK” nev’indendir diyebilirim. Yani, ziyaretine kabul ettiği siyasilere, (bir daha gelmemelerini rica ederek) Kur’an ve İman hakikatlerini ders vermek, Risale-i Nur’ların mahiyetini ve davasını anlatmak, Onların kendileri için değil; Din, vatan, millet menfaatine hareket etmelerini, çalışmalarını teşvik ve tavsiye etmek amacıyladır.

Yoksa Devlet ve siyaset adamlarından, kendisi, talebeleri, hatta NUR cemaatinin menfaati ve yararı için en ufak dünyevi ve maddi bir istek ve talepte bulunmamıştır. Kendisinin talebi olmadığı halde verilmeye çalışılan maddi imkan, makam ve mevki’leri de reddetmiştir. Bütün hayatı ve 130 parçadan oluşan eserleri bu durumun en önemli şahit ve delilidir.

Bediüzzaman’ın bu tavrını;

“Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alakaları yok. Ehl-i dünya Nur Talebelerinden hiç evham etmesinler. Çünkü bizim hizmetimiz dünyevî değil, uhrevîdir. Risale-i Nur, rıza-i İlâhiden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden mümkün olduğu kadar Risale-i Nurun mensubları içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Çünkü iman dersi için gelenlere, tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman, derste fark etmez.”  (Emirdağ lahikası)

sözleriyle özetlemek mümkündür.

Risale-i NUR hizmet mesleğinin en temel esaslarından olan bu istikametli ve isabetli tavır ve tutumu; Bediüzzaman’ın hizmetinde ve Risale-i Nur’un neşir vazifesinde bulunan “Saff-ı evvel” olarak tanımlayabileceğimiz manevi varis, vekil ve erkanların da dahil oldukları, ‘NUR HİZMETİ’ istişare heyetleri tarafından da devam ettirilmektedir.

Zaman zaman kendisine Nur cemaati diyen (dış ve iç istihbarat ve şer odaklarının da tahrik ve organizesiyle) küçük marjinal ve radikal guruplar ile bazı bireyler, SAİD NURSİ’nin belirlediği“euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti” istikametli çizginin dışına çıkarak hareket etmişlerse de büyük bir hüsran, hasaret ve helakate düçar olmuş, yok olup gitmişlerdir.

Bediüzzaman; ‘Şeriatta, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.’diyerek. Kendisinin ve Nur cemaatinin vazifesini tanımlamış ve sınırlarını belirlemiştir.

Ayni, Ebul Vefa hazretleri gibi, İslam tarihinde daha önce gelen, ehl-i Beyt, İmam, aktap, asfiya, müceddit v.b evliya ve ulema zatlardan oluşan selef-i salihin silsilesinin yaptığı gibi.

Şimdi ve bundan sonra ki gelecek devirlerde de, NUR Talebelerinin en önemli, öncelikli sorumluluk ve görevi bu fevkalade isabetli ve hakikatdar, “ ŞEYTANDAN ve SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM ” düsturuna aynen uymak ve devam ettirmektir.

“Teşbih’te hata olmaz”  kaidesince; UHUD harbinde, bir anlık zafer sevinciyle Peygamberimizin (S.A.V.) emrini unutup, tepeyi terk eden Okçu sahabeler gibi, NURCULAR’da,  “şartlar ve zaman değişti”  diyerek asli vazifeleri olan İMAN hizmetini kesinlikle terk etmemelidir. Vesselam.

Erdoğan Esenkal – Nurdan Haber

Said Nursi ve Fethullah Gülen Hareketi Arasındaki 17 Fark

Fethullah Gülen asla Said Nursi’nin talebesi değildir. Bu durum maalesef halkımız tarafından çok karıştırılmaktadır.

Gülen konuşmalarında Said Nursi’nin sözlerinden alıntı yaptığı için halkın üstünde bu algı oluşmuştur. Buda zaten oyunun bir parçasıdır.Amaç Said Nursi’ye ve gerçek Nur Talebelerine zarar vermek !

Prof. Dr. Nevzat Tarhan kişisel web sitesinde üzerinde çok tartışılacak bir konuya temas etti.  İşte Prof. Nevzat Tarhan’ın “Bediüzzaman üzerinden psikolojik savaş” isimli yazındaki o bölüm ;

Düşünmemiz gereken şey şu: Bediüzzaman’ın öğretisi bu mu? Bugün Bediüzzaman’ın takipçisi olduğunu söyleyen grupların çoğu ‘Gülen Hareketi’ ile arasındaki sınırları tam olarak çizmiş değil.  Fethullah Gülen hareketi ile Bediüzzaman Said Nursi’nin orjinal hareketi arasında sosyal davranış açısından şu 17 farkı tespit ettim.
1- MERKEZİ FİGÜR

Risale-i Nur

Hareketi kitap merkezli, Gülen Hareketi ise şahıs merkezlidir.
2- KUTSALLAŞTIRMA

Bediüzzaman kendisine ‘Ulu kişi, kutsal kişi’ dedirtecek söylemlere şiddetle karşı çıkmış, şahsi keramet olarak anlaşılabilecek davranışlardan kaçınmış, kitaplarındaki tevafukla yetinmiştir. Mezarının bile gizli olmasını vasiyet etmiştir.
Fethullah Gülen ise kendisinin yüksek manevi makamlardan ilahi mesajlar aldığını söyleyen takipçilerine sessiz kalarak bunu desteklemiş ve onaylamıştır. Takipçileri arasında yaygın olarak söylenen ‘Her Perşembe Hz. Peygamber’le görüştüğü’ iddiasını resmen yalanlamamıştır.

3- MÜSBET HAREKET

Bediüzzaman kendisini idamla yargılayan savcının çocuğunu gördüğünde ona beddua etmekten vazgeçmiş,
Gülen ise kamera önünde bedduaya başvurmuş ve bunun yayınlanmasına izin vermiştir.

4- PARA VE HEDİYE KABUL ETME

Bediüzzaman

hiç hediye almamış, yaptığı hizmeti mali karşılığa tahvil etmemiştir. Ticaret yapmak isteyen talebelerine de şahısları adına ticaret yapmayı tavsiye etmiştir.
Gülen Hareketi ise bankasından okullar ve dersanelerine kadar büyük bir sermaye grubu oluşturmuştur.
5- METODOLOJİSİ

Başlangıcı Osmanlı dönemine dayanan Risale-i Nur Hareketi’nin üç ana ayağı mevcuttur.

a-İman hakikatlarıyla ilgili kitapları ile temel eğitim,
b-Lahika kitapları ile hizmette metodoloji eğitimi ve sosyal konularda rehberlik örnekleri,
c-Müdafaalarla ilgili kitapları ile saldırılara savunma stratejilerini anlatır.
Gülen Hareketi Risale-i Nur Hareketi içinde başlayarak Risale-i Nur eserlerinden faydalanmış  ancak 1970’li yıllarla birlikte hizmette farklı metodoloji uygulamıştır. b ve c ayaklarını ölçü olarak göz önüne almamıştır.
6- KENDİNİ TANIMLAMA

Bediüzzaman;

Nur Talebesi, Nurcu sözünü açıklıkla kullanırken
Gülen Hareketi yüksek sesle Bediüzzaman ve Risale-i Nur tanımlamalarından kaçınmış ve sürekli Fethullah Gülen’i ön planda tutmuştur.
7- KİTAPLARIN KORUNMASI

Bediüzzaman

eserlerini hayatında Türkçe harf karakteri ile bastırmış ancak açıklayıcı ve sadeleştirici metin (text) değişikliğini istememiştir.
Gülen Hareketi sadeleştirmeyi orjinali yerine geçecek biçimde yaparak basımını gerçekleştirmiş, varislerinin muhalefetine ve fikri te’lif haklarının müsade etmemesine rağmen Risale-i Nur eserlerinin temel yapısı ile oynamıştır.
8- KİŞİSEL BAĞLANMA

Gülen Hareketi

Bediüzzaman’ı vazifesini tamamlamış bir din büyüğü olarak görmüştür.
Diğer Nur Hareketleri ise Bediüzzaman’ın eserlerine bağlılığı yeterli görerek sadakatlerini devam ettirmişlerdir.
9- DEVLETLE İLİŞKİ

Risale-i Nur Hareketi

nin orijininine sadık gruplar aktif siyasete mesafeli olmuşlar, cemaat adına devlet talebi ve siyasi talepte bulunmama ilkesine hassasiyet göstermişler.  Bediüzzaman ve yakın talebeleri siyasete girmek isteyen kişilere sadece kendileri adına girmeleri yönünde telkinde bulunmuşlardır. Siyasette ilişkilerini görüş verme sınırları içinde tutmuşlardır. Dini değerlerin canlanmasına ortam hazırlama kapasitesindeki her siyasi hareketi desteklemişlerdir.
Gülen Hareketi ise hiyerarşik bir yapılanma içinde aşırı büyüme arzusu ile kendinden olanı liyakata bakmaksızın tercih eden bir kadrolaşmaya girmiş devleti yönetmeye talip olmuştur.
10- AÇIKLIK VE ŞEFFAFLIK

Bediüzzaman’ın metodu üzere giden gruplar açıklık ve şeffaflıktan çekinmemiş gizli servislerin elemanı olduğunu bildikleri kişilere bile kapılarını açmışlardır. Açık grup olmaya özen gösteren Bediüzzaman’ın tersine
Gülen Hareketi ise özel güvenlik alanları oluşturup ‘kapalı bir grup’ olmuştur.

11- DOĞRULUK ANLAYIŞI

Bediüzzaman

eserlerinde ve yaşayışında doğruluk, yalan söylememek gibi ilkelerden hiç vazgeçmemiş, yargılanırken dahi yalana başvurmamıştır. “En büyük hile hilesizliktir” sözü meşhurdur.
Gülen Hareketi ise ‘faydacı ve fırsatçı’ denilebilecek güven vermeyen yöntemleri doğallaştırmıştır. Zengin, şöhret ve başarı tutkunluğu ile ayrımcılık yapmıştır.
12- GÜÇ ODAKLARI İLE İLİŞKİ

Bediüzzaman

hayatının hiç bir döneminde güç odakları ile pazarlık iması dahi olabilecek davranışlara girmemiş, 28 yıl sürgün yaşadığı ve 18 defa zehirlendiği halde Türkiye’yi terk etmemiştir.
Sayın Gülen ise 15 yıldır yurt dışında kalmaya devam etmekte, İsrail lobisinin siyasetine paralel söylem ve duruş göstermektedir.
13- DİN VE SİYASİ GÜÇ İLİŞKİSİ

Bediüzzaman

“Dini siyasete alet ediyor” iddiası ile ilgili sayısı 700’ü geçen davalarında en son 1973 olmak üzere beraat etmiş kitapları iade edilmiştir. 17 Aralık 2013’ten sonra yaşanan siyaset-cemaat tartışmalarında Bediüzzaman’ın resmi vesayet verdiği talebeleri ve diğer Nur Hareketi gruplarının siyasi duruşu farklı olmuştur. “

Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyen Bediüzzaman’a uygun olarak siyasi ilgileri ikinci planda kalmış ilgilendiklerinde de meşru hükümeti savunma şeklinde olmuştur. Mevcut hükümeti mümkün olanlar içerisinde en iyisi olarak ele alarak değiştirme gerekecekse bunun seçimden seçime olağan işleyişle olmasını savunmuşlardır.

Gülen cemaati ise siyasi bir hareket gibi davranarak bütün varlığı ile devleti yönetme talebi ile topyekün mücadele sergilemiştir.

14- STRATEJİK HEDEF

Bediüzzaman’ın stratejik hedef olarak “süreç ve vazife odaklı” olduğu, sonucu ilahi iradeye bıraktığını İhlas Risalesi’nde yazdığını ve uygulamada da bunu hayata geçirdiğini görüyoruz. Maksat olarak Allah rızasını gaye edinmiştir Ancak Gülen Hareketinin ise söylemde böyle olduğu ancak tatbikatta stratejik olarak “sonuç odaklı” olduğu, uyguladığı gizli gündemli metodolojiden ve büyüme arzusundan anlaşılmaktadır.
Gülen cemaatinde Allah rızası anlayışının Allah adına liderlik anlayışı ile karıştırıldığı görülmektedir.

15- DÜNYEVİLİK UHREVİLİK FARKI 

Kemiyet, keyfiyet bakışını da belirleyen bir farktır. Bediüzzaman en yüksek değer olarak ihlası almış, ihlasa aykırı olan maddi zenginliği, takipçi olanın çokluğunu reddetmiştir. Uhrevi bir cemaat olmaya itina göstermiştir.

Gülen Hareketi ise ihlası ikinci plana almış adanmışlık adı ile itaati ve daha çok çoğalmayı yüceltmiştir. Dünyevi bir cemaat olmayı önceliklemiştir. Bu esas açısından temel bir fark olmuştur.

16- DİĞER DİNİ CEMAATLERLE İLİŞKİ

Risale-i Nur Hareketi İhlas Risalesi’nde yer alan “Hak sadece benim mesleğimdir dememelisiniz” düsturuna uymayı tavsiye ederken
Gülen Hareketi diğer dini cemaatlere uzak, yukarıdan bakışlı, mesafeli durmuş ve işbirliğinden kaçınmıştır.

17- ZULME KARŞILIK VERME BİÇİMİ

Bediüzzaman

vefatı öncesi Urfa’ya vuslat yolculuğuna çıkarken söylediği son sözler “Beni anlayamadılar” olmuştu. Her iktidar tarafından zulüm, eziyet, hapis ve en azından mecburi ikamete mecbur edildi. O büyük imamların yaptığı gibi itiraz etti ama isyan etmedi.

Gülen grubu ise maalesef zülme uğradığını düşünerek 28 Şubat 1997 “medya, asker, yargı” darbesini hatırlatır “medya, polis, yargı” darbesi diyebileceğiz girişimlerde bulunmaya devam ediyor. Karşısında güçlü bir liderlik bulunmasaydı şu anda Türkiye kaos yaşayacaktı. Kaldıki karşısında isyan edilecek bir kadro da yoktu. Bediüzzaman gelenekle geleceği birleştirmiş İslamla demokrasiyi mezcetmişti.

Kaynak : Risale Ajans