Etiket arşivi: nur hizmeti

Nur Hizmetinin Merkezi: “Medrese-i Nuriye”

“Ders yapılan yer, okul, üniversite” anlamlarına gelen “medrese,” Risale-i Nur hizmetinde önemli bir yere sahip bir kavramdır.

Bediüzzaman Said Nursî, gençlik yıllarından itibaren “Medresetü’z-Zehrâ” adını verdiği bir projeyi hayata geçirmek için çalışmıştır. Bu, din ilimleriyle fen bilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversitenin kurulmasını hedef alan bir projeydi.

Hapishanelere düştüğü zaman, buraları da iman dersleri yapılan birer okul haline getirmiş ve Yusuf Aleyhisselâma izafeten “medrese-i Yusufiye” adını vermişti.

Risale-i Nur’un telifi tamamlandığında ise, Bediüzzaman’ın ideali, şekil değiştirerek çok daha yaygın bir hal almış ve “medrese-i Nuriye” şeklinde gerçekleşmiş bulunuyordu.

Bediüzzaman Said Nursî, talebelerine, bulundukları yerlerde Risale-i Nur’u beraberce okumak ve bu şekilde iman ilimlerini tahsil etmek için, sadece Risale-i Nur hizmetine mahsus medreseler açmalarını yahut evlerini birer medrese haline getirmelerini tavsiye etti:

“Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeşlerime beyan ediyorum.”

 Hadsiz şükrolsun ki şimdi Ankara içinde küçük bir medrese-i Nuriye manasında, küçük Said’ler ve Nur’un fedakârları her gece birisi bir mecmuayı okur, ötekiler ders alır gibi dinliyorlar. Bazı vakit konferans zamanında bazı mühim adamlar da iştirak ediyorlar.

 – Emirdağ Lahikası: 2

***

 Urfa ve Diyarbakır’daki faal Nur talebeleri birer medrese-i Nuriye kurdular. Risale-i Nur’u her sınıf halktan, bilhassa talebelerden, gençlerden gelen cemaate okumak suretiyle ilmî derslere başladılar. Bu zamanda pek ehemmiyetli olan talebe-i ulûmun şerefini ihya ettiler. Şark havalisinde büyük hizmet-i imaniye îfa olundu. . . . Anadolu’nun birçok yerlerinde Nurlara hizmet devam etmekle beraber, bilhassa Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Urfa medrese-i Nuriyeleri yalnız bulundukları muhitte değil, çok geniş bir sahada hizmet-i imaniyede bulundular. Bu hizmetleri, yalnız bir kişi değil, bir merkez değil, yalnız malûm şahıslar değil; hizmet-i Kur’aniye olduğu için, pek çok vecihlerde, pek çok zâtlar tarafından îfa edildi. İsmi bilinmeyen nice hâlis talebeler, sadık mü’minler, bu hizmet-i kudsiyede çalıştılar, nur-u Muhammedî’nin yayılmasına gayret ettiler.

 – Tarihçe-i Hayat

2. Yazı: http://www.nurnet.org/nur-hizmetinin-usleri-medreseler/

3. Yazı: http://www.nurnet.org/sirran-tenevveret-nedir/

“Sırran Tenevveret” Nedir?

Nur medreseleri, Bediüzzaman’ın kabul edilmiş duasıdır. O, bir ömür boyunca Medresetü’z-Zehrâ ideali peşinde koşmuş ve eline geçen her fırsatta bu medreseyi inşa etmeye teşebbüs etmişti. Her defasında bu teşebbüsler muhtelif sebeplerle akim kaldı. Fakat Medresetü’z-Zehrâ ideali akim kalmadı, bu dua daha güzel bir surette kabule mazhar oldu.

Şimdi, tek bir mekândaki bir Medresetü’z-Zehrâ yerine, dünya sathına yayılmış binlerce medrese-i Nuriye’de iman dersleri yapılıyor. Ve bu medreselere girebilmek için, iman ilimlerine talip olmaktan başka hiç, ama hiçbir şart aranmıyor. Her yaştan, her kesimden, her milletten insanlar buralara serbestçe girip çıkıyorlar. Her seviyeden insanlar, buralarda en yüksek mertebede iman ilimleri dersine muhatap oluyorlar; herkes burada kabını eşit imkânlarla dolduruyor, herkes kendi kabının ölçüsüne göre bu derslerden hissesini alıp gidiyor.

Duasının bu kadar güzel bir surette kabul olunduğunu Bediüzzaman da dünya gözüyle görmüş ve dilinden düşürmediği “Medresetü’z-Zehrâ” ismini bu medreseler hakkında kullanmaya başlamıştı.

Sırran tenevveret’in sırrı

Risale-i Nur’un alâmet-i farikası haline gelen “sırran tenevveret” sırrı, en parlak şekilde işte bu mübarek mekânlarda hükmünü icra ediyor. Bir çiçeğin yapraklarından sessizce süzülerek bitkinin içinde iş gören ve oradan bütün mahlûkatın hayat kaynağı olarak çıkan hava zerreleri gibi, buralarda da iman hakikatleri sessiz sadasız ruhlara nüfuz ediyor, kalpten dimağa kadar her tarafa nasibini dağıttıktan sonra insanlığın manevî dertlerine deva yetiştirme iştiyakı halinde etrafa yayılıyor. Kitaplar böylece gönülden gönüle akıyor, muhabbetler hale hale yayılıyor, Risale-i Nur hiçbir tanıtım ve reklam faaliyetinin temin edemeyeceği en muhteşem zaferlerine böyle sessiz ve mütevazi bir şekilde erişiyor. Bediüzzaman’ın yakın talebesi Abdullah Yeğin Ağabeyin Tarihçe-i Hayat’taki bir mektubunda tasvir ettiği gibi, Nurların yayılışı, tıpkı bahar mevsimi gibi, “sessiz, gürültüsüz, şaşaasız, gösterişsiz ve mütevazi ve fakat muazzam bir şekilde cereyan ediyor.” İşte, dün olduğu gibi bugün de geçerli olan ve kıyamete kadar geçerliliğini asla kaybetmeyecek olan “sırran tenevveret” hadisesi böyle birşeydir.

Her gönül için ayrı bir fetih

Büyük reklamlar, şaşaalı toplantılar, göz kamaştıran kampanyalar, geçici bir süre için birşeylere dikkat çekmeye yarayabilir. Elinizde satacak birşeyleriniz varsa bu yolla stokları temizleyebilirsiniz. Yahut manşetlere çıkmak veya kalabalıklar tarafından alkışlanmak hoşunuza gidiyorsa, bir müddet böyle şeylerle oyalanabilirsiniz. Lâkin bir ömür boyu okunur hale gelmek ve bir hayat modeli olarak insanların yaşayışlarına nüfuz etmek, ancak gönülleri fethetmekle yapılacak bir iştir; bu da kitleler halinde değil, birer birer olur. Her gönül ayrı bir şekilde alınır. Her kalbe ayrı ayrı girilir. Her bir ruh bir dünya gibi fethedilir. Bunu yapacak olan fertlerdir, her biri bir Said olan Nur talebeleridir; bu faaliyetin merkezleri ise Nur medreseleridir.

Nur medreselerinin icra ettiği fonksiyonu yeterli görmeyip de şaşaalı faaliyetlerle bu hizmete “aşı” yapmaya kalkanlar, geçici bir süre için şöhret damarlarını tatmin eden sonuçlar alacak olsalar bile, bu sonuçlar, insanları kitabın başından kaldırmak ve medreselerden başka yerlere taşımak suretiyle verdikleri hasarın yüzde birini bile karşılayacak seviyeye hiçbir zaman ulaşamamıştır.

Nur hizmetlerini daha da ileriye götürmek arzusunu taşıyanlar, Bediüzzaman’ın “tevessü’” adını verdiği yolla, bu hizmetin kendi metodları içinde ona katkıda bulunmaya çalışırlarsa, bundan kendileri de, Nur hizmeti de hiç şüphesiz kazançlı çıkar. Veraset-i Nübüvvet sırrını taşıyan bu semavî hizmete arzî metodlar aşılayarak onu dışarıdan büyütmeye ve geliştirmeye çalışma teşebbüsleri ise, “tevsi’” şeklinde, zorlama bir çaba tarifi içine girer ki, bu tür çabalar akim kalmaya mahkûmdurlar.

Zira tevessü’ ile tevsi’ arasındaki fark, yumurtanın içeriden veya dışarıdan çatlaması arasındaki fark gibidir. Bunlardan biri hayatla sonuçlanırken, diğeri hayatı sonlandırır.

Ümit Şimşek

yazarumitsimsek.com

Önceki Yazılar;

1. Yazı: http://www.nurnet.org/nur-hizmetinin-merkezi-medrese-i-nuriye/

2. Yazı: http://www.nurnet.org/nur-hizmetinin-usleri-medreseler/

Anh Nguyen; “Risale-i Nurlar, İslamı Anlamak İçin Geniş Bir Yol Açtı!”

Vietnam’dan bir hidayet öyküsü… Kardeşimizin adı Anh Nguyen. Finans sektöründe çalışıyor. Sidney’de çalışırken, Melbourn’da bulunan eşinden bir telefon alır. “Aradığımız şeyi buldum. Hemen Melbourn’a gelmelisin” der. Kendi tabiriyle, hep hayalini kurduğu işte çalışıyordu. Ama eşinin heyecanlı sesinden anlar ki, kendilerine sadece helâl ve haramlardan ibaret olarak anlatılan İslâmı, daha iyi anlamalarına ve yaşamalarına yardımcı olacak bir şey bulmuştur. İşinden istifa edip Melbourn’a gelir. Eşiyle beraber katıldığı sohbette her sorusuna sadırdan değil, satırdan cevap verilir. Çok etkilenir, işte aradığı şey budur: Risale-i Nur…

İslâmı nasıl tanıdınız?

İslâmı, üniversitedeyken tanıdım. Lisans öğrencisiyken, Hıristiyan bir grup sayesinde ‘tanrı’ fikriyle tanıştım. Kiliseye gitmeye başladım ve ‘tanrı’ konulu bir çok müzakereye katıldım. Bu arada, üniversitedeki Müslüman öğrencilerle de tanıştım ve onlarla gezmeye başladım. Onlarla konuşuyor ve tanrıyla alâkalı bir sürü soru soruyordum. Bir gün birisi, sorularının cevaplarını bulmak istiyorsan Kur’ân oku, dedi ve bana Kur’ân verdi. Okumaya başladım.

Kur’ân okuma sürecinizden bahseder misiniz?

Kur’ân’ın tercümesini anlamak zor olduğu için, biraz zorlandım. Ama şunu diyebilirim ki, Allah bana karşı çok merhametliydi. Kur’ân’dan önce İncil okuduğum için biraz bilgim vardı. Önce kısa surelerden başlayıp, uzuna doğru gitmem konusunda tavsiyeler aldım. Üniversite arkadaşlarımdan çok destek gördüm. Ne zaman istesem onları arayabiliyordum. Memnuniyetle benimle buluşuyorlar, sorularımı cevaplıyorlardı.

Müslüman olmaya nasıl karar verdiniz?

Bu, kolay bir karar değildi. Fakat, ‘aman Allah’ım, bütün hayatımı değiştirecek’ diye düşündüğüm bir şey de değildi. Okudum, araştırdım ve Allah kim, anlamaya çalıştım. Bir gün artık zamanın geldiğini hissettim ve Müslüman oldum. Onun için bunun fıtrî olduğunu düşünüyorum. Gayet yerinde bir adımdı. Doğru zamanda doğru yerdeydim.

Aileniz ve arkadaşlarınız Müslüman olmanıza nasıl tepki verdiler?

Tepkileri pek olumlu değildi. Ailem hâlâ, Müslüman olmamın hayatımdaki en yanlış karar olduğunu düşünüyor. Daha doğrusunu söylemek gerekirse; aileme göre Müslüman olmam hariç, mükemmel bir çocuğum. Aslında, ailemle daha da yakınlaşmaya başladım ve hayata bakış açım konusunda kendimi daha olgun hissediyorum. Onlar da benim kim olduğumu görüyorlar ve rahatlamaya başladılar. Ama başlangıçta pek de hoş karşıladıkları söylenemez.

Risale-i Nurla nasıl tanıştınız? İslâmla ilgili düşüncelerinize Risale-i Nur’un katkısı ne oldu?

Arkadaşlarıma her zaman, İslâm’da benim için iki kurtuluş olduğunu söylerim. Birincisi, Müslüman olmamdı. İlk zamanlar, arkadaşlarım bana İslâmla ilgili birçok bilgi verdiler. Bunların hepsi İslâmî kurallarla ilgiliydi. İslâmda ne kadar çok kural var, diye düşünüyordum ve ben, İslâmın amelî tarafını benimsemeye henüz hazır değildim. Bütün bu kurallara uymak yeni Müslüman olmuş biri için çok zordu. Bir süre etrafımdaki Müslümanların uygulamalarını gözlemledim ve herşeyi sorguladım. Allah’ın varlığını değil ama ibadetleri sorguluyordum. Müslüman olmanın çok zor olduğunu düşündüm ve vazgeçmek üzereydim. Ailem Müslüman değildi ve örtünürsem iyi bir iş bulamam, diye düşünüyordum ki bu benim için çok önemliydi. İşte böyle bir zamanda Risale-i Nurla tanıştım. Risale-i Nur aradığımız her şeydi. Biz, yani eşim ve ben, körü körüne bir inançtan ziyade, anlayarak uygulayabileceğimiz bir İslâmî form arıyorduk. İşte, Risale-i Nur ikinci kurtuluştu benim için. Beni tekrar İslâma döndürdü. Öncekinden farklı olarak, İslâmı benimsememe ve gerçekten onun bir parçası olmama vesile oldu.

Risale-i Nurdan önce, İslâmı doğru anlayamamıştım, herkes bana bakacak ve Müslüman olduğum için tuhaf olduğumu düşünecek diye Müslüman olduğumu kimseye söylemiyordum. Risaleler vasıtasıyla kim olduğumu anladım. Nurlar, İslâmı anlamak için geniş bir yol açtı bana. Artık bir Müslüman olarak rahat ve kim olduğumla mutluyum.

Sizce Risale-i Nur’un en önemli özelliği nedir?

Zor bir soru. Çünkü, Risale-i Nur çok geniş kapsamlı. Sanırım, beni tatmin eden şey izahların akla uygun oluşu ile şefkat ve iman anlayışı. Çok geniş bir bakış açısı. Bu nedenle hayatla ilgili her soruya cevap verebilir.

Risale-i Nur okumak neden önemli sizce?

Çünkü Risale-i Nur, bu zamandaki en emniyetli ve umumî yol. Risale-i Nurda, tarikat mesleği ve Risale-i Nur’un karşılaştırması yapılıyor. Kalp ve hayal yolu bu zamanda çok tehlikeli olabilir. Çünkü pek çok karışık fikirler ve tartışmalar var. Eğer sadece bir yola güvenirsen (akıl veya kalp), tehlikeli olabilir. Risale-i Nur en geniş yol. Hakikat yolu. Sizi bu dünyada imanla donatıyor. Böylece, dünyayı ve tabiatı anlıyorsunuz ve sizi toplumunuzun ve dünyanın aktif bir üyesi yapıyor. Çünkü Müslümanlar dünyanın ışığı olmalı. Risale-i Nur, bunu gerçekleştirmemiz için bizi donatıyor.

Risale-i Nur, İslâm inancının ve İslâmî yaşayışın, bu zamandaki en temel meselelerine dokunuyor. Bizler bu gün özgüveni olan Müslümanlarız. Eğer bu bilgilere ve özgüvene sahip olmasaydık aşırı uçlardaki İslâmî gruplar gibi olurduk. İşte Risale-i Nur bize pozitif yolu gösteriyor.

Nisa Okur / Yeni Asya

Müsbet Hareket Nedir? Özellikleri ve Faydası Nelerdir?

Bediüzzaman, bütün ömrü boyunca tatbik ettiği tebliğ ve irşat prensiplerinin bir hülâsası mahiyetinde olan son mektubuna şu cümlelerle başlar:

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır: Vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren, müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”(1)

Bu cümlelerde müsbet ve menfî hareketlerin en önemlileri nazarımıza sunulmuştur:

– Rıza-yı İlâhî için çalışmak müsbet; riya, gösteriş ve menfaat için çabalamak menfîdir.
– Hizmet-i imaniyye müsbet; küfür ve dalâlete, isyan ve sefahate çalışmak menfîdir.
– Allah’a tevekkül müsbet; vazife-i İlâhiyyeye karışmak menfîdir.
– Asayişi muhafaza müsbet; kavga ve ihtilâl çıkarmak, huzur ve emniyeti ihlâl etmek menfîdir.
– Sabır ve şükür müsbet; sabırsızlık ve isyan menfîdir.
– Müsbet, “ispat edilmiş” demektir. İspat edilen, ortaya konulan istifadeye sunulana müsbet denir.
– Müsbet imardır, menfî ise tahriptir.

Dünün boş arsasına bugün bir bina kurmuş, istifadeye sunmuşsanız bu bir müsbet harekettir. Ama mevcut bir binayı ortadan kaldırmış, faydasız hâle getirmişseniz buna da menfî denir.

Menfî, nefyedilmiş demektir. Nefiy ise sürgün etmek, ortadan kaldırmak, yokluğunu iddia etmek mânâlarına geliyor. Küfre giren insana imansız denilmesi de bundandır. Bu adam, kendi iman sarayını yıkmıştır. Kezâ, iffet ve ahlâkını harap eden adama da ahlâksız deriz. Burada da bir menfî hareket söz konusudur.

Müspetler de, menfîler de sayısız denecek kadar çok. Bunlar içerisinde müspetin en ileri derecesini şu ifadelerde buluyoruz:

Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmak.”

Hizmet-i imaniyye, insanoğluna yapılabilecek en büyük yardımın ifadesi, en büyük müsbetin simgesidir. Kalpten küfür sökülüp atılacak, yerine iman bina edilecektir. Bu hizmet sonunda, bir insan iman nimetine kavuşursa, daha önce, sadece gördüğü eşya ile alâkadar olan bu adam, artık bütün âlemlerin Rabbine vâsıl olmuş, maddede boğulan aklı âlemlerin yaratıcısını bulmuştur. Bir nur talebesinin, Risale-i Nur’un müsbet hareketle ilgili bütün esaslarına riayet ederek hâlis bir iman hizmeti yaptığı halde, insanları ıslah vâdisinde umduğu neticeye ulaşamaması hâlinde, yeise düşmemesi için mezkûr düstur şöylece noktalanır:

“Vazife-i İlâhiyyeye karışmamak.”

Nurlardan aldığımız derse göre, İlâhî vazife neticeleri yaratmaktır. Rezzak (rızık verici) O olduğu gibi, Hâdî de (hidayete erdirici) O’dur. Biz rızık konusunda nasıl sadece tohum ekip, gerekli bakımı yaptıkdan sonra, bir habbenin on, yüz, yahut bin olmasına karışmıyor, bunu ancak Allah’ın kudret ve rahmetinden bekliyorsak, kalplere ektiğimiz hakikat tohumlarının da sümbül vermesine karışmayacağız. Kalpler Allah’ın yed-i kudretindedir ve Hâdî ancak O’dur. Okuduklarımız ve anlattıklarımız muhatabımızın kalbinde ancak onun lütfuyla sünbül verir, bizim irademizle değil…

Bir diğer temel cümle:

Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti için, herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

Cümlenin giriş kısmındaki mesaj, daha çok devlet yöneticilerine bakıyor. Asayişin ancak müsbet bir iman hizmetiyle temin edilebileceği ders veriliyor. Nur hizmetinin ulaştığı kimseler, problem olmak şöyle dursun, “asayişin birer mânevî bekçisi” oluyorlar.

Bu cümlede Nur Talebelerine de şu mesaj verilmiştir:

Şayet sizi yanlış anlayarak yahut büsbütün anlamayarak, ihlâs ile yaptığınız bu imân hizmetine mukabil sizlere sıkıntı verirlerse, sakın menfî hareketlere tevessül etmeyin; sıkıntıları sabırla ve şükürle karşılayın.”

Bir Nur talebesi, Üstad’ın bu şükür tavsiyesini şöyle değerlendirir:

Nice insanlar dünyevî, hatta gayr-ı meşru istekler uğrunda her bir sıkıntıya katlanırlarken, ben iman dâvâsını, tevhid dâvâsını, ahlâk dâvâsını ilân ve i’lâ etme uğrunda bir takım eza ve cefalara mâruz kalıyorsam, bunu bir lütf-u İlâhî bilip şükretmeliyim.”

Üstadımız, kendisini menfî bir harekete sevk etmek için yapılan bütün işkencelere, zulümlere, oynanan bütün şeytanî oyunlara sadece acı bir tebessümle karşılık vermiş, ona zulmedenler de dahil olmak üzere, bütün bir beşeriyetin imanını kurtarmak için çıktığı o mukaddes yolculuğunu, itidâl-i dem ile, sarsılmadan ve düşmanlığa girmeden tamamlamıştır.

(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, (151. Mektup)

SorularlaRisale

Arjantinli Öğretmen Aquiles Leonardo’dan Türkiye’ye Mektup

İçtenlikle sizleri selamlıyorum.

Bir öğretmen ve aynı zamanda hümanist ve akademisyen birisi olarak felsefe, edebiyat ve tarih alanındaki serüvenimde Risale-i Nur’la,  Nur talebeleri sayesinde tanışmamı onlardan aldığım desteği çok ehemmiyetli görüyorum .

Seneler boyu bazı şüphelerime ve dertlerime cevap niteliğinde beni tatmin edecek devalar aradım. Şu anda devam etmekte olan çok dinlerlerle veya o dinlerin müntesibleriyle muhatap oldum, konuştum. Aslında çocukluğumda katolik olarak yetişmiştim. Ama beni tatmin etmediği için ergenlik döneminde katolik dininden uzaklaştım. Bir kaç sene evvel manevi kızım İslam dinini kabul edince bende de acaba bu din diğer şimdiye kadar bildiğim dinlere nisbeten beni daha da aydınlatır mı diye bir merak içimde tekrar yeşerdi.

Bir kaç ay oldu ki Risale-i Nur ismini manevi kızımın bana hediye ettiği ve neden bahsettiğini bilmediğim Hastalar Risalesi vesilesiyle duydum. Kitabı okudum fakat tam istifade edememiştim. Kızım bana Risale-i Nurların bir kitap külliyatı olduğunu, müellifinin Said Nursi olduğunu söyledi. Risale-i Nurların tercümelerinin tashihi hususunda benden yardım istedi. Ben de İslami bir bilgim olmamasına rağmen  edebi bilgi ve tecrübemle yardım ettim.

Kısa bir süre sonra bir Nur talebesini evimde misafir etmek fırsatı elime geçmişti. Bu kişi İslamın Nurunu meskenime taşımıştı. Genç birisi olmasına rağmen nezaketi, güven ve etkileyiciliği, tevazusu sühuletle mesajını insanlara ulaştırmasına vesile oluyordu. Evimde kaldığı sürede sıkı bir şekilde ve büyük bir şevkle çalışıyordu. Ben ona gerekli yerlerde dil bilgisinde ve metinlerin daha anlaşılır olmasında yardımcı oluyordum. Zamanla o bana Risale-i Nurdan aldığı izahlarla beyanda bulunuyor İslam’ın manevi büyük ilmine benim için kapılar açıyordu.  Bana rehberlik ediyordu, şimdi anlıyorum ki benim dini şüphelerimi izale edip beni tatmin ediyordu. Bu işle meşgul olurken bazen müellifdeki tesir beni kalbimin derinliklerinden etkiliyordu.

Kısa bir süre önce tashih etmek için yeni metinler elime geçti. Şimdi daha fazla bir İslami bilgi ve memuniyetle bunları yapmaya çalışacağım. Bunların yanısısıra metinlerde büyük bir nur ve bir berraklık var. Bana önceden hediye olarak gelen kitapların hemen hepsini okudum. Bunlar Hastalar Risalesi, 33 Pencere, Tabiat Risalesi, Ayet-ül Kübra ve Sözler Kitabı. Bir sonraki ziyaretinizde bunlar hakkında sohbet etmeyi çok arzuluyorum. Ve yeni tercümelerde beraber çalışmaya devam etmeyi İnşaallah bekliyorum. Bu şekilde İslama girmek için hazır olduğumu size bildireceğim. Manevi kızım ve siz kalbimi imanın nuru ile doldurdunuz ve Kuran tefsiri Risale-i Nur sayesinde İslamı en mükemmel ve açık bir şekilde anladım.

Ezcümle, Hastalar risalesi dördüncü ve beşinci devalar menfi olaylar karşısında şekva etmenin hikmetsizliğini ve bunun yerine Allah’ın bize vermiş olduğu hayırlar karşısında şükür ve memnuniyet gösterilmesi gerektinini idrak ettirdi. Said Nursi bunu duygusal bir dil ile değil akılcıl bir dil ile ifade ediyordu. (Bir filozof olmama rağmen şu cümleye çok kıymet veriyorum: “Kalbin çok hikmetli şeyleri vardır ki akıl onlardan bihaberdir.”)

Sözler kitabının birinci sözünde bir şüphemi izale eden bir sual ve cevap var.

Sual: Allah’ın bizden isteği nedir?

Cevap: Üç şeydir: zikir, şükür, tefekkür.

Allah kamil-i mutlak ve kadir-i külli şey olmasıyla birlikte niye herhangi bir şeye ihtiyacı olsun ki? gibi bir sual aklıma geliyordu. Mutlak bir mükemmeliyette eksik bir şey yok ki… bu şüphe beni huzursuz ediyordu.  Fakat aynı kitabı okumaya devam etmekle bu şüphem izale oldu. Ben hayatımda benden kişilik ve ilim noktasında aşağı olan çok kişilere hürmet  ve itaat etmişim. Var olmayı ona borçlu olduğum ve bütün güzel mutlu dakikalarımı bana ihsan eden bir zata karşı onu tanımamak, şükretmemek ve ona itaat etmemek benim için nasıl mümkün olabilir? Şimdi benim için o Zat ALLAH’dır.  Bu vesile ile Risale-i Nur’a ve Risale-i Nur ile benim hayatıma İslam’ı taşıyan kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum.

69 yaşında olmakla birlikte sizlere çok teşekkür ediyorum. İhtiyacınız olduğunda sizin emrinizdeyim. Bir dahaki sefere sizinle buluşmayı bekliyorum. Bu şehrin ve evimin kapıları sizlere her zaman açıktır.

Muhabbetle

Aquiles Leonardo Price Toro

www.NurNet.Org