Etiket arşivi: Nurculuk ve Tasavvuf

GİRİŞ

Tasavvuf: Sözlük anlamı itibariyle arınmak, temizlenmek, duru hale gelmek anlamındadır. Terim olarak, maddi organları ve manevî duyguları, mâ-sivadan/ diğer varlıklardan arındırıp, duru bir halde Allah’a yöneltmekten ibarettir. Diğer bir ifadeyle, kişinin hayatını mana-yı harfiyle anlamlandırması, alıp verdiği nefeslerin her karesini iman şuuru ile doldurmasıdır.  

Mesela, her şeye Allah zaviyesinden bakmak, Allah adına almak, Allah adına vermek, Allah adına konuşmak, Allah adına susmak, bir tasavvuftur.

Göz, kulak, el, ayak, dil, ağız, mide gibi maddî organların Allah adına istihdam edilmesi, bir tasavvuf yansıması olduğu gibi, akıl, kalp, fikir, hayal, tasavvur, sevgi gibi manevî duyguların Allah adına istihdam edilmesi de bir tasavvuf üslubudur.

Ahiret hayatını esas alan tasavvufun bu özelliği doğrultusunda, Risale-i Nur’daki bazı hususlar, tasavvufla olan ilişkisini ortaya koyan, karşılaştırmalı bir şekilde arz edilecektir.

I. İnsan, Fıtratan Ebede Namzettir

Tasavvuf, Allah rızasını esas maksat yapmak ve ebedi ahiret saadetini kazanmayı hayatının en büyük gayesi olarak görmek demektir. Hadiste belirtildiği üzere, dünyayı ahiretin bir tarlası olarak değerlendirmek, ahirete mal üretmeyen bir dünyayı çorak bir arazi olduğunu düşünerek ondan yüz çevirmek ve ahirete yatırım aracı olarak gördüğü bir hayata yönelmek tasavvuftur. Bediüzzaman’ın aşağıdaki ifadeleri bu gerçeğe işaret etmektedir:

“Risale-i Nur’un hedefi, doğrudan doğruya ahirettir.” (Şualar, 365)

“Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

“Demek, ey nefsim, eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.” (Sözler,23-24).

II. Dünya Geçici Bir Pazar, Tasavvuf Kârlı Bir Ticarettir

“İşte sana iki yol-istediğini intihap edebilirsin. Hidayet ve tevfiki, Erhamü’r-Râhimînden iste.

Dalgalı bir muharebe meydanını andıran şu fırtınalı dünyamız, durmadan dönüyor, değişiyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semavî sada-yı Kur’ân işitiliyor. Der: “Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var.”(Sözler, 26-27)

Sual: Nedir?

Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.

Birinci kâr: Fânî mal beka bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zat-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar.

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizat-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte, ey akıl, dikkat et! Meş’um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min imanıyla Hâlıkın emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.”

Niyazi BEKİ

(Devam edecek)

Kaynak: RisaleHaber

www.NurNet.org

Risale-i Nur Cevap Veriyor! Risale-i Nur ile Tasavvuf, Tefekkür ve Edebiyat Üzerine..

Risale-i Nur Külliyatından Tarihçe-i Hayat isimli risale önsöz ile başlar. Bu önsöz Medîne-i Münevvere’de bulunan mühim bir âlim tarafından yazılmıştır. (1) Bu mühim âlim, Ali Ulvi Kurucu’dur. Muhterem büyüğümüz Ali Ulvi Kurucu’nun Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyeti hakkındaki orjinal ve ilmi tespitleri Tarihçe-i Hayat’ta önsöz olarak yerini almıştır. Biz de bu yazımızda zaman zaman gündemi teşkil eden risaleler hakkındaki sorulara bu önsözden pasajlarla cevap vereceğiz.

1-Bediüzzaman Hazretlerinin tefekkür sistemi nasıldır?

Cevap : “Bütün semavî kitapların ve bilumum peygamberlerin yegane davaları olan Hâlık-ı Kainatın ulûhiyet ve vahdaniyetini ilan; ve bu büyük davayı da ilmî, mantıkî ve felsefî delillerle ispat eylemektir.” (2)

2-Tasavvuf hakikati ile Risale-i Nur hakikatı esas ve köken itibarıyla birbirine zıt mıdır?

Cevap : “Tarîkatten maksat, ruhsatlarla değil, azîmetlerle amel edip, ahlak-ı Peygamberî ile ahlaklaşarak, bütün manevî hastalıklardan temizlenip Cenab-ı Hakkın rızasında fanî olmaktır. İşte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, şüphesiz ki, ehl-i hakîkattirler. Yani, tarîkatten maksut ve matlup olan gâyeye ermişler demektir. Fakat, bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacağı için, büyüklerimiz, matlup olan hedefe kolaylıkla erebilmek için, muayyen kâideler vaz eylemişlerdir. Hulasa, tarîkat şeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkatten düşen şeriata düşer; fakat, maazallah, şeriattan düşen, ebedî hüsranda kalır. Bediüzzaman’ın açtığı nur yolu ile, hakîki ve şaibesiz tasavvuf arasında cevherî hiçbir ihtilaf yoktur. Her ikisi de rıza-i Barîye ve binnetice, Cennet-i alaya ve dîdar-ı Mevla’ya götüren yollardır.” (3)

 

3-Tasavvuf ile Risale-i Nur yolu arasında ne gibi meziyet farklılığı vardır?

Cevap: “Risale-i Nur, tasavvuftaki murakabe dairesini Kur’an-ı Kerîm yolu ile genişleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir vird olarak ilave etmiştir.

“Evet, insanın gözüne, gönlüne bambaşka ufuklar açan bu tefekkür sebebiyle, sadece kalbinin murakabesi ile meşgul olan bir salik, kalbi ve bütün letaifi ile birlikte, zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatı azamet ve ihtişamı ile seyir ve temaşa, murakabe ve müşahede ederek, Cenab-ı Hakkın o âlemlerde bin bir şekilde tecellî etmekte olan Esma-i Hüsnasını, sıfat-ı ulyasını kemal-i vecd ile görerek, artık sonsuz bir mabedde olduğunu aynelyakîn, ilmelyakîn ve hakkalyakîn derecesinde hisseder. Risale-i Nur’un açtığı îman ve irfan ve Kur’an yolunu takip eden, işte böyle muazzam ve muhteşem bir mabede girer; ve herkes de, îman ve irfanı, feyiz ve ihlası nisbetinde feyizyab olur.” (4)

4-Bediüzzaman Hazretlerinin edebi cephesini nasıl tanımlarsınız?

Cevap : “Üstad, o kıymetli ve bereketli ömrünü, kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzîm ve tertibi ile değil, bilakis, kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, îman şuurunun, ahlak ve fazîlet mefhumunun asırlara, nesillere telkini ile meşgul olan bir dahîdir. Artık, bu kadar ulvî bir gâyenin tahakkuku için candan ve cihandan geçen bir mücahid, pek tabiîdir ki, fanî şekillerle meşgul olamaz.

Bununla beraber, Üstad, zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulade denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi haizdir. Ve bu sebeple, üslûp ve ifadesi, mevzua göre değişir. Mesela, ilmî ve felsefî mevzûlarda mantıkî ve riyazî delillerle aklı ikna ederken, gâyet veciz terkipler kullanır. Fakat gönlü mest edip, rûhu yükselteceği anlarda, ifade o kadar berraklaşır ki, tarif edilemez. Mesela, semalardan, güneşlerden, yıldızlardan, mehtaplardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenab-ı Hakkın o âlemlerde tecellî etmekte olan kudret ve azametini tasvir ederken, üslûp o kadar latîf bir şekil alır ki; artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır ve her tasvir, harikalar harikası bir âlemi canlandırır.

İşte, bu hikmete mebnîdir ki, bir Nur Talebesi, Risale-i Nur külliyatını mütalaası ile, üniversitenin herhangi bir fakültesine mensub da olsa, hissen, fikren, rûhen, vicdanen ve hayalen tam manasıyla tatmin edilmiş oluyor.” (5)

5- Risale-i Nur’un mahiyetini ve hakikatını nasıl özetlersiniz?

Cevap : “Risale-i Nur külliyatı, Kur’an-ı Kerîm’in cihanşümûl bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, onda o mübarek ve İlahî Bahçenin nûru, havası, ziyası ve kokusu vardır.” (6)

Sonuç:

Risale-i Nur, Bediüzzaman Hazretlerinin vasıtasıyla insanlığa hitap eden bir derstir. Bu ders Kur’an’dan süzülmüş bir hakikattir. Bu hakikat hiçbir hak meslek ve meşrebe zıt değildir. Bu dersi dinleyen, Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in bu asra bakan bir hakikati ile karşılaşır. Bu hakikat o kişiyi -Allah’ın izniyle- hidayet güneşi ile buluşturacak ve ebedi mutluluğa taşıyacaktır.

Zafer KARLI

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  • Tarihçe-i Hayat, s.9
  • Tarihçe-i Hayat, s.19
  • Tarihçe-i Hayat, s. 19–20
  • Tarihçe-i Hayat, s. 20
  • Tarihçe-i Hayat, s.21
  • g.e. a.g.y.