Etiket arşivi: Nurdan Damla

Bahar Sofralarına Merhaba Diyebilmek

Yeni bir bahardayız Aziz Dostlar!

Yeni bir başlangıçtayız…  Şu aralar her birimiz ömrümüzün bilmem kaçıncı baharını sürüyoruz. Nerdeyiz ne yaparız Rabbimiz bilir ama bize düşen şu müjdeli sofraları hakkıyla karşılamak. Çiçeği, kelimeyi ve müjdeyi keşfedebilmekle mükellefiz. Bu güzel bahar sahifelerini ruhlarımıza ve yuvalarımıza taşımak durumdayız.

Geçenlerde bir arkadaş ziyaretinde duyduğum sözler çok ibretliydi. Kadıncağız bezgin ve bıkkın bir haldeydi:

“ Evimi kasavet bastı. Kendimi sokağa atıyorum.” Şaşırmıştım.  Bu sözleri söyleyen hanımın gül gibi çocukları, beyefendi bir eşi ve düzgün bir evliliği vardı. Fakat ne olmuşsa olmuş tezgah tersine dönmüştü. Olayı bilmediğim için:

“ Neden baharı eve değil de ayazı dışarı taşıyorsunuz, dedim gülümsedi:

“ Bu mümkün değil, dedi. Öylesine hınzır bir kocam var ki bahardan ne anlar, incelikten ne anlar.”

Bir dokun bin ah işit modundaydık. Ortamın samimiyetinden baz alarak içini bir güzel döktü:

“ Herkesin evi var, arabası var. İnsanlar güzel yerlere gidip geziyorlar. Tatillerde gülüp eğleniyorlar. Ben de kocamdan düzgün bir araba istedim. Çünkü ihtiyaçtı. Adam çok istediğimi görünce beni sevindirmek için gitti sıfır bir araba aldı. Ancak krediyle almıştı. Şimdi her ay başında bizim evde kavga kıyamet kopuyor. Eski huzurumuz gitti. Korkunç bir haldeyiz,” dedi.

Kadıncağız hem ağlıyor hem anlatıyordu:

“ Kocam bunalıma girdi. Gülmüyor, yemiyor, içmiyor. Sürekli kara kara düşünüyor. Ben bu borcu nasıl öderim . Sizin anlayacağınız hem borç batağı hem de huzursuzluk çukurundayız. Evimizde ne tat kaldı ne huzur. Ne yapacağım nereye gideceğim bilemiyorum.”dedi.

Üzücü bir durumdu. Ailenin eski huzur ve neşesinin geri gelmesi için duadan başka yapacak bir şeyimiz yok.

Şu an yuvaların çoğunda buna benze sıkıntılar var. Tüketim çılgınlığıyla kaptırdığımız cebimiz, cüzdanımız, huzurumuz ve ahengimiz bozulmuş durumda. Lüks evler, lüks arabalar, lüks kıyafetler, lüks yaşantı ve lüks, lüks, lüks yarışı. Değer mi dostlar? Geçici bir tatmin uğruna onca sıkıntı ve gözyaşı da neyin nesi? Biz niye böyle olduk dostlar ? Az bir rızıkla yetinen peygamberin ümmeti değil miydik? Ümmetin doymak bilmeyen hırs, heves ve ihtirasları karşısında nefislerimiz tehlikede. Şu an kaç yuva bu beladan yıkıldı.Evlerde deprem var dostlar. Huzur çekip başını gitmiş. Tüketim ve lüks handikapının azgın dişlilerine kaptırmadan yaşayanlarımız var mı? Oysa az bulup azla yetinen, çok bulduğunda da azı bulamayanlarla paylaşan bir rehberin ümmeti olma bahtiyarlığındaydık. Şanlı şerefli bir ömür, hayırlı ve huzurlu bir hayat sürmek varken Rabbin konuk ettiği sofraları, güzellikleri, baharı, çocuğu, sevgiyi paylaşmak varken maddesel tutsaklığın çarkları arasında yitip gitmişiz.

Varsın birkaç eksiğimiz olsun ne çıkar. Üstat Bediüzzaman “hacat-ı gayruı zaruriye zaruri hükmüne gelmiş” diyor.  Her ne ki elde yoktur o büyük ihtiyaçtır, diyor. Elde olmayan ve başkasında gördüğümüz her şey nefsin arzuladığıdır. Bu arzular bu dünyaya sığmıyor. Şeytanın ve nefsin tazyikiyle ihtiyaç olmayan bir şeyi ihtiyaç gibi görmek ve o uğurda hayatı heder etmek de neyin nesi? “İktisâd eden, maîşetçe âile belâsını çekmez” meâlindeki hadîs-i şerîfinin sırrıyla, iktisâd eden, maîşetçe âile zahmet ve meşakkatini, çok çekmez.”

Aziz Dostlar!

Şu an bahar. Şu günler yeryüzün en seçkin dirilişlerine şehit olma günleridir. Onu tahmid, onu tespih onu tefekkür etme sofralarıdır. Böylesine özel zamanlarda materyalist çukurlara atlayıp kör kuyularda heder olmadan toparlanalım inşallah.

Şimdi o kardeşimiz derin bir kuyuda perişan. Onun o kuyulardan çıkması ve borç batağından kurtulması için gelin hep beraber dua edelim. Ta ki hayatın neşeli güzelliklerine kavuşsunlar…

Nurdan Damla
cocukaile.net

Hatice Yürekli Olabilmek

Dünya çalkantı içinde… Aileler sancılı… İnsanlık çağının Haticelerini arıyor. Umudun tükenişiyle birlikte yeni çareler peşinde. Vefayı arıyor yürekler. On beş yaşında bir çocuk bile vefasızlıktan yakınıyor. İnsanlar birbirini kınıyor. Ama o kınadıkları şeyi en ala bir şekilde kendileri yaşıyor. Çağın Hacer’leri nerede?

Babalar neden suskun? Sımsıcak yürekli anneler?  Çağlayanlar neden çağıldamıyor? Neden bu kadar tatsız aileler? Nerede o sevgi tüten yürekler? Vefa… Ah nerelerdesin? İstanbul ‘da bir semtte mi yadedilir oldu adın?

Nerede hayat arkadaşını rahatsız etmemek adına gözükmeden gizlice sıvışan şefkat abideleri?  Hani o Hira nın zirvesine üç gün üç gece beklemişti. Kıyamamıştı ona. Huzuru bozmamak için huzura çıkmamıştı. Rabbiyle arasına girmemişti eşinin. Efendisinin gönül gamını gideren Hatice’ler nerede?

“ Maaş vakitleri eşimi yağlarım parayı aldıktan sonra işim biter,” diyen bir dünyanın kül yutmaz hatunları yetiştirdikleri kızları yuvalara eş olarak veriyorlar. “Ezilme ez, baskın çık, göz açtırma,” teraneleriyle yuvaya giren kız bin entrika binbir dümenle direksiyonu ele geçirir. Erkeğin bütün özlük hakları onun elindedir. Git dersem gideceksin, gel dersem geleceksin. Öyle ulu orta yerde annenle görüşemezsin. Kız kardeşini benim yanımda arayacaksın. Kimseye bensiz tek kuruş harcamayacaksın. Sen bana hizmet edeceksin. Anneme kardeşime hediyeler alacaksın. Bize özel davranacaksın. Ama seninkilere sıra gelince karışmam. Ben yuvama kimseyi karıştırmam. “Ama sen anneni karıştırıyorsun,” diyen kocaya türlü nazlar sitemler ve hakaret etti gerekçesiyle dökülen gözyaşları.

Biz nereye gidiyoruz a dostlar.?Şanlı Osmanlının pembe mendilini hatırlıyorum. Savaşa katılan bir binbaşıya eşi tarafından yazılmış mektuplar vardı hani o minik bohçada. O kadar öz ve o kadar içtendi ki anlatılanlar. Pembe mektuba tutunanlar o sahiplerin asude huzurunu tadardı.

Dostlar! Yuvalarda yangın var.

Her yerden ahlar eninler duyuluyor. Tam bir muhabbet, bütüncül bir samimiyet yok eşler arasında. Ağzını açan diğerini suçluyor. Güven tarümar olmuş ayaklar altında. Pes dedirtecek oranda kıskançlık takipleri var. Her şüphe, aldatılma ve aldatma korkusu.

Babalar ilgisiz. Hiçbir şeyde ilgilenmiyor olmaları şikayet konusu. Yuvaya dört elle sarılamayış olmalarından yakınıyor yürekler. Eş, çocuk ve yuvayla kayıtsız. Her yerden aynı yürek çığlıkları yükseliyor.

Artık anneler için çocuğuna bakmak zor ve zül geliyor. Bakıcı bakınca klas anne bakınca değil. Ev hanımı yaftası yemeye kolay kolay kimsenin gönlü el vermiyor. Geçenlerde bir hanım toplantısında kişiler tek tek kendilerini tanıtıyorlar. Öğretmen, psikolog, işletmeci, manken, mimar. Sıra dört çocuklu nur yüzlü bir anneye geliyor. Ikıla sıkıla “ev hanımıyım,” deyiveriyor. Yüreğim kaynıyor. Bu nasıl şeydir ki; kadınımıza mesleğini söylemek bile zül geliyor. Yüz ifadesinden keşke ah keşke bir titrim olsaydı da söyleseydim. Ama yok ki, der gibi…

Nurdan Damla

cocukaile.net

Hz.Hatice’nin Ebedi Portresi

Hz. Hatice hayatı üzerinden kadına ve insanlığa mühim mesajlar veren bir şahsiyet. Her hali, her yaşayışı, her sözü ince mercekler altında analiz edilmesi gereken bir İslam kadını prototipi. Onun hayat karelerine baktığınızda “Resule dünyadan sevdirilen üç şeyden biri” olduğunun ince nüansını yakalarsınız. Ulaşılması gereken zirveyi çok yakınımızda, içten ve samimimi bir gülümseyişle fark edersiniz.

Bir hayat, dünya ve ahiret sultanlarından birinin portresini içeriyorsa ümmet bilincine sahip herkesin sorumluluğu kapsamında olmalıdır. Resulün (s.a.v.) ilk eşi Hz. Hatice’nin hayat karelerini irdelemek demek, keşfedilmemiş yenilikleri yakalamak demek. Dünya ve ahiret kadınlarının hanım sultanıyla yüz yüze gelmek babında pek çok şey kuşanırsınız. Onu tanıdıkça, yıllar yılı bize hakkında çok şey bilinmiyor ” dayatması altında çokta tanımaya çalışmadığımız o muhteşem şahsiyetten uzak kalmışlığın garip acısı çöker ve  O’nu bulmuş ve keşfetmiş olmanın ise engin muhabbetini… O,  şahsında bir değil binlerce örneklik barındırabilmiş bir ana model. Bu yüzdendir ki batılı onu bizden çok önce keşfetmiş. Onun yaşantısı ve başarıları karşısında şaşkınlar. Ağır Ortadoğu coğrafyasında kadının insan dahi sayılmadığı bir devirde aklı, iffeti, başarısı, becerisi ve şefkatiyle kaim bir iş kadını vardır Arap dünyasında var olmuş. Adı Hatice’ dir… Önsezisi güçlü, iradesi muhkemdir. Vakur ama mütevazı, cömert ama müsrif olmayan, anlayışlı  bu kadın gizemli perdeler arkasında şefkati ve sadakatiyle kendini gösterir. Aksiyoner, girişimci, verici ve sabırlıdır.

Toplumsal rollerinin hiç birini diğerine karıştırmaz.

O kâh eşi olmayan bir sevgilidir Resulün gönül gamını gideren, kâh fedakâr bir yol arkadaşıdır. Kimi zaman munis bir yoldaş, kimi zaman enis bir sırdaş, bazen anaç bir şahsiyet, özverili ve riyasız bir şefkat abidesi olarak karşınızda bulursunuz.

Kimileyin Hire ‘nin, Şamın, Yemenin sessiz melikesi, çölün derin katmanlarının adı saklı sultanı…

Suskundur Hz. Hatice… Hanımefendidir…  Kal dili söylemez ama hal dili size onun muhteşem hayat arkadaşlığını anlatır.  Onu tanırken sizi siz yapacak olan değerleri keşfedersiniz. Eşliğin, arkadaşlığın, sırdaşlığın modelini tanırsınız.

Kutlu bir sevdanın yakarken serinleten çilelisiyle hemhal olursunuz. Muhammed (s.a.v.) yolunun şereflisi olabilmekse aslolan Hatice’yi o şeref zirvelerinin en tepesinde görme lütfuna erersiniz.

Kimi zaman Şib’de öğretmendir o. Kimi zaman yaraları saran hemşire, bir bilendir Hatice.

Genç annelerin rol model tuttuğu ev dizaynı, temizliği, anneliğiyle en öndedir.  Toplumsal aritmetiğin en ince hesaplarını bilen mahir mühendistir.

O çağlara izini sürmüş unutulmaz kahramanı  tanımak duyarlılığında olmak gerek.

“Senden sonra Ey Muhammed!  Seni tanıdıktan sonra  insan nasıl dünyaya ait bir sevgiyi bağrında barındırabilir” in eşsiz kadını size hece hece aşkın ve şefkatin derununu fısıldar.

Toplum ahlakını yapılandırmada onun kadar mahir bir kadın gösteremiyor tarihler. Vahiy sancılarını onun kadar paylaşan, üstlenen sahiplenen yok…

Olaylar karşısında soğukkanlı ama yüreğinden sımsıcak nehirler akıyor Hatice’nin. Dışı serin içi derin bir kadın. Sorumluluğunu sonsuzluğa taşıyor. Olgunluğuna solgunluğunu eklemiş o kutlu yolda. Her şeyini adamış bir kutlu yolcu Hatice. Mümine yaraşır müdekkikliğiyle zirvede. Resulün(s.a.v.) ilk izlerini ilk onun gönlüydü keşfeden. Ketum nazarı tedbirlidir. O daha doğmadan müslim olmuş bir mümindir.

“Hayırlı işlerinizi gizli tutunuz.” gerçeğini uyuvermiş Hatice. Kimselere sır vermemiş, Onu keşfettiğini söylememiş. Kadın ruhuna has coşup taşmaları derin iradesiyle sükûna kavuşturmuş.

Adı göklerde okunmuş Hatice’nin. Ona Rabbinden selam gönderilmiş. Cebrail üzerine kendi selamını katmış. Cennet müjdesiyle iletmiş ona Resul  ama Hatice de en ufak bir şımarıklık yok. Hep hayâlı ve mütevazı… ilmini konuşturuyor:

“ Selam odur diyor.” Marifetullah makamındadır.

Üç iman mertebesini bir arada sunuyor efendisine:

“ Cebarile selam olsun.”

Ufkunun genişliği ise çağların dilinde şiire dönüşüyor:

“Şeytandan başka bu selamı duyan herkese selam olsun.”

Tüm ümmeti selamlıyor. Vahyin annesinin selamı hepimiz ulaşıyor. Onun gönül ufkunun damenine kimseler yetişemiyor.

Tahammülsüz hadiseler karşısında kapıp koyuvermiyor kendini,. Heyhat…

Son asır müslümanın ne çok öğreneceği var ondan…

Boşuna demiyor Son Nebi (s.a.v.)

“Hatice son devrin kadınlarının hanımefendisidir” diye…

Nurdan Damla

cocukaile.net

Çocuklarımızın oruç günlüğü olmalı!

Çocuk” ve “oruç” kelimeleri yan yana gelince genellikle çocuklara oruç tutmayı nasıl sevdirmeli konusu konuşulur. Minicik bedenlerin büyüklerin bile bazen tutmakta zorlandıkları orucu benimseyebilmeleri için değişik yollar ve yöntemler tarif edilir. Hatta bununla ilgili “tekne orucu” tabirimiz bile vardır.

Yazar Nurdan Damla, çocuklara orucu sevdirmek için ise farklı bir yöntem öneriyor: “Ramazan Günlüğüm”. Kendisinin de bir Ramazan günlüğü olan ve bunu kitaplaştıran Damla, farklı bir aktivite olması nedeniyle ailelere Ramazan günlüğünü tavsiye ediyor.

“Ramazan Günlüğüm” isimli çalışması Nesil Çocuk Yayınları arasında çıkan Nurdan Damla ile çocuk ve oruç üzerine konuştuk.

Ramazan deyince aklınıza gelen ilk şey nedir?

Üç sevinç: Huzur, sükunet ve arınma süreci. Yeryüzünde var oluşun; kul olarak var oluşun, beşer olarak var oluşun, halife olarak var oluşun en tatlı baharıdır Ramazan. Yeni bir diriliş, yeni bir sıgaya çekiliş ve yeni bir kulluk atmosferini dem be dem yudumlamak isterim. Anları dolu dolu yaşamak, o kutlu coşkuya tatlı ahenkler katmak duygusu tüm benliğimi sarmalar.

Çocukluğunuzdaki Ramazanlardan biraz bahseder misiniz?

Ramazan-ı Şerif’in gelişiyle birlikte mahalle arkadaşlarıyla aramızda “kim daha fazla oruç tutacak” diye tatlı bir rekabet olurdu. Ayrıca merhum babam ezan vaktinin gelişinin takibini biz çocuklarına verirdi. Pür dikkat müezzini takip ederdik. Müezzinin ilk “Allahu Ekber” nidasını işitmek bir başka çocukluk coşkusuydu. Kız kardeşim çok zayıf ve güçsüzdü. O haliyle de oruç tutmak isterdi. Anneciğim ise ona kıyamazdı. Sahur vakitleri adeta bir kaçamak olurdu. Ama o yine de cin gibiydi. Sofra hazır olduğu anda hemen uyanır ve feryadı koparırdı. “Neden beni uyandırmadınız? Ben de oruç tutacağım” der ve o cılız haliyle oruç tutardı. Allah’a hamdolsun ki muhitimiz ve ailemiz orucu bize sevimli gösterdiler. Kim akşama kadar dayanırsa ona “itfaiye” dediğimiz bir çok yiyecek hediye edilirdi: Şeker, sakız, çerez, lolipop, çikolata, incir, ceviz vs.

Büyükler sürekli “Eski Ramazanlar kalmadı” diye yakınır. Günümüzdeki Ramazan atmosferi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her zamanın bir hükmü ve güzelliği vardır. Örneğin çocukluğumun Ramazan’ında merhum annem sahur yemeğini ispirto ocağında yapardı. Mahrumiyet ve meşakkat vardı. Uzun yaz günlerinde oruç tutardık ve sularımız kesilirdi. Bir damla su, altın değerinde olurdu. Yağ, şeker, un karaborsa idi. Sofralar şimdiki kadar bol menülü değildi. Ama her şey bir o kadar lezzetliydi.

Günümüzde bu tür sıkıntılar azaldı. Şükredilmesi gereken çeşitli imkânlara sahibiz. Esasında çok daha rahat ve refah içindeyiz. Ama nedense geçmişe özlem var. Ben bunun sebebini samimiyetin ve takvanın azlığı olarak nitelendiriyorum. Eski Ramazanları bu kadar çok yadedişimizin verasında onlardaki kanaati, şükrü ve rızayı özleyişimiz söz konusudur. Biz bu hususiyetleri özlüyoruz. Ki müminin özelliğidir. Şimdi her şey o kadar bol ki şükretmek kimsenin aklına bile gelmiyor. Garip bir ülfet, tuhaf bir gaflet gözlerimizi bürüyüverdi. Ramazan vesilesiyle bu ülfeti ve gafleti sıyırıp atmak gerekiyor. Oysa nimet ziyadeleştikçe şükür artmalıdır. Her nimetin tefekkürü, tezekkürü ve teşekkürü bihakkın yapılmalıdır. Bunu yaptığımız takdirde eski Ramazanlar inanın içimizde, başköşemizde ve yuvamızdadır.

Sizce çocuklar için oruç ne anlama geliyor?

Onlar çok masum ve zeki varlıklardır. Algı ve olguları yuvadan aldığı terbiyeyle oluşur. Riyasız ve masumiyet duygularıyla büyüklerini “rol model” alırlar. Bir çocuk yetiştiği ortamda Ramazan’ın çok kıymetli bir zaman dilimi olduğunu anlarsa o çocuğun Ramazan algısı elbette ki tarifsiz ve yüce olur. Oruç ibadetini onlara çok iyi kavratmak gerek. Orucun gerçek manada bir teşekkür ve tezekkür olduğu gerçeğini anlatmak durumundayız. Elhamdülillah bu konuda artık çiçek tomurcuğunu çatlattı. Artık her evde rahatlıkla orucun anlam ve manasını kavratmaya çalışan hamiyet ehli kardeşlerimiz evlatlarına bunu çok iyi anlatma yoluna gidiyorlar. Camilerin dolup taşması, umre ziyaretleri, iftar davetleri, sosyal paylaşım ağlarındaki canlılık onların ruh dünyasında olumlu etkiler bırakıyor.

Ailelere, çocuklara Ramazan’ı ve orucu sevdirme konusunda neler tavsiye edersiniz?

Çocuklarımıza “Ramazan günlüğü” tutturulabilir. Teravih namazlarına ve Ramazan’da açılan kitap fuarlarına götürülebilir. Ayrıca onlara güzel sözler söylenmeli. Elimizden geldiğince minik, hoş hediyeler alınmalı. Özellikle kitap ve Kur’an en güzel hediyelerden biridir. Onlara kızmamalı her zamankinden daha çok ilgilenmeli. Efendimizin (a.s.m.) hayatından kesitler sunulmalı. Tatlı bir oyun ve eğlence havası içinde orucun müminin vazgeçilmezi olduğunu kavratmak gerekir. Didaktik bir tarz ve dayatmacı bir üslüp asla yararlı olmaz. Fakirlere yardım ederken çocukla iş gördürmeli. O vicdan rahatlığı ona birçok güzellik katacaktır.  

Toplumda Ramazan şuurunu arttırmak için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Ramazan insan hayatında çok önemli bir zaman dilimidir. Çok kıymetli olanı az bir ücretle satın alma mevsimidir. Gün boyu kuru bir açlık ve susuzluk ve bundan dolayı oflama puflamayla dolu bir oruç tutuyorsak eğer o vakit Ramazan’ın gerçek anlam ve mahiyetinden bihaberiz demektir. O açlığın içindeki ve o susuzluğun verasındaki acziyet ve güçsüzlükle Rabb-i Kerim’imize yalvarmak, O’ndan istimdat etmek o acziyet içinde istemek en büyük kazanımdır.

Nimeti verenin Rabbimiz olduğu gerçeği sıkça nazara verilmeli. Kuru bir ekmek parçası ve bir yudum suyun ne denli kıymetli ve ulaşılmaz olduğunu günümüzün kuş sütü eksik olmayan sofralarında burun kıvıran insanlarına kavratabilmek adına oruç çok önemli ve yerinde bir ibadettir. Oruç bir sabır egzersizidir. Kişi beklemeyi o sayede öğrenebilir. Hele ki günümüzün sabırsız ve aceleci insanları için oldukça gerekli bir ibadettir. 

Bu gerçekliği tahattur edebilmek adına davetlerimiz, etkinliklerimiz ve diyaloglarımız bu minval üzere olmalı. Teşekkür edebilmeyi öğrenmenin ne denli güçlü bir ibadet olduğu gerçeği sıkça gündeme getirilmelidir. Bizler başta şahsi yaşantımızla, sonrasında aile, yakın çevre, toplum ve cemiyet bazında orucun bir arınma, bir hatırlama, bir şükür, bir dua mevsimi olduğunu hayata geçirmeliyiz. Bu meyanda Efendimizin (a.s.m.) “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştınız, güçleştimeyiniz” hadis-i şerifi çerçevesinde lisan-ı halle örnek olmalıyız. Sevdirerek ve ürkütmeden hayatın içine taşımamız gereken bir oruç gerçekliği var.

Ramazan’ın çocuklar üzerindeki etkisi konusunda ne söyleyebilirsiniz?

Tabii çocuklar bir değişiklik olduğunun farkındalar. Ama bunu bir oyun, zevk, eğlence mahallinden ziyade sabır, şükür ve tefekkür üçgeni içinde kavratmak gerek. Geçtiğimiz yıllarda bazı belediyelerin sazlı sözlü olarak düzenlediği Ramazan şenliklerini tasvip etmemiz mümkün değil. İnsanlar camiyi bırakıp söze ve saza ve eğlenceye koşuyorsa eğer orada durup çok iyi düşünmemiz lazım. Biz ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz? Hangi cenaha hizmet ediyoruz? İşte bu meyanda çocuk algısını iyi yönlendirmek gerek. Ramazan’ın kutlu akışı içinde Kur’anî atmosferin teneffüsü arttırılmalı. Kur’an’ın ana mesajı sıkça anlatılmalı.

Ramazan’dan sonra Ramazan’a has hangi alışkanlıklarınızın devam etmesini isterdiniz?

Uzun yaz günlerinde nefisler terbiye edilerek insan adeta “melekvari” bir duruma dönüşür. Bu durumda sosyal hayata olumlu yönde etki eder. Emniyet ve asayiş raporlarına göre, Ramazan-ı Şerif’te suç işleme oranları düşmektedir. Bu  pozitif durumun devamını elbette isteriz. Hatta “keşke on iki ayda oruç olsun” deriz.

Salih Altın

Moral Dünyası Dergisi