Etiket arşivi: nurdergi

Yaratılış Gayesi ve Va’d-i İlahi..

Bir tohum ekilir ekilmez tekâmül kanunu çerçevesinde ağaç olup meyve vermeye doğru çalışmaktadır.  Civciv doğar doğmaz tavuk olup yumurta vermeye doğru ilerlemektedir.

Bediüzzaman hazretleri de “İşarat-ül İ’caz’da”: âlemde “meyl’ül  tekâmül” bulunduğunu, Kâinat ve içindeki bütün cüzlerin, unsurların kemal noktasına doğru geliştiğini söylüyor. Yani bir başka ifadeyle varlıklar kemal noktasına erişmekle yaratılış maksatları da tahakkuk  etmiş olmaktadır.

Bir tohum ekilir ekilmez tekâmül kanunu çerçevesinde ağaç olup meyve vermeye doğru çalışmaktadır.  Civciv doğar doğmaz tavuk olup yumurta vermeye doğru ilerlemektedir. Canlılar ve bitkiler âleminde her tohum, her habbe, her yavru aynı kanun dâhilinde kemal noktasına doğru bir faaliyet içerisindedir. Hatta cansızlar bile bu gelişim ve tekamül kanununa dâhildir. Evet bugün bilim dünyası yıldızların doğduğunu, gelişip büyüdüğünü ve sonunda gelişimini tamamlayıp “süpernova” haline geldikten sonra infilak edip öldüklerini söylüyorlar. Bu gelişim ve tekâmül  kanunu bütün kâinatı serapa sarmıştır.

Kainatı kapsayan bu tekamül kanununa insanlar da dâhildir. Bu kanun İnsanlık aleminde “meyl’ül terakki” yoluyla yani fikirlerin ve tecrübelerin birbirlerine eklenerek insanoğlunun gelişimine, ilerlemesine ve yükselmesine yol açmaktadır. İnsanoğlunun kâinat kitabındaki araştırmaları, cereyan eden olay ve hadiseleri merak etmesi nedeniyle yaptıkları deneyler ve elde ettiği tecrübelerinin birikimleri “bilimlerin” doğmasına yol açmıştır. Bir sonraki buluş bir önceki çalışmaları basamak yaparak ortaya çıkmakta ve böylece insanlar ahir zamana doğru gittikçe mükemmele, kemale doğru ilerleyip terakki etmektedirler.

Nasıl ki, canlı -cansız tüm varlıklar “tekâmül” kanunu dâhilinde kemal mertebesine ulaşıyorlarsa; insanoğlu da kemale ermesi, gelişip medenileşmesi ancak “meyl’ül terakki” yolu olan kabiliyet ve zekânın açılıp kullanılması ile mümkündür. Bu hususta peygamberler ahlakları ve ellerindeki mucizeleri ile gerek manevi olgunluğa ulaşmakta ve gerekse maddeten kemale erişmekte beşere birer lider ve önderdirler.

İnsanoğluna Cenab-ı Hak tarafından bahşedilen istidad, yetenek ve zekâ öyle bir silahtır ki, insanlığın yükselmesine ve saadetine yol açtığı gibi vahşetine ve hayvanlık mertebesine düşmesine de sebep olmaktadır.

Zekânın iki yönlü kullanılması da insanın kendi iradesine havale edilmiştir. Yani İnsan yaratılış hikmeti gereği zekâsını iyiye de kötüye de kullanabilir. Dinlerin ifadesi ile insan kendisine verilen bu yüksek duyguları ile isterse Şeytana bile rahmet okutacak şekilde şer ve kötülük işleyebilir, isterse melekleri bile geride bırakacak şekilde manen yükselebilir, topluma faydalı olabilir.

İşte; Peygamberler, mucizeleri ile teknolojik buluşların ileri noktalarına parmak basarak insanoğlunu maddeten yükselmeye teşvik ve sevk ederken; ahlakları, tavır ve davranışlarıyla da toplumların manevi saadet, refah ve huzurlarına da örnek olmaktadırlar.

Bugün İnsanlık maddi refaha ulaşmada, terakki ve ilerlemeyi sağlamasına rağmen; adalet, ahlak ve sosyal huzur noktasında peygamberlerin örnek tavır ve davranışlarına gözlerini kapayarak, kulaklarını tıkayarak, vicdanlarını kilitleyerek, akıllarını susturarak bigane kaldılar. Kuvvetliler ve zekiler zayıfları ve fakirleri ezdiler. Güç sahipleri, havas tabakası avamı, halkı ecir, esir ve köle gibi istihdam etmeye başladılar. Bu hal insan fıtratına ters olduğundan yani insanın yaratılış gayesine aykırı olduğundan insanoğlu vahşet ve barbarlıkla işlediği bu günahları, dünya ve ülke içi savaşlarla vb. ayaklanmalarla ortaya çıkan bu vahşeti ve zulmü hazmedemeyerek kustu ve kusmaya da devam ediyor. İnsanlık alemi bu vahşeti ve dehşeti ilanihaye sürdüremeyeceğini yaşadığı acı tecrübelerle anlamıştır. Bu nedenle vahşet ve kavgalardan kurtuluş için beşer büyük bir arayış içine girmiştir. Bunun da en açık belirtisi medeniyetler ittifakı çalışmalarıdır.

Evet insanlık;  fıtratında dercedilen bu “tekâmül kanunu” gereği medenileşip, sosyalleştikçe bir başka ifade ile kemale erdikçe İslâm hakikatlerine yaklaşmak zorunluluğunu hissedecektir.

Zira maddeten ilerleyip zenginleşen insanoğlu manevi sıkıntılar, stresler, zulümler, zalimce uygulamalar, kaos ve  buhranlar içerisinde büyük sancılar çekiyor. Bu gayr-i insani muameleleri hazmetmeyen beşerin nasıl kustuğunu terör olayları, iç çekişmeler ve savaşlar ve dünyanın hal-i hazır keşmekeş durumu göstermektedir. Ortadaki bu vahşet, dehşet  ve sefalet tablosu ister istemez bir fıtrat kanunu olarak insanlık âlemini huzur ve saadeti bulmak için ortak noktada buluşmaya, beraberce çözüm bulma arayışlarına sevk edecektir. İşte bu arayışlar da beşeri sukut ettiği en vahşi, en alçak, içine düştüğü bir türlü çıkamadığı gayri ahlaki  dereceden kurtaracak, yeryüzünü her türlü pisliklerden, rezaletlerden temizleyecek ve bütün insanların barış, adalet, eşitlik  ve kardeşlik içerisinde yaşamasını sağlayacak hakikatleri barındıran “hakaik-i İslâmiyeye” yani  “her iki dünya saadetinin” ana kaynağı olan İslâmiyet’in temel prensiplerine ulaştıracaktır.

Böylece, İslam hakikatleri ile bezenecek insanoğlunda dahi hayır ve fazilet galip olacak. Yaratılışın hakiki maksadı konunun başında temas ettiğimiz gibi insanoğlu için de tahakkuk edecektir. Diğer varlıklar gibi o da “tekamül kanunu” gereği yaratılış gayesini böylece bulacak ve kemal noktasına ulaşacaktır.

Peki bu bahsettiğimiz kemal insanlar için nasıl olacaktır diye sorulan bir soruya bence en önemli cevabı Hz. Peygamberimiz vermiştir. Evet O kemal noktasına ulaşılacağına dair  müjdeyi girişte bahsettiğim ifadelerle birlikte  birçok hadislerinde ifade etmiştir.

Avrupa ülkelerinde İslamiyet’in her geçen gün yayılması, peygamberimizin Hıristiyanlar hakkındaki müjdesini doğruluyor.

Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şerifte: Nasraniyet (Hıristiyanlık) ya tamamen yok olacak ya da hurafelerden, tahrifattan arınıp safileşecek ve İslâmiyet’e yaklaşacaktır (veya dahil olacaktır),  diye haber veriyor.

Sonuçta kemal noktasına ulaşarak “eşref-i mahlukat” olduğunu ispat edecek insanoğlunun yaratılış gayesi de böylece tahakkuk etmiş ve va’di ilahi yani “eşref-i mahlukat- en şerefli varlık” olma vasfı da yerine gelmiş olacaktır.

Recai ALBAY

Kaynak : Nurdergi.com

Yaz Kışa, Gençlik Yaşlılığa Değişecek

Gençlik, Allah’ın lütfu olan en güzel çağdır ve bu dönemde yapılan ibadetler, sonsuz kurtuluşa ulaşabilmek için çok değerli vesilelerdir. Yaşlanmadan evvel değeri iyi bilinmelidir.

Gençlik dönemi, Kur’an ahlakını yaşamak, yaygınlaştırmak ve Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için en verimli çağdır. Kur’an’da kıssaları verilen elçiler, peygamberler ve onlarla birlikteki müminlerin de çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Bu kutlu gençler yaşlarına rağmen taşıdıkları sorumluluk bilinciyle, imanî olgunlukları ve güzel ahlaklarıyla birçok insanın imanına vesile olmuşlardır.

İmam Rabbanî Mektubat 73.Mektup’ta, “Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başıboş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sahibi olalım! Kıyamet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka, ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip elden kaçırmaz. İhtiyarlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da elverişli vakit ele geçmez.” sözleriyle gençlik çağının imanî açıdan önemini vurgular.

Yaşadığımız zaman, dejenerasyonun en fazla yaşandığı, bu nedenle de Kur’an ahlakının yaygınlaştırılmasının çok gerekli olduğu dönemdir. Bu döneme en büyük katkıyı sağlayacak kişiler kuşkusuz samimi iman sahipleridir. Özellikle de imanı kalbine yerleştirmiş gençler, Kur’an ahlakına hizmet etmek için yoğun çaba göstermelidirler.

Din ahlakından uzak yaşayan cahiliye toplumunda, gençlik döneminin deli dolu ve kontrolsüz yaşanan bir dönem olduğu düşünülür. Yine bu dönemde insanlar eğitimlerini tamamlar, meslek edinir, geleceklerini ve yaşlılıklarını garantiye almaya çalışırlar. Dünya hayatına dair bu işler doğal olarak gençlik dönemine rastlar. Ancak tüm bunlar amaç değil, Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olacak araçlardır. İnsanın fiziksel ve zihinsel en sağlıklı olduğu, en zinde ve enerjik dönemi olan gençlik yılları, Allah yolunda ciddi çaba gösterilebilecek, açık zihinle derin düşünülebilecek çok değerli bir yaşam dilimidir.

Cahiliye toplumu anne babaları, çocuklarını Allah’ın değil insanların beğendiği gibi yetiştirmeye çalışırlar. Oğulları kesinlikle güzel bir meslek edinmeli, kızlarını da ne ‘doktorlar ne mühendisler’ istemelidir.

Toplumun bu gibi yanlış telkinleri yüzünden, insanlarda Allah’a bağlılık önemsenmez ve birçok genç dinden uzak yaşar. Oysa insandaki en önemli özellik takvadır ve bu üstün özellik Kur’an’da, “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır…” (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle haber verilir.

Kur’an’dan Örnekler

Kuran’da da bildirildiği üzere Yüce Allah, kutlu kullarına, genç yaşlarında müjdeci ve uyarıcı olarak elçilik ve peygamberlik görevlerini vermiştir. Allah’ın peygamberlikle şereflendirdiği kutlu gençlerden biri Kendisine dost edindiği Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim putperest olan kavmine genç yaşta dini tebliğ etmiştir. Hz.İbrahim’in oğlu Hz. İsmail de, çocuk yaşında yaşadığı imtihanında, imanını, teslimiyetini ve Allah’ın buyruklarına olan itaatini kanıtlayan örnek bir mümindir.

Diğer yandan Hz. İsa ve onun yardımcıları olan Havariler de Allah’ın genç yaşta hidayet verdiği müminlerdir.

Kur’an’dan bir diğer örnek de Hz. Yusuf’tur. Çocukluğu, gençliği, atılan iftira ve yaşadığı hapis hayatıyla müminler için hikmetli ve önemli örnektir. Allah’ın Hz. Yusuf’a genç yaşta hidayet verdiği “… Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz.” (Yusuf Suresi, 22) ifadesiyle Kur’an’da bildirilir.

Firavun döneminde büyük bir mücadele örneği gösteren Hz. Musa’nın çağrısına icabet eden ve yardımcıları olan kişiler de İsrailoğulları’nın gençlerinden oluşur.

Resûlullah’ın (sav) tebliğine de Mekke’nin önde gelen ailelerinin gençleri, toplumdaki diğer kişilerden daha çok ilgi göstermişlerdir. İslâm’ı yayma konusunda Peygamberimiz’in (sav) destekçi ve yardımcıları bu iman sahibi gençlerdir.

Peygamberimiz (sav) gençlere büyük önem vermiş, vahiy katibi olarak genellikle gençleri görevlendirmiştir. Gençleri öğretmenlik ve ordu komutanlığına tayin etmiştir. Peygamberimiz’e (sav) tabî olan bu gençlerin, Arap Yarımadası dışında da Kur’an ahlâkının tebliğinde çok önemli katkıları vardır.

Sonuç Olarak;

Gençlik, Allah’ın lütfu olan en güzel çağdır ve bu dönemde yapılan ibadetler, sonsuz kurtuluşa ulaşabilmek için çok değerli vesilelerdir. İnanan tüm gençler kutlu peygamberleri ve Allah yolundaki samimi müminleri örnek almalı, yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu amaçlayarak çaba içinde olmalıdırlar.

Bediüzzaman’ın da gençlik hakkındaki bir tefekkürü şöyledir: “Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde (kesinliğinde), gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.

İnsan, ön yargılarını kırıp yaşamını gerçekçi düşünmelidir. Zaman çok hızlı geçmektedir ve dünya hayatında geçen her gün insanı yaşlılığa biraz daha yaklaştırmaktadır. Yaşlılık dönemi ise, “Allah, sizi bir za’ftan yarattı, sonra (bu) za’fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za’f ve yaşlılık verdi...” (Rum Suresi, 54) ayetiyle bildirildiği gibi insanın zayıf olduğu dönemlerdir. Allah, yaşlılık döneminde insanda eksiklikler yaratarak, dünyanın geçiciliğini hatırlatır. Dünyadaki eksiklikler de görebilenler için, gerçek yurt olan cennete olan özlemi artırır.

Gençler, dünyanın her köşesinde Allah’ın beğendiği ahlakın yayılmasından, çatışmaların, savaşların, acıların sürmesinden, Müslümanların zulüm görmelerinden kendilerini sorumlu hissetmelidirler. Müminlerin en önemli görevlerinden olan iyiliği emredip kötülükten sakındırma ibadetini samimiyetle yerine getirmeli, çarpık görüş ve sapkın felsefelerle fikir mücadelesi yapmalıdırlar. Allah’ın kutlu elçilerini ve onlarla birlikte Rabb’leri yolunda malını ve canını satmış samimi genç müminleri kendilerine örnek almalıdırlar. Bu çabalar –Allah’ın dilemesiyle- insanlığı aydınlık günlere ulaştıracaktır.

Fuat TÜRKER

nurdergi.com