Etiket arşivi: nuriye çeleğen

Mutlu Bir Aile İçin “Aşk” mı, “Şefkat” mi?

İnsan olmanın sırrıyla hayata duygularla bakarız. En zor sırrımızı da duygularımızı tanımakta yaşarız. Bizi kuşatmış pek çok duygumuzun çoğu zaman farkına varmadan onların bekçiliğini yaparız. Bazı duygularımız yaratılışla deşifre edilerek bize sunulmuş. Sevgi ile nefret, aşk ile şefkat, hırs ile haset gibi. Hayat nehrinde bu duyguları yakalamak için kulaç atıp bu duyguların peşinde sürüklenirken kimi zaman bir duyguyla tanışır kimi zaman da tanışmadan avuçlarımızdan akıtırız. Tanışmadığımız her bir duyguda yetersizlik hissiyle sızlanırız.

Sanırım peygamberlerin öğretileri burada başlar. Duygularımızın açılımı, tanıtılması ve doğru kullanılması… Çünkü her bir duygumuz O’nu bize veren ile bağlanmıştır, O’ndan bize gelir. Binlerce duygu yolu ile yol alırken kimi zaman o yollarda nasıl yol alacağımızı şaşırır çıkmaz sokaklara saparız. En zor yolculuk duygu yolculuğudur. Kişilerle ilişkilerimiz duygular üzerinden olduğu gibi Rabbimizle ilişkimiz de duygularımızın kullanımı ile olur. Zaten seyr-ü süluk denen şey nedir ki? Bir duygunun duygusuyla o duyguya bağlı olan esmaya, onun ardındaki sıfata, onun ardındaki şuunata ve o duygunun geliş merci olan Zat’a bizi ulaştırması değil midir? Biz buna seyr-ü süluk deriz.

Her duygumuzun bir kalbi ve daha da ötesinde bir arşı vardır. Her duygumuzun nefsî mecaz basamakları olduğundan iniş ve çıkışları vardır. Tek bir duygumuzun nefsani yönü olmadığı için mecaz basamağı yoktur. Vicdanımız gibi her veçhi olumlu olan bu duygumuz Efendimizin (a.s.m.) sırrını taşır. Efendimizin dünyada ilk kelamını “ümmetî” olarak biliriz. Ahirette de ilk kelamı “ümmetî” olacağı belirtilir. Hakikatte bu kelamın açılımı şefkattir. Şefkat bu âlemin temeli olduğu gibi bidayetidir de. Ahiret âleminin de esası olan şefkat duygularımızın tacıdır.

Aşk ve şefkatin Kur’an boyutu

Şefkatin karşısına aşk çıkar.

Aşk görünüşte daha alımlı, daha parlak, daha coşkuludur.

Şefkat daha sessiz, daha mütevazıdır. Şefkatte aşkın atılganlığı görülmez.

Aşk ile şefkatin örnekli anlatımını Kur’an bize ders verir. Kur’an’ın aşk ve şefkatte prototipi Yakup peygamber ile Züleyha’dır. Bu anlatı bizim şefkat konusunda alışageldiğimiz bir hakikati de yıkar. Biz şefkati kadından, aşkı erkekten bilirken Kur’an aşkı kadına, şefkati erkeğe yükler. Doğrusu da budur. Çünkü şefkat sırrı analıkla bağdaşmıştır. Hakikatte de ana erkektir. Çünkü Havva, Âdem’den doğmuştur. Şefkatin doğru kullanımı erkekten kadına şeklindedir.

Kur’an’ın en güzel kıssası olarak bilinen Yusuf kıssasında Yakup peygamber şefkatin, Züleyha da aşkın mahiyetini çarpıcı bir şekilde gösterir. Malum kıssada Yakup (a.s.) şefkatle sevdiği Yusuf’undan diğer çocuklarının yaptığı hile neticesinde ayrılır. Şefkatsiz görünen bu sınavda şefkatin firak karşısındaki yakıcılığı da görülür. Firak şefkate kor olup düşer, yakar yandırır; ama büyük bir sabrı da içe akıtır. Şefkatin sirayeti umumidir. Yakup peygamberin dili bedduaya, kalbi öfkeye durmaz. Kahır edenlere de şefkat eder.

Aşkın Kur’anî simgesi Züleyha, aşkla tutunduğu Yusuf’un kendi günahkâr talebine cevap vermemesinden dolayı ona iftira eder. Yakup peygamber, şefkatin içine saldığı acıyla gözlerinden akıttığı yaşlar dünyayı kendine zindan ederken, Züleyha aşkına karşılık bulamadığı Yusuf’a dünyayı zindan eyler. Aşkın bir yanında şefkat bir yanında zulüm olan iç yüzünü aşikâr eder. En önemlisi de bize aşkın günaha açık kapılarını öğretir.

Yakup (a.s.) “Ben hüznümü de sevincimi de Rabbime söylerim” der içe döner. Günümüz insanı dışa dönüklüğü salık verip içe dönüklüğü psikolojik sorun olarak belirler. Oysa içe dönmek Rabbine dönmektir. Yakup peygamber içe akarken Züleyha dış âleme kaçar. Her yerde Yusuf’u görür. Yıldızlara bakar da onları Yusuf sanır. Şefkat enfüstür, sığınmaktır; aşk afaktır, aranmaktır. Yakup şefkatle ketumlaşır, Züleyha’nın aşkla dili çözülür. Züleyha kim Yusuf dese servetini verir ve aşkın dağıtmak olduğunu gösterir.

Aşkın şefkate nispeti

Oysa şefkat toplayıcıdır. Şefkatin girdiği her şey toparlanır; şefkat cem sırrıdır.

Şefkat sen der; aşk ben.

Şefkat mutlu etmek ister; aşk mutlu olmak ister.

Şefkat halimdir; aşk hâkim.

Şefkat feda edip fedakârlık gösterir; aşk feda etmez fedakârlık gözler.

Şefkat karşılık verir; aşk karşılık bekler.

Şefkat kalbîdir; aşk nefsîdir.

Şefkat umumîdir; aşk ferdîdir.

Aşkın yansıması yoktur; şefkat yansır. Şefkat sahibi şefkat ettiğine benzeyen herkese şefkat eder.

Şefkatte merhamet, aşkta güven vardır.

Şefkatte sabır, aşkta sızlanış vardır.

Şefkatte doğallık, aşkta seçicilik vardır.

Şefkat fıtrattır; aşk kabiliyettir.

Şefkat vehbîdir; aşk kesbîdir.

Şefkat verilir risalet gibi; aşk istenir velayet gibi.

Aşk velayetin, şefkat risaletin yoludur. Risalet akrebiyettir, velayet kurbiyettir. Birinde insana Rabbi gelir, birinde aşığın sevdiğini talebi gibi Rabbe gidilir. Şefkat ile aşkın arasındaki fark sanırım budur.

Aşk zordur; mecaz perdesiyle sarılıdır, hakiki merciine ulaşamayabilir. Şefkat kolaydır; O’ndan perdesiz geldiği için fıtrîdir, mecaz yönü yoktur.

Suret-i Rahman’da yaratılan tek varlık olmamızın mahiyeti de sanırım şefkattir. Bunun için şefkat nefsin dokunamadığı saf duygumuz olduğundan hayat nehrinde durmadan Rabbine akar. Bundandır ki aşkta usanma, şefkatte tutunma vardır.

Aşk mı şefkat mi?

Günümüz toplumunun en büyük sorunu bu iki büyük duyguyu birbiriyle çatıştırması ve bir duyguyu mecaz yönüyle öne çıkartırken diğer duyguyu ve özelliklerini küçümsemesi. Şefkatin sırları olan vericilik, fedakârlık kendini ezdirme olarak gösterilmekte. İster istemez reklamı yapılan ve benliğe çok uygun olan vericilikten çok alıcılığı ile imtihan edilen aşk, ön plana geçmekte ve revaç görmekte.

Aşkın en büyük handikabı mecaz kısmı aşılamazsa kişiyi firavun yapmasıdır. Çünkü mecazda kalan aşk o sevginin ucu olan kişinin nefsinde yer tutar. Aşkın kaypak bir yönü kişinin kendi nefsinde bir sevgi tohumu bırakmasıdır. Aşk ile kendini ve nefsin sevdiğini talep etmek kişinin benlik yönünü büyütür. Eskilerde toplum âşık olanı tedavi eder, kişiyi nefis basamağından atlatmayı sağlarmış. Şu anki toplum hep nefis bazında yaşamayı öğütlediği için kişinin mecazî sevgilerde terbiye olması mümkün olmamaktadır. Buna en güzel örnek bu günkü evlilikler olsa gerek.

Günümüz evliliklerinde aşk zorlaması var. Bu da fıtrîliği gideriyor. Belki de bu yüzden boşanma sayılarında bir hayli artış kaydediliyor. Herkes eşine âşık olamaz; ama şefkatli olur. Aşk kusursuzluğu ister, oysa aile hayatı kusurdan, hatadan, problemden hali değildir. Aşk bu gibi durumlarda terk eder, sevgisi biter. Şefkat hata ve problem karşısında merhameti de yanına alır ve artış gösterir. Kusursuzluk temeline oturtulmuş olan aşk affetmez, şefkat her daim af ile muamele eder. Bir toplum ya da aile hayatında şefkatin yerini aşk alırsa çoğunluk buna yönelirse o toplumda merhamet, acıma, vericilik gibi hasletler gider; benlikler büyür.

Aşkın kırılma noktaları çoktur. En önemli handikabı da her daim günaha açık bir kapısı olmasıdır. Zaten günahla kirlenen sevgi, saf aşk boyutuna ulaşamaz. Günah sevgideki manevî kimyayı öldürür. Bilhassa sevgiyi aşk yapan sır günahsız sevginin kalpte sabır mayasıyla kıvama gelmesidir. Sevgi günahla yıpranırsa aşka tutunma liyakatini kaybeder. Günaha daha çok maruz kalan bir asırda yaşadığımız için toplum hayatının her kesiminde aşktan ziyade şefkate ihtiyacımız var. Çünkü şefkat aşkın da ellerinden tutar. Aşkta şefkat yoktur; ama şefkatte nefsanilikten arınmış aşk da vardır. Aşk zaman içinde küçülürken şefkat büyür. Şefkat aşka her daim şefkat eder; ama aşk çoğu zaman şefkatli değildir. Aşkta her zaman nefse karşı açık bir uçurum vardır.

Aşk nefsin sızlanışı; şefkat kalbin visalidir.

Nuriye Çeleğen

www.MoralDunyasi.com

İffetiniz Kadar İbadetten Zevk Alırsınız!

“İffet insanda günahların temel noktasıdır. Bu konudaki günah sair günahların tetikçisidir. En önemlisi de bu konudaki günah kişiyi ibadetten uzaklaştırır. O bakımdan iffet ibadet için önemli bir noktadır. İffetiniz kadar ibadetten zevk alırsınız ve ibadet etmekte zorlanmazsınız.”

Yazar Nuriye Çeleğen, Hz. Hacer’i anlattığı “Aşk-ı Sükun” kitabında kullandığı uslup ile damaklarda çok hoş bir tat bırakmıştı. İtiraf etmeliyim ki Çeleğen, Hz. Meryem’i anlattığı yeni kitabı “İffet-i Kalp”te kullandığı uslup ve kurgu ile damaklarda tarifi imkansız bir tat bırakmaya devam ediyor. Kitabının her bir sayfası altı çizilmesi gereken cümlelerle dolu…

İffet-i Kalp, günümüzde sadece “namus” boyutuna indirgenmiş iffet kavramına yeni açılımlar getiriyor. Çeleğen kitabında aynı zamanda kulluğun iffeti, düşüncenin iffeti, kalbin iffeti gibi kavramlardan bahsediyor. Bu yeni kavramları sorduğumuz Çeleğen, ilginç ve düşündürücü cevaplar verdi.

Kitabınızın ismiyle başlamak istiyorum: İffet-i Kalp… Hz. Meryem için yazılan bir kitaba daha farklı ve kitabın konusunu yansıtan isimler verilebilecekken bu ismi tercih etmenizin sebebi nedir?

Bu şimdiye değin kullanılmamış bir terkip. Kalp, ayine-i Samed’dir. Oraya O’ndan gayrı olan herşey namahremdir. Kalbe giren her namahrem iffet-i kalbe halel verir. Bu namahremin geniş bir yelpazesi var. Bir su-i zan, bir haset, bir kin; bunlar da kalp için namahrem olan duygulardır. Her insana verilen ömür denen gizli sırda iffet-i kalbe ulaşıp O’nunla olan ilişkimizde araya giren tüm namahremleri bertaraf ederek O’na yakınlaşmaktır asıl mesele. 70 bin hicapların temel açılım ve kaldırılım noktasının iffet-i kalple başladığını düşünüyorum.

Bir önceki yazdığınız romanınız Aşk-ı Sükun’da Hz. Hacer vardı ve anneydi. Yeni kitabınız İffet-i Kalp’te Hz. Meryem de anne. İki anneyi yazarken neler hissettiniz? İki peygamber annesini yazmak sizde nasıl duygular oluşturdu?

Onlar kulluk sınavları büyük iki önemli hanım. Beni onları yazmaya sevkeden husus onların hayat sınavlarındaki duruş şekilleri ve kulluk bilinçleri oldu. Yazma süreci her ikisini de yakinen ve daha detaylı tanımayı netice verdi. Bu annelerimizi tanıdığımızı zannediyordum, ama kifayetsiz olduğunu gördüm. Tanımak hayata geçirmeyi netice veriyor. Onların ruh halini yakalamaya çalışmak gibi bir güzellik oldu.

Kişi düşündüğüyledir. Düşüncenin gücü var. Yoğun bir şekilde düşündüğün kişiyle hemhal olabiliyorsunuz. Şunu gördüm, onlar manen hayattalar. Onlarla ilgilenmek irtibat sağlatıyor. Her ikisini yazarken farklı duygular ön plana çıktı. Mesela Hacer’de sabır, tevekkül ve teslimi daha çok hissedip hayatımda yaşamıştım. Hz. Meryem’de ise ibadet, tesettür ve kaçınma hisleri daha çok kendini aşikâr etti.

İki peygamber annesinin ortak özellikleri var mıydı? Hangi noktalarda birbirleriyle buluşuyorlardı?

Ortak noktaları ikisinin de niyetinin kulluk olması. Dünyayı dünya cihetiyle önemsememeleri. Dünyayı imtihan yeri olarak görmeleri. Musibete karşı sabır etmeleri, tevekkül ve teslim içerisinde olmaları. Dünyanın olayları karşısında acz hissetmemeleri, aczlerini Rablerine karşı hissetmeleri. Çok konuşmamaları. Hz. İbrahim’e, Hacer’i Mekke’ye götürürken yol boyu konuşmaması söyleniyor. Hz. Meryem için de aynı şey oluyor. Hz. İsa’nın doğumunda konuşmaması emrediliyor. Dünyaya karşı kıyl-u kalleri yok. “Neden bu böyle oldu”, “keşke” gibi sözcükleri yok. Rablerinin kendilerine verdikleri ve yaşattıkları karşısında ölü gibiler.

İki hayatın en önemli ortak noktası tam tevekkül sırrına eren kişiyi Allah’ın zayi etmiyor olması gerçeği. Kemalatın musibet ve hayattaki imtihanlarla yakın orantılı olduğu ortaya çıkıyor bunların hayatlarında.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Meryem’den bahsedilirken “İffetini (muhkem bir kale gibi) koruyan Meryem’i de yad et!” denilerek Hz. Meryem’in iffetine vurgu yapılıyor. Bu ayetten günümüz insanının alması gereken dersler nelerdir?

Bana göre her dönemden daha çoktur bu dönemin bu ayete ihtiyacı. İffet çok geniş bir yelpazesi olan kavramdır, yalnız kadın için geçerli değildir. Ama kadın, erkeğin iffeti için de muhkem bir kaledir. Kur’an’da iki iffet kıssası vardı. Bu kıssanın sahipleri birisi erkek, birisi kadındır. Ama Kur’an iffette öncelikli olarak Hz. Meryem’i örnek alır.

Günümüz insanın bilhassa kadınlarının içtimai hayatın her kesiminde bulunması ve rahat olması Hz. Meryem’i daha ziyade öğrenmek ve hayatını takip etmemiz zaruretini getiriyor. “Bunlar eskide yaşanmış” diyerek, “O zaman öyleydi” diyerek ötelenmesini yanlış buluyorum. Nefsin kaçamağı olarak düşünüyorum.

Hz. Meryem’in iffetini koruması çok zor şartlarda oluyor, onun için günümüz insanının bu örneğe daha çok ihtiyacı var. Hz. Meryem, 400 erkeğin yaşadığı bir ortamda tek bir kız olarak yaşarken hiçbirini görmemesi, hiçbirine görünmemesi, günümüz insanı için önemli bir iffet modelini sunuyor. Demek ki içtimai hayatın içinde bu gerçekleşebilir. Kalplerde başlayan iffet kalesini muhkem oluşturursak iffetin sahibi Rabbimiz Hz. İbrahim’i ateşin içerisinde koruduğu gibi bizleri de içtimai hayatın içinde koruyacaktır. Bu bakımdan günümüz insanının Hz. Meryem modelini çok iyi bilmesi ve hayatına geçirebilmesi bakımından bu ayete ihtiyacı var.

Kitabınızda iffetin değişik hallerine değiniyorsunuz. Kalbin iffeti, düşüncenin iffeti, kulluğun iffeti gibi. Oysa günümüzde iffet sadece “namus” kavramına indirgenmiş durumda. Diğer kavramları nasıl oldu da hayatımızdan çıkardık? Önemsiz oldukları için mi?

Güzel bir soru. İffet konusu İslamî yaşayış hasasiyetinden uzaklaşınca yalnız toplumsal değerler bölümüyle kaldı. Toplumsal değerlerde adı namustur, manevî değerler olarak adı iffettir. Bence ikisi çok farklıdır. Namus olarak bakıldığında yalnız cismin muhafaza edilmesidir aslolan. Günah olarak, Rabbin emri olarak kaçınma yoktur. Oysaki manevî değerler olarak bakıldığında iffetin en alt derecesidir ten muhafazası. Daha ileriki aşamaları duyguların, kalbin, hayalin, fikrin iffetidir. Bediüzzaman Hazretleri’nin hayale günah işletmemek tabiri vardır. Hayalin iffetidir bu sır.

Hayatımızdan nasıl çıkarttığımız meselesine gelince hayatımızdan bir anda çıkartmadık. Uzun ve sistemli çalışmaların neticesinde oldu. Romanlarla başladı bu süreç. Televizyonla devam etti ve hız kazandı. Bunlar farkına varmadan normale döndürdüler, düşünceler “olabilir”e hazırlandı ve “olmalı”ya kadar gelindi. Bu aşamaya nasıl gelindiğinin temeline indiğimizde Aşk-ı Memnu’ların niçin yazıldığına bakmak gerekir.

İffet insanda günahların temel noktasıdır. Bu konudaki günah sair günahların tetikçisidir. En önemlisi de bu konudaki günah kişiyi ibadetten uzaklaştırır. O bakımdan iffet ibadet için önemli bir noktadır. Dikkat ettiğimizde de Hz. Meryem’in hayatında iki esas var: İffet ve ibadet. İffetiniz kadar ibadetten zevk alırsınız ve ibadet etmekte zorlanmazsınız. Şimdi gençler neden bu denli namaza başlamak, devam etmek konusunda sorun yaşıyorlar ve zorlanıyorlar. İffet-i kalpte sorun varsa onun ilk yansıdığı amel namazdır.

Hz. Meryem’den bütün ümmetin ve özellikle hanımların alması gereken dersler nelerdir?

En önemli özellik kulluk bilinci olmalıdır. Bunun devamında açılım olarak tesettür kavramı ve iffet var. Günümüz mümin hanımlarının ciddi bir tesettür sorunu yaşadıklarını düşünüyorum. Tesettürlü hanımlarda tesettür kavramı tezahür olarak netice veriyor. Tesettür setr iken izhara yardımcı bir boyut kazandı. Günümüz hanımlarının tesettüründe Hz. Meryem’e ihtiyaçları var. Zekeriya peygamberle hem de o kadar yaşlı birisiyle perde arkasında görüşen bir Meryem yakın dünyamıza misafir olmalı. Meryemî ruh, dünyamıza çekilmeli ve Meryemî ruh sırrının incelikleri araştırılmalı.

Tabi baştan beri dediğimiz gibi Meryem eşittir iffet. O bir iffet abidesi. Allah onun iffetini övüyor ve Kur’an’da onu bize örnek gösteriyor. Daha başka ne düşünülebilir ki. Özelliğini bize Kur’an belirtiyor.

Günümüz kadınları için en önemli özelliği dünyaya bakmaması, dünyaya değer vermemesi. Dünyevililiğin merkeze alındığı bu dönemde önemli bir husus olmalı.

Hz. Meryem’in en önemli özelliğinden biri de çocuk yetiştirme konusudur. Bilhassa annelerin Hz. İsa gibi çocuklar için Meryem gibi karakterler ve huylar edinmeleri gerekir diye düşünüyorum. Herkes Meryem olarak doğamaz ama Meryem ahlakı edinebilir. Hayatı değiştirmek yerine ahlakı değiştirmeyi baz almak gerekir. Şimdiki hanımların isyankâr dünyalarına Hacer ve Meryem sükûnetinin değmesi gerekir. Dünyaya koşan hanımlara, tam bir terk-i dünya ederek hem dünyayı hem ahireti bulan bu şahsiyetlerin gönül dünyalarını günümüz hanımlarının biraz çalmaları gerekir diye düşünüyorum.

Günümüz kadınları maddî ve psikolojik olarak dünya için çok hırpalanıyorlar. Dünya koşuşturmalarından biraz silkinip bu annelerimizin ellerinden tutmaları kendileri için hem dünyevî hem uhrevî getirisi fazla olacaktır. Bilhassa örneklerin peşinde çokça takılan kadın dünyasının, günümüzde yanlış örneklerin farkına varmadan çevreden, çalışma hayatından ve medyadan edindikleri bu kötü örneklerden uzaklaştırıcı bu şahsiyetlerin, hayatlarının tanıtılması ve bu mübarek annelerimizin günümüz kadınları için tabiri caizse güncellenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Günümüzde bir tesettür mücadelesi olmakla birlikte iffet kavramının algılanması nasıldır? İffet kavramı günümüz insanı tarafından doğru bir şekilde hayata tatbik edilebilmekte midir?

Tesettür ve iffet ayrıdır. Belki tesettür iffet için bir koruyucu ve destekleyici olabilir ama ikisi farklıdır. Hz. Meryem’in en önemli özelliği iffet ve tesettürüdür. İkisi bir olunca güzelik olur, Meryemvari hal tezahür eder. Şu anki anlayışta “tesettür varsa tamam” zannedilen bir yaklaşım var. Tesettür herşey değildir. Tesettür herşey için bir adımdır, basamaktır; fakat iffetsizliği hiçbir tesettür örtemez.

İffet kavramının günümüzde yaşayış alanlarında sorunlar var. İçtimai hayatın getirdikleri ve bunların zorunluluk olarak kabul edilmesi, bazı davranışların medeniyet icabı, adab-ı muaşeret gereği diye telkin olunması, yaşantıda iffeti korumak adına koyduğunuz sınırlamalar, asosyal olmakla itham edilmesi, kişilerde iffet konusunun yara almasını netice verdi. İffet öyle bir şey ki o kısımda olan sorun kalbî inkişafatta ve kişinin kulluğunda aksamalarla hemen kendini göstermektedir.

İffet kalbin manevî bir örtüsü gibi tüm kalbi kuşatmıştır. Onda olan zedelenme kalbin diğer latifelerine hemen sirayet ediyor. Mesela iffette olan sorun hemen edepte sorunla ortaya çıkıyor, hepsi birbirini tetikliyor.

Söylediğimiz gibi Kur’an’da iki iffet örneği var: Hz. Yusuf ve Hz. Meryem. Kadının da erkeğin de iffetinin ne derece önemli olduğunu öğretiyor Rabbimiz bu iki örnekle. Fakat iffetin kadından erkeğe taşınması çok daha güzel bir hal. Çünkü kadın annedir. Çocuk için iffeti muhkem bir anne çok önemlidir. Çünkü çocuğun ahlakî, manevî halleri annenin iffetiyle oluşur. Hz. Meryem’in iffeti Hz. İsa gibi bir çocuğu netice vermiştir.

Günümüzde çocuk yetiştirmedeki problemlerde temele inilmiyor. Çocuk terbiyesi asırlar öncesinden başlar. Bu silsilede iffet sorunu olan bir anne veya bir nine çocuğun istemediğimiz davranışlarının temelini oluşturur. Nitekim Efendimiz (a.s.m.) gibi bir şahsiyetin 500 tane iffeti muhkem ninelerin soyundan olduğu siyer-i nebevilerin üzerinde önemle durduğu hususlardandır.

Günümüz çocuklarındaki hiperaktivitenin, doyumsuzluğun ve sair sorunların temelinin bilhassa annenin manevî sorunlarından olduğunu düşünüyorum.

İffette önceliğin kadında olması ve erkeği o konuda koruması gerekir. Çünkü kadın iffet sırrını yakalarsa toplum iffetli olur. İffet-i kalp, iffet-i toplumu netice verir.

Hz. Hacer’le başlayıp Hz. Meryem’le devam eden roman serinizin üçüncü ayağında kimi yazmayı düşünüyorsunuz?

Şu an çalışmakta olduğum romanıma konu olan şahsiyet bir hanım değil.

Yusuf Levent

Moral Dünyası Dergisi / www.moraldunyasi.com

Nefis

Her kademesi bir tuzaktır yedinciye ulaşırsan sırrı anlarsın.

Nefsi Emmare;

Zincirli kilitli ellerHer daim günaha sokmak ister. Günaha meyleder insan, günahtan kaçışın şeytandan kaçışın kadardır.

Nefsi Levvame;

Dayanamazsında girersin günaha sonra anlarsın hata ettiğini pişmanlık duyarsın..

Nefsi Mülhimme;

Hani İbrahim peygamber Hacer’i bırakmıştı ya çöle, korkuyordu .”Üzülme” diye Rabbim ilham etmişti Hacer’e, o an mlhimme mertebelerindeydi işte Hacer…

Nefsi Mutmainne;

İbrahim bırakıp giderken sormuştu Hacer; “Bu kimin isteği?”diye. O da; “Rabbimin”demişti O bizi zayi etmez diyerek teslim olmuştu Hacer…

Nefsi Safiye;

İbrahim gidince su aramak için koşuyordu Merve, Safa tepelerinde acizliğin zayıflığın sırrına erdi fakrını anladı. Kumlara bıraktığı yavrusu susuzluktan ölebilirdi ama o hiçbir zaman düşünmedi isyanı itirazı, sadece ağladı. Rabbim zemzemi sundu. Nefsi Safiye mertebesindeydi Hacer.

Nefsi Marziye- nefsi Raziye;

İsmail büyümüş İbrahim Allah’a verdiği sözü tutacak İsmail’i kurban edecekti Hatice en güzel elbiselerini giydirdi öptü kokladı İsmail’i gönderdi babasıyla, şeytan geldi; ”İbrahim İsmail’i kesecek” dedi,  “hiç baba oğlunu kesermi?”

”Allah istemiş kesecek.”

Hacer Allah istediyse bize ne düşer? Deyip rıza göstermişti işte o zaman Rabbi Hacer’den razı olmuş nefsi marziye ve nefsi raziyeyi bir anda yaşamıştı.

Yaşanan her olay bir nefis mertebesine çıkmak için basamak olur ya da engel.

Duygularımızın hepsinin latifeyi Rabbaniye’nin emri altına girmesini nasip etsin Allah…

Kaynak: Aşkı sükûn-(Nuriye Çeleğen)

Nefse Karşı En Etkili Silah!

İnsan midesi kadardır. Mide kalp kapısıdır. Her lokmaya açandır ya da kapatan. Bu sırrı bilen ehl-i velayet her lokmada Bismillah ve sonunda elhamdülillah der. Kırk gün bu sır üzere yemek yiyenin de manevi hallerinin inkişaf edeceği söylenir. Tahiri Mutlu Ağabeyin hep bu şeklide yediği belirtilir.

Nefis az yemek ve az uyumak ile emmareden vazgeçer. Riyazet denen az yemenin piri İsa aleyhisselamdır. Tüm peygamberler bu yolu salık vermişlerdir. Yahya peygamber zahitler reisidir. Çocukluğundan beri Allah korkusundan ağlayan, kıl cübbeden başka bir şey giymeyen, yemeyip içmeyen Yahya alehisselam birgün arpa ekmeği ile karnını iyice doyurur. O gece uyanamaz ve gece zikrini de yapamaz. Rüyasında Rabbi ona seslenir,

Ey Yahya! Kendin için benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun? Yahut bana yakın olmaktan daha hayırlı bir muhit mi buldun? İzzetim ve celalim hakkı için eğer Firdevs cennetine muttali olsaydın ve cehennemi hakikatiyle kavrasaydın gözlerinden yaş yerine irin akıtarak ağlar ve kumaş yerine demir elbise giyerdin.

Rabbe giden yolda nefis engeli az yeme ile kırıl ve kalp kapısı midenin yol verdiği kadar açılır. Dünya zevki taama konulmuştur. İnsanda hayvanî kısımları açan taamdır. Taamdaki her çeşit zevk, insanda bir zevk noktasını açar. Her zevk de insanı dünyaya bağlar. Efendimiz bunun için şöyle buyurmuştur:

Kalplerinizi oburca yiyip içerek öldürmeyin. Çünkü aşırı derecede sulanan ekinin öldüğü gibi kalp de ölür.

Yine Efendimiz kalplerin nasıl nurlanacağı ve nefsin nasıl alt edileceği konusunda şu tavsiyelerde bulunmuştur:

Kalplerinizi açlıkla nurlandırınız. Açlık ve susuzluk silahıyla nefsinizle cihat ediniz. Açlıkla cennetin kapısını çalmaya ısrarla devam ediniz. Zira nefsini terbiye etmekle mücadele edenin mükafaatı Allah yolunda cihat edenlerin mükafatına denktir. Allah katında nefsi açlık ve susuzlukla terbiye etmekten daha sevimli bir amel yoktur. Midesini sürekli dolu tutan melekut alemine asla giremez. Oburluğa devam edenler ibadetlerden lezzet alamaz.

Nefis, şeytanla insana karşı müttefiktir. Şeytana karşı kalp kapılarını açan nefistir. Nefse karşı en etkili silah az yemek ve yemekte çeşidi azaltmaktır.

Az yemenin temeli kalbi inkişaf ettirip ruhu güçlendirmektir. Cesedin ağlamasına karşılık ruhun gülmesini sağlamaktır. Nefis dünya ile zevklenir, kalp cennet ile, ruh da Allah ile zevk eder. Nefis bağı olan ceset az yemek ile zayıflatılınca kalp nefse galabe eder. Nefis toprak edilmeli ve nefis toprağı az yemekle sürülmeye başlanmalı ta ki ten incinsin ve incelsin; nefis emmeare ve levvame boyutlarını aşsın.

Aynı zamanda açlık sabır duysunu ve iradeyi güçlendirir. Hz. Fatıma kadar açlığa maruz kalan olmamıştır. Açlıktan çoğu zaman rengi sararır ve bayılır. Çünkü Hz. Fatıma kalp sırrındadır. Velayet silsilesinin büyük anası, kalbi inkişaftaki sırırın en güzel örneğidir.

Hz. Ebu Bekir’in şu sözleri midenin kalp ile araya giren en büyük engel olduğunun güzel bir tespitidir.

İbadetin zevkini almak için müslüman olduktan sonra doyasıya yemedim. Rabbime kavuşma iştiyakından dolayı kana kana su içmedim.

Kalp sırrına erilmezse ibadetten zevk alınmaz. Kalbi tahliyede önce mideden başlamak gerekir.

Dolu mide kalp duvarı, nefis dostudur..

 Nuriye Çeleğen