Etiket arşivi: nuriye hanım

Bediüzzaman’ın Çocukluğu

Pek acelesi var yapılacak işler çok

Çocukluğunda bile anlayanı yok

 

Ağabeyi Abdullah’ın ilmine kaldı hayran

Verdi kararı, öğrenip ilmi, edecekti bayram

 

Yaratılışı, amirane sözleri hazmetmez

Asrın sahibine elbet bu laflar söylenmez

 

Medreseden medreseye bu sebeple gitti

Döndü ailesinin yanına, canına tak etti

 

Daha küçük çocuk, henüz dokuz yaşında

Bin sekiz yüz seksen beşin baharında

 

rüyasında kıyametin koptuğunu görür

Peygamberimizi nasıl ziyaret ederim diye düşünür

 

Sırat köprüsü nünde bekleyeyim der

Tüm peygamberlerle görüşüp ellerini öper

 

Son olarak kapanır peygamberimizin eline

Resullullah sorar “ne istediğini? Küçük Saide”

 

“Kur’an ilmini talep eder yüce peygamberden”

“Hiç bir sual sormamak kaydıyla ümmetinden”

 

“İlm-i Kur’an verilecektir der ancak sana bu şartla”

Peygamber müjdesiyle uyanır Said sevinçle şafakta

 

Almıştı rüyadan çok büyük bir feyz ve şevk

Öğrenip yayacak Kur’an ilmini sonsuza dek

 

Öğrendi yılmadan on beş senelik ilmi üç ayda

Etmeliydi acele büyük yangın çıkacak bu asırda

 

Verdi kararını riyazete başladı hemen

Ot ile idare etti, ekmek bile yemeden

 

Talebe iken dahi zekât sadaka almaz idi

Başkasının minneti altına hiç girmezdi

 

Asrın özelliği idi fikren mücadele etmek

Bunun için gerekirdi çekirdekten yetişmek

 

Çocuk yaşında ilmiyle yarışmaya başlar

Emsallerini, hocalarını bırakır kendine hayran

 

On üç yaşında giymesi istendi ilmî kıyafet

Kendisi ergenliğe girmediğinden etti ret

 

Kapalıdır hurafelere aklı hiç kabul etmez

Doğru olmayan bilgi mantığından geçmez

 

Teneke çalınıp tüfek atıldığını duyar bir gece

Her sebebi araştıran Said, sorar annesine

 

Validesi “ay’ı yılanın yuttuğunu söyler”

“Bak der gökyüzünde görünüyor kamer”

 

Nuriye Hanımın misali çocukça olmuştu biraz

Küçük Said annesi de olsa, etmişti buna itiraz

Bekir Özcan

(Bediüzzaman Said Nursi Destanından)

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın Doğumu

bediuzzamanin.dogumuŞanlı Osmanlıyı dağıtacak gelecek yıllar

Yüz binlerce gazi şehit verecekti analar

 

Dünya devletleri yeniden şekillenecek

Doğacak güneş kâinata başka tesir edecek

 

Sabah olacaktı atmıştı şafak artık

Seher vaktinde parçalanacak karanlık

 

Osmanlı, hamile kalırken Avrupa’ya

Hamileydi Nuriye Hanım Bediüzzaman’a

 

Basmadı yere abdestsiz olunca hamile

Hiç bir iş yapmadı çekmeden besmele

 

Nurs köyünde kerpiçten yapılı bir evde

Heyecanlı herkes, tatlı bir telaş içinde

 

Bin sekiz yüz yetmiş altı yılının baharında

Emsalsiz bir çocuk dünyaya geldi Nurs’da

 

Doğdu erkek çocuk Nuriye hanımdan

Hayrette herkes, geldi bebek ağlamadan

 

Verildi müjde babası molla Mirza’ya

Geldi haber, göbek adı olsun Rıza

 

Ağlamadı çevresine merakla manalı baktı

Bebekken dahi kalbine hikmet ilhamı aktı

 

Konuşacak gibi bakıyordu etrafa bebek

Hikmete aykırı idi o anda söz söylemek

 

Sağ kulağına ezan, soluna kamet okundu

Bu sâbî çocuğa Said ismi kondu

 

Allah’ım! Bebek olmasına rağmen o ne heybet

Çocukta olur mu hiç bu vakar, nedir bu azamet

 

Mevlana Halid’in (KS) yüzüncü doğum yıl dönümü

Asrın sahibi Bediüzzaman’ın dünyaya geliş günü

 

Abdestsiz olarak annesi bir defa bile emzirmedi

Sofi Mirza zerre olsa da haram lokma yedirmedi

 

Peygamberin varisi gelmişti bu en son asra

Kur’an, iman, irfan nurunu saçacaktı kâinata

 

Güneşin doğduğu yerden tüm dünya nurlandı

Kâinattaki bütün karanlık âlemler aydınlan

 

Bekir Özcan

(Bediüzzaman Said Nursi Destanından)

www.NurNet.org

Bediüzzaman’ın şeceresi (soyağacı) hakkında bilgi verir misiniz?

BEDİÜZZAMAN’IN ANNESİ, BABASI VE AİLESİ:

Annesinin ve babasının doğum ve vefatları hakkında maalesef kesin bir bilgimiz olmadığı gibi; annesi tarafının ailesi ve babası hakkında da bir malûmat yoktur. Sadece N. Şahiner’in tespitine göre, annesi Nûriye, Nurs’un kuzeyinde üç saatlik mesafede bulunan “Bilkân” köyündendir. Nûriye Hanım’ın vefatı ise, Birinci Cihan Harbi sıralarında olduğudur. (6) Bunun dışında Nûriye hanımın sülâlesi, soyu ve ailesi hakkında bir malûmatımız bulunmamaktadır.

Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza, 1920 yılında vefat ettiği; sülâlesi ise, Sofi Mirza’dan sonra, dört batna kadar (yani baba) belli olup, bunlar: “Ali, Hızır, Mirza Hâlid ve Mirza Reşan” olduğu, yine tespitler arasındadır.

Tüm Doğu’da olduğu gibi, bölge halkının fıtrî ve millî bir adeti olan, adları tasğir etme, yani küçültme, kısaltma geleneğine binâen, halk arasında “Mirza” Efendiye “Sofi Mirzo” veya mezar taşında yazılı olduğu şekilde “Mirze” diye kullanıldığı gibi, annesi “Nûriye Hanım’a” da “Nûr’e” denilirdi.

Adların halk arasında çağrıldığı tarzda yazılması, tılsım ve havas ilmi ulemasınca lazım ve şart olduğu gibi; bazı hadis-i şeriflerde de (7) adların halk arasında telaffuz edildiği tarzda, kıyamet gününde aynı isimle çağırılacaklar diye ifade edilmiştir.

Bu hikmetten midir? Yoksa, Bediüzzaman Hazretleri’nin fıtrî olan kendi adet i kavmiyesine riayetkârlığından mıdır, bilmiyorum.. Annesinin ismini “Nûriye” olarak yazan Nûr talebelerinin yazılarını tashih ettiği sırada, birkaç kitapta “Nûriye” isminin Arapça müennes alâmeti olan “ye” harfini silerek “Nûre”(8) olarak bırakmıştır.

AİLESİ:

Sofi Mirza’nın (9) evi, hanedanı veya aile yuvasını teşkil eden efrâd ı ailesi şöyledir:

Yaş sırasına göre çocukları: 1. Dürriyye, 2. Hanım, 3. Abdullah, 4. Said, 5. Mehmed, 6. Abdülmecid ve 7. Mercan’dır. Sofi Mirza Efendi ümmî olduğu halde, kız erkek demeden bütün çocuklarını okutmuş ve âlim yetiştirmişti. Hattâ ekserisinin de Arabî ilimde icazetli oldukları, şark’ta ve Nurs Köyü’nde çok kimselerden duymuşuzdur. Bunlardan “Hanım” ismindeki kız çocuğunun büyük ve meşhur bir âlime olarak yetiştiği rivayetler arasındadır. Bu merhûme hanım, Birinci Cihan Harbi’nden evvel, Molla Said isminde, âlim bir zâtla evlenmiş, bilâhare 1913 senesinde, şeyh Selim veya Bitlis hadisesi ismiyle, meşhur “Hürriyet’in i’lanı”na karşı hükümete isyan edenlerin arasında, bu Molla Said’in de ismi karışmasıyla, hanımı “Hanım” ile birlikte şam’a hicret etmişlerdir. Şam’da çok talebesi olan Molla Said Efendi ders okuturken, takıldığı çetin mes’eleleri, perde ve hicap arkasında oturan hanımı, Âlime Hanım’a, sorarmış. 0 ise hiç duraklamadan hemen mes’eleyi çözer, cevap verirmiş, diye hâlen Şam’da hayatta olan Bitlisli Molla Abdulazîz Efendi anlatmışlardı.

İşte, bu nûrlu ailenin fertlerinin bir kısmının vefat tarihleri malûm ise de; diğerlerininki meçhuldür.

Vefat tarihleri bilinenler:

1. Hanım 1945’de Mekke-i Mükerreme’de(10) tavaf ederken (bilâveled)

2. Molla Abdullah, Bediüzzaman’ın yeğeni ve fedâi talebesi Merhûm Abdurrahmanın babası 1914 yılında Nurs köyünde,

3. Molla Muhammed 1951’de, kendi köyü olan “Nurs’ta” (bila veled)

4. Bediüzzaman Said Nursi 22 Mart 1960 Urfa’da (bekâr ve bila veled)

5. Molla Abdülmecid, Haziran 1967’de Konyada (beş çocuk babası) vefat etmişlerdir.

Vefat tarihi bilinmiyenler:

1. Dürriyye Hanım, Bediüzzaman’ın Rus Harbi’nde şehid düşen yeğeni Ubeyd’in annesi. Birinci Cihan Harbi’nden evvel Nurs deresine düşerek şehiden gark olduğu,

2. Mercan Hanım, ne zaman ve nerede vefat ettiği belli değil.

Nurs köyü mezarlığında, bu ulema yetiştiren âilenin reisi, Bediüzzaman’ın babası Sofi Mirza ile hanımı Nure ve oğlu Molla Mehmed ile Molla Abdullah yanyana yatmaktadırlar. Allah’ın nûruna ve rahmetine gark olsunlar. (Abdülkadir Badıllı; Mufassal Tarihçe-i Hayat)

SEYYİDLİĞİ MESELESİ:

Bediuzzaman mahkeme müdafaasında “Ben seyyid değilim” der. Üstadın resmi kimliğine baktığımızda Nurs’lu olduğu ve Doğu Bölgesinde dünyaya geldigi anlaşılmaktadır. Bu ifade düşünülürken mahkemedeki şartlar dikkate alınmalıdır. Zira Bediuzzamanın seyyidliğini kabul etmesi, onların nazarında siyasi manada yorumlanacak ve mahkumiyetine sebep olabilecektir. Halbuki Emirdağ Lahikası-I’in son kısma yakın bir mektubunda ise, “Ben kendimi seyyid bilemiyorum. Nesiller bilinmiyor. Ancak ben manevi ehl-i beytten sayılabilirim” der. Son Şahitlerde Salih Özcan’ın hatıralarında, Üstad neslinin hem anne ve hem de baba cihetiyle Hz.Hasan ve Hz.Hüseyine dayandığını bizzat ifade etmiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin varislerinden Seyyid Salih Özcan’ın naklettiğine göre, bir gün Üstad’la aralarında şu konuşma geçer:

– Salih sen seyyidsin, değil mi?
– Evet! Üstadım.
– Peki Seyyid Salih, sence ben seyyid olabilir miyim?
– Muhakkak Üstadım, siz seyyidsiniz.
– Seyyid Salih, ben anne tarafından Hüseyni, baba tarafından ise Haseni’yim.”

Bununla beraber şarkta seyyidlerin büyük bir yekün teşkil ettiği de bilinmektedir. Kendi şahsiyetini nazara vermeyen, şahsiyetini her zaman şahs-ı manevi içinde eriten ve büyük makamlar bile verilse ihlas sırrıyla bu makamlardan içtinap eden bir üstaddan aşikâre eserlerinde seyyid olduğunu beyan etmesi beklenemez.

Seyyid olanın seyyid değilim demesi günahtır” ifadesi kanaatımızca göre, seyyidliği kesin olarak tescil olunan kişiler hakkında olsa gerektir.

Kaynak: Sorularla Risale