Etiket arşivi: öğretmenin önemi

Peygamberlik Mesleği Öğretmenlik

Klasik tanımı ile Öğretmen, Eğitim ve öğretim sürecine önderlik ve rehberlik eden, öğretimin gerçekleşmesi için çalışan kişiye denir. Ancak bana göre öğretmenlik insanlara doğruyu ve yanlışı gösteren ve insanlara doğruyu tavsiye eden peygamberlik mesleğidir. İnsanları topluma yararlı bir insan mertebesine getiren öğretmenlerdir.

Peygamberimiz örnek yaşantısı ile en büyük öğretmen, Kuran-ı kerim en büyük ders kitabıdır. Kuran-ı kerimi diğer kitaplardan ayıran en önemli özelliği de 23 yıl gibi bir sürede tedricen(derece derece) inmesidir. Kuran-ı kerim bir ders kitabi, Hz. Muhammed (S.A.V) bir Öğretmen, Kuranın süreleri bir ünite, ayetler ders konusu olarak 23 yıl gibi bir sürede cahiliye dönemindeki Arap toplumuna eğitim verdi.

Bu eğitim ile tarihte eşi benzeri olmayan Asrı saadet toplumu meydana geldi. Yani Hz. Muhammed (S.A.V) toplumda kökleşmiş ve o dönemde ortadan kaldırılması hayal bile edilemeyen cahiliye adetlerini (Kan davası, içki, faiz, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme vb.) o dönemin insanlarının damarlarına dokunmadan, kendisine has eğitim yöntemi ile söküp atılmasını sağladı.

Evet, biz öğretmenler olarak, peygamberimizin eğitim metodunu örnek alabilirsek toplumda yer bulmuş bir çok yanlışın ortadan kalkmasına ve ülkemizin dünyada önder bir ülke olmasını sağlayabiliriz. Bir milletin milli, ahlâki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çalışmalarına bağlıdır. Öğretmen gelecek nesillerin mimarıdır. Mimar ne kadar iyi olursa kurulacak binada o kadar sağlam olur.

Öğretmenlikle ilgili yıllar önce okuduğum güzel ve ayrıca bizim için çok büyük dersler içeren bir hikayeyi aktarmak istiyorum.

Öğretmenin adı bayan Thompson du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.  Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson,Teddy i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.

Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır.

Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu…

Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu… diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni: Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve  sanırım evdeki yaşamı çok zor.. diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni: Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer birşeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince: Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor. demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelerele paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy nin armağanı kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi. Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış,  birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı. O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz dedi.

Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy ye özel bir ilgi gösterdi.

Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu. Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.

Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu, Teddy dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.

Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.

Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu. Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru. Bu hikaye burda bitmedi.

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını  ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi. Tahmin edin ne oldu?

Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu  söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi. Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de… diye fısıldadı.

Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: Yanılıyorsun Teddy… Ben değil, sen bana öğrettin. Seninle karşılaşıncaya kadar  ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!

Evet bütün Öğretmen arkadaşların Öğretmenler Gününü kutluyorum.

Hamit Derman

www.NurNet.org

“Öğretmen”le ilgili Ayetler ve Hadisler. “Öğretmen”in ve Öğrenmenin Önemi!

Bugün yazımızda İslam dininin eğitim ve öğretime, öğretmenlik mesleğine bakış açısını Kur’an ve Sünnet ışığında değerlendirip, üzerimize düşen vazifelerimizi yeniden hatırlamaya ve hatırlatmaya çalışacağız.

Bu dünyada kendisine yaşam alanı bulan insanoğlunun, kendisine, ailesine, yaşadığı topluma ve bütün dünyaya faydalı bir yaşam sürdürebilmesi için en gerekli olan şeylerin başında ilim gelmektedir.

İlim, sadece kendi başına yeten ve kişiyi mutlak manada dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak bir husus değildir. Çünkü ilim doğru amaçlar için kullanılabileceği gibi yanlış amaçlar içinde kullanılabilecek bir unsurdur. Güzel amelle yani doğru yaşantıyla bütünleşen ilim, değerlerin en başında gelir ve böyle bir ilim sahibinin, mutlu bir yol haritası çizmesine vesile olur.

Bir ilme sahip olan Alim ise, bir şeyi derinlemesine tanıyıp mahiyetini idrak eden, bir konuda kesin bilgiye ulaşan ve bir şeyin hakikatine nüfuz eden kişi anlamlarına gelir.Alimler bilgileri öğrenip bilimsel faaliyet icra etmek için veya bir takım bilgileri sadece kendi belleklerine aktarmak için ilmi öğrenmemeli, ilmi bilmeyene bildirmek ve bilene de bildiğini yeniden anlamlandırmak için öğrenmelidir.

Sevgili Peygamberimiz alimin üstünlüğünü şöyle ifade ediyor:“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir”

Kuran-ı Kerim’de ise:  “Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar.“,

Bir başka ayette ise,“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyrulmak suretiyle de ilim sahibi olan insanların en önemli özelliği olan Yaratanı bilme özelliği zikredilmiş, bilgili olanların bilgili olmayanlardan üstünlüğü vurgulanmıştır.  Bu sebeple davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü yerine getirilmemiş bir nimet olup, ayrıca bilgiyi bilene de sorumluluk gerektirmektedir.

İlme giden yol ise eğitim ve öğretimle sağlanmaktadır. Sosyal yapıda iyiye doğru gelişimin öncüsü eğitim ve öğretimdir. Ferdin hem kendisiyle hem de yaşadığı toplumla olan ilişkilerinde iyiye doğru gidişat yine eğitim ve öğretimle olmaktadır. İnsanoğlunun hayatının her safhasında –doğumdan ölümüne kadar olan bütün dönemlerinde- ihtiyaç duyduğu en önemli şey yine eğitim ve öğretimdir.

 Eğitim;

Belli bir bilim dalı veya sanat kolunda yetiştirme, geliştirme ve eğitme işi, çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine yardım etme, terbiye.

Öğretim ise;

Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi olarak tarif edilmektedir.

Tariflerden de anlaşılacağı üzere eğitim ve öğretim birbiriyle bağlantılı iki husustur ve biri diğerinden daha az önemli değildir. Bireylerin yetiştirilmesinde eğitim ve öğretim birlikte sunulmalıdır.

Eğitim ve öğretim sadece belli yaşla belli yerlerle sınırlı değildir. Özellikle günümüzde tıbbın ilerlemesi neticesinde, anne karnında bulunan bebeklerin dahi annenin davranışlarından etkilendiğini, söylenen sözleri duyduğunu, annenin kendisiyle kurmuş olduğu güzel iletişimden dolayı mutlu olduğu tespit edilmektedir. Hatta bazı annelerin çocuklarının iyi bir müzisyen olmaları için onlara müzik dinlettiklerini medyadan takip ediyoruz. Bu da bize göstermektedir ki, insanoğlunun eğitimi, anne karnına düşmekle başlayıp, doğumuyla devam eden ve ölüme kadar sürecek olan bir süreçtir. Peygamberi ifadeyle “Beşikten mezara kadar ilim tahsil edin” sözü bu hususu ne kadar da güzel özetlemektedir.

Eğitim ve öğretimin ilk başladığı yer aile yuvasıdır. Nitekim insanoğlu kendisine lazım olan ve hayat boyu unutmayacağı en önemli bilgileri hep bu yuvadan alır. Karakterin şekillenmesi, duyguların oluşması, bilginin öneminin anlaşılması ve dini hayatın insan üzerinde bıraktığı etki hep bu döneme rastlamaktadır.

Çocuklar tertemiz bir yaratılışa sahiptir ve üzerine yazılmaya hazır tertemiz bir sayfa gibidir. İyi veya kötü etkilere açıktır. Çocuklar son derece meraklı, hevesli, saf, temiz ve iyi niyetlidir.  Davranışları, düşünceleri ön yargısızdır. İçlerinden geldiği gibi, düşündükleri gibi davranırlar. Çocuklar, kendilerine söylenenlerden daha çok gördüklerine, yaşadıklarına ve tanık olduklarına itibar ederler. Sözlerden daha çok yaşadıkları, onlar üzerinde etkili olur. Bu sebeple anne-baba olarak bizlerin çocuklarımıza verebileceğimiz en önemli eğitim modeli “yaşayarak öğretme” olmalıdır.

Yalan söyleyen, ağzından kötü söz çıkar, dedikodu yapan, velhasıl kötülükler içerisinde olan bir anne-babanın çocuğunu söz ile doğru olan şeylere iletmesi çok zordur. “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüzün de işaret ettiği gibi hayatımızın genelini etkileyen çocukluk döneminin en verimli bir şekilde geçirilmesine ebeveynler tarafından özen gösterilmelidir.

Vatanını ve milletini seven, büyüklerine saygılı, küçüklerine merhametli, hayatın kıymetini bilen ve kötü alışkanlıkları olmayan bir nesil yetiştirilmesinin yolu önce aileden geçmektedir.

Sevgili Peygamberimizde“Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunmamıştır.” buyurarak, anne-babaların evlatlarına vereceği en önemli eğitimin edep ve terbiye olduğunu zikretmiştir.

Zaten kişinin aile yuvasında almış olduğu terbiye, ahlakını şekillendirmede en etkili olan husustur. Nitekim bizlerde “Kişi yedisinde neyse yetmişinde odur” diyerek bu hususu atasözü olarak kullanmaktayız.

Eğitim ve öğretimde en etkili yerlerden biride okuldur. Okul, bireylerin aile yuvasında almış olduğu eğitimden başka onlara bilgi hazinesi sağlayan en etkin kurumların başındadır. Cehaletin önlendiği yer okuldur. Kişilerin benliğinin oturduğu ve bilginin hayata aktarılması hep okul sayesinde olmaktadır. Okullarda bizlere eğitim ve öğretimi sunanlar ise başımızın tacı öğretmenlerimizdir. Almış oldukları ilmi insanlara aktaran nadide şahsiyetlerdir. Milletlerin geleceğini belirleyen, bireyleri toplumla buluşturan ve onlara sosyal bir kimlik kazandıranların başında yine öğretmenler gelmektedir. Bu sebeple öğretmenlik bireylerin yapabileceği en önemli görevdir.

Yüce Dinimizde eğitim ve öğretimin işini yüklenen öğretmenlerimize gereken önemi vermiştir. Öğretmenler yapmış oldukları iş karşılığında dünyada ve ahirette Allah’ın rahmetine ve insanların gönüllerine girmişlerdir. Öğretmenlik dünyada gıpta edilecek iki husustan biridir.

Sevgili Peygamberimiz bunu şöyle dile getirmektedir.“Yalnız şu iki kimseye gıbta edilir.Allah’ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” 

Eğitim ve öğretim işiyle meşgul olmak sadece dünyevi getirisi olan bir görev değildir. Bu görevi yerine getiren insanlar için dünyada kendilerine ilim öğrettikleri insanların yanı sıra, bütün yaratılanlarda kendilerine hayır duada bulunmaktadırlar.

Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde bu hususu şöyle dile getirmektedir. “Allah Teâlâ Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deliğindeki karıncaya,  denizindeki balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur.”

Bu sebeple tekrar ifade edelim ki, eğitim ve öğretim işiyle meşgul olanlar kutsal bir görevi de icra ediyor demektir.

İslam dini yeryüzüne yayılmışsa bunun temel sebeplerinin başında Sevgili Peygamberimizin bir öğretmen gibi çalışması ve ashabında bir talebe gibi O’nu takip etmeleri gelmektedir.

Nitekim Müslümanların Mekke’den Medine Hicretlerinden sonra Hz. Peygamberin yaptırmış olduğu Mescid-i Nebevinin en önemli kısmını bir okul yani “Ashab-ı Suffa” oluşturmakta idi. Suffa günümüzün pansiyonlu üniversiteleri gibi çalışan bir kurumdu.

Resulullah bizzat burada ders veriyor, bunun yanında okuma-yazma bilmeyenlere ise bazı öğretmenler tarafından dersler veriliyordu.  Gün geldiğinde burada ders gören insanların sayısı 400’e ulaşmıştır. Bu mektepte yetişen insanlar İslam dininin yayılmasında öncü olmuşlardır.

İslam Dini eğitim ve öğretim görecek insanlar arasında ayrıma asla gitmemiştir. Nitekim İlim elde etmek, her Müslüman erkek ve kadın için bir görevdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kadınların eğitim ve öğretimine de büyük önem vermiş, kendisine gelen ilahi emirleri insanlar arasında ayrım gözetmeden herkese tebliğ etmiştir. Kadınlara belli bir gün ayıran Sevgili Peygamberimiz onlara ders vermiş onların sorularını cevaplamıştır.Peygamber Efendimiz zamanında birçok bilgin hanım yetişmiştir. Eşi Hz. Aişe, kızı Hz. Fatıma, ümmü Seleme, Hafsa, Ümmü Habibe, Esma, Safiye, Ümmü Eymen, Zeynep binti cahş, ve Ümmü Derda gibi hanımlar devrinin önde gelen bilginleri arasındaydılar. Ayrıca yine o devirde kadın öğretmenler de vardı. Şifa (Ümmü Süleyman b. Hayseme) bunlardan biridir. Hz. Peygamberimiz kız çocuklarını yetiştirilmesi hususunda şu müjdeyi vermiştir. “Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yan yana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını birleştirdi.

Eğitim ve öğretimin bir başka boyutu ise kişinin sosyal hayattaki kazanımlarıdır ki, bunlar kişinin daha çok tecrübelerini şekillendirir. Sosyal hayatta arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri birlikte yaşadığımız insanlarla kurmuş olduğumuz diyaloglar da bizim eğitim ve öğretim hayatımızın şekillenmesinde önde gelen hususlardır. İyiye doğru yöneliş, muhabbetin en güzeli birbirlerini seven arkadaşlar arasında yapıldığı gibi, kötülüklerde yine arkadaşlıklar vesilesiyle yayılmaktadır.

Günümüzde birçok yanlışlıklar hep arkadaş ortamlarında ortaya çıkmaktadır. Özellikle sigara içimine, gençler arasında yaygınlaşmaya başlayan esrar, eroin, extazi,bonzai vb. gibi zararlı maddelerin kullanımına hep yanlış arkadaşlıklar sonucu başlanılmaktadır. Bu sebeple aile olarak bizler, çocuklarımızın kurmuş olduğu arkadaşlıklara dikkat etmeli, arkadaş edinmelerini kısıtlamak yerine tedbiri elden bırakmamak şartıyla olumlu arkadaşlıkların önünü açmalıyız.

Sevgili Peygamberimizde arkadaşlıkların önemini şöyle belirtmektedir. “ Kişi, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O halde her biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin”

Yüce Dinimiz ilmi faziletlerin en üstünü saymış, zikrettiğimiz ayetlerden ve hadislerden de anlaşılacağı üzere bilgiyi kişilerin önüne bir rehber olarak sunmuştur. İslam dininde ilimden kast edilen, sadece dini ilimler değildir.

Ömer Nasuhi Bilmen Büyük İslam İlmihalinde konumuzla ilgili şunları söylemektedir. Her Müslüman’ın yapmakla yükümlü bulunduğu dini görevlerini yerine getirmek, doğruyla yanlışı, helal ve haramı ayırt etmek için bilgi sahibi olması farzdır.

İlim öğrenmek hem ferler için, hem de toplum için gereklidir. Ferdin kendi ihtiyaçlarını giderecek ilmi öğrenmesi farz-ı ayn (yani her bir Müslüman’ın yapması gerekli şey)’dir.Allah rızası gözetilmek kaydıyla, insanlara faydalı olacak, toplum hayatı için gerekli her türlü ilim öğrenilmesi farz-ı kifaye olarak hükme bağlanmıştır. Yani Müslüman toplumda, bu ilimlerin her branşıyla meşgul olacak, bu ilimleri öğrenecek ve öğretecek insanların bulunması gerekir.

İslam dini insanları başı boş bırakmış bir din değildir. İslam Dini aynı zamanda bir eğitim ve öğretim dinidir. Nitekim insanoğlunun ilk eğitim ve öğretimi Yaratan tarafından yapılmıştır.

Kuran-ı Kerim’de bu husussa şöyle işaret edilmektedir.“Allah Ademe bütün isimleri öğretti ” Varolan şeylerin içini bilme ve varolan şeylerden yeni ürünler çıkarma özelliği ayetten de anlaşılacağı üzere Yaratanımız tarafından bizlere öğretilmiştir. Bu haliyle her insan bir öğrenci ve kendini yaratan Allah (c.c.) ise o’nun ilk öğretmenidir.

Yüce Yaratanımızın indirmiş olduğu kuran-ı Kerim ve Sevgili Peygamberimizin Sünneti İslam dininin en temel iki eseridir. Kuran ilk olarak “Oku” emriyle inmeye başlamıştır. İslam dini kendisine inanları ilk davet yolu olarak okumayı seçmiştir. Nitekim Hz. Peygamberde birçok kez şöyle buyurmuştur. “Allah beni bir muallim (öğretmen) olarak göndermiş bulunuyor”

Yüce Rabbimiz eğitim ve öğretimin üzerinde hassasiyetle durmakta, Kuran-ı Kerimde de ilahi tebliğin eğitim ve öğretim işinden ibaret olduğunu şöyle zikretmektedir.“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın…”

Müminlerin eğitim ve öğretimle meşgul olmalarını isteyen başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır.“(Ne var ki) Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.

Sevgili Peygamberimiz de hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”

Özellikle İslam’ın indiği o günlerden bu güne kadar medeniyetlerin artık silah faktöründen çok ilim faktörüyle kurulması “Oku” emrinin neden ilk emir olarak bizlere indiğinin en güzel izahıdır.

Gücünü silahtan alan bir medeniyetin devamı çok fazla sürmezken, eğitimli insanları ve bu eğitimi doğru yönde kullanan alimleri çok olan medeniyetlerin uzun ömürlü olduklarını tarih sayfalarını araladığımız zaman daha iyi görmekteyiz.Nitekim Osmanlı Devleti gücünü silahtan daha çok ilimden alan bir medeniyet kurmuş ve bu medeniyet hem kendi milletine hem de dünyaya huzur ve mutluluk getirmiştir.

 Kendilerini hayırlara ulaştırmak ve yaşadığı toplumda bulunan insanlara faydalı ilim sunabilmek için eğitim ve öğretimde bulunan talebeler ise yine öğretmenleri gibi kutsal bir görev yapıyorlar demektir.

 Hz. Peygamber hadislerinde ilim tahsil yapan öğrenciler ve onlara eğitim ve öğretimde bulunan öğretmenleri için şu müjdeyi vermiştir. “Kim bir ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş demektir. Melekler, ilim talebinden memnun olarak kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semâvat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne de dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.”

Sevgili Peygamberimiz birçok hadis-i şeriflerinde ilim talebi için yola çıkanları Allah yolunda olduklarını ve  dünyada yapmış oldukları bu eğitim ve öğretim sebebiyle Cenneti hak edeceklerine dair müjdeleri şöyle  vurgulamıştır.“İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.”

 “Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.”

Hayatımızı doğru yönde şekillendirmede bizlere yardımcı olan, bizlere bilmediklerimizi öğreten, bildiklerimizi ise daha iyi anlamamıza vesile olan ve bütün zorluklara göğüs gererek bizleri yetiştiren öğretmenlerimizi saygıyla ve minnetle yad ediyoruz. Kendilerini çok sevdiğimizi ve onları asla unutmayacağımızı dile getiriyoruz. Ahirete intikal etmiş olan öğretmenlerimize Rabbimizden rahmet, dünyada yaşayan öğretmenlerimize esenlikler diliyoruz.Yüce Rabbim öğretmenlerimizi başımızdan eksik etmesin. Kendilerine dünya ve Ahiret mutluluğu nasip etsin.

kaynak:

Ahmet ÜNAL

güncelvaaz

Öğretmenler Ya Minarenin Başındadır Ya Kuyunun Dibinde!

Yazımıza Bediüzzaman Hazretlerinin öğretmenlerle alakalı bir mektubuyla başlayalım.

Aziz Sıddık Kardeşlerim!

“Bu zamanda avam-ı mümininin itimad etmesi ve iman hakikatlerini terddüdsüz alması için öyle muallimler lazım ki; değil dünya menfaatlerini belki ahiret menfaatlerini dahi ehl-i imanın menfaat-i uhreviyesine feda ederek o ders-i imanide her cihetle şahsi faidelerini düşünmeyerek yalnız ve yalnız hakikatlara rıza-i ilahi, aşk-ı hakikat ve hikmet-i imaniyedeki şevk-i hak ve hakkaniyet için çalışsın. Ta her muhtaç, delilsiz kanaat edebilsin. ‘‘Bizi kandırıyor’’ demesin. Ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiçbir cihetle sarsılmadığını ve hiçbir şey’e alet olmadığını bilsin. Ta imanı kuvvetlensin ve ‘‘O ders ayn-i hakikatdir’’desin. O vesvese ve şüpheleri zail olsun.”

Evet mektubu dikkatle incelediğmizde çok önemli mesajlar ihtiva ettiğini görürüz. Öğretmenlerin hizmet için sadece dünya menfaatlerini değil ahiret menfaatlerini dahi feda etmeleri, Cenab-ı Allah ın rızası için görevlerini hakkaniyetle yerine getirmeleri gerektiği ifade edilmektedir.

Öğretmenler fedakar olmalı. Himmet ve hamiyet sahibi olmalı. Bu manada Risale-i Nurda himmetle ilgili altın harflerle yazılması gereken harika bir söz vardır.’’Bir adamın kıymeti himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyle küçük bir millettir. Kimin himmeti nefsi ise o insan değildir’’

Şimdi himmet ve hamiyetle alakalı bir iki güzel misal verelim. Hz. Peygamberin en yakın arkadaşı ve hicretteki yoldaşı Hz. Ebubekir, peygamberden aldığı şefkat dersiyle şöyle dua eder.’’Ya Rab, beni cehennemine al ve vücudumu orada öyle büyüt, öyle büyüt ki, ehl-i imana yer kalmasın.”

Fedakarlık ama ne fedakarlık…Biz ne derece fedakarız?..

Bir başka himmet ve hamiyet dersini Bediüzzaman verir.

‘‘Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgam bir adam mı zannediyorlar?

Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim ahiretimi de…

Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Cemiyetin imanı namına

Bir Said değil, bin Said feda olsun!. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa

Cenneti de istemem ; orası da bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.’’

‘‘…Oğlum yoktur ki yalnız oğlumu düşüneyim. Bendeki fıtri olan bu ziyade acımaklık ve şefkatle, binler Müslüman evlatlarının hatta masum hayvanların teellümlerine karşı dahi bir rikkat, bir elem o sırr-ı şefkatle hissediyorum. Hususi bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim. Belki bu memleket ile ve belki alem-i islamın kıt’asıyla hanem gibi hamiyet-i İslamiye noktasında alakadarım.

Ve o iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve fıraklarıyla mahzun oluyorum.’’

Bediüzzaman Hazretleri kendisini ziyarete gelenleri kabul etmez, ancak öğretmenleri kabul eder.

Kendisini ziyarete gelen öğrencilere öğretmen olmalarını tavsiye eder. Öğretmenlik mesleğinin ehemmiyetiyle alakalı ‘‘öğretmenler ya minarenin başındadır ya kuyunun dibinde.’’ demekle öğretmenlerin ne derece önemli bir vazifeleri olduğu mesajını verir.

Talebelerinden bazıları öğretmendir. Mustafa Sungur hayatta olan talebelerindendir.

Mustafa Sungur Bediüzzamanın öğretmenlere çok önem verdiğini ifade eder.

Bediüzzaman çocuk terbiyesine de çok önem verir. Hatta bir sözünde’’Bu zamanda çocuk terbiyesinin ebeveynlerden çok öğretmenlere verildiğini” ifade eder.

Evet Cenab-ı Allah ilk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Adem(A.S),yarattığında eşyanın isimlerini ilk olarak kendisi öğretmiştir. Sonra bütün peygamberleri milletlerine birer öğretmen olarak görevlendirmiştir.

Madem öğretmenlik böyle kutsal bir meslek o halde her öğretmen dersini en güzel şekilde anlatmalı, mesleğini en güzel şekilde icra etmelidir. Bir yandan müspet ilimleri öğretirken öbür yandan her öğrencinin kendisine, ailesine ve vatanına faydalı bir fert olması için gayret içinde olmalıdır.

Ümit ederiz ki; bu milletin bağrından çıkan öğretmenler madde ile manayı birleştirerek bu aziz milleti tekrar o şeametli eski günlerine getirir…

Kaynak: Tefekkür Dergisi, Sayı:9