Etiket arşivi: okumak

Okumak Nimetine Nail Olmak En Büyük Hediyedir!

Risale-i Nur KülliyatıRisale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tedkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bedîüzzaman ortadan kaldırmağa inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır. (Asa-yı Musa)

..kalbi intibaha gelen zâtlar okumaktan usanmaz. (Barla Lahikası )

..okumak ve yazmak en büyük ibadet ve zevk kaynağıdır. (Tarihçe-i Hayat )

..risalenin ruhuma ilka eylediği nuranî feyizleri karşısında, okudukça okumak ihtiyacım artıyordu. (Barla Lahikası  )

Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle devamlı olarak okumak ve o muazzam eser külliyatındaki Kur’an ve iman hakikatleriyle kendimizi teçhiz etmek ve bu esas ve şartlarla, o hârika eser külliyatını bir an evvel ikmal etmektir. İşte bu nimet-i uzmaya nail olan her genç ve herkes; bire yüz bin kuvvetinde, kendine, vatan ve milletine faideli olur. (Asa-yı Musa )

Risale-i Nur’u okumak zaruret ve ihtiyacındadır. Eğer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun eğip, Risale-i Nur Külliyatını okumazsa, büyük bir mahrumiyete düçar olur. (Asa-yı Musa)

 “..bir kısım mes’elelerinin kısacık hülâsalarını, bu terbiye için açılan dershanede okumak ve okutmakla tam terbiye almak lâzım geliyor. (Asa-yı Musa)”

..okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade (Asa-yı Musa)

..hem Kur’an’ın, hem imanın, hem namazın hülâsaları ve çekirdekleri olan o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kıymetdar ve sevablı olduğunu elbette anladınız. (Asa-yı Musa)

 ..okumakla tahattur edip, nefsin tuğyanından kurtulmaya çalışmak. ( Asa-yı Musa )

Muhammed Numan

www.NurNet.org

Hayrettin, Okumayı Neden Sevdi?

Eskişehir –Sarıcakaya’da ortaokul öğrencilerine konferans veriyordum. Bir ara salonun arka tarafına gittim ve öğrencilere soru yönelttim. Hayrettin, soruma cevap vermek yerine bütün salonda beni şoke eden şu sözleri söyledi:

                “Ben okumayı sevmiyorum.”

                Geçip gitmeli miydim yoksa Hayrettin’i ciddiye mi almalıydım, tereddüt ettim.

                Esenyurt’taki İlk Adım derneğinde konferans verirken bir dinleyici şöyle bir soru yöneltti:

                “7 yaşında bir yeğenim var, zeki çocuk ama bir şey öğrenmiyor. Arkadaşları tarafından dışlanıyor. Ne yapılabilir?”

                Bu soru bana Hayerttin’i hatırlattı.

Salondaki herkes Hayrettin’e gülmüştü. Tabi ki bakışlar bana yöneldi. Ben sınavlarda ve hayatta başarılı olmanın sırlarını anlatıyorum. Okumayı sevmeyen biriyle karşı karşıkayayım. Ona ne yapacağım?

Hayrettin’i ciddiye aldım ve sahneye gelmesini söyledim. Epey bir süre tereddüt etti. Arkadaşları, “Hadi bakalım, savun kendini, parçala sahneyi, Hayrettin yamansın!” gibi laflar attılar.

Bunları duymazdan geldim.

Hayrettin’i sahneye aldım ve sordum:

“İnsanın en önemli organı bedeni mi beyni mi?”

                “Beyni!”

                Salonda bedeni diye bağıranlar çıktı. Onlara dönüp şöyle dedim:

-Tamam, bedeni diyenlerden başlayalım. Elbette ki sağlığımız çok önemli. Onun için üç öyün yemek yiyoruz, arada çay-ayran vs içiyoruz ve zaman zaman meyve yiyoruz. Böylece 3-4 öyün bedenimizi besliyoruz. Öyleyse en az bedenimiz kadar önemli olan beynimizin de beslenmesi gerekir. Öyle mi?

Soruyu önce Hayrettin’e yönelttim.

Evet, cevabını alınca salona yöneldim, onlara da sordum. Cevap evetti.

-Peki, beyin vitamini nedir? Beynimizi ne ile besleyeceğiz?

Cevaplar gelmeye başladı:

                “Okuma, okuduğunu anlatma, öğrenme, düşünme, gezi gözlem ve araştırma yapma; matematik-fizik-kimya problemleri çözme; makale, deneme, fıkra, hikâye, roman, şiir yazma; proje yapma, insanlarla sağlıklı iletişim kurma, dil öğrenme, tercüme yapma, sosyal faaliyetler, spor, sanatsal etkinlikler…” (Zihin sporları için Dehanı Keşfet, Zekânı ve Hafızanı Geliştir kitabıma bakınız.)

                Konuyu tamamlamak için şunları söyledim:

“Allah, insan beynini öğrenme programlı yaratmış. Göz görme, kulak işitme, ayak yürüme, el tutma, beyin öğrenme programlıdır. Organlarımız kullandıkça güçlenir ve mutlu olur. Sağ elimiz daha fazla kullandığımız için sol elimizden güçlüdür. Beynimizi kullanalım ve besleyelim diye Allah kitap göndermiş. Kur’an ve kutsal kitaplar kedilere inmemiştir çünkü kedilerin beyni kitap okuma ve onu öğrenmeye müsait değildir. Allah, kafatasımızın için dana beyni koysaydı da okula gelmezdik. İnsan beyni kitabı okur, anlar ve üzerine düşünür. Allah, kâinatı da bir kitap gibi yaratmış ve onu okumamızı istemiştir. Fen bilgisi, fizik, kimya, matematik, astronomi, coğrafya gibi ilim dalları kâinat kitabının okunması ve incelenmesi sonucu geliştirilmiş kitaplardır. Allah, Dünya’yı yaratmasaydı coğrafya bilimi olmazdı, kâinatı yaratmasaydı da astronomi ve matematikten söz edilmezdi.

Allah, insanı yaratmış ve ona kitap göndermiş. İlk insan, ilk peygamber ve ilk kitabı okuyan varlıktır. Allah, Hz. Adem’e ilim öğretmiş (Ve allame Adem’e esmae küllehe- Hz. Adem’e bütün isimleri öğretti) ve bu sayede Hz. Adem, meleklere üstünlük sağlamıştır. Bugün de ilim ve fende ileri giden ülkeler kalkınmış ve yükselmişlerdir. İlim ve öğrenmek insanı ve milletleri yükseltir.”

                Kur’an-ı Kerim de kâinat kitabının okunmasını emreder. Ğaşiye suresinden şöyle buyrulur:

                “Görmüyor musunuz, deveyi ki nasıl yaratılmış? Gökyüzü nasıl yükseltilip düzene konmuş? Dağlar nasıl yerine yerleştirilmiş, yeryüzü nasıl dayanıp döşenmiş? Düşün, öğüt ver. Sen ancak öğüt verinsin. Ayetler, 17-21

İnsan beyni bu iki kitabı okuyarak beslenir, zenginleşir ve gelişir. Okuyup öğrenmeyen beynini beselemez. Okuyup öğrenme, araştırma ve düşünme insan olmanın, beynimizi beslenmenin gereğidir.”

Hayrettin’e dönüp sordum:

-Beynimizin de beslenmesi gerekir, anlaştık mı?

Çakır gözlerini bana çevirdi. Yüzüne dökülen kahverengi saçlarını eliyle arkaya savurdu, gülümsedi:

-Anlaştık.

-Bundan sonra okumayı seveceksin. Tamam mı?

-Tamam.

Hayrettin’i alkışlatarak yerine uğurladım. Bir öğrencinin beynini besler gibi bir çalışma programı yaparak günde 3.5 saat ders çalışması gerektiğini anlattım. Yazılı olduğu günler ve büyük sınavlar yaklaştığında çalışma saati 5’e çıkarılabilir, dedim. Salon dolusu öğrenci beynin de beden gibi beslenmesi gerektiği konusunda hem fikir oldu.

Beyin araştırmacısı Prof. Gerd Kempermann fareler üzerine yaptığı araştırmayı şöyle anlatır:

“Büyük turnelere çıkan, sağda solda durmadan gezinen farelerin beyinlerindeki hipokampus bölgesinde daha fazla nöron meydana geldi ve davranışları değişti. Hipokampus, öğrenmede en önemli bölge. Hareketlilik beyin gelişimin tetikliyor. Hareket hâlinde olanlar daha fazla öğrenir, beyin aynı anda öğrenmeyi destekleyici sinir hücresi üretir ki tecrübeleri saklayabilsin. Farenin kişisel tecrübeleri ve öğrendikleri beyin yapısını etkiliyor, hayatını sürdürmede şansı iyileşiyor. Beyin gelişimi bizde de aynı şekilde.”(Der Spiegel, 13.5.2013, s.107)

                Öğrenmek beynimizi beslemektir; öğrenmemek fıtrata aykırıdır, beyni vitaminsiz bırakmaktır.

Ali Erkan Kavaklı

Düşünmeden Öğrenmek “Zaman Kaybetmektir”!

Sizce âlim kimdir ve insanların ne kadarı ilim sahibidir? Bilmenin yolu nedir? Yüzlerce ve binlerce kitabı okumak yoluyla edindiğimiz bilgiler, ‘asıl gerçekleri’ bilmemize yeter mi? İnsanlığa yön veren binlerce bilim adamı gerçekten de bilim adamı mı? Nerede hata yapıyoruz?

Bir araştırmaya göre, insanların yüzde 90’ı hiç kitap satın almıyormuş. Alanların yüzde 90’ı da kitaplarını okumaksızın kütüphanelerinin bir köşesine atıveriyorlarmış. Artık kaç kişinin okuduğunu siz tahmin edin. Peki acaba bunlardan kaçı, bir de öğrendiklerini sorgulama zahmetine katlanıyor? Siz ve biz, okuyan şanslı azınlık arasındayız. Ama biz, kütüphanemizde kimbilir kaç tane birkaç sayfası okunmuş veya sadece içindekiler bölümüne bakılmış kitap saklıyoruz. Okuma konusunda yeterince azimli olmadığımız anlaşılıyor.

Peki ama, bizi evrenin sırlarına ulaştıran, hayatta iz bırakıcı başarılara taşıyan tek önemli yol, tek başına bol bol okumak mıdır? Eğer öyleyse, binlerce kitap okumuş pek çok bilim adamının insanlığı sürüklediği bu sapmalar nereden kaynaklanıyor? Biyolojinin her bir keşfiyle çürümeye devam eden evrim teorisini Charles Darwin hangi bilime dayanarak ileri sürmüştü? Sosyolog Auguste Comte, evrenin yaratıcısız bir mekanizma olduğunu hangi bilime kapılarak sanmıştı? Freud, tüm psikolojiyi yalnızca cinselliğe nasıl bağlayabilmişti? Bunlar gibi pek çok müthiş(!) bilim adamı, nasıl bu kadar cahil kalabilmişti?

Aslında bu hepimizin sorunu. Yarın sabah doğu ufkunda iki güneş görsek, korkudan patır patır bayılıp düşerdik. Ama her sabah bir güneş, her gece bir ay ve sayısız yıldız nedense bize heyecan vermez. Sonra, annelerin vücudunda yaratılan binlerce bebek her gün çığlıklarla dünyaya gözlerini açar. Bunlar sıradan gelir de, bir ağacın dalında bir bebeğin yaratıldığını görsek, nutkumuz kesilir. Neden?

Çünkü, biz gerçekleri öğrenmiyoruz. Gerçeklere bilim adamlarının giydirdikleri kalıpları öğreniyoruz. Gökte gördüğümüz, gerçek güneş değil, bilim adamlarının veya büyüklerimizin yorumladığı güneştir. Bu yüzden herşeyin arkasına gizlenmiş olağanüstü gerçekler bizden kaçıyorlar. Öğreniyoruz; ama düşünmüyoruz. Ezberliyoruz; ama anlamıyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz; ama öğrendiklerimizi artırarak cehaletimizi besliyoruz. Zira yanlışı öğrenmek, cehaleti artırmaktır. Einstein der ki, “İnsan, aklının sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.” Aynı fikri Konfüçyus şu sözüyle destekler: “Düşünmeden öğrenmek, zaman kaybetmektir.” Biz düşünerek mi öğreniyoruz; düşünmeden mi?

İlkokuldan üniversiteye uzanan çizgide okuduğumuz yüzlerce kitabın hangisi, bizi gerçekten düşünmeye ve sorgulamaya sevk ediyordu? Düşünmeksizin öğrendiğimizde, bilgileri zihinlerine yığan, ama hiçbir şeyin aslını ve özünü kavrayamayan, ‘bilgili’ görüntüsündeki cahillere dönüşüyoruz. Sadece sınav için, diploma için veya daha iyisi, eğlenmek, zaman geçirmek veya bildiklerimizle büyüklenmek için öğreniyoruz. Bu yolla öğrendiklerimiz de, bize kalıcı heyecan ve mutluluk vermediği için, evrenin olağanüstü boyutlarına hayranlık duyamıyoruz. Öğrenme zevkini ve coşkusunu yitiriyoruz.

Dimmet der ki, “Sistemli düşünceyi alışkanlık hâline getirmedikçe, öğrenimin hiçbir kıymeti yoktur.” Bilgilerimiz düşünme sürecinde kullanacağımız işaret taşlarıdır. Onlar, sonsuz bilinmeyenlerin yüze çıkan zerrecik uçlarından ibarettir. Düşünerek keşfedeceklerimiz, okuyarak öğrendiklerimizden yüzlerce kat daha derin içerikler taşıyacaktır. Okuyarak bildiğiyle yetinen, yediklerini kursağında bekleten kuşa benzeyecektir. Bilgi ancak düşünce yoluyla içselleştirilebilir. Öğrendikleri üzerinde düşünenler, yediklerini süte dönüştüren koyunlar gibi, nezih eserler üretmeye hazırlanıyorlar. Gözleriniz üzerinde neden kaşlarınız var? Gözkapaklarınızın, kirpiklerinizin işi ne? Başka türlü olsaydı neler olurdu? Nasıl oluyor da bütün gözler birbirine hem benziyor, hem de her biri birbirinden farklı oluyor? Gören kimdir?

Okuyarak bulacağınız cevaplarla, düşünerek bulacağınız cevaplar arasında uçurumlar göreceksiniz. Keşfetmenin yolu, düşünmek ve sorgulamaktır. Düşünmek, bilgi labirentinde sürekli çıkış yolları aramaya benzer. Düşünmek, insanın en büyük ibadetleri arasında yer alır. Peygamber (a.s.m.) düşüncenin önemini, “Bir saat düşünce, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır” sözüyle vurguluyor.

Düşünce insan zekasının en temel geliştiricisidir. Zekanın bir boyutunda daha çok bilgi, diğer boyutunda da, bilgiler arasında daha çok ilişki ve bağlantı yer alır. Bilgilerimiz arasında bağlantılar kurmanın ve geliştirmenin, diğer deyişle dahileşmenin tek yolu, kişisel tefekkürden ve sorgulamaktan geçiyor.

Şu halde, işte önerilerimiz: Öncelikle, düşünceye dayanmayan, düşünceyle içselleştirilmeyen bilginin kolaylıkla kaybolacağını, pratik hayatta kullanılamayacağını, yeni keşiflere zemin hazırlayamayacağını kabul etmeliyiz.

İkinci kural: Bir bilgi öğrendiğimizde, onun üzerinde yüzlerce ve binlerce kez zihin egzersizi yapabilmeliyiz. Onu alabildiğince farklı açılardan ve farklı ilişkiler içerisinde görebilmeliyiz. Parolamız şu olmalıdır: “Bir öğren, bin düşün.”

Üçüncü kural: Sahiplenmeye karar verdiğimiz her yeni bilgiyi şu sorularla kuşatmalıyız: Niçin böyle? Bunu kim böyle yaptı? Hangi faydaları ve özellikleri içeriyor? Böyle olmasaydı ne olurdu veya başka türlü nasıl olabilirdi? Bu başka ne ile ilişkili? Bu hangi sistemin parçası?

Diğer kural: Bilgilerimizi yalnızca kitaplardan veya okullardan edinebileceğimiz saplantısından kurtulmalıyız. Hayatın her sahnesinde bir karatahta ve bizi eğiten bir öğretmen vardır. Sıradışı başarılara ulaşanların çoğunluğu, eğitimlerini ve başarılarını okullarından çok, tefekkürlerine borçludurlar. Kimse üniversitede okuyamadığına üzülmesin. Hayatımızın kendisi, doğarken kaydedildiğimiz en büyük üniversitedir.

Biz, sonsuzluğa hazırlanıyoruz; diplomamızı öldüğümüz gün alacağız. Delirircesine okumak çare değil. Kütüphaneleri sırtımızda taşısak ne çıkar. Öğrendiğimiz kadar âlim değiliz. Düşüncelerle yoğurduğumuz bilgilerimiz kadar bilgiliyiz. Kısaca, zekanın ve dehanın bir boyutu okuyup öğrenmek, ama diğer boyutu bol bol düşünmektir. Yaratıcımızdan öncelikle, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini aldık. Zira okumadan ve öğrenmeden düşünemezdik. Ama bize okumayı bir kez emretmişse, düşünmeyi defalarca emretmiştir. Israrla şöyle sormuştur: “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?

Muhammed Bozdağ /

mbozdag@yetenek.com

Risale-i Nur Sistemli ve Yazarak Okunmalı!

Eşsiz bir imanî hakikatler hazinesi” olan Risale-i Nur’u okuyup anlamayı ve hayatınıza rehber yapmayı hedef edinmişseniz, şahsî okumayı en verimli hâle getirmek için geceyi gündüze katarak çırpınmalısınız.

İşte böyle kudsî bir gayenin heyecanıyla yanıp tutuşuyorsanız münferit okumada en üst verimi alabileceğiniz bir formül tavsiye edeceğiz.

Risale-i Nur’u, bir defter kalem alarak, lügat ve diğer yardımcı kaynaklarla birlikte, tıpkı bir okul dersi çalışır gibi okumalısınız.

Hatırlayın: Lisede, üniversitede iken yarınki imtihana nasıl delice çalışıyordunuz! Bazen tek derse günlerce çalışıyor, deftere problemler çözüyor, kitabın kenarına notlar alıyordunuz. Kim bilir kaç geceyi uykusuz geçiriyor, belki ders çalışırken kitabın üzerine uyuyakalıyordunuz. Ama kazanan siz oldunuz ve başardınız.

Risale-i Nur, bir ders kitabının size kazandırdığından çok daha fazlasını vereceği için tıpkı bir okul imtihanı gibi onu okuyup anlamaya çalışmalısınız.

KİTAP, DEFTER VE KALEM

Bunun için hemen bir defter edinin. Mümkünse kaliteli, ciltli ve okuduğunuz kitabın sayfa sayısıyla orantılı bir defter olsun.

Diyelim ki Sözler’i okuyorsunuz. Masanın başına geçtiniz. Şu anda dünyanın en mühim bir işini çalışıyorsunuz. Karşılığında para ve makam kazanmayacaksınız. Ama imanınızı kurtaracak ve Cenneti kazanacaksınız. Meseleyi olabildiğince ciddî tutun ve sıkı sarılın.

Kitabın ilk sayfasını açtınız. Birinci Sözden başladınız. Hemen defterinize de bu başlığı yazınız. Önce normal okuyup, anlamadığınız kelimeleri deftere kaydedin. Sonra lügat yardımıyla kelimelerin karşılığını bulup yerleştirin. Tekrar başa dönüp anlayarak okuyun. Okurken aklınıza gelen güzel mânâları defterinize yazın.

Eğer zaten sayfa altında kelime anlamları olan bir kitaptan okuyorsanız, buna gerek kalmayabilir. Ancak yine de bir kelimenin geniş mânâlarını öğrenmek istiyorsanız not alabilirsiniz.

Tabiî aklınıza gelen soruları ve anlamadığınız noktaları da not edin. Bunları çözmek için başka yardımcı kaynaklara yönelin. Çözemezseniz, daha çok okuyan, bilen birisine sorun. Müsaitseniz hemen o anda telefon açın ve cevabını kaydedin. Bu sırada yeni öğrendiğiniz kelimeleri kartlara yazın ve her gün birini, evinizin görebileceğiniz bir yerine asın. Girip çıkarken okuyun. Böylece her gün yeni bir kelime öğrenmiş olacaksınız.

BİR ÖRNEK: HURUF-U MUKATTAA

Elbette her okuduğunuz yer Birinci Söz gibi olmayacak. Daha ağır ve çetrefilli konulara gireceksiniz.

Sözgelişi; İşârâtü’l-İ’câz’ı okuyorsunuz. Huruf-u mukattaaya dair olan bölümdesiniz. Âdeta her kelime demir leblebi, metin içinden çıkılmaz bir zorlukta… Kim bilir şevkiniz kırılıyor, moraliniz bozuluyor, “İşte burayı anlayamam” diye düşünüyorsunuz.

Hayır! Yanılıyorsunuz. Okuma yazma bilen herkes, orayı anlayabilir. Yapacağınız şeyler şunlardır:

1– Önce Kur’an’ı açıp “Elif-Lâm-Mim, Yâ-Sin, Nun” gibi, mukattaa harflerini tek tek yazın. Kaç yerde ve ne şekilde geçiyor, kaydedin. Bunlar zaten surelerin başında olduğu için bulmak zor değildir. Yüz on dört surenin başına bakın, onları bulursunuz.

2– Anlamadığınız kelimeleri deftere yazın. Burada geçen, mehmuse, mehcure, şedide, rahve gibi harf grupları birer terimdir ve özel anlamları vardır. Bunlar Kur’an harflerinin özelliklerine göre gruplandırılmış hâlidir. Bunların mânâları ve hangi harfler olduğu lügatte açıklanıyor zaten. Oradan not edin.

3– Bundan sonra yapacağınız, risalede verilen hükümleri doğrulamak olacaktır. Yani orada anlatılan yönteme göre siz de harfleri sayacak, gruplandıracak ve Kur’an’ının bir mucizesine şahit olacaksınız.

AT SIRTINDA YAZILDI MASA BAŞINDA OKUYORUZ

Müthiş bir i’caz nüktesini, az bir gayretle keşfedeceksiniz. Belki biraz zamanınızı alacak, olsun! Bediüzzaman, bir bilgisayar yardımıyla yapılabilecek bir hesabı, savaşta, at sırtında yazmışken, bize ne oluyor ki masamızın başında okumayalım?

Günler geçecek ve peş peşe kitaplar bitecek, defterler dolacak. Sakın bu defterleri hor kullanmayın, bir kenara atmayın, iyi koruyun. Çünkü yıllar geçse de bunlara ihtiyacınız olacak ve belki de yararlanmak isteyenlere vereceksiniz. Meselâ, çocuklarınıza veya torunlarınıza… Çektiğiniz zahmete değmez mi?

Bu tür çalışmaya giriştiğinizde yine “kolaydan zora” doğru bir sıralama izleyebilirsiniz. Günler geçtikçe sizi hayran eden bir başarıyla karşılaşacaksınız. Artık bir merdiven çıkar veya tuğlaları üst üste koyar gibi bir gelişme izleyeceksiniz. Meselâ, bir kitap bitirdiğinizde artık bazı kelimeleri deftere hiç yazmayacaksınız; çünkü öğrendiniz! Belki de geçen yıllara yanacaksınız.

“Madem kendim bu kadar derin mânâları anlayabilecekmişim, neden bunca geçen zamanımı tam değerlendiremedim?” diye düşüneceksiniz.

Evet, ne kadar yansanız yeridir. Ama madem geçen geçmiş; siz bugüne ve geleceğe bakın… Hiç değilse bundan sonrasını hakkıyla değerlendirin.

“BİLEN ANLATSIN, ÖĞRENELİM” KOLAYCILIĞI

Genelde hazıra alışan bir yapımız var. Havalecilik, “Başkası düşünsün” anlayışı, sadece dünyevî işlerde değil, burada da geçerli… “Bir bilen anlatsın, biz de anlayalım” diye düşünürüz. Biz bilemeyiz, o daha bilgilidir. İyi de, daha iyi bileni her zaman yanımızda bulabilir miyiz? Kim her gün bize gelip ders verebilir, yardımcı olabilir? Hem daha iyi bilen kişi, bu seviyeye nasıl gelmiş, ne yapmış, nasıl okumuş?

Bazen de ciddî bir okuma anlama faaliyetine girişmek için birinin bizim elimizden tutmasını bekleriz. Belki aylar, yıllar geçer, o birisi gelip bizim elimizden tutmaz ve hakikatler denizine bizi uçurmaz.

Oysa şuna kesin inanın: Yaratıklar içinde size en büyük yardımı yine kendiniz edeceksiniz. En büyük desteği, kendinizden göreceksiniz. Sizin içinize yerleştirilen kabiliyetler öylesine güçlü ve değerlidir ki, onları iyi kullanırsanız, hayal edemediğiniz bir zirveyi zorlarsınız. Yapacağınız tek şey, ihlâsla girişmek; arkası gelir…

Cemil TOKPINAR

cemil@e-namaz.com

Fikirlerinizi Bekliyoruz…

Kendimizi yetiştirmek niyetiyle, günlük hayatımızda Risale-i Nur okumalarını alışkanlık haline getirebilmek, iman hakikatleri üzerine kafa yormak ve ufkumuzu açacağını düşündüğümüz bir beyin jimnastiği  yapmak istiyoruz.

Siz kıymetli okuyucularımızdan aşağıdaki sorulara kısa kısa cevaplar bekliyoruz.

Lütfen her bir soru için 100 kelimenin altında cevap veriniz.

Cevaplarınızı info@www.nurnet.org ‘a gönderiniz.

Sizden gelen cevaplar çeşitli zamanlarda yayınlanacaktır.

Sorular

1. Niçin Okumalıyız ?

2. Nasıl Okumamı Arttırabilirim?

3. Okumanın Önemi Nedir?

4. Evimi Medrese-i Nuriyeye (Dersane) Nasıl Çeviririm ?

5. Okumanın Neticeleri, Faydaları Nelerdir ?

6. Okumadaki Hedef Ne?

7. Birbirimizi Okumaya Nasıl Teşvik Edebiliriz?

8. Okuyamamızın Nedenleri Nelerdir?