Etiket arşivi: örtünmek

Modern tesettür (!)

Askeriyede savaş anında her asker bir “sütre” gerisinde yatar, oradan ateş eder.

Kore’den gelen bir subay, bir taş göstermiş, “Beni kurtaran bu taştır.” demiş. Savaşırken o taşın arkasında yatmış. Bir iki kurşun o taşa değip sekmiş, böylece o arkadaş vurulmamış.

Sütre ve tesettür aynı kökten gelir. Setr… Yani örtmek…

Nasıl ki askerler savaşta sütre gerisinde yatarak korunur, Müslüman hanımlar da tesettürle kendilerini düşmanlardan korurlar. İstisnalar kaideyi bozmaz.

Bir zamanlar modernizme uyarak hızla açılan Amerika gibi ülkeler şimdi tesettürün çarelerini arıyorlar. Amerikalılar bir zaman çıplaklıkta sınır tanımayarak çıplaklar kampı bile kurdu. Sonra baktılar ki soyunmak felaket getiriyor, hiç faydası yok, babasız çocukların sayısı her geçen gün artıyor; şimdi de müstehcenlikle mücadeleye başladılar. Çünkü haramlar, insanı çökerttiği gibi aileyi ve milleti de çökertir.

Bazı insanlar gözlerini, güzellik aramak için kullanır. Güzel bir çiçeğe baktığı gibi güzel bir kadına da bakar. Çiçeğe bakar, “Bu ne güzel bir çiçek!” der alır. Güzel kadın da hoşuna gitmişti…

Videolar, resimler, filmler, internet müstehcen resim göstererek insanlığı çökertmek istiyorlar. Ya onlara bakmayacağız veya onlar ortadan kalkacak! Eğer onlara bakarsak koyunun ota koştuğu gibi, sineğin tatlıya koştuğu gibi insan da harama yapışır; maddeten ve mânen ölür.

Gözü yaratan, gözün baktığı yeri görür. Harama bakan, gözüyle avlanmıştır. Sanki onun bakışı ip olur, kişiyi baktığı şeye bağlar. İnsan da ister istemez o yöne gider. Bu sebepten harama bakmamak lazım.

Otobüsteydim. Önde oturan yolcu, gazeteyi açmış bakıyor. Gazetede bir resim var. İçimden dedim ki: “Allah’ım, bu resme bakmamı haram etmişsin; işte ben de başımı çevirdim!”

Nefse hakim olmak kolay değil. Fakat zoru başarmak mesele…

Tesettürde renk sınırlaması var mıdır?

En başta örtünen insan örtüsünün manasını bilecek. Şeffaf bir kumaşla örtünme olmaz. Penye gibi vücuda yapışan bir kumaşla, yanar döner parlak renkli elbiseyle tesettür olmaz. Böyle giyinenlerle insan gözü muhakkak alaka kuruyor. Elbiseyi inceleyeyim derken, vücut hatlarına kayılıyor… Bir hanım tesettürde fakat elbisesi diyor ki, “Bana bak!” Bu olmaz! Rengin önemi yoktur yeter ki, kişiyi cazip göstermesin. İnsan kendini Allah’a beğendirmeye çalışmalı. Önemli olan bu. Mesela bir hanım manto almış. Kimisi bu mantonun rengini beğenmez, kimisi biçimini, kimisi düğmelerini beğenmez. O hanım şöyle soracak kendine: “Bu mantoyu Allah beğenir mi?” O’dur önemli olan. Bol mu? Uzuvları belli ediyor mu? İçini gösteriyor mu? Rengi canlı mı?

Bir kadının iffetli sayılabilmesi için, örtünmesi yeterli değildir. Kadının bakışları, yürüyüşü, hareketleri… Bunlar tesettürü oluşturan bütünün parçalarıdır. Kur’an’da tesettür, “cilbab” diye geçer. Yani kadının kafasından bir örtü bırakacağız, işte oldu cilbab…

Şimdiki hanımlar, modern tesettürlü (!) Modernizm Avrupa’ya aittir. Kanımca böyle hanımları imanları kurtaracak… “Efendim ben öyle kapanamam.” Kapanma. O zaman gelecek tehlikelere de razı ol.

Kapalı bir hanım, yolda giden diğer bir kapalı hanımı durdurmuş, şöyle demiş: “O kadar güzel kapanmışsın ki, çok cazip görünüyorsun!”

Ceylanı güzelliği için vururlar. En güzel meyveye çok taş atarlar. Altın, değerli olduğu için onu ateşe atıp eritirler. Elmas yontuldukça kıymetlenir. Geyikleri boynuzları için avlarlar. Bazı hayvanlar kürkleri için acımasızca öldürülür. Birçok değerlere sahip olanlar, birçok felaketlere uğrayabilirler. İslamiyet, dünya ve ahiretimizi cennet etmek için vardır. İslamiyet’in dışına çıkansa, avcının ağına düşer!

Tesettür, kadının cazibesini artırması değildir!

sorularlaislamiyet.com

“-ALLAH’IN SİZE LANETİNİ İSTER MİSİNİZ?”

Bu soru kime sorulursa sorulsun, hemen kesin bir ifadeyle “Hayır, asla..” gibi cevaplar alınır. O cevabı verenlerden bilhassa nisa taifesinden bazıları, acaba o sözleriyle umumî yerlerdeki giyimlerinin tezat halinde olduğunun farkında mıdırlar?
Osmanlı Devleti’nin son dersiâmlarından olan meşhur İskilip’li Muhammed Âtıf Efendi, o zamanki takvime göre 1339 tarihinde, İstanbul Matbaa-i Âmirane’de basılmış ve üzerinde “Ahkâm-ı tesettüre vakıf olmak isteyen erkek ve kadın Müslüman’a bir nüsha lâzımdır” ibaresi yazılı “Tesettür-ü Şer’î” adlı ve daha sonra günümüz Türkçesi’ne de İslâmî Tesettür” adıyla aktarılıp neşredilmiş olan mühim risalesinde, İslâm’a uygun şekilde örtünüp-giyinmelerinin nasıl olabileceğini Müslüman hanımların dikkatine sunmuştur.   
Ülkemizde ve bazı İslâm ülkelerindeki Müslüman hanımların bir kısmı umumi yerlerdeki kıyafetleriylevücutlarının elleriyle yüzleri haricindeki azalarının tenini örtmüş olsalar bile maalesef hattını örtmeyen giyimleriyle, o mühim risalede nakledilen,  Peygamberimiz’in (s.a.v.):
“Surette elbiseli, hakikatte çıplak kadınlara, Allah lanet etsin” hadisini belki de bilmediklerinden, Allah’ın kendilerine lanet etmesini isteyen bir hal sergilemektedirler!
Müslüman ülkelerin Türkiye gibi bazılarının bilhassa büyük şehirlerindeki “Umumî yerler”, günümüzde maalesef o kıyafetlerdeki Müslüman hanımlarla doludur. Onlara belki de bilmedikleri bu mevzuda gerekli ve yeterli dinî irşad, tebliğ ve ikaz vazifesi yapılmadığından, bunların sayıları her gün artmaktadır.
Bu halin ortaya çıkışının sebebi merak konusu olabilir; belki “Gizli Dünya Devleti”nin piyonu olan “kadın giyimi modasını belirleyiciler”, belki Bediüzzaman’ın “Lem’alar” adlı eserinde hanımların tesettürü ile ilgili “Yirmidördüncü Lem’a”nın “İkinci Nüktesi”nin ilk cümleleri arasında bahsettiği “…Bildim ki: Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimâîyesine ve dolayısıyla dîn-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; biçâre nisâ tâifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin te’sirli bir sûrette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor” cümleleriyle mi ilgilidir, başka sebepleri de var mıdır ve o sebeplerin tümü bir araya gelmekle mi bu netice hâsıl olmaktadır?  
Fakat bu hal, Türkiye’nin ve bazı İslâm ülkelerinin bilhassa büyük şehirlerinin umumî yerlerinde görülen “manevî bir yangın”dır ve büyük manevî zararlara sebeb olmaktadır! Herhangi bir maddî bir yangının çıkış sebebi de merak edilmekle birlikte, bunun araştırılmasını yapmaktan önce, o yangını durdurarak vereceği zararının önlenmesine çalışıldığı gibi, bu manevî yangınlarda da ayni şekilde davranmak icap eder. Bu manevî yangınların durdurularak  vereceği zararın büyümesinin önlenmesi ise, bu işi yapabilecekler tarafından ve usulüne göre İslâmî irşad, tebliğ ve ikazın yapılmasıyla olabilir.
Bu mevzuda gereken dinî irşad, tebliğ ve ikazı yapmak vazife ve mükellefiyeti, Türkiye’de öncelikle ve bilhassa, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatımızın ilgili personelinin üzerindedir. Buna rağmen, şimdiye kadar bu teşkilatımızın ilgili personelinin bu mevzuda gerekli ve yeterli görevi ifa ettiğine rastlamamak, bu yazının yazılarak neşredilmek için teklif edilmesi ihtiyacının doğuş sebebi olmuştur.
Bilindiği gibi, dinî irşad, tebliğ ve ikaz usulüne göre yapılmalıdır; muhataplarına sosyal paylaşım sitesindeki hesabından veya başka şekillerde hakaret etmek, dinî irşad değil; tam aksine muhatabının yanlışında ısrarına sebeb olmaktır. Böyle yanlışlar yapan bazı diyanet görevlilerinin açığa alınması veya görev yerlerinin değiştirilmesi, Diyanet Camiası’ndaki diğer irşad görevlilerinin ayni âkibete uğramamak için bu mevzudaki vazifelerini doğru şekilde de yapmayışlarının haklı bir gerekçesi olamaz.
Eğer dinî irşad ve tebliğin mevcut durumda (konjonktürde) nasıl yapılabileceği mevzuunda din görevlilerimizin bilgi noksanlıkları ve kararsızlıkları varsa, Diyanet İşleri Başkanlığımızın “Hizmetiçi Eğitim Programları”nda, İl ve ilçe Müftülüklerinde yapılan toplantılarda, tertipleyeceği seminerlerde, konferanslarda ve “Hizmete Özel” neşriyatında  bu mevzu ele alınabilir.
Diyanet camiasındaki “vaize” kadrosundaki hanım görevlilerin ve onlarla ayni cinsiyetteki diğer görevlilerin kendi hemcinslerine kolaylıkla yapabilecekleri bu dinî irşad, tebliğ ve ikaz görevini, eğer yakın akrabalığı veya sözünü dinleyebilecek bir komşusu vb değilse karşı cinsten bir Müslüman’a herhangi bir erkek Müslüman, onu doğrudan muhatap alarak yapamaz. Diyanetin bir erkek görevlisi ise, kendi cinsinden (erkek) dostlarına ve cami cemaatından olan erkeklere, belli bir şahsı hedef göstermeden umumî olarak  bu mevzuda doğru bilginin aktarımında bulunabilir.
Çünkü, Peygamberimiz’in (s.a.v.) o hadisinde beddua ettiğ Surette elbiseli, hakikatte çıplak kadınlar”dan bazıları, o erkek din görevlilerinin vaazlarında ve özel sohbetlerinde doğrudan muhatap alabileceği cemaatindeki erkeklerden bazılarının kızı, gelini, torunu, yeğeni, nişanlısı veya hanımı, vd gibi, karşı cinsten muhatap alarak bu mevzuun önemine dikkat çekebilecekleri kişilerden olabilir ve o erkekler vasıtasıyla da, gereken irşad, tebliğ ve ikazda bulunmak mesuliyeti erkek din görevlisi tarafından yerine getirilmiş olabilir.
Diyanet camiasındaki ilgili erkek görevlilere bu mevzudaki mesuliyetlerini âyetlerden ve hadislerden kaynaklar göstererek burada hatırlatmak gerekmez; onları zaten bilirler, bilmiyorlarsa araştırıp öğrenebilirler. Sadece, onların bu mevzudaki dinî irşad, tebliğ ve ikazları halinde, bazıları tarafından kendilerine “özel hayata müdahale edildiği” şeklinde haksız bir suçlamanın yapılabileceği ihtimaliyle ilgili endişeleri varsa, ona cevap da olabilecek, sosyal paylaşım sitelerimde birkaç gün önce paylaşmış olduğum şu cümleleri burada nakletmek istiyorum:
“Peygamberimiz (s.a.v): ‘Surette elbiseli, hakikatte çıplak kadınlara Allah lanet etsin’ buyurmuştur. Halen, umumî yerler bunlarla doludur.
‘Özel hayat’, kişinin kendine has yaşayışı, yaşama tarzı, yalnız kendisini ilgilendiren halleri ve davranışlarıdır. Bu deyimin manası budur.
Toplum içinde herkese açık olarak gösterilen hallere ve davranışlara yanlış olarak ‘özel hayat’ denilmek suretiyle, onlar savunulamaz.” 
Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Aile Hayatımıza Bir Göz Atalım!

Âile hayatının temel taşını teşkil eden kadındır. O kadın cinsi, yalınız cemiyetin yarısı değil, cemiyetin annesidir. Bu sebepten, Pedagoglar çocuk terbiyesinde %80 hanıma hisse vermişler. Bu sebepten bize lazım olan hisseyi Üstad Bediüzzaman’ın annesinin terbiyesini nasıl methettiği sözlerinden alalım: “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki; o dersler fıtratımda, adeta maddi vücudumda çekirdek hükmünde yerleşmiş; sair derslerin o dersler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum.

Evet Üstadın ilimde o kadar ilerlemesine hayran kalıp sebebini annesinden öğrenmek için, bir gün toplanıp Üstadın evine gitmişler, annesine: “Valide sen Said’i nasıl yetiştirdin?” Sorusuna karşı Üstadın validesi cevaben: “Ben Oğlumu abdestsiz emzirmedim ve teheccüd namazımı hiç kaçırmadım” sözleri ile cevap vermiş.

Bunu teyit eden Peygamberimizin a.s.m. hadisi şerifinde, Çocuk terbiyesi ne zaman başlar sorusuna cevaben: “Erkek ve kız 20 sene evlenmeden önce bu terbiye başlar” demiş. Yani hanım kıza ve oğlana, anne ve babaları lazım olan din terbiyesini verebildiyseler,  onlardan doğacak çocuklar da, dinine sıkı sıkı bağlı olan o çocukların anne ve babalarından lazım olan din terbiyesini almış olacaklar. Evet anne ve baba dindar iseler…

Bu sebepten, ister terbiye-ahlak isterse yapılan tahsilin faydasının derecesi âileden alınan terbiyeye bağlıdır. Rahmetli Annemin bir sözü vardı: “ İlim ilim, ama terbiye.”

Şimdi size soruyorum? Sokakta yarım çıplak, yürürken ayakkabılarını tak tak tak yerlere vurarak hava atan bu hanım kızların evlatlarından nasıl bir terbiye bekliyoruz?

Ben Yugoslavya da yaşadığım Sosyalist sistemini geride bırakan 80 senelik bir cumhuriyet sistemini yaşayan vatandaşımız kendisi din terbiyesini kendisi almış mı ki evladına verebilsin. (Yugoslavyanın Titosu 1952 hanımlardan tesettürü kaldırırken, halka: “Biz geç kaldık Türkiye “kılık kıyafet” kanunu ile bunu çok daha erken halletti” diyordu.

Evet anne baba din terbiyesini almamış ama onlardan 10 lira yerine hiç kimse 100 lira vermiyor. Demek aptal değiller kafaları çalışıyor. Madem çalışıyor. Onlara Allahın en büyük hediyesi olan evlatlarına din terbiyesini vermeleri lazım ve elzemdir. Hatta anne ve babanın en mühim işi ve bu zamanda en zor işi evlatlarına din terbiyesi vermektir. Yok, anne ile baba din terbiyesi almayıp birer materyalist-maddeci iseler, yavruları okul çağına geldiğinde zavallı anne her gün çocuğu okula götürür, çıkacağı zamanda gider okul kapısında bekler çıkınca alır. Fakat Kur’an okuması için hocaya gönderirken öyle yapmaz. Annesine sorsan çocuğu Kur’an okuttun mu? Ben hocaya gönderdim hoca okutmadı cevabını verir. Ben anne ile babaların din hususunda çok gayretli olmalarını Allah’tan temenni ederim. Çünkü öldükten sonra sonu olmayan bir hayat bizi bekliyor!…

Dinimizde Namaz ibadetlerin temelini teşkil eder, fakat Namaz hususi bir ibadettir. Yani namaz kılan borcunu ifa edip sevabını kazanmış olur. Kılmazsa vebali kendi boynundadır. Onların namaz gibi ibadetleri açık saçık gezenler gibi başkasını günaha sokmaz. Düşünün bin rekat nafile namaz kılmak mı daha sevap şehvet nazarı ile açık saçık bir hanıma bakmamak mı daha sevap? Yabancı hanımın çıplağına bakmak haram olduğu için bakmamak daha sevap. Yani onu Allah yasak etmiş ötekisi ise nafile. Bir düşünün ve anlayın, devamlı sokaklarda açık saçık gezenlerin halini. Sokaklarda o açık saçık kıza, kaç bin kişi şehvetle baktı ise, bütün o erkeklerin kazandıkları günah kadar o hanım da o günahları kazanmıştır. Bu sebepten Üstadımız: Cehennemde en önce o çıplak bacaklar yanacağını, Hadisi şerife dayandırarak bize haber veriyor.

Bir market, “Ben başı kapalı me’mureler alacağım” ilan eder. Para kazanmak için hanım kız hemen başına şamiyi(örtüyü) bağlıyor ve işe giriyor. Fakat bir kıza başını kapat yoksa o nazik vücudun cehennem ateşinde yanar, desen senin sözüne ehemmiyet vermiyor zavallı. Nedenini siz sözleyin!!! O hanım kız unutmasın ki: Bir zaruret halinde başörtüsüz gezerken, kendisine “Ah ne zaman o gün gelecek beni yoktan insan olarak yaradan Allah’ıma isyan yapmakta kurtulacağım” derse, onu inşallah Allah af eder. Fakat bir hanım kız başörtüsü bir şey değildir dese, dinden çıkmıştır, bir kafire olmuştur. Peki, okumak arzu eden buluğ çağına girmiş bir kızın hali ne olacak? Devletimiz Üniversitelilere başörtüsü müsaade etti, ama baştakiler muhalif olan dinsizlerin baskılarından daha kurtulamadıkları için baş örtüyü liseye gidenlere daha müsaade etmedi. Peki liseye giden kızların hali ne olacak? Evet buluğ çağına girmiş lisede tahsil etmek isteyenler evden okula kadar başörtüsü ile gidecek, eve gelmek için okuldan çıktımı yine başını bağlayıp evine gelecek, böylece inşaallah onlar da kurtulur.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Başörtüsünün hükmü nedir? Başı açık gezmek insanı nasıl bir tehlikeye götürür?

Bu hususta Kur’an-ı Kerimde iki ayet mevcuttur. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak gayet açık bir şekilde mealen şöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar.”(1)

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, namuslarını da korusunlar, zinetlerini açmasınlar, bunlardan görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler.”(2)

Ayetlerde mü’min kadınların nasıl örtünecekleri, hangi yerlerini açabilecekleri açıkça belirtilmiyor. Fakat şu mealdeki hadis-i şerif ayetleri tefsir ediyor. Peygamberimiz (a.s.m.) baldızı Hz. Esma’ya hitaben, “Ey Esma! Bir kadın adet görmeye başlayınca el ve yüzünden başka yerini yabancılara göstermesi caiz değildir.”(3)

Demek ki, büluğ çağına gelmiş olan Müslüman bir hanımın başını kapatması hem Allah’ın hem de Peygamberin emridir. Yani yüz kısmı açık kalacak şekilde başın kalan kısmını, boyun ve göğüsleri örtmek farz-ı ayndır. Açmak ise bir farzın terki sayıldığından haramdır. Allah ve Resulünün emrini dinlemediği için günahkar olmakta büyük bir mes’uliyet altına girer. Günahkar olan kimse, bu günahından kurtulmak için tevbe istiğfar eder, Allah’tan affını diler.

Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar. İşte onların mükafatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altında ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükafatı ne güzeldir.”(4)

Demek ki, bir tevbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır.

Bu husustaki bir hadisin meali şöyle:

Mü’min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah’tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur’anda geçen ‘günahın kalbi kaplaması’ bu manadadır.”(5)

Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır” sözü mühim bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevi tehlikelere sürükler. Günahın uhrevi bir cezasının olmayacağına inanmaya, hatta Cehennemin bile olmaması gerektiğine kadar gider. (6)

Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın telkinlerine kanmamak için bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

1) Ahzah Suresi, 59,
2) Nur Suresi, 31,
3) Ebu Davut, Libas 33,
4) Al-i İmran Suresi, 135-136,
5) İbn-i Mace Zühd 29,
6) Lem’alar s7, Mesnevi-i Nuriye s115.

Mehmet Paksu

Kaynak: Sorularla İslamiyet