Türkiye’mizde hemen her gün kadın katlediliyor. Yaşlı ya da çocuklu kadınlar toplu taşıma araçlarında ayakta dururken, gençler telefonla oynuyor!
Oysa eskiden kadına saygımız vardı…
Lady Craven (1785–1786 tarihleri arasında İstanbul’da yaşayan İngiliz kadın gezgin), “A Journey Through Crimea To Constantinople” (Kırım’dan Konstantiniyye’ye Yolculuk) adlı seyahatnamesinde Osmanlı erkeğinin kadınlara karşı saygısını “aşırı” bulduğunu itiraf ettikten sonra, Osmanlı Devleti’inin kadınlara karşı tavrını hayretler içinde şöyle dile getiriyor:
“Türklerin kadınlara karşı olan muameleleri bütün milletlere örnek olmalıdır. Meselâ bir erkek ağır bir suçtan dolayı idam edilip bütün mal varlığına el konsa bile karısına ve çocuklarına gayet iyi muamele edilir. Kadınların mücevherlerine dokunulmaz. Çocuklar devlet himayesine alınıp bırakılır.”(Zamanın Avrupa’sında idam edilen erkeğin tüm mal varlığı ile birlikte yakınlarının takılarına da el konulurdu).
Çevreye saygı konusunda da şunları söylüyor: “Türkler tabiatın güzelliğine o kadar hürmet ediyorlar ki, evlerini yapacakları yerde bir ağaç bulunursa, ağacı kesmiyorlar da evlerinin içinde ağaca bir yer ayırıyorlar. Ağaç dallarını, çatılarının en güzel süsü sayıyorlar.”
Öte yandan Osmanlı toplumunda “Nemelazımcılık” yoktu. En azından bu kadar yaygın değildi. Tüm toplum, kaynağı din olan geleneklerin bekçisiydi…
Bunların bozulmaması için herkes üzerine düşeni yapar, bir bakıma her vatandaş “gönüllü polis” gibi çalışır, herkes “vatandaşlık” sorumluluğunu “kullukşuuru”yla buluştururdu.
O kadar ki, mahalle kabadayıları bile, toplumsal düzene bekçilik ederlerdi.
Osmanlı toplum hayatı konusunda Avrupalı gezginlerin sayısız tespitleri olmuştur. Bunlardan Guer şöyle diyor:
“Türklerin pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riâyet ederler. Birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek suretiyle selâmlaşırlar. Muhataplarına, müjdeleyici bir surette, yani rütbe ve mevkilerine göre paşa, ağabey ve sultan gibi vasıflarıyla hitap ederler.”
Meşhur Fransız gezgin Brayer ise şöyle yazıyor:
“Türk halkının üstü-başı çok temizdir. Hâl ve tavırlarında büyük bir asalet, yüzlerinde tatlı bir sükûnet ve nezaket vardır! Konuştukları dil hoş ve ahenklidir… Sohbet edenlerin ifadeleri veciz, telaffuzları ter temizdir! Tebessümlerine incelik, el hareketlerine zarafet ve sadelik hâkimdir…”
Brayer, hayranlıkla devam ediyor:
“Yabancıları en çok hayrette bırakan şey, bir kaçının birden konuşmayıp, yalnız birinin söz söylemesidir. Konuşan, umumiyetle sözünü kısa tutar. Dinleyen de, söz bitene kadar sabreder. Birbirlerine karşı fikirlerini hürmetle savunurlar. Söylenen sözlerde herhangi bir fenalık, koğuculuk, iftirâ gibi kötülükler ve edebe aykırı lâubâlilikler yoktur…”
Sözü Avrupa’da eşine rastlanmayan bir konuya getiriyor:
“Yaşlı ve büyüklere karşı hürmetle onların hakkına riayet, hayal edilemeyecek bir nezâket içindedir…
“Diyebilirim ki Osmanlıların ahlâkî hususiyetleri, insanı âdeta teshîr eder, büyüler. Yürüyüşlerinin serbestlik ve ihtişamı, misafir kabullerindeki güler yüzlülükleri ve nihayet selâmlığa girip çıkarken riayet ettikleri teşrîfat kurallarının zarâfeti karşısında hayran olmamak elde değildir.”