Etiket arşivi: oyun

Modern uyuşturucular ve ölümcül “oyun”lar!

Teknolojinin çocuklarımıza son armağanı “ölüm”!..

Bazı bilgisayar oyunlarının ölümle sonuçlandığını, bu oyunlara kendilerini kaptıran çocukların intihar ettiğini, yaşayarak öğrendik…

Her ölüm sonrası dönüp “Ne oluyoruz?” diye sorduk, ama gündem değişken günlük siyasetle o kadar yoğun ki, fazla ilgi göstermedik. Ne var ki, “ölüm oyunu” devam ediyor. 

Çocuk, önce “bağımlı” hale geliyor. “Bağımlı” hale gelen çocuk, oyunu artık yönetmiyor, oyun tarafından yönetiliyor ve aldığı telkinlerin etkisiyle hayatını sonlandırıyor.

Sadece bunun üstünde değil, toplumları uyuşturan bütün oyunların üstünde durmak lâzım…

“Uyuşturucu” denince bazı sentetik ve bitkisel uyuşturucuları hatırlamanın devri çoktan geçti: Uzun süredir farklı uyuşturucular devrede: Üstelik bunlardan bazılarının etkisi bireysel değil, toplumsal…

Birtakım oyunlar ve yarışmalarla toplumlar uyuşturulup kullanılıyor!

“İdeoloji” hâlâ bunların başını çekiyor. Ardından “futbol”, “moda”, “magazin”, “yarışma”, “müzik”, “dizi”, “şans oyunları” ve “kumar” gibi, kendi normal ekseninden çıkıp zihni kontrol tuzağına dönüşen olgular geliyor.

Aslına bakarsanız, bunlar kapitalist mantıkla sömürge kültürünün inşa ettiği oyunlardır: Kendini fazla kaptıranlarda “uyuşturucu” etkisi yapar…

Soru: 

İngiltere Kanada’da, Mississippi Nehri’nin kuzeyinde, Antil Adaları’nda, Bengal’de, Filipinler’de, Avustralya’da, Yeni Zelanda’da, Falkland Adaları’nda, Güney Amerika’nın doğusunda ve Hindistan’da hâkimiyetini nasıl sürdürdü?

Cevap: Sömürge çocuklarını takımlara bölüp top peşinde koşturdu. Bir yandan da okullarda “logaritma cetvelleri” ezberletti. Gençler top peşinde koşmaktan ve logaritme cetvelleri ezberlemekten vakit bulup sömürüldüklerini fark edemediler. 

Mahatma Gandi isimli ufak-tefek biri çıkıp, “Biz acımasızca sömürülüyoruz”diyene kadar, kimse işin ciddiyetini kavrayamadı. 

Ya Hollanda sömürgeciliği?..

Osmanlı atalarımızın “Felemenk” dediği ve ekmek verdiği (II. Selim dönemi) küçücük Avrupa ülkesi Hollanda, Güney Afrika’yı, Kap’i, Cava’yı, Sumatra’yı, Endonezya’yı, Borneo’yu, Yeni Gine’yi, Angola’yı, Namibya’yı, Senegal’i yüzyıllarca hâkimiyeti altında nasıl tutabildi?

Düşünün ki, sömürdüğü toprakların yüzölçümü Hollanda’dan 40 kat büyüktü. Bu kadar geniş, üstelik denizaşırı toprakları ve yoğun nüfusu askeri tedbirlerle itaat altında tutacak yeterlilikte bir orduya bile sahip değildi. 

Sömürge insanlarını uyuşturucu maddeye alıştırdı. Zaman zaman da yerli kabileleri bir birleriyle çatıştırdı. Onlar bir birleriyle savaşırken ya da esrar çekip uyuklarken iliklerini emdi. Hâlâ da kendilerine gelebilmiş değiller.

Futbol özellikle az gelişmiş ülkelerde “uyuşturucu” etkisi yapmaya devam ediyor. Fakat ondan daha sessiz, ama daha etkili yöntemler de var…

Moda (bir elinde cımbız bir elinde ayna/ Umurunda mı dünya!)…

Televizyon dizileri (faydasız, gereksiz hayallerle toplumu oyalama)..

Magazin (bakalım kim kiminle ne? Toplumsal değerlere aykırı yaşayanların topluma örnek olarak dayatılması)…

Survivor gibi yarışmalar (toplumsal merakın yanlış yönetilmesinden hasıl olan uyuşturucu etkisi)…

Şans oyunları ve kumar.

Bazen düşünüyorum da, Acun Ilıcalı’yı daha da zengin etmek için kendini telef eden kızlarla erkekleri Afrin’e göndersek hem işe yararlar, hem de enerjilerini doğru bir mecrada harcarlar…

Bir hayır kurumuna beş paralık mesaj çekip katkı yapmazken, yarışmacılara mesaj yağdıran bilinçsiz kalabalıkları ise “şuur eğitimi”ne almak lâzım!

Kısaca diyeceğim şu ki, çağımızda hiçbir “oyun” masum değildir: Bazıları süründürür, bazıları ise öldürür!

 

Yavuz Bahadıroğlu – yeniakit.com

Oyun Bir İhtiyaçtır

“Haydi, git biraz oyna!”

Birçok anne-baba, günlük işlerini daha rahat halledebilmek için çocuklarını oyuna teşvik etseler de bir çocuk için oyunun anlamı, asla “Haydi, git biraz oyun oyna.” emrinin karşılığı değildir.

Oyun, konsantre olmayı gerektirir.

Oyun, çocukla oyun ruhunun bütünleşmesiyle oluşur.

Oyunda, çocuk kendine ait bir dünya oluşturur, hayal eder.

oyuncak-cocukElindeki arabası, o arabanın küçücük tekerlekleri, sizin göremediğiniz ama onun görüp konuştuğu yolcuları, arabasına özel yollar ve kenarında duruma göre yanıp sönen trafik lambaları, kırmızı ışıkta bekleyen yayaları vs. vardır. Tüm bunlar çocuğun dünyasında oyun sırasında harekete geçen sihirli kahramanlardır. Tıpkı Ali’nin salonun ortasında arabasıyla çıktığı yolculuktakiler gibi.

OYALANMAK MI, OYNAMAK MI?

Ebeveynler genellikle çocuklarıyla oyun oynarmış gibi yapar. Halbuki bir çocuğun en tahammül edemeyeceği şey, kendisiyle yapmacık şekilde oyun oynamaya çalışanlardır.

Çocuk, kendi hayal gücü ölçüsünde, oyun oynadığı bölgeyi tamamen kontrol altına alır. Çocuğun o anda elinde tuttuğu sadece küçük bir bebek olsa da onun görünmeyen annesi, markete gitmiş çocuklarına süt alıyordur. Yine hastalanmış bebeği babası doktora götürmek için bir kenarda bekliyordur. Hasılı, çocuğun oyun esnasında hayal gücü sınırsız şekilde çalışır.

İşte tüm bunları bilmeden, kavramadan çocukla oyun oynamaya kalkışmak; çocuğa sıkıntı vermekten, değersizlik hissettirmekten başka bir işe yaramaz. Her ne kadar anne-baba kendilerini kandırmak için, “Bak seninle bir saattir oyun oynuyorum.” dese de çocuk için bu oyun değil; oyalanmaktır ancak.

ÇOCUKLA OYUN OYNAMAK BECERİ İSTER

Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak oyunu, “çocuğun hayal dünyasına girip onun gizli kahramanlarıyla tanışmak, çocuğun bu dünyadaki kuralları öğrenerek onlara tâbi olmak” Şeklinde tanımlayabiliriz. Yoksa çocuğun yanında bulunup onun arabalarından birini masanın üzerinde “düüt düüt” diye sürmek, çocukla oyun oynamak anlamına gelmez.

Çocukla oyun oynamanın ilk ve temel şartı, çocuğun sizi oyun oynayabilecek “kabiliyette” bulması ve sizi kendi hayal dünyasına kabul etmesidir. Zira çocuklar bu özel dünyalarına herkesi hemen kabul etmezler; bu kendi anne-babası dahi olsa.

ÇOCUK OYNADIĞI OYUNUN HÂKİMİDİR

Her ne kadar siz çocuğun dünyasına girmeye hak kazansanız da onunla oynamanın püf noktasını ihlal ederseniz, çocuk anında o hayal dünyasındaki özel bölgeden dışarı atar sizi. Oyunun püf noktası, “Her çocuk kendi oyununun hükmedicisidir.” kuralıdır. Sizin anne ve babalığınız kendi evinizde geçerlidir. Çocuğun hayal dünyasında annelikle babalık hükümsüzdür.

Çocukla oynamayı kabul ettiyseniz kuralları siz koymamalısınız. Çocuğun kurallarına uymalısınız. Küçük oyuncak arabalarınızı masanın üzerinde yavaş yavaş sürerken birden çocuğun durduğunu gördüğünüzde, kırmızı ışığın yandığını unutmamalısınız mesela. Sakın ola ki “Kırmızı ışık nerede?” diye sormayın; çocuk böyle bir soru karşısında hayal kırıklığına uğrar çünkü.

OYUN AMAÇSIZDIR

Çocuk oyuna başladığında, ne bir amacı vardır ne de daha önce yazılmış bir senaryosu. Her şey bir anda gelişir. Bu durum çocuğun bir yandan hayal dünyasını olağanüstü hızla geliştirirken diğer yandan çocuğun sorun çözme kapasitesini artırır. Oyun sırasında hiç beklenmedik bir sorunla karşılaşan çocuk, anlık bir kararla o sorunu çözebilme kabiliyetini elde eder. Örneğin küçücük bir arabayla hız yapan çocuğu durduran trafik polisi, “Neden hız yapıyorsun?” diye sorduğunda; oğlunuzun vereceği her bir alternatif cevap, analitik düşünme gücünü artırır.

Pedagog Dr. Adem Güneş

Ne Zamana Kadar Duracaksınız?

Bir hedefe ulaşmanın nice ön şartları var. Bilgi, tecrübe, sermaye bunlardan sadece birkaçı. Ama bütün bunların üstünde bir şart var ki kesinlikle ihmale gelmez. O da takib edilecek yolun, izlenecek politikanın sağlam olması.

Doğru hedeflere yanlış yollarla gidilmez.

Hedefler sonsuz denecek kadar çok. Biz, iman hizmetinden söz edeceğiz.

Nedir hedef? İnsanların kalplerini ıslah etmek, imanlarını taklitten tahkike çıkarmak. Üstad Bediüzaman hazretleri bu davasını şu ifadelerle net biçimde ortaya koyar:

“Ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”

Bu iman hizmetinin prensiplerini ise iki kelimede özetler: Müsbet Hareket.

“Müsbet Hareket”i konu alan son mektubunda şu enteresan ifadeye yer verir: “Asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti.” Bu ifadenin temelinde yatan gerçeği ise şöylece ortaya koyar:

“Hem bir Müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez.” (Emirdağ Lâhikası)

“Asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti” ifadesiyle, hem asayişi muhafazanın ancak imanlı, ahlâklı bir nesil yetiştirmekle mümkün olacağı ortaya konulur, hem de iman hizmetinde bulunan kimselere asayişi bozucu hareketlerin hiç mi hiç yakışmayacağı tatlı bir üslûpla ihtar edilir.

Üstad, asayişi muhafaza üzerinde neden bu kadar hassasiyetle ve ısrarla durmuştur? Bu sorunun cevabını şu ifadelerde yakalamak mümkün:

“…kat’iyyen size beyan ediyorum ki; dinsizlik hesabına bizi ezen sizler; vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve müthiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para kıymet vermem; asayiş, idare lehinde, sabır ve tahammüle karar verdim.” (Emirdağ Lâhikası)

Oyuncular değişse de oyun yine aynı oyun.

Yine dış güçler hesabına birileri ülkemizi ve İslâm âlemini durmadan karıştırıyorlar. Ve yine, çoğu insanımız bu iğrenç oyuna bilmeyerek, daha kötüsü iyilik yaptığını zannederek âlet oluyor ve “ne zamana kadar duracaksınız” yollu ifadelere, bu sinsi oyuna gelmeyen aklı selim sahiplerini tenkit ediyorlar; pasiflikle, gayretsizlikle suçluyorlar.

Oyuna gelmemek ayıp sayılmamalı; ileriyi görmek de körlük değildir. Tedbirle korkaklığı karıştırmamak gerek. Deryalarda yüzebilmek için ufak sularda boğulmamak lâzım.

O gün olduğu gibi, bu gün de gençliğimizin en büyük meselesi imandır. Bu büyük davanın düşmanları da bir o kadar çetin. Yapacağımız bir yanlış hareket, bizi yeni nesle ve gelecek nesillere karşı sorumlu kılabilir. Onlar bize derler ki :

“Sizin imanınızın kurtulması için her türlü sıkıntıya severek katlanan Üstad Bediüzzamandan hiç himmet ve gayret dersi almadınız mı? O sabretmeseydi siz olmazdınız. Siz de bizim için biraz sabırlı olun. Hissiyatınız aklınızın üstüne çıkmasın. Düşmanları sevindirmeyi hizmet mi sanıyorsunuz! Elinizden geliyorsa bizleri sevindirin, bize daha huzurlu bir ülke bırakmak için gayret gösterin. Biz de dünyaya geldiğimizde o güzel mirası en iyi şekilde değerlendirelim. Böylece, bu cennet vatanda, tâ kıyamete kadar, imanlı ve ahlâklı bir nesil hayat sürsün.”

Yine Üstat’tan asayişi korumayla ilgili bir başka ders:

“Bunda şek ve şüphe kalmadı ki; beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, asayişi bozmak garazı takip ediliyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki: Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.” (Emirdağ Lâhikası)

Üstad, “Yahudileri ve Hıristiyanları dost tutmayınız” meâlindeki âyet-i kerimeyi yanlış değerlendirerek, Hristiyan âlemiyle yapılan askeri paktlara ve ticarî anlaşmalara karşı çıkan bir takım çevrelere verdiği cevabın bir bölümünde bakınız ne buyuruyor:

“…onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyyen nehy-i Kur’anîde dâhil değildir.” (Münazarat)

Bu ifadelerde, dünya saadetinin esasının asayiş olduğu nazara verilmiş. Anarşinin ve harplerin dünyayı kasıp kavurduğu günümüzde, bu tespitin ne kadar yerinde olduğu çok daha iyi anlaşılıyor.

Nurlarda, “dostlara karşı mürüvvetkârane muaşeret, düşmanlara karşı da sulhkârane muamele” nazara verilir. Bugün Avrupa ve Amerika’da nice insanlar İslâmla müşerref oluyor ve hidayet nimetine kavuşuyorlarsa, bunun sebebi sulhtur, harp değil.

Düşmanlara sulh ile muamele etmek her yönüyle en büyük bir akıllılık iken, dahildeki bu kısır ve yersiz çekişmelere, ne mânâ vereceğiz?

Bu vatan hepimizin. Hepimiz bir vücut gibiyiz. Beğenmediğimiz organlarımız da bizim. Bunları varlığımızdan söküp atamayız.

Polikliniklerde, sıra sıra dizilmiş kalabalıklar bize bu dersi vermiyorlar mı? Bunların her birisi vücudunun bir yerinden, bir organından rahatsız değiller mi? Ama niçin tedaviye koşuyorlar? O hasta uzvu sıhhatli yapmak için değil mi? Biz de hastalara değil hastalıklara düşman olsak ve sosyal bünyemizin sıhhate kavuşması için elimizden gelen bütün gayreti göstersek, erişemediğimiz ve güç yetiremediğimiz sahalarda Rabbimizin lütfuna erecek, yardımını göreceğiz. Ama biz hastaları daha da hasta edecek bir yola koyulmuşsak ve bunu da sıhhat adına yaptığımızı zannediyorsak, yanıldığımızı anlayıncaya kadar çok kan kaybedeceğiz ve kuvvetimiz her geçen gün biraz daha azalacak. Bunun ise sadece ve sadece düşmanlarımızın işine yarayacağında şüphe yok.

Zararın neresinden dönülse kârdır, derler. Geliniz, kendimizle kavgayı bırakalım. Birbirimizi tedaviye gönül verelim. Ve yine Üstadı dinleyelim:

“Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenâb-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı manevideki fark, pek azîmdir.” (Emirdağ Lâhikası)

Dahildeki cihadın mânevî olacağı vurgulanıyor. Ciğerinizdeki mikroba kurşun sıkamazsınız. Onu ilâçla, gıdayla, temiz havayla yavaş yavaş tedavi etmeğe mecbursunuz. Mânevî cihat, mânevî hastalıklara karşı yapılır. Cehalet mânevî bir hastalıktır. Bunun giderilmesi ilim ile olur. Bir çocuğu döverek ona bir şeyler anlatmanız mümkün mü? Ahlâksızlık ve nihayet imansızlık da birer mânevî hastalık. Bunların tedavisi de kuvvet kullanarak, zorlayarak olmuyor.

Kuvvet yoluyla ve asayişi bozarak müspet bir sonuca varılamayacağı ve bu gibi hareketlerin, bütün bir millete zarar getireceği şu berrak ifadelerle ortaya konuluyor:

“…dâhilî asayişi ihlâl suretinde yüzde on câni yüzünden doksan masumu tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i İlâhîye ve hakikat-ı Kur’aniye ile şiddetle men’edildiği için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur’anî itibariyle, asayişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.” (Emirdağ Lâhikası)

Manevî cihat, tıptaki koruyucu hekimliği andırıyor. Hastalığın vuku bulmaması için gerekli tedbirleri almak en büyük tedavidir. Bunda başarılı olmadığımız zaman diğer tedavi yollarına ve en sonunda da ameliyata sıra gelir. Koruyucu hekimlik uzun zaman ve büyük sabır ister. Ama, ameliyattan kurtulmak gibi büyük bir netice için bu zor yola severek girmek gerek.

“Ben imanın cereyanındayım” diyen büyük Üstad, bu ifadesiyle en büyük mânevî hastalığın tedavisiyle vazifeli olduğunu da ilân etmiş oluyordu.

Bütün ömrü bu uğurda yılmaz bir gayret ve tükenmez bir sabırla geçti. “Bu kışın devamına ihtimâl verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır” diyerek azminden hiçbir şey kaybetmeden sabırla yoluna devam etti. Çileler, sürgünler, mahkemeler ve zindanlar üzerine kurulan bu iman davası, Allah’ın lütfu ile başarıya ulaştı. O zifiri karanlıklar yarıldı ve imanlı, vatansever, ahlâklı, dürüst ve çalışkan bir nesil çıktı ortaya.

Prof.Dr.Alaaddin Başar / Risale Haber

Çocuklara Güzel Ahlakı Oynayarak Öğretebilirsiniz

Hz. Peygamber’in ‘Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim’ hadisini örnek alan Ankaralı girişimci, çocuklara güzel ahlakı öğretmek için aile oyunu hazırladı.

‘Güzel Ahlak Yarışı’ adlı oyunla çocuklar, aile terbiyesinden arkadaşlarıyla nasıl ahlaki davranışlar içerisinde olması gerektiğine kadar birçok konuda bilgi ediniyor. Uygulamalı eğitimle çocuklar eşya düzeltmek, anne babalarına sevgi göstermek, su getirmek, el öpmek, bayramlaşmak, selamlaşmak gibi birçok ahlaki kuralı uygulayarak öğreniyor.

Cennet Bahçesi, Nur Çocuk, Osmanlı Satrancı, Kızma Mübarek gibi sevilen birçok aile oyununu hazırlayan Ankaralı girişimci Adnan Güneş, oğlu Adnan Ali Güneş’in verdiği sokaktaki çocukların terbiyeli olması fikriyle yeni bir oyuna imza attı. Birçok kişinin aile ziyaretleri ve sokakta karşılaştığı ahlaki yoksunluklarının kendisini bu oyuna yönlendirdiğini belirten Adnan Güneş, hedef kitlelerinin 5 – 12 yaş arasındaki çocuklar olduğunu bildirdi. Küçük yaşlarda edinilen ahlaki davranışların daha kalıcı olduğuna vurgu yapan Güneş, “Bu oyun aileyi televizyon ve bilgisayara mahkum olmaktan kurtaracak. Artık yemekte bile bir araya gelmekte zorlanan aileler bu tür eğlenceli ve eğitici oyunlarla hem güzel bir akşam geçirecek hem de çocuklar ahlaki değerleri öğrenecek. Çünkü dinimiz ahlaka çok önem veriyor. Peygamber Efendimiz ‘Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim’ diyor. Ayrıca Efendimiz ‘Kimin bir çocuğu varsa ona karşı çocuklaşsın’ diyor.” dedi. Hz. Muhammed’in bir babanın evladına en güzel hediyesinin güzel ahlak olduğunu ifade ettiğini hatırlatan Güneş, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin de ‘Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir dersi imanı almazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir’ dediğine dikkat çekti.

Oyun sayesinde çocukların sosyalleşeceğini, içe kapanıklıktan kurtulup kendilerini doğru ifade edebileceklerine de vurgu yapan Güneş, “Güzel Ahlak Yarışı oyunu çocukların temel ahlaki eğitimlerinin yanı sıra karakter gelişimlerine destek olacak şekilde hazırlanmış, uygulamalı, çok eğlenceli ve eğitici bir oyun. Güzel ahlaklı insanlar herkes tarafından sevilirken, kötü ahlaklı insanları ise kimse sevmez, herkes onlardan kaçar. Dünyada ve ahirette mutlu ve huzurlu olmanın yolu güzel ahlaklı olmaktan geçiyor. Hoşgörülü olmayı, belalar karşısında sabretmeyi, yalan söylememeyi, daima doğru olmayı, merhamet, şefkat ve alçakgönüllülük gibi güzel ahlakları çocuklara öğretmek hem bireylerin hem de toplumun huzuru ve mutluluğu için çok önemli.” açıklamasında bulundu.

Oyunun çocukların seveceği şekilde dizayn edildiğini vurgulayan Güneş, oyunda üst sıralara çıkmak için merdivenlerin, ceza alınması durumunda da geriye gitmek için kaydırakların bulunduğunu dile getirdi. Güneş, çocukların ceza aldıklarında üzülmemeleri için en sevdikleri oyuncaklar arasında yer alan kaydırakları kullandıklarına dikkat çekti. Cennet Bahçesi, Nur Çocuk, Osmanlı Satrancı, Kurtuluş Savaşı, Sevgili Peygamberim, Kızma Mübarek gibi birçok oyunu Anadolu insanı ile buluşturduğunu aktaran Güneş, yeni oyunlarla ilgili çalışmalarının devam ettiğini kaydetti.

Cihan