Etiket arşivi: özet hayatı

Sultan II. Ahmed Han Kimdir? (1643-1695) Kısaca Hayatı

Ağabeyi 2. Süley­man hân’ın, vefatı üzerine, Sultan İbrahim’in, 25 Şubat 1643’te Edirne’de doğan şehzadesi  2. Ahmed  21. Osmanlı padişahı ve 13. Osmanlı halifesi ve İslam halifelerininde seksen altıncısı olarak Osmanlı tahtına çıkmıştır.Tahta çıktığında kırksekiz yaşında idi Annesi Hatice Muazzez Sultandı.

Annesi 2. Ahmed’in terbiyesiyle ve tahsiliyle sıkı sıkı meşgul olmuştur.Yazı yazma kabiliyeti çok üstündü. Kendisi bir çok Kur’an-i Kerim yazmıştır. Arapça ve Farsça lisanlarına vakıftı. Şairlere ve Şiirlere düşkündü. 

Ahmet Han’ın tahta çıkma sırasında Osmanlı Devleti, İkinci Viyana Kuşatmasını takip eden harplerle meşguldü. Tahta çıktığında  Avusturya üzerine giden Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa’ya  seferine devam etmesini ferman buyurdu.  Fazıl Mustafa Paşa, 20 Temmuz’da Belgrad’a ulaşan Osmanlı ordusunu, Kırım kuvvetlerinin gelmesini beklemeden ve harp meclisinin kararına aykırı olarak Petervaradin önlerinde bulunan Avusturya ordusu üzerine sürdü. Şiddetli geçen harbin ilk anlarında Osmanlı ordusu üstün durumda iken serdarın vurularak şehit düşmesi üzerine, vaziyet Osmanlılar aleyhine döndü. Böylece Salankamen savaşı kaybedildi. Bu mağlubiyetten  sonra, Lipva ve Varat kaleleri Avusturyalılar tarafından işgal edildi İsakçı ve Hanya kalelerini muhasara etmişlersede kale komutanlarının başarılı savunmasıyla muvaffak olmayıp geri döndüler.

1693 yılında Avusturyalılar, Erdel üzerinden Eflak ve Boğdan’a tekrar taarruza başladılar. Yanova’yı işgal eden düşman kuvvetleri,Belgrad’ı muhasara ettiler. Ancak Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa Yanova’yı geri aldı ve Belgrad’ı muhasaradan kurtardı. Osmanlı Ordusunun kısmi başarılarına rağmen Avusturyalıların taarruzları bitmek bilmiyordu. Osmanlıların toparlanmasına fırsat vermek istemeyen Venedikliler de devamlı saldırı halinde idiler. Nitekim serdar-ı ekremin Varadin muhasarasında olduğu bir sırada Malta, Floransa ve Papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması Sakız Adası’nı işgal etti. Bu haber Sultan II. Ahmet Han’ı çok müteessir etti. Padişah, bu üzüntüsünü vezir-i azam Sürmeli Ali Paşa’ya gönderdiği hatt-ı hümayunda “Madem ki Sakız düşman elindedir, bütün Engürüs (Macaristan) memleketini fethetsen makbulüm değildir.” diyerek bildirdi. Ayrıca sadrazam Edirne’ye gelince; “Eğer bu kış Sakız geri alınmazsa, bütün reisleri katlederim.” diyerek emrini bildirdi.

Bu emir üzerine 1695 yılı ilk günlerinde İstanbul’dan hareket eden Osmanlı donanması kalyonlar kaptanı Mezomorto Hüseyin Paşa’nın büyük kahramanlığı sayesinde Sakız boğazındaki Koyun adaları mevkiinde Venedik donanmasına büyük zayiat verdirdi.

Venedikli amiral, gemisiyle birlikte sulara gömüldü. Koyun adaları zaferinden sonra, Türk donanması Sakız’a asker çıkarıp adayı kolayca ele geçirdi. Ancak Sultan II. Ahmet Han Sakız’ın fetih haberini alamadan  6 şubat 1695 te elli iki yaşında Edirne’de hayata gözlerini yumdu. 2. Ahmed tahta çıktığı zaman söylediği; “Ben saltanata talip değildim. Allah-ü Teala fazl-ı kereminden bu aciz kuluna nasip eyledi. Bu nimetin şükrünü eda edemem.” şeklinde sözleri onun nasıl manevi bir mesuliyetle devlet reisliğini kabul ettiğini anlatmakta ve milletine hizmet duygusunun derinliğini göstermektedir. Divan toplantılarını asla aksatmaz, haftada dört gün çalışılmasını tekrar meriyete sokan bu zattır.

Ayşe Haseki sultan ve Rabia Haseki Sultanla evli olan 2. Ahmed ; İbrahim, Selim (ikizdir) Ahmet, Atike, Hatice ve Asiye (çocuk yaşta vefat etmiştir) adlı üçü kız üçü erkek olan altı  çocuk sahibi idi. Türbesi İstanbul Süleymaniye’dedir

Derleyen: Çetin Kılıç

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  • enfal 
  • osmanlı padişahları

Adiyy Bin Hatem (R.A.) Kimdir?

Adiyy bin Hâtem(ra), cömertliğiyle Meşhur şâir Hatem-i Tai’nin oğludur. Ebû Tarîf ismiyle tanınmıştır. Hz. Ali(ra)’nin sancaktarı olup, cesareti ve cömertliği ile şöhret bulmuştur. Hatem-i Tai’nin vefatından sonra yerine O geçmiştir.

Nesebi: Adî bin Hatem bin Abdullah bin Sa’d bin Hazrec bin İmr-ül-Kays bin Âdî’dir.

Babası Hatem-i Tai yaptığı işlerde ve misafirperverliğinde Allahın rızasını kazanmayı gaye edinmiştir. Gerek yaşantısı gerekse fikirleriyle cahiliye devrinde eşine az rastlanan kimselerden olmuştur. İslamiyetin zuhurundan evvel vefat ettiği halde İslam ahlakıyla yaşamıştır.

Adiyy bin Hâtem (ra) babası Hatem-i Tai’den Risale-i Nur’da şöyle bahsedilmektedir;

Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor.

Hâtem ona dedi:

-“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesit ihtiyar demiş ki:

-“Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar:

-“Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

Demiş:

-“İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”

Allah, Adiyy bin Hatemin gönlünü doğ­ru ve hak çağrıya açıncaya kadar, yaklaşık 20 yıl İslâm’a düşman olmuştu.

Hıristiyan ve dinin sıkı sıkı babağlı olan Adiyy bin Hatem islam dinini araştırarak, taklit etmeyerek, düşünerek akıl ve muhakeme ederek benimsemiştir.

İslam dinine girdikten sonrada ideallerine cansiperane sarılmış ve daha önceki batıl davada gösterdiği gayret ve sebatın kat ve katını hak davasında göstererek sahabeler arasında mümtaz bir mevki kazanmıştır.

Peygamber efendimiz (sav), Medine’nin çevresindeki İslâma girmeyen kabileler üzerine sefer düzenlerdi. Eshâb-ı kirâm (ra) kabileleri İslâma davet eder, müslüman olmaz ve teslim olmazlarsa savaş yapılır, savaşda alınan mallar ganimet, teslim alınan kimseler de esir olurdu. Hicrî 9.ncu senede Tebük’ün doğusunda yaşayan Tay kabilesine de bir grup Eshâb-ı kirâm (ra) geldiler. Bunun üzerine Adiyy bin Hatem alel acele ailesini dindaşların yaşadığı Suriyeye götürdü fakat kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’i yanına alamamıştı akibetini merak ediyordu

Muhammed(sav)’in süvarilerinin ülkeye geldiklerinde aldıkları esirler arasında kızkardeş iSefane bint-i Hâtem’i de Yesrîb’e götürdüklerini duy­du.

Peygamber(sav) esir edilen Sefane bint-i Hâtem’in meşhur Hatem-i Tai’nin kızı kendisinden kaçan Adiyy Hatem’in kardeşi olduğunu öğrenince kendisine iyi muamelede bulundu ,onu emin bir kafileyle ailesinin yanına gönderdi .

Kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem Adiyy hatem’e

-” Ben, senin hemen ona gitmeni tavsiye ederim. Eğer o bir peygamberse, önce giden için fazilet vardır. Eğer bir hükümdarsa, onun yanında asla hor ve küçük görülmezsin”deyince kalkıp Re­sû­lul­lah(sav)’ın huzuruna gitti.

Sahabe-i Kirâm, Adiyy’in âniden çıkıp gelmesine çok şaşırmışlardı. Re­sû­lul­lah(sav) ile aralarında şöy­le bir konuşma geçti:

-“Ey Adiyy! Müslüman ol ki kurtulasın.” (Re­sû­lul­lah(sav) bu sözü üç defa tekrarladı.)

-“Benim dinim var.”

-“Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.”

-“Benim dinimi benden daha iyi nasıl biliyorsun?”

-“Evet, sen Rakusiye’den değil misin? Kavminin dörtte bir ganimetini yemi­yor musun? Bu senin dininde sana helal değildir.”

Bu konuşmalardan sonra Adiyy tekrar ortalıktan kayboldu. Kendi iç âlemin­de devamlı olarak manevi fırtınalar kopuyordu. İslamiyet’i kabul hususunda ar­tık tereddütleri başlamıştı. Bir ay kadar sonra Adiyy tekrar Re­sû­lul­lah(sav) ile karşı­laştı. Re­sû­lul­lah(sav) şöyle buyurdu:

-“Ben senin İslam’a girmene mâni olan şeyi biliyorum. Sen bu dine, ‘Sadece za­yıflar, kuvvetli olmayanlar giriyor, zaten Araplar da böyle kimseleri içlerinden atmışlardır.’ diye düşünüyorsun. Hîre’yi bilir misin?

-“Görmedim, ama duydum.”

-“Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah bu dini mutlaka ta­mam­la­ya­cak ve hâkim kılacak. O kadar ki, bir kadın kimseye ihtiyaç duyma­dan, tek başına Hîre’den kalkarak gelip Kâbe’yi tavaf edecek. Kisra bin Hür­müz’ün hazineleri ele geçirilecek.”

-“Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri mi?”

-“Evet, Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri… Servet bollaşacak. O kadar ki, varlıklı kimseler yardım yapmak için fakir bulamayacak.”

Adiyy bin Hâtem(ra), kendisinden önce Müslüman olan kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’in de teşvikleriyle Miladi 630 yılında Müslüman olmuştu.

Yıllar sonra, hayat hikâyesini ve Re­sû­lul­lah(sav) ile aralarında geçen konuşmaları naklederken Adiyy(ra) şöyle demiştir:

“Kimsesiz bir kadının Hîre’den gelip Kâbe’yi tavaf ettiğine şahit oldum. Kisranın hazinelerini ele geçirmeye giden askerî birliğin öncüsü idim. Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, üçüncüsü de mutlaka olacaktır. Çünkü bunu Re­sû­lul­lah (sav) söylemiştir.”

Adî bin Hatem(ra), Müslüman olmakla şereflendikten sonra, Peygamber(sav) efendimizin emriyle kendi kabilesine ve çevresindeki kabilelere, İslâmiyeti anlatmak ve onların zekâtlarını toplamak için görevlendirildi. Kabilesine giderek hepsinin Müslüman olmalarına sebep oldu. Zekât mallarını ilk defa o topladı.

Peygamberimiz (sav) den 66 hadîs-i şerîf rivâyet etti. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:

“Av için yetiştirilmiş köpeğini, Allahü teâlânın ismini anarak salıverdiğin zaman, onun getirdiği avı ye.”

“Sizden biriniz elbette Allahü teâlânın huzurunda duracak, arada da perde olmayacaktır. Allahü teâlâ ona: Ben sana in’âm edip servet vermedim mi? diye soracak. Adam, evet diyecek. “Sana peygamber göndermedim mi?” diye soracak. Adam, evet diyecek. Sonra adam sağına bakacak Cehennem’den başka bir şey görmeyecek. Soluna bakacak, yine Cehennem’den başka bir şey görmeyecektir. O halde bir yarım hurma ile de olsa Cehennemden korununuz. Buna da gücünüz yetmiyorsa tatlı dil ve güzel söz ile konuşmaya çalışınız.”

“Bir kimse bir şeyi yapmak veya bırakmak için yemin eder, sonra onun tersini yapmayı takvaya uygun görürse onu yapsın.”

Savaşlarda şehit olmayı çok arzu etmişse de şehîd olamadı.

Hz. Adiyy(ra), tıpkı babası ve Hâtem-i Tâî gibi çok cömert idi. Sahabe arasında kendisine çok hürmet gösterilirdi. Resûl-i Ekrem(sav)’in yanına geldiğinde de Re­sû­lul­lah(sav) kendisine ikramlarda bulunurdu.

Kendisi çok şefkatliydi. Karıncalara bile şefkatle muamele eder, “Bunlar bi­zim komşularımızdır. Onların da hakkı vardır.” diyerek, karıncalara yemek ve­rirdi.

İbadetine öylesine düşkündü ki, “Her bir namaz vaktini iştiyakla bekliyo­rum.” derdi.

Hz. Ebû Bekir(ra) zamanında meydana gelen irtidat hadiselerinde halifeye sadakatle hiz­met etmiş ve kavminin hadiselere karışmaması için cansiperane bir mücadele vermiş­ti.

Irak muharebelerinde Hâlid bin Velid(ra)’in yardımcısı olarak büyük kahra­manlıklar gösterdi. Kadisiye ve Mihrân Savaşlarında da Ebû Ubeyde(ra)’nin ku­mandası altında cansiperane gayretlerinden geri kalmadı.

Bir gün Hz. Ömer(ra)’in halifeliği zamanında Medine’ye geldiğinde. Hz. Ömer(ra) kendisini;

“Siz ki Cenâb-ı Hakk’ın ikramına mazhar olmuşsunuz. Birçokları hak yoldan ayrılırken siz sebat ettiniz. Birçokları inkâr ederken, siz hakkı tasdik ettiniz. Onlar ihanet ederken, siz sadakat gösterdiniz. Onlar sırt çevirirken, siz göğüs gerdiniz…”

Buyurarak medhü sena edince,Nefsinin methedilmesinden hoşlanmayan Adiyy bin Hâtem “Yeter, ey Ömer!” diyerek Hz. Ömer’(ra)in sözünü kesti.

Adiyy bin Hâtem(ra), Kûfe şehri kurulduğu zaman bu şehre gelerek yerleşti ,mümtaz hizmetlerle geçen uzun bir ömre mazhar olmuş ve Hicret’in 68. yılında Kûfe’de 120 yaşında iken vefat etmiştir.

Allah şefaatine nail etsin! Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Risalei nur külliyatı
  • Risalei nur enstitüsü
  • bizim sahife

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Sabit Bin Kays (R.A.) Kimdir?

Kaynaklarda tam ismi Kays ibni Zeyd el-Cuzamî olarak geçmektedir.

Gür sesli, fesâhat ve belâgatla çok güzel konuşan bir Sahabi idi ve dinliyenleri hayrân bırakırdı. Bu hasleti, sevgili Peygamberimiz(sav) tarafından sevilir ve taktir edilirdi. Ensar’ın ve Resulullah(sav)’ın hatibi idi. Medine’nin önde gelen isimlerinden ve Hazrec kabilesine mensuptu. Hicretten evvel Müslüman oldu.

Nesebi:

Sâbit bin Kays bin Şemmas bin Züheyr bin Mâlik bin İmrüülkays bin Mâlik bin Sa’lebe bin Ka’b bin Hazrec’dir. Künyesi, Ebû Muhammed veya Ebû Abdurrahmân olup; lakabı, Hatîb-i Resûlullah veya Hatîb-ul-Ensâr’dır.

Peygamber efendimiz(sav), Medine-i Münevvere’ye teşrif ettikleri zaman, müslümanlar bayram yapıyor, fevkalâde sevinç içerisinde coşuyorlardı. Sabit İbnu Kays İbnu Şemmas(ra) Peygamber efendimiz(s av)’i, büyük bir süvari grubuyla karşıladı. Son derece, fasih ve beliğ olarak,

-“Biz kendimizi ve çocuklarımızı nelerden koruyorsak, sizi de onlardan koruyacağız. Buna karşılık bize neyi va’dediyorsunuz?” şeklinde güzel sözler söyledi.

Hz. Peygamberimiz(sav) bu samimi karşılama ve suâle karşı tek kelime ile cevab verdiler

-“Cennet.

Orada olan herkes bu cevabdan çok memnun olup, hepsi;

-“Razıyız” dediler.

Peygamber efendimiz(sav) burada olduğu gibi, hayatları boyunca hiç bir kimseye, dünyâya ait bir şey va’d etmediler. Kendisine tâbi olanlara, Allahü teâlânın rızasını, Cenneti, iki cihan se’âdetini müjdelediler.

Zaten, Eshâb-ı kirâmın hepsi, Peygamber efendimiz(sav)’e, bu güzel niyyet ve maksadlarla tâbi oldular. Başka şeylere kıymet vermediler.

Resulullah (sav), Kays’ın (ra) başına mübarek elini sürmüş ve dua etmişti. Kays (ra) yüz yaşında ak saçlı olarak vefat ettiğinde, Resullah’ın (sav) mübarek elinin dokunduğu yer simsiyah duruyordu. Bunun için bazı kaynaklarda sakar olarak isimlendirildiği rivayet edilir.

Sabit İbnu Kays İbnu Şemmas(ra);

-Resulullah (sav), ben hasta iken yanıma gelip şu duayı okudu: “Ey insanların Rabbi, Sabit İbnu Kays İbni Şemmas`tan acıyı kaldır.” Sonra Medine`nin Buthan nam vadi`dan toprak alarak bir kadehe koydu, üzerine su döküp nefes etti, sonra su ile karışan bu toprağı üstüme serpti.

Hicretin 5 (m. 626) senesinde Peygamberimiz(sav) Mureysi gazasında alınan esirleri Eshâbına paylaştırdı. Esirler arasında Benî Mustalık’ın reisi Hâris’in kızı Hz. Cüveyriye de bulunuyordu. Hz. Cüveyriye, Hz. Sâbit bin Kays ile onun amca oğlunun hissesine düştü. Hz. Sâbit bin Kays ve onun amca oğluyla dokuz altın karşılığında, hürriyetine kavuşmak üzere anlaştılar.

Peygamber Efendimiz(sav), Cüveyriyye’yi babasına teslim etti. Cüveyriyye de îmân etti. Resûlullah (sav) efendimiz buna çok sevindiler. Hz. Cüveyriyye(ra)’yi de sevindirmek için O’nu babasından istedi. Böylece Hz. Cüveyriyye, Peygamber efendimizin zevceleri arasına girmekle şereflendi. Diğer Eshâb-ı kirâm bu hali görünce, “Peygamber efendimizin mübârek hanımı Hz. Cüveyriyye’nin akrabalarını esir olarak kullanmak bize yakışmaz” diyerek esirleri serbest bıraktılar.

Hicri 9 (m. 630) senesinde Benî Temim’den 80-90 kişilik bir heyet, Peygamber efendimiz(sav)’in huzûr-ı şerîflerine gelerek, “İzin verirseniz biz, sizinle övünme yarışı yapmak istiyoruz” dediler. Peygamber efendimiz(sav):

-“Hatîbinize izin verdim. Konuşsun.” buyurdular.

Utarid isminde bir hatib ayağa kalktı. Zengin olduklarını, paralarıyla iyi işler yaptıklarını, doğu halkının en güçlüsü olduklarını, sayıca çok ve savaşa çabuk hazırlandıklarını, halkın reisleri ve en faziletlileri olduklarını sayıp döktü. Sonunda da “Bizim gibi faziletlere sahip olabileniniz varsa çıksın da görelim?” deyip oturdu.

Peygamber efendimiz (sav) Hz. Sâbit bin Kays(ra)’a cevap vermesini emir buyurdular. Sâbit bin Kays (ra) şöyle cevab verdi:

-“Hamd Allahü teâlâya mahsustur. Ben O’na hamd ederim ve O’ndan yardım isterim. O’na îmân eder, O’na güvenirim. Ben, Allah’dan başka ilâh olmadığına, O’nun bir olduğuna, eşi ortağı ve benzeri bulunmadığına îmân ederim. Göklerde ve yerlerde ne varsa hepsini yaratan, yaşatan O’dur. O’nun ilmi her şeyi içine almıştır. Gizli ve açık her şeyi bilir. Kâinattaki her şey, O’nun lütfu ve ihsanıdır. Bizi hakim kılması da bu ihsanlarından biridir.

Allahü teâlâ, mahlûklarının en hayırlısı ve en güzelini peygamber olarak gönderdi. O Peygamber ki, insanların en iyisi, en doğru sözlüsüdür. Soyu en asîl soydur, itibarca en faziletli olandır. O, insanların en cömerdi, en güzeli, en hayırlısıdır. O emindir. Her bakımdan insanların en üstünüdür. Hiç bir kimse, hiç bir bakımdan O’nun üstünde değildir. O’nu yaratan böyle yaratmıştır.

Allahü teâlâ O’na kitabını indirdi. O yüce Peygamber insanları Allahü teâlâya ve kendisine îmân etmeye davet etti. Biz O’nun bu davetini kabul ettik. O’na tâbi olduk. Bu daveti kabul edenler, kavimimizin en hayırlıları oldular. Bundan sonra, bu davete karşı gelenlerle, bozuk yol tutanlarla Allah yolunda cihad edeceğiz, Allah’a ve Resûlüne îmân edenlerin canlarını ve mallarını koruyacağız.

Allahü teâlâya hamdolsun ki bizleri, kendine ve Resûlüne îmân etmekle, Resûlünün yardımcıları olmakla ve dininin yayılması için vasıta olmakla şereflendirdi. Ben bunları söylüyorum. Allahü teâlâdan kendim ve bütün mü’minler için afv ve afiyet dilerim. Ves-Selâmü Aleyküm.”

11 (m. 632) senesinde Tuleyha isminde birisi, Peygamber olduğunu iddia etti. Halife Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Hâlid bin Velid(ra) komutasında bir orduyu Tuleyha bin Huveylid’i yola getirmek üzere gönderdi. Bu ordunun bir kanadına Hz. Sâbit bin Kays(ra) kumandanlık yaptı.

Hz. Sâbit bin Kays(ra), çok cömerd idi. Bir günde beşyüz ağacın hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek, evi için hurma bırakmadı. Bunun üzerine En’âm sûresi, 141. âyeti; “Ekini hasad ettiğiniz zaman, fakirlerin hakkını verin ve israf etmeyin. Allahü teâlâ israf edenleri elbette sevmez.” buyuruldu.

Hz. Sâbit bin Kays(ra), Peygamber efendimize (sav) karşı çok hürmetli idi. Peygamberimiz de (sav) onu sever, bu sevgisini zaman zaman bildirirlerdi. Hz. Sâbit bin Kays bir gün hastalandı. Resûl-i ekrem (s.a.v.) onu ziyâret ederek: “Ey Allahım, Sâbit bin Kays bin Şemmas’ın hastalığına şifa ver!” diye duâ buyurdular.

Sabit İbni Kays İbni Şemmas(ra), Hanzala (ra)’ın Hanımı Cemile (r.anhâ) ile evlendi. Bu izdivacdan da Muhammed adında bir oğlu oldu.

Sâbit bin Kays Şemmâs (r.a.), şık giyinmeyi sever ve daime güzel elbiselerle dolaşırdı. Bundan bir lezzet ve zevk alırdı. Kimse de kendisine bu hareketinin yanlış olduğuna dair bir söz söylememiş­ti.

Şüphesiz, Allah, kibirlenip gururlananları sevmez.”mealindeki âyet-i keri­me nazil olunca, Sâbit’in durumu değişti, evine kapanıp ağlamaya ve tövbe et­meye başladı. Çünkü o âyet-i kerimeyle, kendisi gibi şık giyinenlerin kastedil­diğini anlamıştı. Evinden dışarı çıkmıyor, gözyaşları içerisinde Rabb’ine tövbe ve iltica ediyordu.

Onun bu durumunu Re­sû­lul­lah(sav)’a haber verdiler. Re­sû­lul­lah(sav) bir adam göndererek, niçin böyle yaptığını sordu. Hz. Sâbit(ra);

– “Ben şık giyinmeyi severim.” diye cevap verdi.

Resûl-i Ekrem(sav) efendimiz, Hz. Sâbit(ra)’i rahatlatan ve ferahlatan şu cevabı verdi:

Sen âyet-i kerimede sözü edilenlerden değilsin, iyi bir hayat sürüyorsun. Hayırlı bir şekilde öleceksin ve Allah seni cennete sokacak.”

Hz. Sâbit(ra)’in elem gözyaşları, artık sevinç gözyaşlarına dönmüştü. Çok sevdi­ği şık elbiselerini giyebilirdi artık. Gurur ve kibir maksadıyla giyilmeyen güzel elbiselerin İslam’a aykırı bir yönü yoktu.

Re­sû­lul­lah(sav), Müslümanları temsil durumunda olanların çok düzgün ve temiz kıyafetli olmaları gerektiğini zaman zaman ikaz ederdi. Bir yere gönderdiği el­çilerine, “Öyle giyineceksiniz ki, gittiğiniz yerde parmakla gösterileceksiniz!” derdi.

Hz. Sâbit(ra)’de zaman zaman müşrikelere karşı Re­sû­lul­lah(sav)’ın ve Ensar’ın ha­tipliğini yaptığı için onun şık ve güzel giyinmesinde mahzur bir tara­fa, zaruret bile vardı.

Re­sû­lul­lah(sav)’a bir gün yeni bir elbise getirmişlerdi. Re­sû­lul­lah onu giyerken, “Avret yerimi örten ve beni hoş gösteren bu elbiseyi giydiren Allah’a hamd olsun!” diye dua etmişti.

Demek ki, elbise sadece insanın avret yerini örten bir şey değildi, kişiyi hoş gösteren bir yönü de vardı. Bu hoş görünme de Resûl-i Ekrem(sav)’in yaptığı gibi şükre ve hamde vesileydi.

Hucurât Sûresi nazil olduğu zaman da, duygulu sahabi Sâbit bin Kays(ra)’ı bir endişe almıştı. Âyet-i kerimede şöyle buyuruluyordu:

Ey iman edenler! Sesinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin; birbi­rinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın. Yoksa amelleriniz mahvolup gider de farkında bile olmazsınız.”

Bu âyeti işiten Hz. Sâbit(ra), daha önce yaptığı gibi, “Bu âyette kastedilenlerden birisi de benim. Ben de Re­sû­lul­lah(sav)’ın huzurunda yüksek sesle konuşuyorum ve amellerim boşa gidiyor. Cehennem ehlinden oldum!” diyerek evine kapandı ve gözyaşları içerisinde Rabb’ine yalvarmaya başladı. Re­sû­lul­lah(sav) yine birisini gön­derip niçin böyle yaptığını sordu. Hz. Sâbit(ra) işlediği günahtan bahisle, “Amelleri boşa giden kişilerden olmaktan korkuyorum!” dedi. Bunun üzerine, Re­sû­lul­lah(sav) şöyle buyurdu:

-“Hayır, korkma! Sen övünülecek bir hayat sürüyorsun. İleride de şehit ola­caksın ve Allah seni cennetine sokacak.” buyurarak onu yine ferahlatmıştı.

Sâbit ibni Kays(ra), Bütün gazâlarda bulundu. Hz. Ebû Bekir(ra)’in hilâfetinin ikinci senesinde, Hâlid bin Velid (ra) kumandasında, müslüman ordusu Müseylemet-ül-Kezzab ile Yemame’re çarpıştı.

Sâbit ibni Kays(ra) Müseylime üzerine gönderilen orduda Ensardan katılan askerlerin kumandanıydı. O gün kefenini giymiş ve savaş meydanına atılmıştı, Bu savaşta Müseyleme ve 20 bin mürted öldürüldü. Buna karşı iki bin İslâm askeri şehîd oldu. Hz. Ebû Dücane(ra), Hz. Huzeyfe-tebni Utbe, üçyüzaltmış Muhâcir ve o kadar da Ensâr şehîd oldu,

Bu savaşta,Peygamberimiz(sav)’in hatibi Hz. Sâbit bin Kays’da, derin yaralar aldı ve şehid düştü. Kabre konulurken, birden ondan bir ses geldi: “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Ebû Bekir Sıddıktır. Ömer şehiddir. Osman ise, şefkatli ve iyilikseverdir“. Sonra açıp, baktıklarında; ölü, cansız!, daha Hazret-i Ömer hilâfete geçmeden, şehadetini haber veriyor.

Hz. Sâbit(ra) şehit düştüğünde üzerinde kıymetli bir zırh vardı. Bu zırh çalındı. Biri rüya­sında Hz. Sâbit(ra)’i gördü. Hz. Sâbit(ra), zırhının saklı olduğu yeri söyledi. Onu oradan al­masını ve ihtiyacı olan birisine vermesini rica etti. Rüyayı gören zat, ertesi gün arkadaşlarıyla birlikte Hz. Sâbit’(ra)in tarif ettiği yere gitti. Zırhı ora­da buldu. Ve bu şehidin isteğini yerine getirdi.

Hz. Sâbit bin Kays(ra), şehîd olduğunda geriye Muhammed Abdullah, Yahya, Abdurrahman, Abdullah ve İsmail isimlerinde çocukları kaldı.

Allah(cc) kendisinden ve tüm sahabe efendilerimizden razı olsun bizleri şefaatlerine nail etsin, Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar;

  • bizimsahife
  • altın oluk dergisi
  • tryenişehirwiki
  • kütübü sitte
  • resulullahorg
  • risalei nur külliyatı

Enes Bin Malik (R.A.) Kimdir? (612-712)

Hicretten on sene önce doğmuş (m. 612), . Künyesi, Ebû Hamza’dır. Bu künyeyi kendisine Resûlullah ( sav ) vermiştir. Lakabı “Resûlullah(sav)’ın hizmetçisi“dir. Kendisine böyle söylenince çok sevinir ve memnun olurdu. Bununla iftihar ederdi. Ayrıca Zül-üzüneyn lakabı da vardır. Resûl-i Ekrem efendimiz(sav) mübârek elleri ile zülüflerini çekerek, “Yâ zel-üzüneyn” diye latife buyurmuşlardır. Bu lakabı Ona Resûlullah ( aleyhisselâm ) vermiştir.

Hazreti Enes de, vâlidesinin tavsiyesi üzerine Resûlullah’ın mübârek ellerinin değdiği bu zülüfleri teberrüken olduğu gibi bırakmıştır.

Vâlidesi Ümm-i Süleym’dir. Hz. Enes’in babası Mâlik, hicretten önce Müslüman olmamış ve Hz. Enes’in annesi Ümmü Süleym ile kavga etmiş ve evden ayrılmıştı. Çıktığı bir seferde ölmüştü. Babası müslüman olmadığı için annesi, bundan çok üzüntü duymuştu. O vefât edince, Ebû Talha annesine evlenme teklifinde bulundu. Fakat Ebû Talha daha müslüman olmadığından Hazreti Enes’in annesi, evlenmeleri için müslüman olmasını şart koştu. Böylece, Ebû Talha, ikinci Akabe’de müslüman olanlar arasına girmiş oldu. İşte Enes bin Mâlik (ra), İslâm ile şereflenmiş böyle bir aile ocağında yetişti.

Enes İbn-i Malik radıyallahu anh Resûl-i Ekrem efendimiz(sav)’e bir hicret hediyesidir.

Resûlullah efendimiz (sav), Medine-i Münevvere’ye teşrîflerinde Hazreti Enes(ra) 9-10 yaşlarında idi. Hemen vâlidesi Ümm-i Süleym kendisini alıp, Resûlullah’ın (sav ) huzûruna getirdi. Hizmetlerine kabûl buyurmasını istedi. “Yâ Resûlallah! Ensâr erkek ve kadınlarından sana hediye vermiyen kalmadı. Bu oğlumdan başka sana, hediye verecek bir şeyim yok. Bunu al. Sana hizmet etsin” dedi. Vâlidesinin bu isteği kabûl buyuruldu. Bunun üzerine annesi: “Yâ Resûlallah! Şu hizmetçiniz Enes’e duâ buyurunuz” deyince, Resûlullah (sav) efendimiz de “Yâ Rabbi! Enes’in malını ve evlâdını mübârek ve yümünlü eyle, ömrünü uzun eyle, günahlarını af eyle”şeklinde duâ buyurdular.

Hazreti Enes bin Mâlik(ra), Peygamber Efendimiz(sav)’in uzun seneler hizmetinde bulunması sebebiyle Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîrini çok iyi öğrenmişti.

Sahâbe-i kiram arasında Peygamber efendimiz(sav)’in hallerini, sözlerini ahlâkını, işlerini bildirme bakımından en önde gelenlerinden idi.

Dokuz yaşında Resûlullah’ın (sav) hizetine başladı. Büyük Bedir zaferinde, 12 yaşında olduğu hâlde, savaş alanındaydı. Resûlullah(sav)’ın vefâtına kadar yanlarından hiç ayrılmadı Efendimizin vefâtlarında 20 yaşında bulunuyordu. 2230 hadîs-i şerîf bildirdi.

Her yönden bereketli ve çok mübârek bir zât idi. Bu da, Resûl-i Ekrem’in(sav) duâlarının bereketiyle idi.Fıkıh ilmine de büyük hizmeti olmuştur. Müstakil bir eser teşkil edecek kadar, fetvâ ve ictihâdları vardır.

Enes (ra), “bir iki yudumluk bir şey içmek hakkında ne dersin?” diye soran sahabeye “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır” cevabını verdi. Bu cevap günümüz fetva kaynaklarında yer almaktadır.

Enes bin Mâlik (ra) yüksek bir ahlâka sahipti. Son derece nâzik, güzel sözlü ve güler yüzlü idi. Resûlullah’ı (sav) çok sever, sünnete uymaya çok dikkat ederdi. Sabah namazının vakti girmeden önce uyanır, Mescid-i Nebevîye gider, Resûl-i Ekrem(sav)’e hizmet için can atardı. Resûlullah’ın (sav) sesini duymak ve Ona hizmet, onun için en büyük neş’e kaynağı idi. Resûl-i Ekrem(sav) de onun hakkında iyilikle bahsedip, yaptığı hizmetlerden dolayı duâ buyururlardı.

Enes bin Mâlik (ra) Emr-i bil-Ma’rûfa son derece ehemmiyet verirdi. Enes bin Mâlik (ra) yakışıklı ve nûrânî idi. Servet sahibi olduğu halde, çok sade bir hayat yaşadı. Dünya zînet ve lezzetine, dünyalığa ehemmiyet vermedi. Fakîrleri ve yoksulları gözetir, onlara gerekli yardımda bulunurdu. Talebelerinin ihtiyâçlarını kendisi temin ederdi.Peygamber efendimiz (sav), Enes bin Mâlik (ra) hakkında şöyle buyurdular:

Ey Enes, bir iş yapmak istediğin vakit, yedi defa Rabbine istihâre et. Sonra kalbinin meylettiği tarafı yap. Hayır ondadır.”

Enes bin Mâlik’in (ra) bizzat Resûl-i Ekrem(sav)efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bir kısmı aşağıdadır.

Kolaylaştırınız, güçleşdirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”

“Herhangi biriniz kendi nefsi için istediğini, müslüman kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.”

Birbirinize buğz etmeyiniz, hased etmeyiniz birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslüman için kardeşini üç günden fazla küsmek helâl olmaz.”

“Sizden bir kimse başına gelen bir musibetten dolayı ölümü istemesin. Ölümü isteyecek kadar sıkıntılı bir durum, içerisine düşmüş olanlar, Yâ Rabbi! Hayat hakkımda hayırlı olduğu müddedçe beni yaşat, yoksa, rûhumu kabz eyle, desin.”

Kim Allahü teâlâya kavuşmak isterse, Allahü teâlâ da ona kavuşmak ister. Kim bunu istemezse, Allahü teâlâ da istemez.” Bunun üzerine biz: “Yâ Resûlallah, hepimiz ölümü istemeyiz” dedik. Resûlullah ( aleyhisselâm ) şöyle cevap verdiler: “Bu ölümü istememek değil, mü’min dünyâdan ayrılacağı zaman, akıbetinin iyi olacağına dair müjdeler kendisine verilir, böylece Allahü teâlâya kavuşmak ister. Bu kavuşma, onun en çok istediği şeydir. Fakat kâfir ve fâcir son nefesinde, sonunun iyi olmadığını görür ve cenâb-ı Hakka kavuşmağı istemez. Allahü teâlâ da ona kavuşmayı istemez.”

“Kendisinde şu üç sıfat bulunan îmânın tadını duyar: Allahü teâlâ ve Resûlünü başkalarından daha çok sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, küfürden kurtulup hidâyete kavuştuktan sonra, ateşe atılmayı ne kadar istemezse, küfre dönmeyi de o derecede kerih ve kötü görmek.”

Kıyâmet günü bir komşu diğer komşuyu yakalar, onu salıvermez ve şöyle der: “Yâ Rabbi! Sen buna çok ihsânda bulundun. Bana ise, az verdin. Ben aç idim. O tok olarak uyudu. Ona: “Bana kapısını niçin kapadığını, kendisine verdiğin rızıktan beni niçin mahrûm ettiğini sor der.”

“Şu dört şeyin sarf edilmesinden, kul kıyâmet gününde hesaba çekilmez. Bunlar: Ana, babasına sarf ettiği, iftar için sarf ettiği, sahur için sarf ettiği, çoluk-çocuğu için sarf ettiği nafakalardır.”

Bir kimse dünyâda ipekli elbise giyerse, ahirette giyemez.”

“Mi’râca çıktığım gece, dudakları makasla kırpılan bazı kimseler gördüm. Cebrâile, bunların, kimler olduğunu sordum. Cebrâil (aleyhisselâm.) “Bunlar, ümmetinden, herkese, iyiliği emredip, kendilerini unutan ve Kur’ân-ı kerîmi okuyup da ona uymıyan, onunla amel etmeyenlerdir, cevabını verdi.”

Resûl-i Ekrem(sav) efendimizin ,Enes bin Mâlik(ra)’a;

Ey oğul! Kimse hakkında kötülük beslemeden sabahlamaya ve akşamlamağa çalış. Bunu basarırsan, hesabın çok kolay olur.”

“Müslümanlardan büyüklere hürmet, küçüklerine merhamet et.” diye nasihatlarda bulunmuştur.

Hazreti Enes’e, Resûlullah’ın (sav) en çok yaptıkları duânın ne olduğunu sorunca, “Allahümme Rabbena âtina fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azâbennâr” duâsını çok okuduklarını bildirdi. Hazreti Enes(ra) duâ edeceği zaman, bununla duâ eder veya duâsına, bu duâyı da ilâve ederdi.

Hazreti Enes bin Mâlik(ra) buyurdu ki:

“Üç sınıf insan, hesap gününde Allahü teâlânın rahmetine kavuşur:

1. Akrabasını ziyâret eden.

2. Kocası ölüp yetimlerle kalan ve ölünceye kadar onlara bakan kadın.

3. Ziyâfet sofrası kurulup, yetimleri ve kimsesizleri davet eden kimse.”

Resûlullah’a ( aleyhisselâm ) on sene hizmet ettim. Mübârek elleri ipekten yumuşak idi. Mübârek teni miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Resûlullah’ın kalb-i şerîfi nazargâh-ı ilâhî idi.”

İnsan eğitiminde terbiyesinde çok önemli bir ölçü olan ve Efendimiz(sav)’in nezih ahlakından bir bölümü Enes (ra) şöyle naklediyor;

On yıl hizmet-i alîlerinde bulundum. Bu müddet içerisinde beni ne dövdü, ne azarladı. Bir defa olsun bunu niye yaptın veya neden yapmadın? diye yüzünü ekşitmedi. O, insanların en güzel huylusu ve en çok merhametlisiydi.”

Hazreti Ebû Bekir(ra) devrinde, Bahreyn havâlisinin zekâtını toplamakla görevlendirilmiştir. Hazreti Ömer(ra)’in zamanında Medine’de kaldı. Hazreti Ömer(ra), onu meşveret meclisine aldı. Onun kıymetli tavsiyelerinden istifâde etti. Hazreti Osman(ra) zamanında da Basra’da kalan Enes bin Mâlik (ra) fıkıh dersleri vermeye devam etti.Hazreti Ali(ra)’nin halifeliği zamanına yetiştiği gibi, Emevî halifelerinden bir kısmını da görmüştür. Hazreti Enes(ra), zulme ve haksızlığa dâima karşı olmuştur. Bu konuda çekinmemiştir.

Enes bin Mâlik(ra) hazretleri: “Bismillâhirrahmânirrahîm ve la-havle ve lâ-kuvvete illâ billahil’aliyyil’azîm” okumanın sinir hastalığına ve bütün hastalıklara iyi geldiğini haber vermiştir.

Enes bin Mâlik (ra) uzun ve bereketli bir ömür yaşamıştır. Basra’da vefâtına yakın hastalandı. Halk, gece,gündüz ziyâretine geldi ve yanında bulundular. Basra’da vefât eden en son Sahabe odur. hicretin 93 senesinde (m. 712) Basra’ya 9-12 km. mesafede bulunan Tat mevkiinde vefât etti. Muhammed bin Sîrîn (ra) tarafından gasl, techîz ve tekfîni yapıldı. Vefât ettiği yere defn edildi. Vasıyyeti üzerine, Resûlullah’ın (sav) saçlarından bir miktar kabrine kondu.

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • altın oluk dergisi
  • hadis külliyatı
  • ehli sünnet büyükleri