Etiket arşivi: peygamber efendimiz

Peygamberimizin “Ramazan”ı

Peygamberimiz  haftanın iki gününü mutlaka oruçlu geçirirdi. Bazen o kadar uzun süre oruç tutuyordu ki   hiç iftar etmiyor zannedilirdi. Bazan da işi  fıtri seyrine  bırakır  herkes gibi iftar ederdi. Ancak oruçlu olduğu günler diğerlerine kıyasla  daha çoktu. Yazın en şiddetli günlerinde dahi Allah Resulü  oruç tutardı. Birçok muharebede o oruç tutmuştu. Hatta bazan harp o kadar şiddetlenirdi ki  bunlardan birinde kendisi ile beraber Abdullah ibni Revaha’dan başka oruç tutan  kalmamıştı. Bilhassa Ramazan ayının son günlerinde Allah resulü bütün gününü ibadetle geçirirdi. Peygamberlik gelmezden önce de her yıl Ramazan ayında Hira dağında itikafa girer hatta yanına gelen yoksullara da yemek yedirirdi. İtikaftan çıktığı zaman  evine gelmeden  önce ilk  Kabe’yi tavaf etmek olurdu. Hira dağında itikafa girdiğinde  üç şey  üzerinde yoğunlaşırdı. Halvet, taabbüd, Beytullah’a bakış.

Hazreti Adem’den beri bütün dinlerde oruç vardır. Peygamberimiz, Allah’ın en sevdiği oruç Davut Peygamberin orucudur. O bir açar yer bir gün oruç tutardı, buyurmuştur.

Cebrail her gece  Resullullah ile asm buluşup Kur’an’ı arzeder, okur idi. Ramazan ayı girdiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. Resulullah buyurdu ki “kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir.” Allah’tan talep edilen dünyevi şeylerden  en çok sevdiği afiyettir. Dua inen ve henüz inmeyen  her çeşit  musibet için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise size dua etmek düşer. Kişiye dua kapısının açılması çokca dua etmeye muvaffak kılınması anlamını taşır. Dua rızayı ilahinin şifresi ve Cennet yurdunun da anahtarıdır. Allah ile kul arasındaki münasebetin tam odak noktasıdır. Allah Resulu dualarının hayatın içine paylaştırmıştı, belli zamanlar ile sınırlı değildi. Bir an dahi duasız olmamıştı. Onun sıradan bir günü yoktu. Ramazanda bol bol kelime-i tevhid  ve kelime-i şehadet getirmek  istiğfarda bulunmak, Cenneti istemek  ve Cehennemden Allah’a sığınmak gerekir.

Üç kimse vardır ki duaları geri çevrilmez;

  1. İftar edinceye kadar oruçlunun duası 
  2. adalet üzere bulunan idarecinin duası 
  3. haksızlığa uğramışın duası.

O dua bulutların üstüne yükselir, semanın kapıları açılır ve Allah şöyle der, izzetime yemin olsun ki  sana yardım edeceğim. Efendimiz iftar ettiği  zaman şöyle dua ederdi. “Allah’ım herşeyi kaplayan rahmetinle beni bağışlamanı senden istiyorum” (garip ne için bağışlanmasını istiyor, çok garip)

Efendimiz “ümmetimin en faziletli  ibadeti, Kur’an okumaktır. Kur’an-ı Kerim gökler ve yer arasında  bulunan varlıklardan daha sevimlidir. İbni Abbas “her gece Peygamberimiz, Cebrail’le Kur’an‘ı müzakere ederlerdi”, buyurur. Hz Peygamber ömrünün son iki yılı içinde  Kur’an’ı Cibril’e iki defa arzetti. Kur’an-ı Kerim fasıkın kalbinde ve yine Kur’an onu okumayan birinin evinde gariptir.

Kur’an kendisi ile ilgilenmeyen için kıyamet gününde “ Yar Rab bu kulun beni terketti , benimle  amel etmedi. Aramızdaki hükmü sen ver.” Diyecek.

İtikaf peygamber Efendimizin  ömrünün sonuna kadar hiç terketmediği  ibadet ve kuvvetli bir sünnettir. Hz Peygamber her ramazanda on gün itikafa girerdi. Bir sene seferde olduğu için itikafa girmedi, devam eden yıl  yirmi gün itikafa girdi. Vefat ettiği yıl da yirmi gün itikafa girmişti. 

Allah Resulü zevcesiyle yürürken iki sahabi hızla oradan geçip giderler. Olduğunuz yerde kalın diye emreder. Sonra da Safiye Validemizin yüzünden nikabı kaldırır ve “ bakın bu benim zevcem Safiye’dir. “Estağfirullah ya Resullallah senin hakkında sui zan mı ?” O ise “şeytan insanların kanının  dolaştığı yerde dolaşır” buyurur.,

Kur’an-ı Kerim de Efendimiz’e “sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp, Kur’an oku ve teheccüd namazı kıl. Böylece Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a eşirtireceğini umabilirsin. “Resulullah, “Kim gece eşini uyandırır, namaz kılarlarsa Allah’ı çok anan erkekler ve kadınlar arasına katılırlar.“ buyurmuşlar. Gecesini teheccüdle aydınlatan kabir hayatını da aydınlatmış olur. Teheccüd kabir karanlığına karşı bir zırh, bir meşale, kişiyi berzah azabından koruyan  bir emniyet sigortasıdır.

Ebu Hanife, buyurur ki “Kadir gecesini sadece belli gecelerde değil senenin üç üz altmış küsur gününde aramak lazımdır, o geceleri tam bir hassasiyetle ihya ederseniz, Allah-u  Teala’da samimi yüreğinize iltifatlarda bulunur. Söylenir yine “her geceyi kadir, her kişiyi Hızır bil. Kalp  Allah’a samimi bağlı değilse ne Kadir’i bulur ne de Hızır’ı. Peygamberimiz, “Allah Kadir gecesini ümmetime hediye etmiştir, başka ümmetlere değil.“ buyurmuştur. Yine  buyurmuştur. “Yazıklar olsun ona ki Ramazan’ı idrak etti de, Allah’ın mağfiretine mazhar olamadı.” Resulullah bir hadisi kudside “Kullarımın yanımda en sevileni  iftarını acele yapandır”  buyurur. Peygamberimiz “Bizim orucumuz ile Ashabı Kehf’in orucu arasındaki fark sahur yemeğidir.“ buyurmuştur. Yine “şüphesiz Allah ve melekleri sahur yiyenlere salat ederler.“ buyurmuştur. Buyurur “sahur berekettir.“

Efendimiz  Ramazan’da çeşit çeşit yiyeceklerin bulunduğu sofralarda iftar etmiyordu.

Onun Ramazan ayındaki seferlerinden biri Bedir savaşıdır. Bu seferde Resullullahın yaşı takriben 53 dür. Yol ise 160 kilometredir. O günün şartlarında bu mesafeyi  güneş altında oruçlu olarak, çöl ikliminde, kuma bata çıka  yolu yürüyerek gidiyorlardı çok zaman. İmkanları çok kıttı. Onlar için Fahri Kainat şöyle dua etti. “Allah’ım bu insanlar yalın ayak. Sen onlara dayanma ve yol meşakkatlerine karşı tahammül gücü ver. Bunların üzerinde elbise yok,  Sen onları giydir. Bunların ellerinde yiyecek imkanları da yok. Sen onları doyur. Bu insanlar yoksul, sen onları fazl ü kereminle zengin kıl.“ Ebi Vakkas bir ceylan avladı.  Yokluk çekilen ortamda bu Ashaba bir ikramdı, Peygamberimiz etin pişirilip ashabına dağıtılmasını emretti.

Savaşta Ebu Cehil dahil yetmiş kişi öldü. Müslümanlardan on dört kişi şehid oldu. Resulullah müşriklerin cesetlerine “Ey falan oğlu filan”  diye babalarının  ve kendilerinin adı ile seslendi. ”Biz Rabbimizin bize vadettiğini gerçek olarak bulduk, siz putlarınızın size vadettiği şeyi gerçek olarak buldunuz mu ?” diye sordu. Hz Ömer Allah’ın elçisi şu cansız cesetlere ne diye seslenir söz söylersin?. Resulullah “benim söylediğim sözleri  onlar sizin gibi işitiyor.“  dedi.

Ramazandaki fetihlerden biri de Mekke’nin fethi idi. Ramazanın yirmi birinci günü güneş doğmadan Allah Resulu (asm) Kusva’sına binmiş yeşil birliğinin arkasına katılmıştı. Sekiz sene sonra Mekke’ye doğdukları şehre giriyordu Kainatın fahri Efendimiz. Görülmeye değer bir gündü. -bizde orda olsaydık, keşke- Şehre sekiz koldan giren islam ordusu  arşa yükselen tekbir ve tehlil seslerini arasında Mekke’yi fethediyordu. Tevazudan iki büklümdü, başı önünde ağlıyor ve sakalı mübareği ıslanıyordu. Kusva’nın semerine değecek gibiydi Sakalı şerifleri. O yine “asıl olan ahiret yurdunun hayatıdır“ diyordu Allah’a. Anlamlı olarak Mekke müşriklerinin aleyhlerine içtima ettikleri Kinane oğullarının mekanında onlarla karşılaştı.”Ey Mekkeliler sizden kim Mescid-i Haram’a girerse emniyettetir. Ebu Süfyan’ın evi de emniyettedir. Size bugün kınama yoktur, umulur ki Allah sizi affeder. Sonra Habibullah seksen dört gün sonra Medine’ye döner. Seksen dört  günlük bir seferdir.

Ramazan ve Habibullah… biri ayların hayırlısı biri insanlığın en hayırlısı…

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Ümmetin Dağları..

Dağlar dağımdır benim

Dert ortağımdır benim…

Dağlar onun dağı dert onun ortağı, ortağı dert olanın başı dumanlıdır dağlar gibi.

Yine bir halk şairi;

Yüce dağım yağar bana kar o yandan kar buyandan

Al hançeri vur sineme yar o yandan yar bu yandan…” diyor.

Kendini bir yüce dağa benzetmiş, yüce dağlara her yandan kar yağar, o yağan karları karşılar ve şehirlerde insanlar felaketlerden korunmuş olarak yaşarlar. Yar kelimesini iki anlamda kullanmış bir yarmak parçalamak anlamında, ama yarmak kesmek değildir. İkiye bölmek gibi bir anlamı var. Diğer anlamı ise sevgili manasında ‘yar’dır ama yar kelimesi sevgiliden güçlüdür. Sevgili mevsimliktir ama yar ölene kadardır. Bu yüzden Hz. Ebubekir’e “Yar-ı gar“ denilmiş. Yaran dostlar demek. Savaş sırasında Hz. Ebubekir (ra) çadırdan çıkıp savaşa katılmak ister Cenabı Peygamber (asm) “Dur ya Ebabekir” der onu bırakmaz. Allah Resulüne iki büyük yar vermiş biri Hz. Hatice, diğeri Hz. Ebubekir. Bu büyük nübüvvet yükü onlar ile götürülmüş.

“Çekemem ben bu derdide

Balam bölek seninle…”

Hz. Hatice’nin hayatı ile ilgili yazdığı romanında Nurdan Damla hanımefendi, onun nasıl Peygamberimizin (asm) çevresinde bir koruma zırhı oluşturduğunu bütün heyetiyle anlatır. Özellikle nübüvvet gelmeden önce meydana gelen ilahi bir rüzgarın sadmeleri sırasında Hz. Hatice’nin telkinleri ona büyük istinadgah olur. Yürürken sağdan soldan gelen sesler, görülen tayflar Peygamberimizi ciddi rahatsız eder. Hz. Hatice ona güç ve enerji verir. Nebiyi Zişan, bütün şanların onun yanında şan olduğu şanlı nebi “Yoksa ben kahin mi olacağım Hatice“ der. Nebiler nebisine Hatice, “Yok ya Muhammed kahinler kötü insanlardır, sen hep iyi oldun iyi şeyler yaptın sen neden kahin olasın, sana Rabbin güzel şeyler hazırlıyor bak göreceksin” der.

Vahyin ışığı ile ilk karşılaştığında, Cebrail’i ilk gördüğünde klasik evren geometrisinin dışındaki bu olaylar karşısında itidalini Hz. Hatice’nin tavırları ile korur. Bir insan alışılmış nesnelerden korkmaz ama birden bire bir kanadı bir bulut kadar büyük Cebrail ile karşılışırsa nasıl bir hayret ve tahayyüre düşer. Hira’dan koşarak gelir hiçbir şey söylemez “üzerimi ört ya Hatice“ der. Vahyin ışığı bedeninde büyük seğirmelere neden olmuştur, bu yüzden bir süre böyle kalır.

Bediüzzaman, Peygamberleri dağlara benzetir. Nasıl dağlar insanlara gelen belaları omuzlarsa peygamberler de insanlara, ümmetlerine gelen belaları karşılarlar. Böyle bir peygamberin (asm) ümmeti olmasaydık, onun her ferde düşen sigorta hissesi ile yaşamasaydık kim bilir nerede sona ererdi ümmetin sonu? Hz. Hatice de Peygamberimize gelen musibetlere ve gerginliklere, zulümlere karşı bir dağdır, biri ümmetin belalarının dağı diğeri ümmetin peygamberinin dağı.

Daha doğduğunda secdeye kapanıp “ümmeti ümmeti“ diye tekellüm etmesi, dağvari bir tavırdır. O günden karı, buzu, fırtınayı karşılamış omuzunu dünyadan daha büyük bir yük altına almıştır. Bediüzzaman, “dünyadan daha büyük bir yük omuzlamıştır” diyor. Peygamberimiz daha doğduğunda dünyanın hali iyi değildi, büyük devletler hep putperest, bir kısmı da vahyin hakkını vermemiş dejenere olmuş ümmetlerdi. Yahudiler ve Hristiyanlar gibi. Doğduğu anda ümmeti ümmeti demesi birden dünya üzerindeki belaları zaafa uğratmıştır.

Dağlar o kadar önemli ki mukaddes kitabımız dağların evrenin fiziki yapısındaki önemine işaret eder. Bediüzzaman o ayeti çok değişik perspektiften izah eder. Çoğul perspektiften bir dağa bakmak da dokuz değişik bakışın taalluk ettiği alanlarda ilmi ve yorumu gerektirir, anlatılan ve anlatan ne kadar harika. Bir ami, çadırda oturan bir edibin bakışı, coğrafyacı bir edibin bakışı, medeniyet ve heyet-i ictimaiyede mütehassıs bir hakimin hissesi, hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun bu kelamdan nasibi. Dağlara altı değişik bakış açısından bakar. En sıradan da en üst düzeye kadar bakış açılarına göre dağlara bakmak, bakan yorumcunun ne kadar farklı alanlarla eşyaya ve nesnelere, olaylara baktığını göstermez mi? Bediüzzaman için de bir ami, coğrafyacı edip, bu iki şeyi ihtiva eder. Biri coğrafyacı hem de edip, ikisi bir araya gelmeyebilir. Demek o hem ediptir, hem de coğrafyacı kim Bediüzzaman. Biri şair, bir metne şairiyyet yüklemek bu da Bediüzzaman’ın vasfı, bir ifadeyi şairane hale getirmek, ne kadar zengin perspektifler gizli.

Risale-i Nur aslında dikkatle okunursa şiirsellik zaten var. Ne nesre benziyor ne de nazıma ikisi ortasında ikisinin de özelliğini taşıyan bir metin. Bir metni şiirselleştirmekten haberi olmayan okuyucular tek düze ve monoton okurlar, aslında Risale-i Nur nasıl okunur onun da bir metodolojisi var.

Çadırda oturan bir edibin de bundan hissesi, hem göçebe olacak hem de edip, ikisi bir arada hem çadırda oturan, hem de edip olacak o gözde Bediüzzaman’da gizli. Nice devlet adamları geldi geçti hep aynı şekilde eşyalara bakan perspektif yoksulu. Bizim edebiyat sanat ve felsefe ve dinde en büyük eksiğimiz perspektif yoksulluğudur, elli yıldır aynı şeyleri anlatan insanlar, dilencilerden daha huzursuz edici. Bediüzzaman ve perspektif bir sanat konusu. Perspektif fikri bize yabancı hep aynı şeylere aynı şekilde bakan insanlar istila etmiş herşeyi, farklı bakana bir yama yamarlar kıyamet. Perspektif düşmalığı ayrı bir şey.

Dünyanın en zengin metinlerinin karşısında durgun sular gibi bakan insanlar. Güzel şey görememek ne kadar sıkıntı verici. Bir de buna bak “ medeniyet ve heyet-i ictimaiyenin mütehassıs bir hakimi” Tam dört vasıf içiçe. Hem medeniyet tarihçisi , medeniyet tahlilcisi, hem sosyal hayattan anlayan yani sosyolog, hem ikisini birden anlayan, anlayan değil mütehassıs, o işin uzmanı . Sonra bir de hakîm yani filozof olacak. Mesela günümüzün müştehir sosyologlarından Weber hem ekonomici hem de sosyolog ama onda bu özellikler yok. Sosyolog Bediüzzaman o da ayrı bir özelliği. Sonuncu perspektif “ hikmet-i tabiiyyenin bir feylesofunun şu kelamdan nasibi” yani fizik, kimya , biyoloji, matematik , geometri gibi konuların hepsinde uzman olacak hem de bunların felsefesini yapacak tam kendisi iste. Bir insanın eserindeki biyografisi bu demek nerde doğdu nerde azraille buluştu, eserleri karpuz sayar gibi şunlar bunlar Bediüzzaman orada yok, burada gizli. Burada altı perspektif var ama onların herbiri ayrı ayrı perspektifler ihtiva ediyor.

Bediüzzaman burada bir bilim tarihi sorunu daha anlatmış oluyor, tek bir bilimle değil birçok bilimin imtizacından hasıl olan bir şekilde bakıyor, bugün tek bakış açısı eksikliğinin yanında birde birçok ilmin verileri ile bakmak. O fakirlik bunu ifadeye fakirlik yetmez burada züğürtlük demek daha makul. Neden Bediüzzaman “mütefennin değilse bu bahsi okumasın” diyor, yani bu bahsi ancak birçok ilimde karihası olan okumalı diyor, peki Risale-i Nur’da mütefenninlerin okumayacağı bahisler ne kadar hadi buna bir zihin sarfedelim. Ders okuyor hem ne metin dediği “ şimdi şurayı da okuyayım, hadi bitti hadi bitti sanki arkasından kovalayan biri var“ birden arkasından Bediüzzaman bağırsın mı kardeşim acelen ne..

Dağlar seni delik delik delerim

Kalbur alıp toprağını elerim

Buraya da hasta eşini şehire götürmek için koşturan adamın yavuklusu yolda tabutu istihkak eder, atın altında sevdiği şehadet getiriyor, kalkıp elini dağlara kaldırıp “ dağlar seni delik delik delerim” ya ne deseydi gariban. Yine bir başkası belki yemen de asker bekli Galiçya’da her sabah kalkar Fatma aklına gelir, ne desin aşık “ eğil eğil dağlar başından aşam,” Keşke dağlar eğilseydi. Ya Bediüzzaman “ bu dağları Yıldız sarayına değişmem “ der. O kadar bakış açısını içinde toplayan bir adam ne yapsın, hep anlaşılmadığından şikayet etti , hatta “Menderes beni İnönü’ye rüşvet verdi” der ne garip değil mi? Çektiklerini bazen anlatmış ya hepsini anlatsaydı;

“Ne kalem dayanır ne kağıt

İster dünyayı ister kendini dağıt

İster ağla ister yak yağıt

Sonunda karşında altı dar üstü geniş bir tabut

Gidiyorsun bekliyor seni mabut.”

Dağları bir dörtlükle bitirelim, köy yerinde çocuğu ölen bir baba;

“Kırmızı gül ile boyandı dağlar

Hastanın halinden ne bilir sağlar

Yastık melül mahzun döşek kan ağlar

Yol verin yavruma beyler ağalar…” der.

Bedri Rahmi der ki, öyle şairler gördüm şairliğimden utandım, işte bu şiiri söyleyen şair gibi, öyle kilimler gördüm ressamlığımdan utandım, köy yerinde kök boyalarla boyanmış Fadime ananın kilimi, şair ve ressamı utandırır.

Isparta’ya kar yağdı, güneş ışığında dağların ve düzlüklerin parlayışı, mevsimi öldürüp kefenini boynuna geçirmiş evrenin sahibi, dağlar ve karı yazacaktım elimden gitti kalem, değişti bütün alem.

Dağlar dağlar, ölen öldü kaldı sağlar

Evde yârim sılada anam ağlar.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Hz. Muhammed (ASM)’in Peygamberlikten Önceki Delilleri Nelerdir?

1. Dünyaya teşrifi esnasında meydana gelen olağanüstü hâdiseler, çocukluk devresinde yakınlarının müşahedeleri ve gençliğinde firâset sahiplerinin kendisinde sezdikleri manâlar, Onun gelecekte büyük bir vazife altına gireceğinin anlamlı ifadelerinden başka bir şey değildi…

2. Peygamberliğine kadar olan devrede daima zulme ve haksızlığa karşı çıkmış ve “Hılfül-Füdûl” gibi haksızlığa uğrayanları koruma cemiyetine bil-fiil girip, mazlumların, mağdurların yanında yerini almıştı…

3. İhtişamlı ve saltanatlı bir 40 yıl yaşamayıp, tâ küçük yaşta yetim ve öksüz kalmış, dedesi ve amcasının himayesinde büyümüştü.. şahsı, malı ve taraftarları açısından öyle çok güçlü de değildi.

4. Çevresinde fuhuş adına bütün olup bitenlere rağmen, peygamberliğine kadar olan bu devrede iffet, namus ve hayasına toz bile kondurmamıştı. İki defa düğüne giderken yolda uyuyup kaldığını bizzat kendisi ifade buyurmaktadır. Garîze-i beşeriyenin en güçlü olduğu 25 yaşında, dul, çocuklu ve 40 yaşındaki Hatice Validemizle izdivaçları hengâmında buram buram terlediği ve gelinlik kız gibi kızardığı nakledilir. Sefere çıkışta “kızımı, namusumu kime teslim edeyim” diye düşünenlerin hemen ilk akıllarına gelen de bu iffet ve namus âbidesi genç olmalıydı!

5. Peygamberlik öncesi dönemde bir defa olsun yalanına, hıyânetine ve sözünden döndüğüne şâhit olunmamıştır. Bu mevzûda, düşmanları dâhil, hiç kimse herhangi bir misâl gösterememektedir. Kaldı ki en azılı hasımları bile Ona Muhammedül-Emîn diyorlardı. Kâbe tamiratında Hacerül Esvedi yerine koyma şerefi uğrunda kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkta hakem tayin edilmiş ve bu mukaddes taşı yere serdiği ridâsının üzerine koyup, birer ucundan kabile reislerine tutturarak kendi eliyle yerine koymuş ve bu müşkil meseleyi halletmişti.

6. Mukaddes Hira mağarasında geçen sancılı günlerinden sonra, büyük bir davâ ile ortaya çıkması da, peygamberliğinin önemli delillerindendir. Çünkü, O ümmîdir ve bütün hayatında kimseden birşey öğrenmediği de çok iyi bilinmektedir. Onun peygamberlik öncesi aylar ve aylar tek başına bir mağarada kapalı kalması ve birdenbire üdebâ ve büleğâya meydan okuyan bir beyânla ortaya çıkması, elindeki hârika fermânın ilâhî olduğunu gösterir.. evet Efendimiz (sav) böyle bir iç hazırlığı ve lahûtileşmeden sonradır ki o nurlu mağaradan ayrılıp, Mekke ufuklarında doğmuş ve davâsını neşre koyulmuştur.

7. Daha çocukluğunda (O Kâmet-i Muallâ ve Kâmil için çocuk sözü inşaallah sû-i edeb olmaz) ve gençliğinde 40 yıl boyunca en ufak bir yalan ve dengesizliğine rastlanmayan bir kimsenin, meleke haline gelmiş bütün ahlâkını birden 40 yaşında değiştirmesi nasıl mümkün görülebilir?

Sorularlaİslamiyet

O’nun (A.S.M) Ruhu, Aramızda Yaşıyor ve Bizimle Alâkadar…

Kamerî takvime göre “Mevlid Kandili” adıyla bilinen Rebi-ül Evvel ayının 12. gününden başka, Peygamberimiz’in (asm) dünyayı teşrif ettiği günün Miladî Takvim’de Nisan ayı içindeki yıldönümünde de, ülkemizde yıllardır çeşitli ve çok sayıdaki zengin programlarla, ”Kutlu Doğum Haftası” idrak edilmekte ve kutlanmaktadır.

Peygamberimiz, İki Cihan Serveri, (Miladî: 571’deki) Rebi-ül Evvel ayının 12. günü ve haftanın günlerinden, Türkçe’deki karşılığı “Pazartesi” olan bir günün sabahı dünyayı şereflendirdi; Kamerî Takvim’le altmışüç yaşını doldurduğu (Miladî: 632 ve Hicrî 11’deki) diğer bir Rebi-ül Evvel ayının, doğumunda olduğu gibi gene haftanın günlerinden bir Pazartesi gününe tevafuk eden 12. günü de, dünyadaki cismanî hayatını terk ederek, ruhu Refik-i Âlâ’ya yükseldi.

Haftanın günleri arasında Pazartesi gününün, Peygamberimiz’in hayatında mühim hadiselerin cereyan ettiği özel bir gün olduğu dikkati çekmektedir: Peygamberimiz’in doğumu ile dünyayı teşrifi, kendisine peygamberlik vazifesinin bildirilmesi, Mekke’den hicretle Medine’ye gelişi ve mübarek ruhunun kabzedilmesi, haftanın Pazartesi gününde olmuştur.

Bundaki hikmetin ne olabileceğine belki de gereksiz yere merakımızı sarf etmek yerine, kendimiz için bu çok ince sırlı tevafuktan alabileceğimiz bazı mühim dersleri alabilmeye çalışırsak, daha isabetli hareket etmiş oluruz.

Alabileceğimiz en mühim derslerden biri de belki şu olabilir: Dünyadaki hayatımız bize sanki pek uzunmuş gibi gözükse de ve dünyada ebedî kalacakmışız gibi, ömür sermayemizi değerlendirmekte bazen ihmaller göstersek de; onu sadece bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü gibi halen içinde yaşadığımız günden ibaret olarak varsaymamız, hakikî istikbalimiz ve ebedî, çok büyük menfaatlerimizin bizi beklediği âhiretimiz için daha faydalı olabilir. Çünkü, insanın ömrü birer günlük kısımlara bölünmüştür ve ömrünün birer günlük birimlerini hangi îman, niyet ve gaye ile ve hangi işleri yaparak geçirirse, ömrünü de öyle geçirmiş olmaktadır.

Hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek de şudur: Bir saatin zamanı gösteren kısa ve uzun ibrelerini (akrep ve yelkovanını) veya dijital rakamlarını elimizle geriye döndürebiliriz; fakat, gafletle geçen saatlerimizi ve dakikalarımızı tekrar yaşamak için, ömür müddetimizi -bir filmi seyrederken öncesine gider ve başa alır gibi- geri döndürebilmek imkânımız yoktur.

Böyle bir durumda, aklını iyi kullanan bir insan, geri dönmemek üzere geçen zamanının kıymetini düşünür; onu israf ederek tüketmekten kaçınmağa, çok kârlı bir âhiret ticaretinin sermayesi olabilecek şekilde ebedî ve çok büyük kârları kazanmak yolunda tam bir şuurla ve dikkatle kullanabilmeğe çalışır. Bunu yapabilmek için de, insanlığın en büyük rehberi olan Resulullah’ın sünnet-i seniyyesine uyar ve onun ilmî vârisleri olan selahat ve takva sahibi âlimlerin izinde gider.

Şöyle bir sual de akla gelebilir: “Rebi-ül Evvel ayının 12. gününün Peygamberimiz’in (s.a.s.) doğumunun yıldönümü olduğu Müslümanların büyük ekseriyeti tarafından bilinmesine rağmen, o günün ayni zamanda onun vefatının da yıldönümü olduğunun Müslümanların daha büyük bir ekseriyeti tarafından bilinmemesinin sebebi acaba ne olabilir?

Bu sualin cevabı, onun cismen aramızda olmasa da, ruhen aramızda ve ümmetiyle çok alâkadar olması hakikatiyle ilgili Kur’an âyetleriyle verilebilir. Çünkü, Kur’an bize bu hakikati böyle açıkça bildirmektedir:

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ

(Resûlüm!), Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ Sûresi, 21/107)

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌؗ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ

Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe Sûresi, 9/128)

Peygamberimiz’in bu Kur’an âyetleriyle de açıkça bildirilen “rahmet peygamberliği” sıfatı, sadece bu âyetlerin nâzil olduğu zamandaki Müslümanlar için değil; kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar, bütün insanlar ve bütün âlemler içindir.

Bu âyetlerde bildirildiği gibi, “mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelen, onlara çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli, merhametli olan” Resulullah’ın, altmışüç yaşındayken bir Rebi-ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü vefat etmiş olması değil; onun o tarihten altmışüç yıl önceki bir Rebi-ül Evvel’in 12. Pazartesi günü bedenen doğmuş ve daha sonra bedenî hayatını dünyadaki her fanî gibi tamamlamış olsa da ruhen halen hayatta, kendi aralarında ve kendileriyle alâkadar oluşu mü’minlerin âleminde çok daha fazla yer almaktadır.

Rebi-ül Evvel’in 12. günü aynı zamanda onun vefat yıldönümü de olmasına rağmen, belki de bu sebeple, o gün yalnız “onun doğum yıldönümü” olarak hatırlanmakta ve İslâm âleminde daima onun doğumuyla dünyayı teşrif edişinin manâsı ve ehemmiyetiyle ilgili programların icrasına çalışılmaktadır.

Bu gerçeğin de ışığı altında, şu soruyla nefsimizi tekrar murakabe etmeli ve hesaba çekmeliyiz: “Madem ki onun ‘Rahmet Peygamberi’ olarak, mü’minlerin sıkıntıya uğraması ona çok ağır gelen, mü’minlere çok düşkün, şefkatli ve merhametli olan ruhu aramızda ve bizimle alâkadar; acaba biz onunla ve Sünnet-i Seniyyesiyle ne kadar alâkadarız, bilhassa Hac ve Umre vesilesiyle kabrini ziyaret ettiğimizde, onun ruhunun bizimle alâkadarlığını ne derecede hissedebiliyoruz?

Her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (c.c.) mahsustur.

Salât ve selâm, Efendimiz Muhammed (asm) ile, onun Âl ve Ashabı’nın üzerine olsun.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

“Mevlit Kandili” : Peygamberimizin (sav) Dünyaya Teşrifi.. (02 Ocak 2015)

Kandil gecelerinin İslam dininde ve biz Müslümanların yanında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Her Müslüman o gecelerin fazilet ve sevabından azami derecede istifade etmeye çalışır. Bu gecelerde Rabbimizin rahmeti ve bereketi herkesi kuşatır ve tecelli eder. Bizler de özel gayret ve ibadetimizle o rahmetten ve tecelliden hissemize düşeni almaya gayret ederiz. Bu kandillerin ilki Mevlit kandilidir. Mevlit kandili Peygamberimizin as dünyaya teşrif edişinin yıldönümü olarak Alem-i İslamda  kutlanacaktır. Bu kutlamayı yaparken şu hususlar bizim anlayışımızda öne çıkmalı ve Peygamberimizin as dünyaya teşrifi bize şunları hatırlatıp düşündürmelidir.

gül tomurcuğu1 – Peygamberimizin as dünyaya gelmesi ve İslam’ı tebliğ etmesi ile o asırda neler değişti?

2 – Yaşadığımız şu asırda ve hayatımızda, değişimin izleri ve hayatımıza yansıması nedir?

3 – İslam’da helal ve haram kavramları vardır. Bu kavramlar Müslümanların hayatında önemli yer tutarlar. Benim hayatımda da yerini koruyor mu?

4- Günümüz itibarıyla bazı şeyler dinen normal sayılmaz. Fakat ülfet, ünsiyet, özenti ve taklit ile normal bir hale gelmiş olabiliyor. Bu gibi şeylerin bizim  hayatımızda nasıl bir yeri var. En azından dinimizin helal dediğine helal, haram dediğine de haram diyebiliyor muyuz?

5 – Peygamberimiz as insanları Allah’a kul olmaya çağırırken Kabe’deki 360 putu kırmış ve gönüllere imanın nurunu koymuştu. Bizim de gönlümüzü kin, nefret, riya, haset, şöhret, makam, hırs, günah gibi putlardan arındırmamız lazımdır.

Mevlit kandili ve diğer kandil gecelerinin özellikleri kısaca şöyledir:

1-Mevlit kandili. R.Evvel ayının 12.gecesi Mevlit kandilidir. Bu 02 Ocak 2014 Cuma gününe tevafuk etmektedir. Peygamberimiz’in as doğum gecesi olarak bilinir ve kutlanır. Bu kutlama Peygamberimizi anma ve Onun dünyaya teşrifini salavatlar ve dualarla yad etme şeklindedir. Bu gecenin birçok özelliği ve güzelliği vardır. Bu özellikleri bizim de bilmemizde fayda ve maslahat bulunmaktadır. Peygamberimizin doğum gecesinde meydana gelen mucizeler o gece dünyaya gelen Peygamberimizin as yapacağı iş ve icraatlarının birer habercisi ve müjdecisi olarak tecelli etmiş ve tüm dünyaya şu mesajlar verilmiştir:

Birincisi. O gece Peygamberimizin as annesi ve orada bulunanların gördükleri bir nurdur ki, demişler. “ Biz öyle bir nur gördük ki, bize doğu ve batıyı aydınlattı “  İşte bu mucize ile tüm insanlara şöyle bir mesaj veriliyor ve deniyor ki: Tüm dünyayı saran ve insanları Allah’tan uzaklaştıran şirk ve küfrün karanlığı her şeyin hakikatini gizlemiş, insanların dalalet ve sefahate düşmelerine sebep olmuştur. Her şeyin Allah’a bakan yönünü örtüp gizleyen küfrün karanlığını izale edip kaldıracak, insanlara hak ve hakikati gösterecek birisi gelecek ve getireceği nur ve imanın ışığı ile dünya  ve insanlığı kaplayan küfrün karanlığını kaldırıp insanların hidayet ve imanlarına vesile olacak. Peygamberimiz’in as doğumunda Allah bu nur ile o asrı ve ondan sonra gelecek tüm asırları müjdelemiş ve annesine o nuru göstermiştir.

İkincisi. İnsan mükerrem yaratılmış ve her zaman hakkı arama ve bulma fıtratında olmuştur. Fakat çevre ve nefis gibi unsurlar onun batıla ve şirke düşmesine sebep oluyor ve Hak yerine puta tapınan insanlar ortaya çıkıyor. Bu hal insanlık tarihinin her döneminde olduğu gibi bu asırda da bulunmaktadır. Kabe’nin içini de puthane yapmışlar,360 putu oraya yerleştirmişlerdi. İşte Peygamberimizin doğum gecesi bu putların çoğu baş aşağı düşerek yerle  bir olmuştu. Bu mucize ile o zamana ve  ondan sonraki zamanlara şu mesaj veriliyor ve deniyor: Yeni dünyaya gelen bu çocuk tüm putlarınızı ve putperestliği yıkıp yerine Hak ve tevhidi ikame edecektir. Ve böylelikle insanlar bir olan ve her şeyin sahibi ve Rabbi olan Allah’a kul olacak ve kulluk yapacaklardır.

Üçüncüsü. O gece insanlarca takdis edilen –sava-  gölünün kuruması ve Mecusilerin bin senedir yanan ve sönmeyen ateşlerinin o gece sönmesi mucizesidir. İnsan yapısı ve yaradılışı itibariyle çok aciz ve zayıftır. Bunun için korkuları ve endişeleri çok olan bir varlıktır. Her zaman korunmaya ve güçlü birine dayanmaya mecburdur. İman ve İslam bizleri Kadir-i Mutlak olan Allah’a dayandırıp, Allah’tan yardım istetir. Her türlü zorluk ve darlık karşısında hemen Allah’a sığınırız ve sadece O’ndan yardım isteriz.

Allah’ı bilmeyen ve bulmayan insanlar batıla sapar ve batıl inanışlara sığınır ve onlardan korunma bekler. Ve böylece toplum içinde yüzlerce, binlerce batıl inanış ve hurafe anlayış ortaya çıkar. Nazar boncuğundan, at nalına, kurşun dökmekten, bez bağlamaya, mum dikmekten, bazı şeyleri uğurlu-uğursuz saymaya, yatırlara türbelere adak adamaya kadar giden bir çok batıl inanış ve anlayış içimize girmiş ve Müslüman olmamıza rağmen bu batıl hurafe yüzlerce şeyi içimizde barındırıp yaşatır olmuşuz.

Peygamberimiz as gelmeden önce de bu gibi batıl inanışlar vardı. İşte Peygamberimizin doğum gecesi meydana gelen o mucize yeni dünyaya gelen bu çocuğun tüm batıl ve hurafe inanışları kaldıracağını bildiriyor. Ve öyle de olmuştur.

Bu geceyi Peygamberimize as çok salavat getirip, namaz gibi ibadetlerle geçirebiliriz. Özellikle yukarıda söylediğimiz hususları düşünerek, Peygamberimizin as insanlara neleri getirdiğini ve nasıl bir hayat yaşadığını düşünmemiz gerekir. Kendi hayatımıza O’nun hayatına bakarak yön vermek başka bir ifade ile Rabbimiz, Peygamberimiz as ile neleri emrederek bizlere  – farz-  kıldı. Neleri yasaklayarak onları da bize –haram- kıldı. Bu şekilde gecemizi ihya edebiliriz.

2-Regaip Kandili. Recep ayının ilk perşembe gecesidir.  Bu geceye meleklerin rağbeti ve bizler için yaptıkları istiğfar için bu isim verilmiştir.

3-Miraç Kandili. Recep ayının 27.Gecesi Miraç kandilidir. Miraç kandili Peygamberimizin as Alem-i fena olan dünyadan, Alem-i beka olan ahiret alemlerine yaptığı   ve birçok İlahi tecellilere mazhar olduğu gecedir.

4-Beraat Kandili. Şaban ayının 15.Gecesi Beraat kandilidir.  Beraat kandili bir yıl içinde meydana gelecek olayların Allah cc tarafından ilgili meleklere gerekli bilginin verildiği bir gece. Özellikle insanın kazancı ve o yıl başına gelecek olayların bilgisinin verildiği bir geceyi ibadetle ihya ederiz.

5-Kadir Gecesi. Ramazanın 27.Gecesi Kadir gecesidir. Bir gecede seksen yıllık ibadet sevabı kazandıran bir gecedir. Kadir gecesi okunan her Kuran harfine 30.000 bin sevap yazılır. Bizler bu geceyi Rabbimizin bize Lütuf ve Rahmeti olarak bilir, elden geldiği kadarıyla Namaz, Kuran ve istiğfar ile ihya ederek o rahmetten hissemizi alırız.

Bir yıl içinde en sevaplı ve manevi kar ve kazancı en çok olan ve üç ayların habercisi olan kandil geceleri 02 Ocak’ta Mevlit kandili ile başlamış oluyor. Rabbim bizi, ailemizi, milletimizi ve tüm alem-i İslam’ı bu mübarek gün ve gecelere kavuşturup ecir ve sevabına nail eylesin, Amin.

Mustafa Şevki Kavurmacı

www.NurNet.Org