Etiket arşivi: peygamber efendimizin arkadaşları

Bilal-i Habeşi (Bilal bin Rebah) (R.A.) Kimdir? (581-641)

581 yılında Habeşistanlı köle bir ailenin çocuğu olarak Mekke’de dünyaya geldi. Annesinin adı Hamâme, babasının adı Rebah’tır.

İslamiyet’i ilk kabul edenlerden ve bunu açıktan ilan eden ilk yedi kişiden biridir. Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye’nin kölesi idi.

O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan’da da korkunç bir cahiliyet vardı. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlâksızlık namına ne varsa hepsi yapılıyordu.

Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de, Bilâl-i Habeşî idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, bunu kervanının başını koyar, mallarını bunun vâsıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.

Bilâl-i Habeşî hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Bunun için düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi.

Bilâl-i Habeşî yine bir gün, bir kervanla Şam’a gitmişti. Bu kervanda, Hz. Ebu Bekir de vardı. İkisi arasındaki dostluk bu yolculukta meydana gelmişti. Bu sırada Mekkelilerin tek gelir kaynağı ticaretti.

İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman varken, işte bu yolculuk yapılmıştı. Hz. Ebu Bekir bu yolculukta gördüğü bir rü’yâ sebebiyle sefer dönüşü iman nuru ile şereflenmişti.

Bir gece yarısı Bilâl-i Habeşî hazretlerinin kapısı çalındı. Uyandığında, kapıdan fısıldayan bir ses duydu:

– Bilâl! Bilâl!

“Gecenin bu saatinde bu ses nedir” diye düşünürken, aynı ses tekrar etti:

– Bilâl! Bilâl!

Karanlıkta korkuyla sesin geldiği tarafa yöneldi. Sesin geldiği tarafa yaklaşıp sordu:

– Sen kimsin?

– Ben Ebû Bekir.

– Gecenin bu saatinde ne istiyorsun? Söyleyeceklerini sabah söyleyemez miydin? Acelen nedir?

– Sabahı beklemeden, sahibin duymadan söylemem lâzımdı, onun için geldim.

– Beni meraklandırdın! Söyleyeceğini hemen söyle!

– Yâ Bilâl! Bu ümmetin peygamberi geldi.

– Kimdir?

– Ebü’l-Kâsım.

– Peki, peygamber olduğunu nasıl anladın?

Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir şöyle cevap verdi:

– Şam yolculuğunda gördüğüm rü’yâyı anlattıktan sonra kendisine, “Yâ Ebe’l Kâsım, sen Allahın Resûlü olduğunu söylüyor, imana davet ediyormuşsun, öyle mi?” diye sordum. O da, (Evet yâ Ebâ Bekir! Rabbim insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hazret-i İbrahim’i gönderdiği gibi beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi) dedi. Ben de, “Sen bugüne kadar yalan söylemedin. İnanıyorum ki sen Allahın Resulüsün” deyip huzurunda Müslüman oldum. Senin de Müslüman olmanı, ebedî saadete kavuşmanı istiyorum,

Hz. Ebû Bekir’in bu cevabı üzerine, onu yakinen tanıyan, samimiyetinden hiç şüphesi olmayan Bilâl-i Habeşî hazretleri, Kelime-i şehâdeti getirip Müslüman oldu.

Bilâl-i Habeşî, Müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık o, hak ile batıl arasında vuku bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücahidi olmuştu.

Zalim Ümeyye; O’nun Müslüman olduğunu anladığı zaman, daha da hainleşti, onu İslâm’dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl’i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: “Muhammed’e küfret; Lat ve Uzza’ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın.”

Bilâl’in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: “Allahu Ahad, Allahu Ahad”, Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü.

Ümeyye b. Halef’in Bilâl’e yaptığı işkencelere çok üzülen Ebu Bekir, ona bu işkenceden vazgeçmesini söyledi. O da: Onun ahlakını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir dedi.

Bunun üzerine Ebu Bekir ona şu cevabı verdi: Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver. Ümeyye b. Halef bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Bilâl’i Ebu Bekir’e verdi. Böylece Ebu Bekir Bilal’i işkenceden kurtarmış oldu.

Bilâl daha sonra diğer ashap ile birlikte Medine’ye hicret etti. Orada Sa’d b. Hayseme’ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl’e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has’amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam’da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu.

Hicretten sonra Bilâl-i Habeşî hazretleri, bir gün Mescidi-i Nebi’de iken büyük bir neşe içinde coşuyor, yerinde duramıyor, oynuyordu. Hz. Ömer bu hâlini görünce sordu:

– Yâ Bilâl, bu hâlin nedir? Burasının mescit olduğunu unuttun mu?

– Benim hâlimde ne var ki? İstersen gidip hâlimi Resûlullaha arz edelim, yanlışım varsa tövbe ederim ve bir daha yapmam.

Beraberce Resûlullahın huzuruna gittiler. Hz. Ömer, Peygamber efendimize durumu arz etti:

– Yâ Resûlallah, Bilal, mescidin huşu’unu bozuyor. Burada neşelenip coşuyor, oynuyor.

Peygamber efendimiz Hz. Bilâl’e sordu:

– Yâ Bilâl, böyle neş’eli olmanın sebebi nedir?

– Yâ Resûlallah, cenâb-ı Hak bana hidâyet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke’nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saadete eremediler. Ebedî saâdetten mahrûm kaldılar. Onlara hidâyet nasip olmadı. Ben neşelenmeyeyim de kim neşelensin? Ben oynamayayım da kim oynasın?

– Bilâl’e dokunmayın! Sevinip neşelensin

Medine’de Müslümanlar, namaz vakitlerinin bir şekilde bildirilmesi gerektiğine karar verdiler. Ancak bunun ne şekilde olacağı konusunda fikir birliğine varılamadı. Bu sıralarda Abdullah bin Zeyd, gördüğü bir rüyayı Hazreti Muhammed(sav)’e anlattı.

Rüyasında ezanın bugünkü şeklini duymuştu. Bunun üzerine Muhammed (sav), duyduğu ezanı Bilal’a öğretmesini ve bundan sonra namaz vakitlerinin ezanla duyurulacağını bildirdi. Böylece ilk ezan okuyan (müezzin) Bilal(ra) olmuştur. Bir süre sonra Bilâl-i Habeşî sabah ezanına essalâtü hayrun minnen nevm (namaz uykudan hayırlıdır) şeklinde bir ekleme yaptı ve Muhammed, Bilâl, bu ne güzel söz! Diye onu tasvip etti.

Hz. Bilâl, Resulullah’ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke’de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye’yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: “İşte küfrün başı!” Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi.

Resulullah, Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu.

Resul-u Ekrem’in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine’de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl’e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: “Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: “İstediğin yere git!

Resulullah’ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam’a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye’de meydana gelen gazalara katıldı.

Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin’e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye’ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs’e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs’e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah’ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl’den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd’in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl’in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in irtihâlinden sonra Suriye’ye giden Bilâl,”Havlan” kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu.

Hz. Bilâl, Suriye’de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)’i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: “Beni ziyaret etmeyecek misin?

Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine’ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara’ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem’le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl’i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid’inde ezan okumuştu. Bilâl’in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah’ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber’in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine’ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem’e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl’in sesi idi.

Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen “ah ne acı” dedikçe, Bilâl: “Oh! Ne tatlı!” diyor ve ekliyordu: “Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım.” diyordu.

Bilâl-i Habeşî, islâm’ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem’e hizmetle geçirdi. O, Resulullah’ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah’dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber’in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah’ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.

Hz. Bilâl’in doğruluk ve ahlâki, İslâm’a bağlılığı takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashabın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.

Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı

Bilâl-i Habeşî, 641 yılında vefat etti Şam’daki Ehl-i Beyt mezarı olarak bilinen Dımaşk’ın. Bab’üs Sağîr mezarlığına defnedilmiştir.

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

  1. hadis ansikopedisi
  2. islamiyet
  3. hadisler

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Abdullah İbn-i Selam (R.A.) Kimdir?

Abdullah ibn-i Selâm, Yesrîb’deki yahudi alimlerinden birisiydi .

Hz. Yusuf (a.s.) soyundandır, büyük bir âlim olan babası Selâm’dan birçok şeylerle birlikte, Tevrât’ı ve tefsirini öğrenmişti. Adı El-Husayn İbn-i Selâm idi. Abdullah İn-i Selam’ın ismini müslüman olunca bizzat Rasûlüllah (s.a.v.) koymuştur.

Medîne halkı ona saygı gösterirdi. O, halk arasında takva, doğruluk ve dürüstlüğüyle tanınırdı.

Tevrat’ta müjdelenen peygamberin Yesrîb’i kendine hicret yurdu ve ikâmet yeri edineceğini biliyordu.

Allah’tan, bu beklenen peygamberin ortaya çıkışını görmek, onunla karşılaşmak saadetine erinceye ve ona ilk inananlardan oluncaya kadar kendisine uzun ömürler vermesini dilerdi.

Allah(cc)duasını kabul etmiş hakka iman etmek ona nasip olmuştu.

Rasûlüllah’ın [s.a.v.) ortaya çıktığını duyunca; niteliklerini Tevrat’ta yazılı olanları karşılaştırır ve Peygamber olduğuna ve davetinin doğru olduğuna kesin kanaat getir.

Rasûlüllah’ın (s.a.v.} yanına gittiğinde ilk duyduğu şeyler,

Ey insanlar! Selâmı yayınız… Yemek yediriniz. Geceleyin in­sanlar uyurken namaz kılınız ki, Cennet’e selâmetle giresiniz

Yanına varıp Allah’tan başka ilah olmadığına, Hazret-i Muhammed(sav)’in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet getir.

Müslüman olduğunu yahudilerden gizler.

Bir gün, Rasûlüllah’a (s.a.v.) gidip :

Ya Rasûlallah! Yahudiler iftiracı ve batılla uğraşan bir mil­lettir, onladan ileri gelenlerini evine davet et ve beni oda­larından birinde sakla, sonra onlar müslüman olduğumu söylemeden önce onların yanındaki itibarımı sormanı ve daha sonra da on­ları İslâm’a davet et, buyurur. Çünkü onlar müslüman ol­duğumu öğrenirlerse, beni kusurlu bulurlar ve bana yapmadıkları if­tira kalmaz…

Rasûlüllah (s.a.v.) o’nu odalarından birine alır. Yahudi ileri ge­lenlerini de evine davet eder. Onları İslâm’a davet etmeye, imanı sev­dirmeye, kendi kitaplarından bildikleri durumunu onlara anlatır.

Onlar da batıl şeylerle ona karşılık vermeye ve hak ko­nusunda onunla münakaşa etmeye başlar. Ra­sûlüllah (s.a.v.) onların iman etmelerinden ümidini kesince şöyle sor­ar

El-Husayn ibn-i Selâm’ın aranızdaki itibarı nasıldır?»

O , çok efendi bir kimsedir. Alimdir».

-“Eğer o müslüman olursa Siz de müslüman olurmusunuz?»

-“O asla müslüman olmaz.. Allah onu müslü­man olmaktan korusun».derler bunun üzerine Abdullah ibn-i Selâm yanlarına varır ve şöyle der.

Ey yahudîler! Allah’tan korkun. Muhammed’in size getirdiğini kabul edin. Siz onun Allah’ın elçisi olduğunu biliyorsunuz ve onun kitabınız Tevrat’ta adıyla ve sıfatıyla yazılı olduğunu görüyorsunuz ,ben onun Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ediyorum» Yahudiler;

– Sen yalan söylüyosun.» dediler

Cennetlik olduğu hadîs-i şerîfte bildirildi.

Abdullah ibn-i Selâm’ın ailesi ve Sa’lebe bin Sa’ye, Üseyd bin Sa’ye, Esed bin Ubeyd ve bazı Yahudiler samimi olarak müslüman oldular.

 Hz. Abdullah bin Selâm (r.a.) Peygamberimizden 25 adet hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir

Peygamber efendimiz, Eshâbı ile sohbet ederken buyurdu ki:

– Şu kapıdan ilk girecek olan, Cennet ehlinden biridir.

Eshâb-ı kirâm merakla kimin gireceğini beklerken, Abdullah bin Selâm’ın girdiğini gördüler.

Yâ Abdullah, bu dereceye hangi amel ile ulaştın?

Ben zayıf bir kimseydim. En kuvvetli ümidim, kalb selâmeti ya’nî kimseye karşı içimde kötülük beslememem ve boş sözleri terk etmemdir. Bundan başka beni kurtaracağından ümitli olduğum bir amel bilmiyorum.

Kendisi zengin olduğu hâlde, ba’zan Medîne çarşısında sırtında yük taşıdığı görülürdü.

Abdullah bin Selâm hazretleri, Hazret-i Osman’ın şehâdeti esnâsında yanında bulunuyordu. İsyâncılara “Gelin bu işten vazgeçin! Yoksa âhirette bunun cezâsını çok şiddetli olarak çekeceksiniz! Ayrıca Hazret-i Osman’ın üzerinizde çok hakkı vardır.” buyurdu.

Fakat âsîler sözünü dinlemediler, ayrıca kendisine hakâret ettiler.

Resûlullah onun hakkında, “O, Cennetlik olan on kişinin onuncusudur” buyurdu.

Birgün Hazret-i Abdullah bin Selâm, Ka’b-ül Ahbâr’a şöyle bir soru sordu:

Âlimler ilmi öğrenip zihinlerine yerleştirdikten sonra, onu oradan söküp atan nedir?

Hazret-i Ka’b dedi ki:

Tama’, hırs ve ihtiyaç peşinden koşmaktır.

Uhud Savaşı’nın bulunduğu bazı savaş ve seferlere katıldı. Hazreti Ömer’in (ra) hilafeti zamanında Kudüs’ün fethine ve Sasanilerle yapılan Nihavend Savaşı’na katıldı. Hazreti Osman’ın (ra) son dönemlerinde, fitnenin durdurulmasına ve Halifenin evinin kuşatılarak şehit edilmesine mani olmaya çalıştı. Hazreti Ali’nin halife olmasından sonra kendisine biat etmemekle beraber, her hangi bir menfi girişimde bulunmadı. Hazreti Ali’nin Irak’a gitmemesi ve Cemel Savaşı’nın engellenebilmesi maksadıyla telkinlerde bulundu. Muaviye’nin halife olduğu dönemde, 664 tarihinde Medine’de vefat etti. Allah rahmetiyle muamele etsin.

Çetin KILIÇ / Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar

  1. Hadis külliyatı
  2. Sorularlaislamiyet

Abdullah İbn Abbâs (ra) Kimdir?

Abdullah ibn Abbas 619 yılında Mekke’de doğmuştur. Babası, Hz. Peygamberimizin (sav) amcası Hz. Abbas; annesi ise Hz. Hatice’den hemen sonra Müslüman olan Ümmü’l-Fazl Lübabe’dir. Müminlerin annesi Meymune’nin kız kardeşidir. Aynı zamanda Halid ibnu Velid’in teyzesinin oğludur. Abdullah’ın adını Peygamber Efendimiz(sav) koyarak, kendi terbiyelerinde yetiştirmişlerdir.

Babası Hz. Abbas, Abdullah doğar doğmaz onu Hz. Peygambere götürmüş, Rasûlullah (sav) de onu kucağına alarak: “Allahım! Onu dinde fakih kıl. Kitabının açıklamasını ona öğret” diye dua etmiştir.

Gençliğinde de Peygamber efendimiz tarafından birkaç kez başı okşanarak: “Allah’ım! Bütün ilim ve hikmeti bu başa ver, ona tevil ve tefsir’i öğret. Allah’ım! İnsanoğluna verdiğin her ilim ve hikmeti bunun göğsünde topla diye dua etmiştir.

Yaşının küçük olmasından dolayı Rasûlullah’ın evine ve özellikle teyzesi olan Hz. Meymune’nin hücresine rahatça girip çıkardı. O naklettiği hadis, tefsir ve fıkıh ilmine vukufu ile tanınır. Abdullah İbn Mes’ud, Onun için: “O, Kur’ân-ı Kerim’in tercümanıdır, müfessirlerin sultanıdır” demiştir.

 Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatının Mektubat adlı eserinde, Abdullah ibn Abbas (ra)’dan dan şöyle bahseder;

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hz. Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) bir perde (mülâet) altına alarak; “Ya Rabbi! Bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru.” deyip dua etti. Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları “Âmin, âmin” diyerek duaya iştirak ettiler. Yine aynı eserde Bediüzzaman, “Hz. Peygamberin duası öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas ‘tercümanü’l-Kur’ân’ ünvan-ı zîşânını ve ‘habrü’l-ümme,’ yani ‘allâme-i ümmet’ rütbe-i âlisini kazanmış. Hattâ çok gençken, Hazret-i Ömer onu ulema ve kudema-yı Sahabe meclisine alıyordu” diyerek, Hz. Abdullah’ın duayı nebevi ile kazandığı makamları ifade etmektedir.

Abdullah ibn Abbas Yaşının küçüklüğüne rağmen yaşlı sahabelerle bir arada bulunmuştur. Yaşlı sahabelerin Nasr suresinin tefsiri konusunda herhangi bir düşünceleri olmayınca Hz. Ömer ;Yaşının küçük oluşu konuşmana engel olmasın diye buyurunca, Abdullah İbn Abbas bu surede Rasûlullah (sav)’ın ecelinin yaklaştığını işaret eden ifadelerin olduğunu söylemiş ve Hz. Ömer de onu tasdik etmiştir.

İbn Abbas’ın son derece disiplinli ve muntazam çalışma sistemi vardı. İşlerini titizlikle belli bir plan dâhilinde düzenlerdi. Bu planına önce kendi aynen uyardı. Haftanın belirli günlerinde geniş halk kitlesine dini ilimlerle ilgili dersler, dini ilimler dışında Arap dili, şiiri ve edebiyatı üzerinde etraflı konuşmalar yapardı.

 Afrika’daki Bizans genel valisi Georgios ve adamlarıyla ilmî tartışmalar yapmıştır. Georgios ve etrafındakiler O’nun akıl, zekâ, fikir kuvvetini ve ilim kudretini görerek: “Bu insan Arapların en derin âlimidir.” sonucuna varmışlardır.

Müşkilü’l-Kur’ân (Kur’ân-ı Kerim’in derinliklerine inme, bulma, çözme ve güçlükleri giderme) konusunu da ilk ele alan yine İbn Abbas’tır.

Birçok sahabeden ders ve bilgi almış, Hz. Osman’ın şahsına çok bağlı olup onun zamanında devlet kademelerinde görev almıştır, Hz. Osman’ın şehâdetinden önce evinin etrafında nöbet bekleyen büyük sahabelerin çocuklarıyla birlikte bulunmuş ve Halife’yi isyancılara karşı korumaya çalışmıştı. Cemel ve Sıff’ın savaşlarında Hz. Ali’nin yanında yer almıştır. Basra Valiliğinde bulunmuş valiliği sırasında kendisine atılan bir iftiraya dayanamayıp görevinden ayrılarak Mekke’ye gitmiş ve ömrünün sonuna kadar burada ilimle uğraşmıştır.

 Hz. Hüseyin’in Küfe’ye gitmek üzere yola çıkıp Kerbelâ’da şehit edilmesi Abdullah b. Abbas’ı bir hayli üzdü ve üzüntüsünden gözlerini kaybetmiştir.

İçki bütün fuhuşları doğurur. Günahların en büyüğüdür.”

Allah bir kulu sevdiğinde, mescide kayyum eder. Sevmezse hamama hizmetçi eder.”

Her hadisi herkese söylemeyin, aklı alacak adama söyleyin.”

Çocuklarınızın ilk sözü “Lâ ilâhe illallah” olsun gibi 1660 hadis rivayet eden,  en çok hadis rivayet eden yedi kişiden beşincisi âdeta zamanın bir ansiklopedisi olan Abdullah ibn Abbas, 687 yılında Taif’te yetmiş yaşındayken teslim-i ruh etti. Cenaze namazı Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed ibn-i El-Hânefiyye tarafından eda olundu. Kabrine indirilirken, Muhammed ibnül-Hanefiyye:”Kasem ederim ki, hatifin sesi bu dakikada İbn-i Abbas’ın ruhuna: “Ey içi yakın ve itminan ile dolu olan ruh, sen Rabbinden hoşnut, Rabbin senden hoşnut olduğu halde onun nezdine dön!’ demektedir.” dedi.

 Allah kendisinden razı olsun. Âmin.

Çetin KILIÇ/Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

Hadis Ansiklopedisi, sevde’de, Risale-i Nur Külliyatı, islamiyet. gen.